#301
|
||||
|
||||
Büyük patlamaya 8 gün kaldı
"Büyük Patlama" (Big Bang) teorisini doğrulayacak deney için bilim adamları uyarıyor: "Dünyayı yutabilecek mini kara delikler ortaya çıkabilir Sonunda her şey tamam edildi. Şimdi deney için geri sayım başladı. Tarih belli: 10 Eylül. Deney, evrenin oluşumunu tetikleyen "büyük patlama" (Big Bang) teorisini doğrulayabilecek nitelikte. Bunun için nükleer deneylerden bile daha karmaşık sayılan "parçacık çarpıştırma" işlemi gerçekleştirilecek. Tehlikeli bir deney olduğu için yerin altında kurulan devasa laboratuvarda gerçekleştirilecek. Bu yüzden deneyi gerçekleştirecek olan ekip "güvenli ortam var" diyor ve deneyin yapılmasını savunuyor. Kaos teorisyeni şiddetle karşı çıkıyor Ancak bir başka grup bilim adamı dün müthiş bir uyarıda bulundu. Onlara göre bu deney o kadar tehlikeli ki "dünyanın sonu olabilir". Bu amaçla daha önce de deneyin durdurulması için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurmuşlardı. Ancak AİHM, "Büyük Hadron Çarpıştırıcı" aleyhindeki başvuruyu reddetmişti. Alman kaos teorisyeni Otto Rössler'in etrafında bir araya gelen insanların, AB'nin nükleer araştırma merkezi (CERN)'in 10 Eylül'de hizmete sokacağı laboratuvarda yapılması planlanan "parçacık çarpıştırma" deneyine mani olabilmek için verdikleri dilekçeyi değerlendiren AİHM, başvuruyu geçen hafta reddetti. "Dünyayı yutabilecek mini kara delikler" ortaya çıkabilir Evrenin oluşumuyla ilgili "büyük patlama" teorisini doğrulayabileceği düşünülen deneye itiraz edenler, deney sonucu "dünyayı yutabilecek mini kara delikler" ortaya çıkması ihtimalini öne sürüyor ve Fransa-İsviçre sınırındaki CERN laboratuvarının kapatılmasını istiyor. Vatandaş grubunun sözcüsü Viyanalı Markus Goritschnig, "Deney durdurulsaydı, şimdiye kadar hiç atılmamış bir adım atılmış olacaktı" dedi ve mahkemenin, yine de dava dilekçesini esastan görüşmesini beklediklerini belirtti. Maddenin ilk kez kütle kazandığı ana gitmeyi planlıyorlar. "Mini kara deliklerin, bilinen en tehlikeli nesneler olabileceğini" söyleyen Goritschnig, deneye katılan 26 fizikçinin "ateşle oynadığını" iddia etti. Bilimadamları, CERN deneyiyle fiziğin başlangıcına, maddenin ilk kez kütle kazandığı ana gitmeyi ve maddenin neden ve nasıl kütle sahibi olduğu sorusunu cevaplandırmayı tasarlıyor. Parçacık hızlandırıcıyı harekete geçirmek zor İsviçre-Fransa sınırında, 27 kilometrelik bir tünel içerisinde bulunan parçacık hızlandırıcıyı harekete geçirmek o kadar kolay değil; önce makinenin 8 ana parçası -271 dereceye kadar soğutulacak. Ardından, 1600 adet süper-iletken mıknatıs düzgün olarak çalıştırılacak. Deney sırasında bütün parçaların senkronize şekilde çalışması şart. En ufak uyumsuzluk risk sayılıyor. Saniyede 800 milyon parçacık çarpışması olması beklenen "asrın deneyi", yerin 150 metre altında yapılacak. Deneye Türkiye'den de bilimadamları katılıyor. Yarım yorum: İçerde AKP dışarda CERN .....
__________________
meraklı: üzerine vazife olmayanla ilgilenen.. Herşeye burnunu sokan..."merak ediniz, öğreniniz ki yeni ufuklarda başarı sizin olsun." |
#302
|
||||
|
||||
Orhan Pamuk’un sırrı!
Romancı olacağına pazarlamacı olsaydı da “Nobel” alırdı. Yüksek kabiliyet, bulunmaz yetenek. Her şeyi pazarlıyor. Ve başarıyor. Pazarlamacıların kralı olurdu. Dünyanın en büyük şirketinin CEO’su yaparlardı, pazarlama nobelini de ona verirlerdi.
Çürümüş maydanoz. Kokmuş köfte. İçi geçmiş karpuz. Küflenmiş ekmek. Bunlara müşteri çıkmaz, kimse almaz. Orhan Pamuk’u “çürük maydanoz-kokmuş köfte-içi geçmiş karpuz-küflenmiş ekmek”leri pazarlama göreviyle görevlendirin cansız duyguları tetikler, ölmüş talepleri parlatır, bitmiş beğenileri canlandırır sadece Türkiye tüketicisine değil bütün dünyaya “çürük maydanoz-kokmuş köfte-içi geçmiş karpuz-küflenmiş ekmek” satardı. Yemezlerdi. Yiyemezlerdi. Fakat satın alırlardı. Bu çarpık, hastalıklı, özürlü durum ancak ve ancak Orhan Pamuk’un “pazarlamacılığı” sayesinde olur. Romanlarını alanlar, 30 sayfasını okuduktan sonra bırakıyorlar, fakat yine de almaya devam ediyorlar. Esasen gerçeği çarpıtan bir kokmuş propaganda olan “Türkler tarihte 1 milyon Ermeni’yi kestiler, öldürdüler” iddiasını Orhan Pamuk, ortaya bilgi, belge koymadan, müthiş pazarlamacılığı sayesinde bütün dünyaya yedirdi ve Nobel’i de aldı. Büyük businessman. Müthiş iş adamı! Şimdi yeni bir pazarlama uğraşına girdi, bir haftadır gazete manşetlerinden inmiyor, TV’lerde “bir kez seyrettik Orhanımız’a doyamadık, tekrarı yayınlansın” programlarında “İstanbul’un küçük burjuva semti Cihangir’de babası top atınca fakir kalmış güzel bir kıza baba parasıyla zengin olmuş bir ibiş erkeğin aşkını” tezgâha koydu, satıyor. Arsız bir pazarlamacı oldu! Müşterinin önünü kesiyor. Kolundan çekiştiriyor. Malı gözüne sokuyor. Porno ağırlıklı olduğu anlaşılan yeni 500 sayfalık romanı için izin vermiyor ki “bu iyi bir edebiyat ürünü müdür, yoksa zengin erkek-fakir kız konularını milyon defa işlemiş Yeşilçam filmlerinin çok kötü bir edebiyat salçalı kopyası mıdır” okuyan karar versin. Okuru aptal yapıyor. Okuru embesil sayıyor. Dün bir, bugün iki. Okur daha romanı okumadı. Yazar alıyor karşısına “Orhan Pamuk büyük romancıdır ezberine teşne” magazinci kadın gazetecileri, “son romanını kaç yılda yazdığını, daktilo ve bilgisayarla değil mürekkepli kalemle yazdığını âşık olduğu kızın küpesini, sütyenini, külotunu, büfe üzerinde duran biblo köpeğini çalarak biriktiren zengin adamın, kızın bekâretini nasıl bozduğunu, kapalı toplumlarda bekâretin, açık toplumlardaki bekâret anlayışından farklı olduğunu” uzun uzun anlatıyor. Ve gazetelere manşet. TV’lere söyleşi. Ayıptır. Romanına güveniyorsan biraz zaman ver, okur okusun. Sen sonra konuş. Gerçek bir edebiyat adamına yakışan bu tavrı göstermek yerine, satışı artırmak için “romanın kahramanı Cihangirli fakirlemiş kızın küpesini, kolyesini, reçel yapmak için kullandığı ayva rendesini, hela taşının sifon zincirini” topladığını, bunlardan bir müze kuracağını ve kitabı satın alanların bu müzeye ilk girişinin bedava olacağını anlatıyor. 10 yıldır küpe topluyormuş. Fakat ortada müze yok. SPK’nın harekete geçmesi gerekir. Orhan Pamuk’un kurulmamış bir müzenin giriş biletini kitabın içinde bir lotarya olarak sunması, halktan para toplama kanununa girer. Savcıların harekete geçmesi gerekir. Sırrı: pazarlama! Yüksek kabiliyet! Bulunmaz yetenek! Pazarlama kralı! Necati Doğru /Vatan
__________________
Yaşadıklarını kar sanma yanına... Yaşadığın kadar yakınsın sonuna Ne kadar yaşarsan yaşa Sevdiğin kadardır ömrün... Can Yücel |
#303
|
||||
|
||||
DenizFeneri
Almanya’da ortaya çıkarılan Deniz Feneri yolsuzluğu, 11 yıl önce yaşanan bir çoğumuzun çok iyi bildiği Mercümek olayının 2008 versiyonuna benziyor.
1997’de de Refah Partisi bağlantılı Mercümek olayı ortaya çıkmış ve Bosna’ya yardım adı altında büyük bölümü gurbetçilerden toplanan paralar buharlaşmıştı. Hoş hocalarını mı utandıracaklardı? Kulak boynuzu geçer örneği mercümeği fırına daha bir güzel vermeliydiler ki, kerizler bile zevk alsın.Dişleye dişleye götürsünler mamayı... Her ne kadar bilen bilse duyan duysa da,ufak bir tartışma ve keriz feneri muhabbeti yaptığım dayım.Hala dini ve ahlaki bütün bu insanların bu haltları yemeyeceğine canı gönülden inanmakta.Basının bir kanadı tarafından dillendiren bu konunun da,bir takım çıkarlara yönelik çirkin bir iftira olduğunda da ısrarcı.Belkide bu medya gurubunun geçmişteki hünerlerini bilen biri için doğru bir tesbit de olabilir. Sevgili dayım uzun yıllar,Almanya da çoluğundan ,çocuğundan ayrı kalarak,çalışmış biri.Konya da kurulan holdinglerden birine yüklüce bir miktar parasını da kaptırdı.Hoş bunada çok güzel bir kılıfı var."Siyonist sermaye islami sermayeyi yaşatmadı." Hem çocuklarına hemde yakınında bulunan her kesime buna inandırma peşinde. Biz inceden inceden bu muhabbetleri yaparken,cami çıkışında sohbetimizin hararetine dalanların bir çoğuda dayım gibi düşünüyor ve yalnız kalıyorum. içimden: "uyandırma kerizi bulandırır denizi" tekerlemesi geçtiysede söyliyemiyorum. Bak hocam diye söze katılan davudi sesli müezzin efendi de tartışmanın içine dalıyor. "Bu Alman gavuru bizim iyiliğimizi istermi? istemez.Gavurdan dost,ayudan dost olmaz.Sonuçta bizim ne kadar iyi çalışan işimiz varsa bozacaklar .Deniz fenerinin ışığını karartacaklar.Sende bu kafirlere elçilik etme." Konu nerden çıkmıştı,nerden açılmıştı da keriz feneri muhabbeti olmuştu bilmem ama.Sonuçta bozguna uğramıştım.Kendimi Dünya yuvarlak derken,etrafında kimseyi bulamayan Galile gibi aciz,ve güçsüz hissettim.Minareyi çalan kılıfını bulur dediklerinin,en güzel örneği bu olsa gerek diye düşünmeden edemedim. Kendi,kendime Umarım bu insanların dediği doğrudur.dedim.Yanılan yenilen bir tek ben olayım. Deniz fenerlerimiz sönmesin.Yoksa bu tür olaylarla,Anadolu insanının yüreğindeki yardımlaşma gücü ,fakirine uzanan elleride kırılacak diye düşündüm. Etraftakilere münferit bu tür olayların yaşanabileceğini,ancak yardımlaşmanın hem Tanrı katında hem milllet bazında çok önemli olduğunu söyleyerek.Bu muhabbetten uzaklaştık.
__________________
Yaşadıklarını kar sanma yanına... Yaşadığın kadar yakınsın sonuna Ne kadar yaşarsan yaşa Sevdiğin kadardır ömrün... Can Yücel |
#304
|
|||
|
|||
Yorumsuz...
|
#305
|
||||
|
||||
Bilim ve sanat, bir kuşun iki kanadı gibidir.
Bu iki kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar. Uçamayanlar ise tavuk olur... "Tavuk toplum", önüne atılan bir avuç yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının farkında bile olmaz!".... Darwin Minik sorum : Horozumuz kim acaba
__________________
Yaşadıklarını kar sanma yanına... Yaşadığın kadar yakınsın sonuna Ne kadar yaşarsan yaşa Sevdiğin kadardır ömrün... Can Yücel |
#306
|
||||
|
||||
Yabancıları üzecek yazı
Fuat Kars
http://www.referansgazetesi.com/habe...377&ForArsiv=1 Yaratıcı kişiliği ile bilinen ve ürettiği kaliteli paraşüt ile Türk Silahlı Kuvvetleri'ne 12.5 milyar dolar gelir sağlayan Adnan Ener, anaparasını ödediği ama faizini birtakım nedenlerle ödeyemediği borcu için evini ve bahçesini sattı. Üsküp'ten aldığı çavdarı, Bursa'da bulunan mısır sapını tekstille bütünleştirerek görenleri hayretler içerisinde bırakan ürünler meydana getiren Adnan Ener, yaratıcı kişiliği kadar Türk Silahlı Kuvvetleri'ne (TSK) yaptığı hizmetlerle de birçok ilke imza attı. Bu ilklerden en önemlisi ise Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) Türkiye'ye koyduğu, uçakların fren paraşütü ambargosunu delmesi oldu. Bu ülkeden metrekaresi 4 dolara satın alınan paraşütün yerine, daha kaliteli paraşütü 2 dolara üreterek savunma sanayiine 12.5 milyon dolar gelir sağladı. Dahası, koyduğu ambargoya pişman olan ABD çok daha kaliteli olduğu için paraşüt ihtiyacını Türkiye'den karşılamak zorunda kaldı. Hem de kendi ürünlerinin üzerine, "Bu paraşüt Türklerin yaptığı paraşüt değildir" yazısını yazarak. Dünyaya adını duyurdu Bu başarısını, pilot sandalye paraşütlerinin yapımında zorunlu olan pamuklu özel kumaşları üreterek, havadan havaya atış hedefi olarak kullanılan mans paraşütlerinin radar ekolü özel kumaşını da imal ederek pekiştirdi. Daha sonra bu kumaşlardan ağır tankların da taşındığı 11 yeni paraşüt yapınca, haklı olarak dünya ülkeleri arasında, "Harika Türk" olarak tanınmaya başladı. Almanya'da düzenlenen uluslararası tekstil yarışmasında, 4800 kişi arasında birinci seçilince, kendisine neden "Harika Türk" denildiğini bir kez daha kanıtlayıp, ödülünü ise Almanya Devlet Başkanı Willy Brandt'ın elinden aldı. Bu başarısından dolayı da Almanya'da üç gün devlet töreniyle ağırlandı. O dönem, uluslararası sempozyumlara onur konuğu olarak davet edilip, ayakta alkışlanırken istisnasız tüm konuşmalarını, ülkesine olan sevgiyi, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne olan bağlılığını anlatarak tamamladı. Dünyanın alkışladığı insana verdiğimiz değer İnsanı, insan olduğu için sevdiği bilinen, Bursa'daki 12 tekstil makinesinin bulunduğu atölyesinin girişine büyük harflerle "En Büyük Onur Vergi Ahlakıdır" diye yazan Adnan Ener, ödediği vergilerle rekortmenler arasındaki yerini kimseye kaptırmazken tüm çalışanlarının otomobil almasını sağladı. Onurlu yaşamak, Adnan Ener için yaşam biçimiydi. Bu nedenle, bir bankadan aldığı, daha sonra anaparasını ödediği kredinin aksayan bazı faizleri yüzünden, önce evini, ardından bahçesini sattı. Toplanan para yetersiz kalınca, bu kez atölyesinde bulunan ve çocukları kadar sevdiği tekstil makinelerini, değerinin çok altında elinden çıkarmak zorunda kaldı. Çünkü onun için onurlu yaşamak için borcun ödenmesi şarttı. Şu anda emekliye ayrılan Adnan Ener, her ay Bağ-Kur'dan aldığı 550 YTL maaş ile kirada oturduğu evinde, gururlu, onurlu ve mütevazı bir yaşam sürüyor. Merhum Vehbi Koç ve Sakıp Sabancı ile ailece görüşen, hayranları arasında Willy Brant, Jacquec Chirac, Helmut Köhler de bulunan Adnan Ener, günlerini, davet edildiği Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde bulunan 25 üniversitede, ulaşım, yemek ve konaklama giderini emekli maaşından ödeyerek, öğrenci ve öğretim üyelerine konferans vererek geçiriyor. Dünyanın ayakta alkışladığı Adnan Ener'e, Türkiye maalesef hak ettiği değeri veremedi. Vermediği gibi ana parasını ödediği, faizini yatıramadığı borcu yüzünden, evini ve bahçesini sattırıp, tekstil makinelerini elinden çıkartırken ağlattı... Ener bunları hak etmiyordu Heykeli dikilmesi gereken bu insanın adını Büyükşehir Belediyesi doğduğu, yaşadığı cadde veya sokağa vererek ölümsüzleştirebilirdi. Diğer SİAD'lar gibi, BUSİAD'ın da Büyükşehir Belediyesi'nden farkı yoktu. Böyle bir dernek, geçen hafta Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün katıldığı yılın işadamları ödül törenine Adnan Ener'i davet edebilirdi. Hatta, "En büyük onur vergi ahlakıdır" diyen, defalarca vergi rekortmeni olan, 60 yıllık muhasebe defterlerini, mütevazı evinin en güzel köşesinde saklayan Ener, şükran plaketi ile de onore edilebilirdi. Yabancılara göre "Harika Türk", bize gör ise unutulan değerlerden biri olan Adnan Eren'e Bursa'nın bir şükran borcu olmalı. Bunu da ödemeli. Ama mutlaka ödemeli. Ödemesi için de henüz iş işten geçmedi. Onu, 87 yaşına gireceği 24 Nisan günü ziyaret etmek yeterli olur. Bu özel günde verilecek bir buket çiçek, inanın Adnan Ener'i çok sevindirecek. Çünkü böyle değerler, özel günlerde aranmak, hatırlanmaktan mutlu olur, keyif alır. Bence haklılar da... Çünkü onlar, çok daha fazlasına layıklar. OKUYUCU MEKTUBU Mesaj: Yazınız tam anlamıyla bir harika ecdadına sahip çıkmak çok zor. padişaha efendim dürüst bir müteahhit var durumu kötü demişler.oda 1 km lik kaldırım inşaatı verin yapsın ,işi vermişler yapmış padişah memnun olmuş bir zaman sonra aklına gelmiş sormuş? ne oldu bizim müteahhit etrafındakiler o kaldırımda çöp topluyor. Neden demiş çok mu zarar etmiş hayır efendim her işi 4/4 lüktü onun için bu durumda kıssadan hisse değerli yazar bey. Gönderen : Hayrettin Süle hysule@hotmail.com
__________________
Yaşadıklarını kar sanma yanına... Yaşadığın kadar yakınsın sonuna Ne kadar yaşarsan yaşa Sevdiğin kadardır ömrün... Can Yücel |
#307
|
||||
|
||||
Türkler Uzaya Çıkınca
İlk Türk uzay adamı (artık astronot mu denir kozmonot mu denir uzay fatihi mi denir bilinmez) uzaya çıktığında atılacak olası gazete manşetleri - Kendimizi aştık... - Bekle ay geliyoruz... - Galaksi galaksi duy sesimizi işte bu Türklerin ayak sesleri!.. - Uzaya kapak attık... - Artık biz de uzaylıyız - Türkler uzayda - Türk'üz doğruyuz uzaylıyız... - Bu bizim için büyük insanlık için küçük bir adım! Gaza gelmiş bazı gazete başlıkları - Alemin kralı geliyor.. - Bekle bizi İngiltere.. - Uzay tamam sıra güneş'te! - Bekle bizi Samanyolu - Marslılarla Türkler arasında genetik bağ bulundu! Star - Açın mekiklerimizin önünü! durduramazsınız... Hürriyet - Uzanlara rağmen... Milliyet - İstikbale eriştik (yanda üzerinde oynanmış bir Atatürk resmi yanında mekik) Sabah - İlk biz duyurmuştuk.. Zaman - Ve mümin uzayda Türkiye - Allah'a şükür.. Vatan - İşte Hezarfenin torunları. Bulvar - Uzaya da girdik yada milli olduk Star - Uzayın ulen Hürriyet - Aydın doğandan Türk astronotlara jest Akit - Uzayda duyulan ezan sesi Sabah - Aydın doğandan büyük şantaj Şamdan - Marslı erkeğimin geyşası olurum Bulvar - Ay fena oluyorum Star - Güneş ufuktan şimdi doğar yürüyoruz uzayaaaa Star - Welcome to space Spor sayfasının manşeti.. Hürriyet - Fenerbahçe rüya takımı kurdu.. Fanatik - Uzaylılar da Fenerbahçeli mi? Fotomaç - Bir gün her uzaylı fenerli olacak Milliyet - Uzay Fener'e dar gelecek.. Köşe yazarı başlıkları.. Oktay Ekşi - Marslılara savaş açalım.. Ertuğrul Özkök - En pahalı mars şarabını içtim.. Erman Toroğlu - N'aber hıncal bak gönderdik çocuğu uzaya.. Nihat Genç - Uzaylı olmanın topluma negatif etkisi.. Hıncal Uluç - TK00XV2 plakalı uzay aracı'nın sorumsuz astronotu..O ne dönüş öyle kardeşim ? Emin Çölaşan - Uzay mekiğinin yapımı için neden iki firmadan teklif alınmadı ? Bekir Coşkun - Bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete.. Ahmet Altan - Astronotları çıldırtan kadınların öğleden sonraları ten kokusu ne ola ki ? Ayşe Arman - Yine evleniyorum.. Turgay Şeren - Ben geçen haftaki yazımda belirtmiştim.. Haydar Dümen - Aktif seks uzayda olmaz. Haşmet Baboğlu - Uzayda mı olmak dünyada mı olmamak konusuna dikkat etmek lazım.. Yabancı basından başlıklar.. Washington Post : İnsanlı ilk Türk uzay aracı astronotu almadan uzaya çıktı.. Le Figaro : Astronotlar arasında hiç Kürt yok.... Die Zeitung : Verhaugen : 'Büyük başarı eğer mekiği sağ salim indirirlerse 2034'de müzakerelere başlarız' dedi.. Die Welt : Aya gitmesi gerekirken mars'a yönelen insanlı ilk Türk uzay aracı İstanbul üssünün yardımıyla Jüpiter'e indi.. Corierra Della Serra : Incedibile..Berlusconi Türk Astronot'un çocuğunun sünnetinde kirve olacak.... Elefteros Rimos : Yunan hükümetinin büyük hezimeti... Time : Türk astronot uzayda yaptığı mangal keyfi sonrası söndürmeyi unuttuğu kömürler yüzünden uzay mekiğini yaktı.
__________________
Yaşadıklarını kar sanma yanına... Yaşadığın kadar yakınsın sonuna Ne kadar yaşarsan yaşa Sevdiğin kadardır ömrün... Can Yücel |
#308
|
||||
|
||||
Çıkarın kâğıt kalemi. Sınav yapıcam.
* Coğrafya: Öğretmenlerin Hanya'yı Konya'yı gördüğü ülke hangisidir? * Edebiyat: Failatün failatün failatün failün şeklinde... Yani, üç vurup bir sayılarak, aruz vezninde dövülen öğretmenlerin fail'i kimdir? * Din kültürü: Allah yarattı demeden, Yaradan'a sığınıp sopalandıklarına göre, öğretmenlerin dini nedir? * Tarih: Öğretmenlerin resmen haşat edildiği meydan savaşıyla, Mercidabık arasındaki benzerlikleri sıralayın. * Matematik: Havuz problemi. Çembere alınıp, etrafları sarılarak, Güven Park'taki havuza atıla atıla kaç öğretmen sığar? * Geometri: Kafasına tekme atılan öğretmen yamulup, sekiz olduysa... Neresine tekme atarsan kare olur? * Türkçe: Ben böyle memleketin taa... Cümlesindeki noktalı yerleri doldurunuz. * Yabancı dil: Sayın Başbakanımız "bundan böyle hangi dilden anlıyorsanız, o dilden" dediğine göre... Laftan anlamadıkları için ağzı burnu kırılan öğretmenlerimiz, hangi dilden anlar? * Kimya: Gözüne biber gazı sıkılan öğretmen, gözüne ne sıkarak acısını hafifletir? (Maaşıyla geçinemediği için pazarda limon satmak zorunda kalan öğretmenler kopya vermesin lütfen.) * Biyoloji: Öğretmenin vurduğu yerde gül biterse, polisin vurduğu yerde ne biter? * Fizik: Eşşek sudan gelinceye kadar dövülen öğretmen, 100 metreyi yerlerde 10 saniyede sürükleniyorsa... Tazyikli suyla yerlerde sürüklenen öğretmen, aynı mesafeyi kaç saniyede kateder? * Beden: Panzer mi hızlıdır, Toma mı? * Resim: Dayak yiye yiye suratının "şakülü kayan" öğretmen, Pablo Picasso'nun hangi tablosunu andırır? * Müzik: Karakolda ayna var, ayna var, hicaz makamında... Öğretmenim canım benim, canım benim, ne makamındadır? * Mantık: Hükümetimizin milli eğitim sloganı "oku, düşün, uygula, neticelendir"ken... Yani, başharfleri "odun"ken... Öğretmenlerimiz niye odun'la değil de, lastik cop'la dövülür? * Yurttaşlık bilgisi: Evlatlarımızın geleceği için çırpınan öğretmenlerimizi öldüresiye döverlerken gıkınız çıkmıyorsa... Siz hangi yurdun yurttaşısınız? Yılmaz Özdil Eğitim 4+4+4 Öğretmen Sınav Yılmaz Özdil Öğretmen
__________________
Yaşadıklarını kar sanma yanına... Yaşadığın kadar yakınsın sonuna Ne kadar yaşarsan yaşa Sevdiğin kadardır ömrün... Can Yücel |
#309
|
||||
|
||||
Ömer Dinçer Neden Milli Eğitim Bakanı Oldu?
Herkesin tepki gösterdiği bir konu; işletmeciden Milli Eğitim Bakanı olur mu? Koskoca hükümet tombala çekmemiştir elbette, vardır bir bildiği! Fazla detaya girmeden, yüzeysel olarak anlatalım… Ömer Dinçer, kamu yönetiminde yeniden yapılanmanın Türkiye’deki mimarıdır. Kamu personel rejimi çalışmalarında kilit isimlerden biridir. Teorisi kısaca şudur; talep varsa satılacak şey de olmalıdır. Devlet sosyal alanlardan çekilmeli, özelleşmeli, rekabete yol açmalıdır. Devlet sırtındaki tüm yükü boşaltmalıdır. Rekabet ve performans belirleyici olmalıdır. Bu, AKP Hükümeti’nin de temel görüşüdür. Bu yaklaşım, hükümetin el attığı her alanda kolayca başarıldı. Sadece sağlık ve eğitimde bu iş “hemen” ol(a)madı. Sağlıkçıların yüksek eğitimli olmaları, alternatifsiz ve vazgeçilemez bir hizmet veriyor olmaları bir süre için bu işi zorlaştırdı. Eğitimde ise ne kadar eleştirilirse eleştirilsin ülkenin en örgütlü sendikalarının olduğu kesim eğitimciler idi. İLK ADIM, İTİBARSIZLAŞTIRMA Sağlıkta önce doktorların üzerine oynandı; paragöz doktor, bıçak parası, özel muayenehane gibi sorunlu noktalarla sağlıkçıların halk gözündeki itibarı zedelendi. Zamanla da hastane birlikleri, aile hekimliği, tam gün vb. uygulamalarla Genel Sağlık Sigortalı “paran kadar sağlık” dönemine geçildi. Sağlıkta işlem tamam! EĞİTİMDE HEMEN OLMADI Eğitimde işler umulduğu gibi gitmedi. İki bakan “harcanmasına” rağmen tam anlamıyla başarılı olunamadı. Hatta en temel amaç olan sözleşmeli öğretmenlikte geri adım bile atıldı. Yenilgi kabul edilemezdi. Madem olmuyordu, o zaman eğitimin başına bu işin teorisyenini getirmeyi akıl ettiler. Eğitimci olmamasına rağmen bizzat işin kitabını yazan kişiyi Milli Eğitim Bakanı yaptılar. Ardından sağlıktaki taktikle işe başlandı. Önce mesleki itibarsızlaştırma; başarısızlar, yatıyorlar, maaşları haketmiyorlar, tatilleri uzun, çalışmıyorlar… Başarıldı. İkinci adım şimdi devam etmekte. Çalışma alanında kaos (4+4+4, norm fazlası, il emri vb.), işleyişin tıkanması ve halkın gözünde eğitime olan inancın yitirilmesi… Mesleki yıldırma/bıktırma… Son adımda öğretmenlerin yerel yönetimlerce/belediyelerce (el sıkışarak, sözleşme yaparak) işe alınması, çeşitli performans kriterleriyle de!!! gerekirse işlerine son verilmesi noktasına gelinecek. AMAÇ EĞİTİMSİZ BİR TOPLUM MU? Elbette amaçsız bir iş olmaz. Devlet okulları dağ gibi birikmiş sorunlarla başbaşa bırakılırken, bir taraftan da başarısız olan/olacak devlet okullarına alternatif yaratılmakta. Bir yanda 4+4+4 ile darmadağın bir eğitim sistemi ve okullar, diğer yanda herşeyiyle sistemli, tıkır tıkır işleyen özel okullar. Halkçı söylemlerle süslenen dershaneleri kapatacağız meselesi ise şundan ibaret; yeşil sermayenin büyük dershanelerine (dershaneler kapatılacağı için) özel okul olma yolu açılacak, tabii belli kriterlerle de küçük rakipler önce piyasadan temizlenecek. ÖZEL OKULA MÜŞTERİ GEREK Onca özel okula müşteri gerektiği için başta başarılı öğrenciler “sosyal devlet” tarafından ücretleri karşılanarak özel okullarda okutulacak. Özel okullara müşteri yaratılmış olunacak ve kontenjanlar zaten başarılı olan öğrencilerle doldurulacak. Bir süre sonra devlet okulları ile özel okulların başarıları kıyaslanacak ve sistemsiz, darmadağın, sorun yumağı olmuş başarısız devlet okullarının artık gereksiz bir “yük” olduğu sonucuna varılacak. Eeee, bunca öğretmen ne olacak? Sokağa atacak halleri yok ya! Onu da Tekel işçilerinin akıbetini araştırarak öğrenebilirsiniz. Olmaz demeyin… Son yıllarda olmaz dediğiniz neler olmadı ki bunlar olmasın!
__________________
Yaşadıklarını kar sanma yanına... Yaşadığın kadar yakınsın sonuna Ne kadar yaşarsan yaşa Sevdiğin kadardır ömrün... Can Yücel |
Konuyu Toplam 1 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Konu Seçenekleri | Bu Konuda Ara |
Modları Göster | |
|
|