Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Tarih Notları - Sayfa 3 - Arka BahÇe Forumu
Arka BahÇe Forumu  

Geri Dön   Arka BahÇe Forumu > Nadas Alanı > Dünya Hali > Tarih
Kullanıcı ismi
Şifreniz
Kayıt ol SSS Üye Listesi Takvim Arama Bugünkü Mesajlar Bütün Forumları okunmuş kabul et


Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Tarih Notları
Konudaki Cevap Sayısı
30
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
26218

Cevapla
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
  #21  
Eski 05-10-2006, 11:08
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23006 Kere teşekkür edildi
Thumbs up Sözün Bittiği Yer

Şık öte'si tşk ederim dentist
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
dentist (05-10-2006)
  #22  
Eski 11-12-2006, 09:24
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23006 Kere teşekkür edildi
Arrow 93 Muharebesi

93 Muharebesi diye anılan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, nelere ve nelere mal olmuştur eski Rumeli Türklerine...
Babaannem o savaşta 7 yaşındaymış.
Bağlarını, bahçelerini ve "belki bir gün döneriz" diye anahtarını sundurmanın üstünde sakladıkları dayalı döşeli evlerini bırakarak; bir sabah vakti arabalarla İstanbul'a doğru düşmüşler yollara...
***
Yazık ki, o göçü eski Zağra Müftüsü Raci Efendi'den başka bir yazan olmamıştır.
Raci Efendi'nin harika bir Türkçe ile yazılmış iki formayı aşmayan kitapçığı ise, Türk edebiyatında sadece bir tek kişinin dikkatini çekmiştir; Recaizade Mahmut Ekrem'in...
Yıllar sonra Yahya Kemal, bir mahalle bakkalının camekânında Raci Efendi'nin sararmış kitapçığından bir tanesini görünce; Recaizade Ekrem'in bu kitaptan "Talim-i Edebiyatı"nda söz ettiğini anımsayarak hemen almıştır kitabı...
***
93 Muharebesi'nde Rumeli'den İstanbul'a göç edenlerin bir bölümü Bergama'ya yerleştirilmişti. O yüzden babaannem Bergama'da büyümüş, yine bir göçmen çocuğuyla Bergama'da evlenmiş, babam da Bergama'da gelmiş dünyaya...
İslimyeli Hacıgözümler ailesinin, savaşla un ufak olduktan sonra, Bergama'da yeniden biçimlenmeye çalışan parçacıklarının çektikleri sıkıntılarla yaşadıkları serüvenler, benim de çocukluğuma görünmez damgalar vurmuştur.
***
Kara bir yokluğun tutumlu olma titizliği; küçücük bir kahve paketinin dahi sicimini özenle çözüp, avucunun 4 parmağı üstünde güzelce sardıktan sonra, ucunu da ip yumağının beline sıkıca bağlama ve paket kâğıdını da doğru dürüst katlayıp kaldırma alışkanlığını pekiştirerek, kuşaklardan kuşaklara da yansıttığı için; hâlâ daha hiçbir ipi ve hiçbir paket kâğıdını kolay kolay atamam.
***
Uzun süre doya doya beyaz peynir yiyemememe de; sabah kahvaltılarında her beyaz peynire uzanışımda, babaannemin hiç aksamayan uyarıları neden olmuştur:
- O kadar peynir alınmaz, kurt yapar.
Ve ben her lokma ekmekle ancak nohut kadar beyaz peynir yeneceğini sandığımdan; ilk gençliğime kadar bu kurala uymayanların, peynir yemesini bilmediklerini düşünürdüm.
***
93 Muharebesi'yle başlayıp sonu gelmeyen savaşların yığdığı sıkıntılar; bizim kuşağın ev içi eğitimlerinde de, birçoğumuzun ruhsal yapısına korselik etmiştir.
Taksiler, lokantalar, büyük mağazalar, şık, güzel, pahalı şeyler; "bize göre değil" hududunun ötesindeki bir dünyaya aitmiş gibi gösterilmiştir bizlere...
Bu koşullanma, savurganlıkla tutumluluk ölçülerinden çok; kendini iyi şeylere layık görmeme gibi,bir yaşam sönüklüğü getirmiştir çoğumuza...
Böyle bir programlanmanın, zevk ölçülerini de kısırlaştırması yüzünden; en az olanaklarla dahi bir yaşam estetiği kurulabileceğini, zamanında görememiş; estetiği dahi, "bize göre değil" hududunun ötesinde bırakmışızdır.
***
Babaannem, hiç gerek yokken, peynirin ancak nohut kadar yeneceğinde inatlaşıp durmasa; yeni ayakkabılarımın fiyatını her zaman çok bulup, "Oh babam" diye suçluluk uyandıran hoşnutsuzluklar göstermese; küçücük bir odanın da bir tutam papatya, üç dört ilginç kartpostal, renkli temiz bir masa örtüsü, kullanılan sevimli bir semaverle, şipşirin olabileceğinin yaşam kıvraklığını estirebilseydi; küskün ve kül renkli bir ortamdan kaynaklanmış ürkek acemiliklerin burukluğu; çocuklukla ilk gençliğimizi, o kadar yalnız ve öksüz bırakmazdı.
***
93 Muharebesi'nin acılarını, yarım yüzyıl sonra dahi ödemeye, farkına varmadan hep birlikte devam ettik.
Sade babaannem değil; annemin babası da, aynı savaşın gazabına uğrayarak, önce Kırım ve sonra Varna'dan kopup gelmişlerdendi.
Anılarını anlatmayı sevmezdi ama, katıldığı savaşlarda patlattığı topların gümbürtüsü, sabahtan akşama yankılanır dururdu köşkünde.
Mavi gözlerini devirerek, bağırmaya başladığı zaman, herkes kaçacak delik arardı.
***
Ben ilk torunu olduğum için, beni çabucak yetiştirip, adam etmeyi koymuştu kafasına.
Daha okula başlamadan bana uzun pantolonlu, yelekli takım elbiseler diktirmiş, kravat bağlatmaya başlamış ve 5 yaşındayken de kerrat cetvelini ezberletmeye kalkmıştı.
Kerratı yeterince öğrenemediğim için de, önce bir odaya kilitlemiş, sonra da bacaklarımdan tutup, ikinci katın penceresinden aşağıya sarkıtmıştı.
Canı biraz fazlaca tez bir adamdı rahmetli...
***
35'inde içkiden ölmüş kocasıyla, peş peşe yitirdiği 4 evladının yasından bir türlü kendisini kurtaramayan ve dünyaya buzlu bir cam gerisinden bakan, Doksan Üç Muharebesi'nde arta kalmış, çilelere dirençli stoik bir babaanne ile; katılmadığı savaş kalmamış, öfkeli bir büyükbabadan başka; bir de anneannemin yedi göbek İstanbulluluktan gelme, yumuşak ama bencil ve kulisçi kişiliği arasında; hangi ütüye göre ütüleneceğimi şaşırmanın yanık buruşukluğunu, ayrıca yaşamın kendisi de ütülemeye kalkınca; doğal olarak tepemden dumanlar çıkmaya başladı.
***
Durup dururken içimin kararıverdiği, yaşamın tadını şaklatmaya karşı gereksiz yere üşenme duyduğum ve gençliğimin nasıl çarçur olduğunu düşündüğüm zamanlarda:
- Ah, derim; ah o gözü kör olasıca 93 Muharebesi...

Not: 22 yıl önce yazılmış bir yazı... "Kullar ve Sultanlar"dan... Çetin ALTAN
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
buena vista (11-12-2006), janus (11-12-2006), Ramo (11-12-2006), Süvari (11-12-2006), zumbul (11-12-2006)
  #23  
Eski 27-03-2008, 09:51
AnnE - ait Avatar
AnnE AnnE bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Suriçi
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 606/518
314 Mesaj ına 5526 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Ne alaka degil, maksat tarihe gecsin

4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu kapsamında bir dilekçeyle soruldu:
“9 - 10 Kasım 2007 tarihleri arasında ülkemizi ziyaret eden Suudi Arabistan Kralı Abdullah’ın Cumhurbaşkanı ile yakınlarına verdiği iddia edilen hediyelerin niteliği, değeri ve bu hediyeler hakkında nasıl bir işlem yapıldığı” konusunda bilgi istenilmektedir.


CEVAP :

Kamu görevlilerine verilen hediyelerin bedellerinin tespiti ve kayda geçirilmesi konusundaki düzenlemeler hakkında ilgi dilekçenizde atıfta bulunduğunuz 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu, 657 Say›l› Devlet Memurlar› Kanunu, Mal Bildiriminde Bulunulmas› Hakk›nda Yönetmelik hükümleri Cumhurbaşkanlarını kapsamamaktadır.
Diğer taraftan, Cumhurbaşkanlarına verilen hediyelerin kaydedilmesiyle ilgili olarak yapılacak işlemleri belirleyen herhangi bir hukuki düzenleme de bulunmamaktadır.
Devlet başkanlarının yabancı ülkeleri ziyaretleri sırasında muhataplarıyla hediye teatisinde bulunmaları bütün dünyada kabul gören yerleşik bir protokol kuralıdır. Söz konusu hediye teatisi genellikle Devlet başkanlarının huzurunda ve iki ülkenin resmi protokol görevlileri arasında yapılmaktadır. Devlet başkanları arasında milletlerarası protokol ve nezaket kuralları çerçevesinde teati edilen bu hediyeler Devleti temsilen Cumhurbaşkanlarının şahsına verilmekte olup bugüne kadar görev yapan Cumhurbaşkanlarımızın, verilen bu tür hediyelerin kayda geçirilmesine ilişkin standart ve yerleşmiş bir uygulamaları bulunmamaktadır.
4982 sayılı Kanun uyarınca bilginizi rica ederim.”

Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter Yardımcısı M. Emin Kuz
Alıntı ile Cevapla
AnnE kullanıcısına teşekkür edenler
account (27-03-2008), ar_de_ (28-03-2008), ebharuxyefao (05-08-2020), Master (27-03-2008), neron (28-03-2008)
  #24  
Eski 04-11-2008, 10:09
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23006 Kere teşekkür edildi
Arrow Can Dündar da ZAMAN la öğrenecek demek ki.....

İngiltere Büyükelçisi Percy Loraine'in Londra'ya özel bir kuryeyle gönderdiği ve üzerine " 40 Yıl Boyunca Açıklanmayacak" damgası vurulan mektubu

Telgraf No: 608


İngiltere Büyükelçiliği



Ankara, 25 Kasım 1938



Aziz Lordum,

Size Mösyö Kemal Atatürk'ün ölümünü bildiren 194 sayılı telgrafı çok derin üzüntüler içinde sunmuştum.



2. Bu belgeye ek olarak, Büyükelçiliğimiz Müsteşarı tarafından hazırlanan ve Kemal Atatürk'ün geçmişteki kariyerini içeren belgeyi sizlere sunma onuru yanında, bu yazımda, Atatürk'ün yaptığı işleri övmekten çok, onun kişiliği ve bu ülke insanına ne ifade ettiği konusuna değinmeye çalışacağım. Hiç şüphesiz toplum bilimciler ve tarihçiler onun çalışma hayatı ve yaptıklarıyla ilgilenip ayrıntılı bir çalışma yapacaklardır. Ancak bunların çok azı, Atatürk'ün gerçek kimliğini öğrenmeden hazırlanacaktır ki; onu tanımadan yapılacak değerlendirmeler kuşkusuz yanlış olacak ve yanlış yönlendirmelere neden olacaktır.



3. Bu bilginin toplanmasında, ben belki de ayrıcalıklı bir konuma sahiptim. Her ne kadar, rahmetli Cumhurbaşkanı ile çok nadir karşılaşmış olsam da, bu görüşmeler diğer diplomatik temsilciliklerinkine nazaran daha sık ve daha uzun olmuştur. Bütün bunlar bir yana, görevimin ilk günlerinden itibaren Atatürk beni bir dost gibi görmüş, benimle görüşmekten memnun olmuş, görüşme fırsatı doğduğunda bundan hoşnut kalmış, karşılıklı konuşmalarımız esnasında ilgi ve dikkati asla azalmamıştır. Galiba, onun yeteneklerini ortaya çıkartan becerikli yaklaşımlarım vardı, bu yüzden olsa gerek görüştüğümüz konu hakkındaki fikirlerine ya da o konu ile ilgili sunduğu sonuca karşı çıktığımda benim bu tavrıma direnmezdi. Dolayısıyla, kendi özel kimliğini bana, diğer yabancılara gösterdiğinden daha fazla gösterdiğine inanıyorum.



4. Doğrudan edinilen tecrübelerimi sağlayan kişisel görüşmelerimiz dışında, onu çok yakın dostlarından ve hatta aramızdaki dostluğu gördükten sonra benimle onun hakkında konuşmaya hiç çekinmeyen Kabine'deki bazı Bakanlardan da birçok kez dinleme fırsatım oldu.



5. Atatürk'ün müstesna ve takdire şayan bir şahsiyet olduğunu söylemek pek bir şey ifade etmeyebilir. Ancak gerçekten müstesna ve takdire şayan bir kişiydi, neden bu niteliklere sahip bir şahsiyet olduğunu açıklamaya çalışmalıyım.



6. Sanırım bunu temelde "çift karakterlilik" olarak açıklayabiliriz. Bu ülkede nefret uyandıran ve yasaklanan H.C.Armstrong'un Grey Wolf (Bozkurt) adlı kitabını okuyan çoğu insan, çok yetenekli; inatçı bir enerjiye sahip, ancak insafsız, itici tavırları olan, serkeş mizaçlı, gem vurulmamış zevkleri, ahlak dışı ihtirasları olan; dahası, dostluğu tanımayan bir adamın portresiyle karşılaşmaktadır. Bu tesbiti doğrular görünecek kanıtları toplamak hiç de zor olmayacaktır; ancak şahsen ben, bir insanın bu şekilde tanıtılmasını tamamıyla yanıltıcı buluyorum.

Gözle görülen bir dizi kural dışılığı sadece ayrı karakterlilikle anlatabileceğime inanıyorum. Sadece şu veya bu savaşı kazanarak, şu veya bu kanunu çıkararak, harf devrimi yaparak ya da fes giyilmesini yasaklamak veya ülkeyi laik kılarak değil, yüzyıllarca acı çekmiş, ruh karartıcı yönetimler yaşamış bir ırkın dehasına güvenerek, sadece artık kölelik çekilmemesi gerektiğine inandığı için çok sayıda kuvveti harekete geçirip, -bir insanın büyüklüğünün ve sıra dışı görüşünün kanıtı sadece iyiliği ile ölçülebilir- on beş yıl gibi kısa bir sürede bu insan bir çok iyi şey yapmıştır. Gerisi ayrıntıdan ibarettir; sadece dedikoducu zihniyetin üzerinde duracağı ancak bir tarihçinin gerektiği kadarını vereceği ayrıntılar.



7. Atatürk'ün dinamik enerjisi üzerinde durmama gerek yok, bu enerjinin dayanılmaz gücü, Türk ırkının tarihinde şimdiden önemli bir sayfa olarak yer almıştır. Ancak ben, pek bilinmeyen bir başka özelliğine değinmek istiyorum: Bu da; Atatürk'ün doğuştan gelen, belki de farkında olmadan tıpkı sütün kaymağını hemen ayıran aletler gibi, faydasızı faydalıdan ayırma yeteneğiydi.



8. Atatürk'ün tüm karakterinde veya en azından mevcut şeklinde, bazı çelişkilerle karşılaşılmaktadır. İddia edilen acımasızlığı, onu tanıyanların çok iyi bildiği gibi, vatandaşlarına duyduğu sevgiyle uyuşmamaktadır. Tensel günahlar ve geçici ilişkilere duyduğu varsayılan zevklere karşın, toplumda kadının rolü kavramı, halk devrimlerinde en çarpıcı savunmayı ortaya koyduğu kadın hakları ve önemi ile bağdaşmamaktadır. Zira bir iki sene içinde çokeşliliği yasal olarak ortadan kaldırmış ve istedikleri takdirde harem kadınlarına bile devletin liberal mevkilerinin açık olduğunu ortaya koymuştur. (Kimi zaman toplum içinde de olsa) özel hayatını tanımlayan ve göz ardı edilmiş resmiyeti, giyiminin kusursuzluğu, olağanüstü tavırları ve resmi görevlerdeki asaleti ile garip bir çelişki yaratmaktadır. Sadece bir kaç büyük adam daha rahat ve daha güvenli hissetmenizi sağlayabilir; sanırım yok denecek kadar azı da gerektiğinde sizi bu kadar rahatsız hissettirebilir.



9. Atatürk, Batı'da "yes-men " ve uzun süredir Türkiye'de "evetçi" olarak bilinen tarzdan hoşlanmıyor, bu tür insanları aşağılıyordu. Ahmak ve dalkavuklara tahammülü yoktu. Aslında belki de en çok sömürücüleri sevmez, açgözlüleri hor görürdü. Bir insanın onun için çalışıyor olması fikrine hoş bakmazdı. Kendisi zaten ülkesi, ırkı ve insanları için yaşıyor, onlar için düşünüp, onlar için çalışıyordu. Diğerleri bu şekilde davranmıyorsa, görevlerini yerine getiremedikleri kanaatına varıyordu.



10. Korkarım gelecek nesillere Atatürk bir diktatör olarak aktarılacak. Bunun yanlış olacağı kanısındayım. Hem savaşta, hem barışta evet o büyük bir liderdi -ancak gerçek bir diktatör değildi . Ne yazık ki ben, şimdiye kadar onu anlatabilecek diktatör kelimesine ait bir tanımımız olduğuna inanmıyorum. Ancak Hitler ve Mussolini'nin tersine, devlette idari veya yönetim fonksiyonu bulunmuyordu; af yetkisi yoktu; mahkemelere emir yetkisi yoktu; diplomatik misyon temsilcilerini reddetme hakkına sahip değildi. Bütün bu hususlara teknik gözle bakıp bir kenara iter ve tüm devlet meselelerinde onun isteklerinin hakim olduğu konusunda ısrar edebilirsiniz. Doğru,

ancak daha çok o konudan sorumlu kişilerin onayının hakimiyeti şeklinde karşımıza çıkıyordu. Olayların gidişi, Atatürk'ün görüş açısının doğruluğunu, verdiği hükümlerin zekice olduğunu ve hata yapmadığını göstermiştir.

Dolayısıyla sıkça fikirlerine başvurulması ve memnuniyetle bu fikirlerin uygulanmasını görmek pek de şaşırtıcı değil. Ancak onu Mussolini, Hitler veya Primo de Rivera gibi diktatörlerden ayıran belki de en büyük özellik, başından beri isteyerek ve çok emek sarf ederek, kendini yaşatacak bir sistem kurmaya çalışmasıdır.

Atatürk'ten sonraki cumhurbaşkanı seçiminin sessizce hallolması ve ölümünden sonra kurduğu rejimin sakince sürmesi bir kriterse, evet başarılı olmuştur.



11. Atatürk'ün idrak gücünde esrarengiz bir yön vardı; küçük şeylere önem vermeyiş veya sinsi olamayışında üstün bir yön bulunuyordu; konsantrasyon gücü olağanüstüydü; şefkat ve ilgi bekleyen bilinçaltının etkileyici yanı belki de şuurlu amacının buz gibi dimdikliğinin bir başka parçasıydı.



12. Müslüman olarak doğmuş, ancak din karşıtı bir kişi olmuştu, doğruluğu sevmiş, günahtan nefret etmişti; işini iyi bilen, istidak sahibi bir askerdi, savaştan nefret ederdi. Bağımsızlığı elde ettiği andan itibaren barışın peşinde koşmuş ve barış ortamını sağlamayı başarmıştı. Türkiye'nin kaderini elleri arasına aldığından beri, Kemalist Cumhuriyet'in dostluk elini uzatmadığı ve aralarında Osmanlı Imparatorluğu'nun düşmanlarının da bulunduğu tek bir komşusu dahi yoktur. Uzatılan dostluk eli çoğunlukla tutulmuş ve sarf edilen çabalar sonunda ülkelerarası sürtüşme azaltılarak, doğunun bu bölgesinde daha geniş kapsamlı barış, dikkat çekici bir biçimde sağlanmıştır.



13. Kemal Atatürk yapılması gerektiğine inandığı şeyleri korkusuzca yerine getirmekten asla vazgeçmemişti.

Hastalığının şiddetlendiği anlarda ölüme çok yakınlaşmış olsa bile, korku asla ne yüreğine ne beynine yerleşmeyi başaramamıştı.

O, Türk Milleti'ne hizmet ederken öldü. Ölüm bile büyük zaferini ondan çalmayı başaramamıştır.

İnsanlara hayatlarını, onur ve şereflerini ve insanca yaşama yolunu vermiş, belki de tüm bunlardan daha önemlisi bu haklarına sahip çıkmalarını sağlayacak bağımsızlığı tattırmıştır.

Lordum, en derin saygılarımla, sizin en sadık ve en mütevazı hizmetkarınız olduğumu bildirmekten şeref duyarım.



Percy Loraine

Bu kripto metni ilk kez 10 Kasım 1997 tarihinde Kuva-yı Medya tarafından kamuoyunun bilgisine sunulmuştur
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
account (04-11-2008), ar_de_ (05-11-2008), coser (05-11-2008), eloyigiy (05-08-2020), janus (04-11-2008), meraklı (04-11-2008), neron (04-11-2008), nomeames (04-11-2008), PINAR (12-04-2010), Ramo (04-11-2008), serdarkus (04-11-2008), zumbul (04-11-2008)
  #25  
Eski 16-02-2009, 11:24
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23006 Kere teşekkür edildi
Thumbs up Keyif üstü.....

Bilginin akıcı, akılcı,üst seviyeli bir sunumu.... 2 Saat 54 dakkika...

Kaçıranlar için...

http://video.google.com/videoplay?do...71966570261734
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
account (16-02-2009), alihoca (27-02-2009), ar_de_ (20-02-2009), ebharuxyefao (05-08-2020), equcepimvud (10-02-2020), Ramo (16-02-2009)
  #26  
Eski 16-02-2009, 18:37
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Teşekkürler Sensei,
Zamanı geri sarıp,irdeleyen,mıncıklıyan bir program yapıyorlar. Büyük bir Keyifle izliyorum.Tek sıkıntım bu programı izlemek uğruna,uykulu gözlerle pazartesi beni bekleyen yoğun bir gün.
__________________
Yaşadıklarını kar sanma yanına...
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna
Ne kadar yaşarsan yaşa
Sevdiğin kadardır ömrün...

Can Yücel
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (27-02-2009), buena vista (17-02-2009), Master (16-02-2009)
  #27  
Eski 04-04-2010, 22:21
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23006 Kere teşekkür edildi
Arrow 'trt El Turkıye....

04.04.2010 22:09:30 BASBAKAN ERDOGAN: (1)
''TURKLER ILE ARAPLAR BIR ELIN PARMAKLARI, ET ILE TIRNAK GIBIDIR. BU TOPRAKLARDA BIZIM MAZIMIZ BIR. BILINIZ KI ISTIKBALIMIZ DE BIR''

'YAKIN TARIHTE ARAMIZA SINIRLAR CIZILMIS OLABILIR. ULKELERIMIZ ARASINA MAYINLAR DOSENMIS OLABILIR. ARAMIZA GORUNMEZ SETLER, GORUNMEZ DUVARLAR CEKILMIS OLABILIR. BIZ BUNLARIN HEPSINI ASACAK GUCE, ASACAK IRADEYI SAHIBIZ''

''KARDESLERI BIRBIRINDEN AYIRMAYA, KARDESLERIN ARASINA NIFAK SOKMAYA KARDESLERIN ARASINA FESAT TOHUMLARI EKMEYE HIC KIMSENIN GUCE YETMEMISTIR, BUNDAN SONRA DA YETMEYECEKTIR. TURKIYE OLARAK YUZUMUZ BATIYA DONUK OLSA DA SIRTIMIZ ASLA VE ASLA DOGUYA DONUK DEGILDIR''

BASBAKAN ERDOGAN, SOZLERINI TURKCE VE ARAPCA ''TRT EL TURKIYE HAYIRLI OLSUN'' DIYEREK TAMAMLADI.

+++++
Minik Bilgi Yanlışlığı : I. Dünya Savaşı'nda, “Türkleri sırtından vuran hainler” diye öğreten Tarih öğretmenleri UTANSIN !!! Başbakanımız yukarıda açıklamış gerçeği...
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
buena vista (05-04-2010), dentist (05-04-2010), equcepimvud (10-02-2020), hazan (26-04-2010), janus (05-04-2010), neron (05-04-2010)
  #28  
Eski 20-01-2012, 08:51
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23006 Kere teşekkür edildi
Arrow 'Ya olursunuz ya ölürsünüz'

'Ya olursunuz ya ölürsünüz'

Erdoğan ''Asker bizi iktidar yapmaz' endişesi taşıdınızmı?'' sorusuna, ''Ya olursunuz ya ölürsünüz. Olmak ve ölmek, bu ikisinden birini tercih edeceksiniz. Biz yola böyle çıktık'' dedi
Erdoğan “Kontroller sırasında polip teşhis edildi. Ameliyata karar verildi. Evimden çıkıp hastaneye gittim. Kimseden saklamadım. Polip teste gönderildi ve kanser çıkmadı. Kemoterapi görmüyorum” dedi.

Başbakan Erdoğan, sağlık durumuyla ilgili ilk kez detaylı açıklamalarda bulundu. Mehmet Ali Brand, dün gece Kanal D’de yayınlanan 32. Gün programında Başbakan Erdoğan’la özel bir röportaj yaptı. Röportajda Erdoğan özellikle sağlık ve çalışma temposuyla ilgili merak edilen sorulara cevap verdi.

Rahatsızlığının, kontroller sırasında ‘polip’in teşhis edilmesiyle ortaya çıktığını ve hemen ameliyata karar verildiğini söyleyen Erdoğan doktorunun Amerikan Hastanesi’nde çalışmasına rağmen kendisinin devlet hastanesinde ameliyat olmayı tercih ettiğine dikkat çekti. Hastalığını saklamak için çaba harcamadığını belirten Başbakan “Evimden çıkıp hastaneye gittim. Kimseden saklamadım. Medya atladı” dedi. Başkana polip’in teste gönderildiğini ve kanser çıkmadığını , kemoterapi görmediğini de açıkladı.

Başbakan nekahat döneminin uzun geçmesiyle ilgili sorulara ise özellikle sesi kısıldığı ve sırtının ağrıması yüzünden dinlenmesi gerektiğini belirterek yanıt verdi. Ameliyat sırasında, narkoz borusunun ses tellerine zarar vermesi yüzünden sesinin kısıldığını belirten Erdoğan, ayrıca sırtının çok ağrıdığını söyledi. Başbakan, sırtının ağrımasına ise ameliyat sırasında, ayaklarını yukarı kaldırılarak yan yatırılmasının sebep olduğunu belirtti. Sırt ağrıları ve sesinin kısılması yüzünden programı hafiflettiğini de belirten Erdoğan’a programda yöneltilen sorular ve yanıtları şöyle:

- Full ne zaman başlayacaksınız ve hızlanma ne zaman olacak?

Temennim odur ki Mart’la beraber başlayayım.

- Mart’a kadar doktor yavaş mı gidin diyor?

Biraz rölantide giderse iyi olur.

- Rölantiden neyi kastediyorsunuz?

Mesaiyi, Anadolu olsun, yurt dışı olsun, onları mesela. Yurt içini biraz yapıyorum da yurt dışı başlamadı. Mart’tan itibaren yurt dışı da başlar.

- Sabah kaçta kalkıyorsunuz?

Şu an kalkış tarifem normal. Sabah bir defa 06.30 gibi kalkışım var. Ondan sonra kısa bir istirahatim olur. Kahvaltı saatim 08.00 - 08.30. Yani bir saat. O araya bir istirahat koyuyorum. Kahvaltıdan sonra gazeteleri okuyorum. Arkadaşlar gazeteleri özetliyordu. Ameliyattan sonra da gazeteleri okudum. Televizyonları da seyrettim.

- Seyrettikleriniz, okuduklarınız asabınızı bozuyor mu?

Ee tabii, daha çok asabımı bozmayacak olanları takip ediyorum. Şunu çok açık net söyleyeyim; haber programlarını, tartışma programlarını çok takip etmiyorum. Çünkü tartışmalar sıkıcı oluyor. Bir de şunu görüyorum. İnsan hayatıyla ilgili yorumlar bilinerek yapılmıyor. Bilinmeden, belgeye dayalı olmayan yorumlar yapılıyor. Onların altında çoğu zaman da maalesef bazı iftiraları görmek mümkün. O zaman bunları dinleme, sadece haberi dinle.

- Ne zaman işe başlıyorsunuz?

Bu süreçte mesaiyi yani 12.00 - 13.00 gibi yapıyorum. Ama normal zamanda benim ev ofiste çalışmam var, ondan sonra Başbakanlık’taki çalışmam var. Ev ofisteki çalışmam sabah erken saatlerde başlar ama ondan sonra Başbakanlık yani 11.00 civarı bütün programlar resmen başlar. Akşam bitiş saatinin ucu açık.

- Hala açık mı? Hanım izin veriyor mu size?

Şu an da açık. Bazen hanım sinirleniyor, kızıyor filan ama gelişim bu halimle bile 22.00’yi buluyor. Normal zamanda 24.00’ü aşıyordu zaten. Çünkü bütün gün görüşmelerle, vesaire ile geçtiği için saat 19.00’dan sonra, 20.00’dan sonra artık dosyaları incelemeye başlıyorsun. Sonra bunları imzalıyorsunuz. Çünkü dosya biriktirmeyi sevmem. Dosya biriktirmemeniz lazım. Çünkü bunlar bakanlıkları da harekete geçiriyor.

- Grup toplantılarında eskiyi aratmıyorsunuz.

Böyle muhalefet olursa sağolsunlar biz de enerjimizi toplarız.

28 ŞUBAT

28 Şubat süreciyle ilgili bir soru üzerine Erdoğan, dönemin
parlamentosunu oluşturan diğer siyasi partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının
da süreçteki etkisine işaret ederek, özetle şu değerlendirmede bulundu:

"28 Şubat’ın sorumlusu aynı zamanda tabii o dönemin parlamentosunu
oluşturan diğer siyasi partiler. Yani onlar bu sürece adeta çanak tuttular. Çünkü
bu tür olaylara eğer sivil irade, STK’lar, bütün bunlar kalkıp da karşı bir duruş
sergilemiş olsaydılar, ’bu bizim iktidarımızdır’ diye duruş sergilemiş
olsaydılar... Mesela medya dünyamızda yazılı ve görsel, acaba kaç kişi duruş
sergileyebildi? Selam mı durdular yoksa o gelişmelere hayır mı dediler?"

Erdoğan, "Hiç asker ’bizi iktidar yapmaz’ diye bir endişeniz oldu mu?"
sorusuna da "Doğrusu ben onu eğer aklımın ucundan geçirmiş olsaydım veya
ekibimiz, arkadaşlarım bunu aklımızın ucundan geçirmiş olsaydık, zaten böyle bir
partiyi kurmazdık, kurmaya da gerek yoktu. Ama biz ona inanmıyorduk çünkü yanlış
bir yol. Eğer bir taraftan demokratik, laik sosyal bir hukuk devletiyiz
diyeceksiniz, öbür taraftan da böyle bir durumla veya böyle bir atmosferle iç içe
olacaksınız... Ya olursunuz ya ölürsünüz. Olmak ve ölmek, bu ikisinden birini
tercih edeceksiniz. Biz yola böyle çıktık" yanıtını verdi.

-Parti kurma süreci-

Başbakan Erdoğan, 28 Şubat dönemine değinilerek, "Neden Fazilet Partisi
ile yola devam edilmediği ve yollarını ayırdıkları" yönündeki soru üzerine,
süreci şöyle aktardı:

"Bizim Refah’ın içindeki, Fazilet’in içindeki performansımız ortada. Ben
çünkü Refah’ın içerisinde bir belediye başkanı iken bir haksız yere kapatılma...
Çünkü bir siyasi süreci başarılı şekilde temsil eden bir parti var ortada.
Fazilet kurulduğunda da biz hiç tereddütsüz Refah’tan Fazilet’e geçtik. Bu
süreçte de yine çalışmalarımıza aynı kararlılıkla devam ettik ama bu sürecin
bizim başımıza böyle bir kapatılma gibi bir durumu getireceğini, doğrusu bekliyor
muyduk diye bir soru bana soracak olursanız, bu tür endişeleri de taşımıyor
değildik. Çünkü o dönem içerisinde malum bir 28 Şubat olayını yaşadık ve 28 Şubat
olayı falan bütün bunlar, Türkiye’de aslında demokratik parlamenter sistemin bir
sıkıntı içerisinde olduğunu gösteriyordu. Çünkü demokratik parlamenter sistem
içerisinde maalesef bu tür yaklaşımlar, sivil yapıda karşılığını tam manasıyla
bulmuyordu. Bu tür duruşlara, omurgalı duruşlara ihtiyacımız olduğu dönemde
bunları göremiyorsunuz, yalnız kalıyorsunuz. Bütün bunlara rağmen bizler
partimizle beraber yolumuza devam ettik ve hamdolsun halkımızın bize olan ilgisi,
alakası, bizi o süreç içerisinde de güçlü kıldı, 28 Şubat’a rağmen güçlü kıldı
yerelde, ama maalesef tabii genelde bir kayba uğradık."

"Fazilet Partisi kapatılmasaydı yine de ayrılacak mıydınız?" sorusuna
ise Erdoğan’ın yanıtı şöyle oldu:

"Şimdi kapatılmamış olsaydı zaten ayrılmamıza gerek yoktu. O zaman
partimizin içinde çalışmamıza devam edecektik, ama yeni bir kapamayla karşı
karşıya kalınca o zaman artık bir karar vermenin arifesindeydik ve o kararı
verdik. Benim zaten o arada cezaevi sürecim oldu. Cezaevi sürecim neticesinde de
cezaevindeki yeni dönemle ilgili çalışmalarım, gayretlerim falan orada devam
etti. Orada bir yerde belki geleceği kazandık. Biz Fazilet Partisi varken
çıkmadık Fazilet Partisi kapanınca, çünkü bir yerde ön kesildi. Mesela Abdullah
Bey biliyorsunuz 14 Mayıs’ta kongreye katıldı ve o kongrede yine bir ön kesme
durumu söz konusuydu. Daha önce teşkilatla yapılan çeşitli görüşmeler filan
oradan çıkan neticelere saygı duyulmaması olayları falan vardı. Fazilet de
kapatılınca, Fazilet kapatıldıktan sonra olaya tabii farklı bir yaklaşım..."

-"İlkemiz; hiçbir zaman tekil bir tavır takınmayacağız"-

AK Parti’de parti içi karar süreçlerinin nasıl işlediğiyle ilgili soru
üzerine Erdoğan, ortak akla, istişareye önem verdiklerini vurguladı.

Erdoğan, konuya ilişkin görüşlerini şöyle dile getirdi:

"Tabii orada geniş bir ekibimizle bu çalışmayı yaptık. Bu çalışmanın
içerisinde gerek Abdullah Bey olsun, Abdulkadir Aksu Bey olsun, Cemil Bey olsun,
bu noktada İsmail Kahraman Bey şu anda aramızda değil, o olsun. Böyle bir ilk
çekirdek kadroyla çalışmaya başladık ve bir şeye tabii ilke olarak karar verdik o
ilkemiz de şuydu; burada hiçbir zaman tekil bir tavır takınmayacağız, yani ’ben’
olmayacak, ’biz’ olacak. Kollektif bir akıl oluşturacağız ve bu kollektif akılla
çalışacağız, her işimizde istişareye önem vereceğiz. Çünkü bu bizim değerler
silsilesi içinde en önemli sarıldığımız güçtür. Her işimizde istişare ederiz,
bunu devamlı yaptık, çalışmalarımızı bu şekilde yürüttük. Bu bizim
çalışmalarımıza zaten ayrı bir bereket kattı."

"Liderlik yarışı, kavgası olmadı mı?" sorusuna Erdoğan, "Hiç öyle bir
kavga aramızda olmadı, tam aksine bu konuda arkadaşlar ilk toplantıları
yaptığımızda falan zaten tereddüt göstermeden, partinin başına şahsımın gelmesi
noktasında ortak kararı verdi ve bu ortak karar neticesinde adım atıldı, partiyi
de böyle zaten kurulmuş olduk" karşılığını verdi.

-"Tevazu eğer egemen olursa, her şey zaten kendiliğinden geliyor"-

Bu arada Başbakanlık görevini Abdullah Gül’den devralmasına işaret
edilmesi üzerine de Erdoğan, şöyle konuştu:

"İşte bunlar hani o ben-biz meselesi var ya... Aramızdaki ilişkiler,
tevazu vesaire. Mesela benim ilk seçime giremeyişim, ondan sonra Siirt’ten
girişim. Sonra Abdullah Bey’in... Ben genel başkan olarak dünyayı dolaşırken,
Abdullah Bey başbakan olarak görevini sürdürüyordu, Türkiye’den çıkmadı ama ben
de Avrupa Birliği üyesi ülkeleri dolaşıyordum. 14 tane ülkeyi 2 haftada dolaştım
ve gittiğim yerlere genel başkan sıfatıyla gidiyordum. Bu arada ABD’ye gittim,
Oval Ofis’te Sayın Bush’la bir görüşmemiz oldu. Bunları hep genel başkan
sıfatıyla yapıyordum ve seçim yapıldı. Seçim yapıldıktan sonra parlamentoya girme
şansını yakalayınca bu defa da yine Abdullah Bey hiç tereddütsüz başbakanlıktan
çekilerek, benim gelmem noktasında böyle bir imkanı sağlamış oldu. Bunlar işte
bizim içimizde oldu. Tabii şimdi cumhurbaşkanlığı olayı gündeme geldiğinde
Dışişleri Bakanım Abdullah Bey. Biz de ne kararı verdik; yaptık istişarelerimizi
ve bu istişareler neticesinde Abdullah Bey’in cumhurbaşkanı adayımız olmasına
birlikte karar verdik. Ve şu anda da Abdullah Bey, Cumhurbaşkanımız olarak bu
süreci devam ettiriyor. Bunlar hiç cumhuriyet tarihinde olmuş şeyler mi, olmamış,
bunlar bizim partimizin içinde oldu. Çünkü tevazu eğer egemen olursa her şey
zaten kendiliğinden geliyor. Halk da bu defa sizi daha farklı bir şekilde
sahipleniyor. Demek ki bunların içinde sen ben yok diyor, biz var."

-Belediye Başkanlığı ve seçim dönemi-

Erdoğan, Başbakanlık’tan önce İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı
yaptığı anımsatılarak, bu sürece yönelik soru yönetilmesi üzerine şunları
kaydetti:

"Önce şunu tespit etmemiz lazım ben belediye başkanlığına belediyede bir
görevli olarak gelmedim, özel sektörde çalışan ama siyasetin içinde en alt
basamaklardan gelmiş, gençlik kollarından, ilçe yönetimlerine varıncaya kadar bu
görevlerde bulunmuş birisi olarak geldim. Belki bir 18 yaşında başlayan süreç,
yaşım 40, böyle bir süreç. Bu sürecin içerisinde de bir İstanbul sevdalısı olarak
büyüdüm, İstanbul’da doğdum, İstanbul’da büyüdüm. İstanbul’un neresinde ne var,
bunları biliyorum, şikayetler nedir biliyorum. Doktorun önce teşhis dediği konu
neyse, benim de bir İstanbullu olarak İstanbul’da teşhisim belliydi. Hele hele
bizim geldiğimiz süreçte İstanbul’un suları akmıyordu, hava kirliliği almış
başını gidiyordu, çöp dağları bir felaket, böyle bir durumda borçlu olan bir
belediye... Bütün bu bilgileri, ilçelerdeki arkadaşlarımızdan, büyükşehirde olan
arkadaşlarımızdan tabii hep alıyorduk. Böyle bir dönem içerisinde iyi bir
teşkilatlanma yapımız vardı, bu noktada o dönem iyi çalışan teşkilatımız vardı,
bununla beraber güzel bir başarılı kampanya ve bu kampanyanın neticesinde de
gerçekten İstanbullu bize Büyükşehir Belediyesini verdi.

Halbuki rakiplerimiz arasında da o dönemde gerek Dalan, gerek Kesici,
gerek Livaneli bu seçimde beraber bir yarışımız olmuştu. Tabii bunun bize faydalı
yönü de olmuştu, çünkü bir yerde oyların adeta ortak paylaşımı neticesinde
seçimin de tabii yüzde 25’e yakın bir oyla kazanılmasını getirmişti, ama seçimi
kazanmaya veya kazanacağımıza inanmıştık ve kazandığımız andan itibaren de zaten
İstanbul’da hizmetlerimizle farklı bir dönemi başlatmıştık. Çok kısa bir zamanda
da biliyorsunuz İstanbul’un su sıkıntısı olsun, çöp dağlarını olsun... Habitat 2
toplantısında İstanbul, dünyanın en temiz kentlerinden birisi olarak sonuç
bildirgesinde yerini almıştı. Hava kirliliğini ki göreve geldiğimizde 50 bin
civarında olan konutlara verilen doğalgaz, bıraktığımda 1 milyon 250 bin’e
çıkmıştı. Böyle bir yoğun durum vardı."

Dalan’ın tek başına olması halinde seçim başarısının sorulması üzerine
Erdoğan, "Seçimleri çok daha rahat kazanırdım, çünkü Dalan’ın dönemi bir
felaketti" dedi.

Erdoğan, çok adayın bulunmasının etkisine yönelik soruya da "Onun
faydası da yok değil, faydası da oldu tabii. Çünkü, orada şimdi Kesici, farklı
bir isim olarak ilk defa böyle bir şeye giriyor. Medyanın bir kısmı tabii onu,
bir kısmı Sayın Livaneli’yi, bir kısmı da tabii Dalan’ı destekliyordu. Dalan’ın
Sözen’e devrettiği dönemden zaten bir yıpranması olduğu için de şansı yoktu"
yanıtını verdi.

++++++

Minik Not : Geçmiş Olsun ( Sağlık açısından )
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
account (20-01-2012), buena vista (20-01-2012), equcepimvud (10-02-2020), Ramo (20-01-2012)
  #29  
Eski 30-04-2012, 11:15
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23006 Kere teşekkür edildi
Arrow Cami olmaktan çıkan camiler / İlber Ortaylı

Türkiye iki cihan harbinin birincisine savaşan güç olarak katıldı. Denebilir ki, Britanya İmparatorluğu bütün savaş boyunca esas olarak Türk imparatorluğu ile Süveyş’ten başlayarak Ortadoğu’nun her yerinde çarpıştı; müttefiklerimizden hiçbiriyle bu derece yoğun çarpışmamıştır. Çanakkale ise (Gallipoli) Britanya hükümetini de halkını da fevkalade sarsan bir savunmaydı. Bu nedenle savaşın suçlusu, onu başlatan Almanya ve Avusturya değil de adeta Türkiye olarak görüldü.
İmparatorluk bu savaşta ilk defa umumi seferberlik ilan etti. Askerlikten muaf tutulan medreseliler ve gayrimüslimler bile silah altına alındı. 1.5 milyon asker bu devletin gördüğü bir kalabalık değildi. Toplanan askere ne silah, ne kalacak yer, ne de tayın verilebildi. Medreseler, camiler, zaten harap halde olan vakıf eserler ve İstanbul halkı askeri barındırıp beslemekle görevlendirildi. Zaten 1912-13 kışında Balkan felaketini yaşayan Türkiye’nin İstanbul, Bursa ve Edirne gibi şehirleri perişan muhacir dalgalarını barındırmak zorunda kalmıştı. Camiler cami olmaktan çıktı. Başka ne yapılabilirdi ki?

Sinan’ın mescitlerinden bahseden Müslüman yok
1939’da Türkiye cihan harbine girme hatasını işlemedi. Ama savunma tedbirlerini aldı, almak zorundaydı. Gene 18 milyon tahmin edilen nüfusun 1 milyonu silah altına alındı. Askere alınan bu gençlerin iktisadi hayatta yarattığı eksiklik ve çöküntü malum. Dağları ve şehirleri asker kaçaklarının doldurmaması ve bunların karınlarını doyurmak için soygun yapmamaları insanlarımız için büyük fazilet, idare açısından da büyük başarıdır. Tabii ki birtakım camiler gene kışla olarak kullanıldı. Köylünün mili savunma için katırı öküzü toplandı, barındırılacak yer yoktu, nereyi buldularsa koydular. Bürokrasi o gün de bugün de ucuzcu, kolaycıdır.
Camiler haraptı ve vakıfları onun bunun elindeydi. Gülünç kiralarla orada oturanları kimse diline dolamıyor ve hatırlamak istemiyor. Oysa camiler ve eserler vakıflarının geliriyle yaşar. Tabii ki bütün vakıf eserler asırlık tahribatıyla hayatlarına devam etti. “Devlet camilere bakmıyor” dendi; caminin vakfına çöreklenip bugün dahi yaptıkları gibi Osmanlı’nın ördüğü kalın duvarı yer kazanmak için oyana kimse bir şey demedi, demiyor da... Türkiye zenginleşti, bazı hayırseverler ve hemşehriler bu eserlere el atmaya başladı. Ama vakıflar önemli bir genel müdürünü hatırlamak zorunda. Göreve orta halli geldi, orta halli gitti. Yusuf Beyazıt’ın zamanında vakıf mallara envanterle el atıldı, kiralar yükseltildi, artan gelirle restorasyon da artı. Az iş değildir.
Bizim Türk milleti sessizce ama kesin tavırla inandığını ve prensiplerini uygulamayı bilmez. Bütün Akdeniz toplumları gibi laf kabalığını, çene düşüklüğünü ve gösterişi tercih ederiz. Namaz kılmayan öğretmen namaz kılanı sevmiyorsa küçümseyici tavır sergileyip laf atar, öbürleri de aynı şeyi yapar ve memurla amir arasında da böyle çekişmeler olur. Tek parti devrinde tek partinin icabından olarak bu tip slogancılık çok makbuldü. Ama demokraside de öyle oldu, 1970-1980 arasında insanlar sokaklarda birbirini vurdu. Kasabanın laf atma kültürü önce gelir.
70 ila 50 sene evvelinin camiyi ambar yapma, kışla yapma olaylarını tekrarlamak ne tarihi açıklamaya yeter ne de politika yapmaya, üstelik yeterince delil de ileri sürülmüyor. Falan mahallelerdeki camilerin depo yapıldığı söyleniyor ama Menderes’in imar çalışmaları sırasında rölöveleri ve albümleri bile çıkarılmadan tarihe gömülen Mimar Sinan mescitlerinden, Beyazıt’ta yıkılan Kemankeş Kara Mustafa Paşa Camii ve medresesinden, Topkapı’daki Kara Ahmet Paşa’nın Mimar Sinan eseri zarif sebilinden (ki bence istisnai bir Rönesans tipi fontanaydı, inşaat makinelerini dayayıp yıkılışını gözümle gördüm) bahseden Müslüman yok. Bu memleketin tahribi şu veya bu grubun işi değildir. Toptan yaptığımız bir kepazeliktir.
Bu gibi envanterlerin çok ciddi olarak tespiti gerekir, ondan sonra tahrip edilen eserlerin araştırılması, fotoğraf ve belgelerin çıkartılması ve pek kimsenin yanaşacağını zannetmiyorum ama gerekli istimlak ve restitüsyon yani ihya safhasına geçilmesi lazımdır. Orada tabii bazılarının cebi yanabilir. Ama en çok maliyenin tazminatı gerekiyor, bunu programa alacak adamı alkışlamak isteriz.

Süleymaniye’nin etrafı hâlâ ulusal kepazelik halinde
Muhteşem Süleymaniye’nin etrafı hâlâ ulusal kepazelik halinde. 1930’larda Biyoloji Enstitüsü’nün yapılışını tenkit ettilerdi, etmekle kaldılar. Neyse ki mimar merhum Ekrem Hakkı Ayverdi bir fazilet örneği gösterip Başbakan Adnan Menderes’e bu eserinden dolayı sıkıntı duyduğunu söyledi, üst kısımlarının tıraş edilmesini istedi ve yaptırdı. Peki, camiin ön tarafındaki çoğu kaçak olduğu anlaşılan çirkin briket binalar ve Haliç’e kadar uzanan bütün dokuyu berbat eden dokulaşma ne olacak?
Piyale Paşa Camii’nin etrafındaki kötü binaları yıkmaya kalktığında Başbakan’a yapılan tenkit ve hücumları hatırlıyoruz, yıktırmak istediğinde aldırmadı ve yıktırdı.
Bu kadar belediyenin ve vatandaşın da aynı cesareti göstermesi gerekmez mi? Bunlardan pek söz eden yok. Kampanya açacaksanız daha ciddi olun.


http://www.milliyet.com.tr/cami-olma...99/default.htm
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
janus (16-09-2012), neron (02-05-2012), PINAR (02-05-2012), Ramo (30-04-2012), zumbul (19-05-2012)
  #30  
Eski 16-09-2012, 11:33
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23006 Kere teşekkür edildi
Arrow ABD dersini iyi çalışmak lazım....

SADDAM’IN İNFAZ KARARINI KİM İMZALADI BİLMİYORUM

Saddam Hüseyin nev-i şahsına münhasır biriydi. Çok güçlü bir liderdi ve bence dürüstlüğünü de kanıtladı. Ancak ne yazık ki tüm gücü kendi elinde toplama merakı en büyük hatasıydı. Demokrasiye inanmazdı. Öyle bir sonu hak etti mi derseniz ben ölüm cezasına karşıyım. İster inanın ister inanmayın Saddam’ı idam eden karar Irak Başkanlık Konseyi tarafından imzalanmadı. 2006’dan beri Cumhurbaşkanı Yardımcısıyım ama böyle bir kararı ne gördüm ne de imzaladım. Diğer cumhurbaşkanı yardımcısı Abdülmehdi’nin imza koymadığını da biliyorum. Cumhurbaşkanı Talabani zaten ölüm cezasına karşı olduğunu açıklamıştı. Başbakan Nuri El Maliki’nin başkanlık konseyi üyesi olmadığı için böyle bir yetkisi yoktu. Yani Saddam’ı idam ettiren karar metni kayıp.
Kimin imzasıyla bu kararın uygulandığı da meçhul.Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El Haşimi

++++++++

CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran, CIA’nın finansörleri arasında olduğu ABD Düşünce kuruluşu RAND Corporation’un 1996’daki bir raporunda “Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan de Recep Tayyip Erdoğan olmalı” dediğini belirterek, konuyu TBMM’ye taşıdı. Oran Başbakan Erdoğan’ın ABD emriyle Esad’a düşman olduğunu söyledi.

Umut Oran Başbakan Erdoğan’ın yanıtlaması istemiyle TBMM Başkanlığına verdiği soru önergesinde,”AKP yönetiminin daha parti kurulmadan yıllar önce, hatta 28 Şubat sürecinden bile önce ABD ile belirli ilişkiler geliştirdiği ortada. Bunu herkes biliyor. Necmettin Erbakan bile 2008 yılında ‘Tayyip Erdoğan AKP’yi ABD’den aldığı emirle kurdu’ diye bunu ifşa etmişti. Bugün artık ortalığa alenen çıkan şey, AKP liderliğinin CIA, Amerikan Ulusal Güvenlik Kurumu gibi kurumların finansörlüğünü yaptığı RAND gibi kurumlarda yapılan senaryolara uygun olarak hareket ettiğidir” dedi.

1996 RAND raporu: Erdoğan Başbakan olmalı 1996 yılında hazırlanan raporu hatırlatan Oran, “ RAND, ‘Başbakan Tayyip Erdoğan olmalı’ diyor. Bakıyoruz, AKP kurulmadan önce Tayyip Erdoğan ABD’ye birçok ziyarette bulunuyor nihayetinde de bu parti kuruluyor. Aradaki ilişkinin somut göstergesi, AKP’nin politikalarıdır. AKP 4 ayda fikir değiştirip, Irak Savaşı’nda Bush yönetimine destek olmak için lobi yapmış bir partidir. Bugün de aynı yoldadır. Dün ‘Kardeşim’ dediği Esad’a bugün ABD emriyle düşman oluyor” ifadelerini kullandı. Oran, Başbakan Erdoğan’a, “1996 - 2002 yılları arasında ABD’ye kaç ziyaret yaptınız, bu ziyaretlerinizde ABD Dışişleri Bakanlığı, Merkezi Haberalma Teşkilatı (CIA) veya herhangi bir devlet kuruluşu ile görüştünüz mü?” diye sordu.
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
buena vista (17-09-2012), janus (16-09-2012), neron (19-09-2012)
Cevapla


Konuyu Toplam 1 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş arama yap
Modları Göster

Yetkileriniz
Yeni konu açabilirsinizdeğil
Yanıt gönderebilirsiniz değil
Eklenti gönderebilirsiniz değil
Mesaj düzenleyebilirsiniz değil

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Kapalı
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 13:24 .


Telif Hakları vBulletin v3.5.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
Tercüme ve Tasarım : Arka & Bahce