Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Tarih Notları - Sayfa 2 - Arka BahÇe Forumu
Arka BahÇe Forumu  

Geri Dön   Arka BahÇe Forumu > Nadas Alanı > Dünya Hali > Tarih
Kullanıcı ismi
Şifreniz
Kayıt ol SSS Üye Listesi Takvim Arama Bugünkü Mesajlar Bütün Forumları okunmuş kabul et


Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Tarih Notları
Konudaki Cevap Sayısı
30
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
26218

Cevapla
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
  #11  
Eski 08-05-2006, 22:56
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Sevgili Ali hocam,
Bir çok kaynaktan özenle seçilmiş,bu güzel tarihsel bilgiler için çok teşekkürler.
Bir milleti,millet yapan bütün değerler gibi ortak tarih,paydamızın da nasıl alnından vurulduğunu,nasıl sırtından bıçaklandığını,kalleşce hemde kendi çocukları,insanları tarafından bıçaklandığını bir güzel anlatmışsın diline sağlık.
Geçmişden gelen bir hesabı kesmek için,Din elden gidiyor yaygaraları ile başlayıp feryada figana dönüşen bu vicdansız saldırı,malesef bu topraklarda yanan Anadolu ateşini söndürecek gibi.O kadar hain,o kadar sinsi ki,Bir dönem tek dişi kalmış canavar diye seslenilen,emparyalist ağabeylerinide yanına alarak.
Dil birliğimiz,
din birliğimiz
Kültürümüz,
sevgilerimiz,
birer birer yıkıldı.
Ortak neyimiz varsa parçaladılar,törpülediler.Zincirlediler.
Tarih de yıkılan kalelerden biri.
Ne diyeyim?
Sol yanımızdaki koca cevahir sağolsun.Bir gün aşka gelirde yeniden yakar.19 Mayıs Ateşini...
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (09-05-2006)
  #12  
Eski 09-05-2006, 02:11
bikmisbroker - ait Avatar
bikmisbroker bikmisbroker bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kanada
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 590/835
107 Mesaj ına 2988 Kere teşekkür edildi
bikmisbroker - MSN üzerinden Mesaj gönder
Tanımlı Köy enstitüleri de Tarih oldu degilmi Ali hocam??

> Zeytinin teri ve Köy Enstitüleri
>
> Arabamız su kaynatmasa durmayacaktık, o sıcak yaz günü Balıkesir'in
>Savaştepe ilçesinde. Yola çıkmadan önce arabaya bakım yaptırmış, hararet
>sorunu olduğunu söylememe rağmen arıza
> bulamamışlardı. Dağda su kaynattıktan sonra motorun soğumasını
>bekleyip ancak Savaştepe'ye kadar gidebilmiştik. Birlikte yolculuk ettiğim
>eşim ve kızımın da canı sıkkındı. Günlerden pazardı ve her yer tatildi.
>Sanayi sitesinde arabaya baktıracak birilerini aradık,
> bulamadık. Can sıkıntısı ve çaresizlik içinde söylenirken tamirci
>aradığımızı duyan birileri aracılığıyla tanıştık Hüseyin amcayla.
>
> Elinde küçük bir alet çantası vardı. Yardımcı olmak istediğini
>söyledi. Motora yaklaştı, sesini dinledi. Kontağı kapatıp tekrar açtı.
>Hiçbir yere dokunmadan uzun uzun motoru ve çalışmasını izledi. "motorun
>soğutma sisteminde sorun görmediğinden" söz etti.
> Bir süre daha bakındı. Sonra "buldum galiba" diye haykırdı.
>
> "Herşey normal görünüyor ve su kaynatıyor ise araba su eksiltiyor
>demektir. Muhtemelen kalorifer peteği delinmiş, su kaçırıyordur. O takdirde
>döşemelerin ıslak olmalı" dedi. Gerçekten de onca uzmanın çalıştığı
>servisin bulamadığı sorunu kısa sürede görmüştü. Arabanın kalorifer sistemi
>su kaçırıyor eksilen soğutma suyu yüzünden araba
> hararet yapıyordu. Kalorifer sistemini devre dışı bırakıp geçici bile
>olsa su kaçağını önleyip sorunu çözdü, Hüseyin amca.Teşekkür edip borcumu
>sordum. Arabanın camındaki tıp armasın gösterdi;
>
> -Doktor musun?
>
> -Evet.
>
> -Bizim hanımın yıllardır geçmeyen ağrıları var. Gelip bakarsan
>ödeşiriz. Ben de hanıma doktor götürmüş, gönlünü almış olurum. Hem de
>çayımızı içer soluklanırsınız.
>
> Hep beraber, Hüseyin amcanın evine gittik. Tek katlı bahçeli şirin bir
>evdi. Hanımının şikayetlerini dinleyip, muayene ettim. Çoğu yaşlılığa ve
>menopoza bağlı yakınmaları için tavsiyelerde bulunup iki de ilaç yazdım.
>Kadıncağızın yüzü güldü. Teşekkür etti. Çay
> hazırlamak için izin istedi. Bu arada ilkokul çağındaki kızım boş
>durmuyor odaları karıştırıyordu. Bir şey kırıp dökmesin diye yanına
>gittiğimde evin bir odasının duvarlarının kitapla dolu olduğunu gördüm.
>Şaşkınlığım daha da artmıştı. Muhabbet ilerleyince, tamirci sandığım
>Hüseyin amcanın gerçekte emekli ilkokul öğretmeni olduğunu
> 39 yıl devlet hizmetinde Ege'nin köylerinde çalışıp emekli olduktan
>sonra Savaştepe'ye yerleştiğini anlattı. Çocuklarının okuyup büyük şehre
>gittiğini burada hanımıyla baş başa yaşadığından dem vurdu.
>
> -Neden buraya yerleştin?
>
> -Ben okumayı, yazmayı, hayatı burada öğrendim. Sizler bilmezsiniz,
>unutuldu gitti. Ben Savaştepe köy enstitüsünün ilk mezunlarındanım. Hasan
>Ali Yücel maarif vekili iken ilk köy enstitüsü burada açıldı. Burada
>öğrendim ben hayatı, bir şeyler öğretmenin nasıl mutluluk verdiğini.
>Ayrılamadım buralardan.
>
> -Peki bu tamircilik işi nereden çıktı?
>
> -Dedim ya, bilmezsiniz sizler, köy enstitüsü mezunu olmanın ne demek
>olduğunu? O zamanın okulları sanırsınız. Halbuki orada bu toprağın
>çocuklarına okuma yazmanın yanı sıra çiftçiliği, hayvancılığı, inşaat
>yapmayı, yemek yapmayı, bozulanları tamir etmeyi, örgü örmeyi hatta az
>buçuk hekimlik yapmayı bile öğrettiler. Hayatı öğrendik ve öğretmen olup
>hayatı öğrettik çocuklara.
>
> -Yani elinizden çok iş geliyor.
>
> -Köy enstitülerinde bilmeyi, öğrenmeyi, düşünmeyi soru sormayı,aklını
>kullanmayı öğretiyorlardı. Zaten bu yüzden yaşatmadılar ya...
>
> Bu arada çaylar geldi. Çayın yanında ekmek peynir ve zeytinden
> oluşan kahvaltı da hazırlamıştı Hüseyin amcanın hanımı. Emekli
> olduktan sonra zeytinciliğe başladığını sofradaki zeytinin de kendi
>ürünleri olduğundan söz etti.
>
> -Zeytinin hikmetini bilir misin? Meyveleri ile karnımızı doyurmuş,
>yağını çıkarmışsız. Kandillerde yakıp aydınlanmışız, odunu ile ısınmışız.
>Giderek ona benzemişiz.
>
> -Nasıl yani?
>
> -İnsan da doğanın meyvesi değil mi?
>
> Sofradaki zeytin çanağından aldığı zeytini ışığa doğru tutup;
> -Doğup büyüdüğünde zeytin tanesi gibi acı, yeşil bir meyve insan.
>Çoğunu sıkıp yağını çıkarıp posasını da sabun yapıyoruz. Yani heba olup
>gidiyor. Bir kısmını sofralık ayırıyor selede tuza yatırıp acı suyunu
>atmasını buruşup bu hale gelmesini sağlıyoruz.
> Veya salamura yapıp olduğundan daha şişkin gösterişli hale
>getiriyoruz. İnsanlara da böyle yapmıyor muyuz? Okullarda okutup okutup
>hayata hazırladığımızı sanıyor ya şişiriyor ya da buruşturup atıyoruz
>insanları.
>
>
> "Sizin köy enstitülerinde yaptığınız da böyle bir şey değil miydi"
>diye soracak oldum. Hanımına baktı gülüştüler.
>
> -Hurma zeytini bilir misin?
>
> -Bilmem. Hiç duymadım.
>
> -Egenin bazı yerlerinde olur. Ağaç aynı ağaçtır ama her yıl kasım ayı
>sonu gibi denizden karaya esen rüzgar ile zeytin ağaçlarına bir mantar
>bulaşır. Bu mantar zeytinin terini giderir, acısını dalında alır. Dalında
>olgunlaşır zeytinler. Toplandığında yemeğe hazırdır anlayacağın.
>
> -Eeee.
>
> -Köy enstitüleri de böyleydi. Dalında olgunlaşan zeytinler gibi
>insanları oldukları yerde yetiştirmeye, onların bilgilerini de diğer
>insanlara bulaştırmayı amaçlamıştı. Doğup büyüdüğü ortamda
>olgunlaştırıyorlardı, insanı. Hayata hazırlıyorlardı.
>
> Sustuğumu görünce. Hanımından boşalan bardakları doldurmasını rica
>etti.
>
> "işte bu yüzden, öğrendiklerimin zekatını vermek, zeytinin terini
> hatırlatmak için buradayım, doktorcum, unutulsun istemiyorum" dedi.
> Kitaplığından çıkardığı iki kitabı kızıma hediye etti. Vedalaştık.
> Arkamızdan bir tas su döküp, uğurladılar.
>
> Dr. Mehmet Uhri
>
> mehmetuhri@...
>
> Not: Bu yazı, emekli öğretmen Hüseyin Kocakülah ve köy
> enstitülerine emek verenlerin anısına ithaf olunmuştur.
>

>
__________________
YATIRIM, sonu yanliş giden SPEKÜLASYONDUR
EGER, zamaninda spekülasyondan cikamazsaniz
MECBUREN yatirimci olursunuz..George SOROS
TEKNiGE iNANMA TEKNiKSiZ KALMA. Bikmisbroker
Alıntı ile Cevapla
bikmisbroker kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (09-05-2006), AnnE (11-05-2006), kasved (09-10-2006), Ramo (09-05-2006)
  #13  
Eski 10-05-2006, 20:53
dentist - ait Avatar
dentist dentist bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 1.058/2200
469 Mesaj ına 3880 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Sayın Alihoca ;

Büyük bir emek eseri olduğu her kelimesinden belli olan yazınızı zevkle ve sindirerek okudum , okumak haliyle insanın zamanını alıyor ve de biz okurken bu kadar zamanımız alan yazının hazırlanması ve yazılması ne kadar zaman almıştır allah bilir, emeğinize sağlık.

Yazınız konu itibari ile bana çok yakın olmasada müsade ederseniz ve de konuyu dağıtmış olmazsam yazının içinden çok beğendiğim iki cümleyi buraya aktarmak istiyorum. Tekrar soylemem gerekirse seçtiğim cümleler konunun anafikrinden uzak olsa bile öğretici ve özlü cümleler.

1-Bir tarihçinin tarihi olay ve kişilikler hakkında yardımcı kaynaklara dayanarak hükme varıp karar bildirmesi, verdiği kararı doğru ve geçerli kılmaz. Yardımcı kaynakların verdiği bilgilerin(!) şüphe ile karşılanıp teyidi aranmalıdır.

Bu tür bir cümle kurarak araştırmayı insanlara sunmak onlara bir fikri empoze etmekten çok daha iyi ve olaylara objektif bakış imkanı sunuyor.

2- Lider aynı zamanda bir kadroya dayanır. Yani gelecekte kuracağı örgütün çekirdeğini oluşturacak kadro olmadan liderden bahsetmek birazdan fazla derecede zordur. Diğer taraftan bir fikri hareket ve fikir tabanı olmadan da liderin gerçek anlamı ile lider olabilmesi kolay değildir. Bir anlamda az ya da çok bir geçmişi olan fikri hareket, kadro, liderin ortaya çıkmasında önemli kavramlar olarak değerlendirilmelidir.

Ayrıca lider dediğimiz yaratığın eğilmez, bükülmez, yemez içmez, hep doğru söyler hiiç yalan söylemez vs bilip bellemenin ve dahi böyle savunmanın, hatta bunu olması gereken baş koşul gösterilip yapılan saldırının yanlışlığı artık anlaşılmalıdır. O günün ve kişilerin anlama kapasiteleri doğrultusunda gerçeklerin bir kısmını gizleyebilir, hatta argo tabiri ile söyleyecek olursak, yağ da çeker, yer yer masum diye adlandırabileceğimiz yalanlarda söyler.



Önemli bir tespit yazı veya hatırlatma her ne dersek diyelim güzel iki paragraf ... ve ondanda ötesi günümüz olaylarına veya yapılmak istenen işlere uyarlanması çok mümkün.


Tekrar emeğinize sağlık....
Alıntı ile Cevapla
dentist kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (10-05-2006), AnnE (11-05-2006), Ramo (10-05-2006), Süvari (13-05-2006)
  #14  
Eski 10-05-2006, 22:46
alihoca alihoca bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 361/2464
166 Mesaj ına 2501 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Sn Dent,
Güzel İnsan;

İtiraf etmem gerekir ise, bu konu beni üzen, çok yaralayan bir konudur. Özellikle Tarihçiliği konusunda çok değer verdiğim Hocalarımızdan bir kaçının basına verdiği beyanatlarda kullandıkları cümleler, seçtikleri dilin incitici olduğunu söyleyebilirim. Yalan olmasın ama bu konu ile ilgili her beyanatı, çıkan her kitabı değil ise de kitap içeriğini, tartışmayı yakından izlemeye çalıştım diyebilirim. İnternette de dişe dokunur tüm açıklama ve tartışmaları taramaya çalışmıştım.

Diyeceğim konu ile ilgili kitapların yanısıra, kayıtlı bir arşivim önceden vardı. On günü aşkın bir süre bu konuya tekrar dalmış gitmiş olduğum içinde foruma pek katılamamıştım anlayacağın. Yani bir Dost çıkıpta, hocam totu topu on üç word sayfasını bu kadar zaman da mı yazdın, ayıp dese de haksız diyemeyeceğim.

Kabaca az çok şekillendi deyip, ''Tarih Notları'' başlığını açtığımda konu 21 sayfa halinde hazırdı. Ama kendi yorumlarıma daha az yer verip bilgi ve belgelerle konuyu işlemek ve çok keskin olan dili biraz yumuşatayım derken 'Amma Kastın' hocam zıılgıtı gelince, acele etme de göreyim. Alel acele orasını kes burasını yumuşat derken gönderdim kurtuldum. Derken renklendirme de kullandığım kırmızı yerlerin sırıttığını gördüm. Okudukça farkedebildiğim bazı eksiklikler de kaldı maalesef.

Ama en azından, hain ya da mazlum kahraman hiç farketmeden kendi tarafından bakanların sadece kendi pencerelerinden verdikleri bilgi ve belgelerin(maalesef ki çoğunluğu kişisel yorum) dışında, her iki tarafın söz,eylem, bilgi ve belgelerini karşılaştırmaya çalışan derli toplu ve ilki Arka BahÇe'ye ait olan bir inceleme olmasını amaçlamıştım.

Biraz eksik kusur kaldı anlayacağın. Dostlarımız mazur görür ise, kısmetsee daha sonra zaman zaman tamamlamaya çalışırız İnşallah.

Bak, bir mikrofon uzattın neler döküldü. En iyisi kısa kesmek galiba.

Bu fırsattan yararlanarak, okuyan, görüş bildiren tüm Dostlara teşekkürlerimi sunuyorum.
Saygılarımla
Alıntı ile Cevapla
alihoca kullanıcısına teşekkür edenler
AnnE (11-05-2006), bikmisbroker (11-05-2006), neron (11-05-2006), Ramo (10-05-2006), Süvari (13-05-2006)
  #15  
Eski 13-05-2006, 10:12
Süvari - ait Avatar
Süvari Süvari bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: İstanbul
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 685/2402
454 Mesaj ına 1691 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Ellerinize sağlık hocam.

Bu yazdıklarınız birçokları için okumaya bile korkulacak yazılar malesef günümüzde.
Ancak bizim için bir hazine olacaktır.
Alıntı ile Cevapla
Süvari kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (13-05-2006)
  #16  
Eski 19-05-2006, 16:09
alihoca alihoca bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 361/2464
166 Mesaj ına 2501 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Bu günlerde;

İçinde, darbeler, örgütler, çatışmalar, katiller, tanklar, tüfekler olan, söz, yazı ve iddialardan geçilmiyor.

Bende de, 3 Kasım Seçimleri sonrasında yazıp daha önce paylaştığım ve arada bir bahsini ettiğim ''Sebep-Sonuç İlişkisi Açısından; 12 Eylül ve 28 Şubat'' adlı bir inceleme yazısı var.

Eğer okumayan Dostlarımız var ise; bugün gündemi oluşturan, kimi iddialar, kafalardan geçip söze yazıya dökülen istem ve beklentiler ya da sıcak gelişmelerin, izlerini ve ipuçlarını demiyeyim de, biraz benzerlerini okumak isterler belki dedim.

Kimbilir belki de, bu incelemeyi bıraktığımız yerden başlayarak tekrar ele almak isteyen bir müslüman çıkar.
Alıntı ile Cevapla
  #17  
Eski 19-05-2006, 16:23
alihoca alihoca bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 361/2464
166 Mesaj ına 2501 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Sebep-Sonuç İlişkisi Açısından; 12 Eylül ve 28 Şubat (1)

12 Eylül Dönemi ve Yeşil Kuşak Politikası,

Demokratik, Laik ve Çağdaş devlet düzenini yıkmayı amaçlayan köktendinci hareketleri anlamak için,
Nato ve Varşova Paktlarının getirdiği soğuk savaş dönemi hatırlanmalıdır. Bu dönemin politik uygulama ürünlerinden olan, ABD kaynaklı yeşil kuşak politikası ve bunun Türkiye uygulamasının bilinmesi gerekir.

Yeşil Kuşak Politikasının kısaca amacını yazacak olursak, Sovyetler Birliğinin,
Müslüman Türkî Cumhuriyetler, Afganistan, Pakistan, İran, Irak, Türkiye olmak üzere İslami karakterli rejim ve hareketlere verilen destek ile çevrelenip kuşatılmasının sağlanmasıdır, diyebiliriz
. Daha sonra bu politikanın Afrika’nın Müslüman toplumlarına da uygulandığını görmekteyiz.

İran ve Afganistan,
Fransa’da adeta misafir edilen, olası gelişmeler ve alternatif stratejiler için yedekte tutulan Ayetullah Humeyni, 1979 Yılında yine aynı yeşil kuşak politikası gereğince İran Devrimini gerçekleştirmesine göz yumulmuştur. Sovyet yayılmacılığına engel olması için oluşturulacak olan, islami yeşil hattın bir ayağı böylece geçekleştirilmiştir.

Aynı Dönemin ilginç ve sonucu tam kestirilip hesap edilemeyen gelişmesi ise,
Sovyetler Birliğinde M.GORBAÇOV’un Glasnost (Açıklık) Politikası ile başlayan B.YELTSİN’in Perestroyka (Yeniden Yapılanma) Politikası ile devam eden bir sürecin devam ediyor oluşudur. Sovyetlerin Afganistan İstilası ile başlayan gelişme karşısında, ABD tercihini dini karakterli Afgan Mücahitlerine yine aynı politika gereğince her türlü destek olarak kullanmıştır. Bu desteğin ABD medya-sinema tekellerince (Rambo filmleri) kahramanlaştırılıp pazarlanması dahi bize, izlenen politikanın boyutunu gösterebilir.

Dünya gelişmeleri ile paralel götürebilmek için içeriye dönüp, değişimi anlamak için kısa bir hatırlatma turu atalım.

1960’lı yıllar sonrasında gelişen, radikal sağın (öncesi de olmakla beraber) başta ve en güçlüsü Ülkü Ocakları, diğeri (henüz tedrisat sürecinde ve gelişmekte olan)Akıncı Ocakları olarak iki kola ayrıldığını görürüz. Bu iki kol radikal solun ve dolayısı ile Sovyet yayılmacılığının Türkiye’de gelişmesinin önünde engel, sivil vurucu güçler olarak çıkarıldığı bir gerçektir. Ve yer yer Akıncı Ocakları dâhil olmak üzere diğer İslamcı örgütlenmeler, Komünist tehdit olarak algıladıkları eylemlerde Ülkücüler ile güç birliğine gitmişlerdir. M.Ş. EYGİ gibi yazarlarda, ABD karşıtı eylemler için, yazdıkları gazetelerin köşelerinden polis kuvvetlerine yardımcı olunmasını tavsiye ile yönlendirmişlerdir. Radikal Partiler ve Tarikat yapılanması için, yurt dışı (Libya ve Suudi Kaynaklı Aramco-Rabıta) petro dolar desteğini, konuyu çok fazla dağıtacağı nedeni ile bir yana bırakılacak olursa,

12 Eylüle kadar olan dönemde,

—Merkez sağ partilerin oy uğruna dini değerleri kullanıp, tarikat yapılanmaları ve akıncı ocaklarına örtülü-gizli,
Ülkü Ocaklarına ise açık destekleri görülür.
—Devletin kolluk kuvvetleri ve özellikle TSK’nin yapısı gereği bu iki tercihten seçimlerini örtülü-gizli olarak ta
olsa Ülkü Ocakları adına kullandıkları çok da iddialı olmayan bir gerçektir.
—Büyük sermayenin, ona bağımlı medyanın, büyük sendikaların bu iki güç arasına tercihleri de aynı istikamette
olduğu söylenebilir.

Radikal Sol için ise, küçük bir tespit durumun vahametini gözler önüne serer sanırım. 11 Eylül 1980 Tarihine kadar devasa bir tehlike olarak gösterilen, Sovyetlerin destekleri ile her an komünizmi Türkiye’ye getiriverecek diye korkulan-korkutulan sol örgütlenme, 12 Eylül sabahı tek eylem koyamayacak hale getirilivermiştir.

Sülo Babada bu işi anlamamış olsa gerek ki,12 Eylül askeri savcılarına,

//
Ülkenin çoğunluğunda örfi idare sürerken,
(Sıkıyönetimde İlleri sivil değil Askeri Komutanların yönettiğini hatırlayalım.)
12 Eylül sabahı terör nasıl bitmiştir. Bir gecede ne değişmiştir
?//

Diye yönelttiği sorunun halende cevapsız kalması dikkat çekicidir.

1980 Öncesi Dönemin kötü çocuk olarak damgaladığı solcular hak etti desek bile, dönemin korunup kollanan öz evladı olarak, Ülkücü Gençlerde adeta tu kaka ilan edilmiştir. Ordu ve kolluk kuvvetlerince himaye edilip, Dönemin Siyasi liderlerince ‘Bana ülkücüler adam öldürüyor dedirtemezsiniz’ diyerek adeta dokunulmaz kılınan Ülkücüler, artık ihtiyaç fazlası ve kullanım dışı görülüp, garanti kapsamından çıkarılarak, mahpusluk çekmek zorunda kalmışlardır. Kaderin cilvesi olarak olsa gerek, solcu gençlerle aynı koğuşları paylaşmak ve daha kötüsü aynı işkence uzmanlarının meslek hünerleri karşısında, solcularla birlikte oluşturdukları koroda ve acı ile bağırmak zorunda bırakılmışlardır.

M.YAZICIOĞLU’nun daha sonradan söylediği gibi, her iki tarafın da aslında ülkesini seven ve –akıllarınca- Ülkelerini korumaya kurtarmaya çalışan Anadolu çocukları oldukları gerçeğinin geçte olsa anlaşılmasını ise, kazanç olarak not düşelim. Tertemiz ve yüreği vatan sevgisi ile dopdolu diyebileceğimiz, sağ veya sol yönlendirmeli, Anadolu Çocuklarından bu sözde vatan kurtuluşu savaşında 5.000 can verildiği ise toplumsal belleğimizden asla silinmemelidir.

1980 ve sonrasının (12 Eylül Askeri Yönetimi, askerin daha fazla yıpratılmaması için bu politikasını yapılan seçimler ile Sivil Hükümet tarafından da izlenmesini sağlama yolunu seçmiştir.) ‘Asker ve Sivil Cunta’ diye de adlandırılan dönemdeki politika değişiminin Cumhuriyetin hiçbir döneminde görülemeyen bir biçim aldığını görmekteyiz. Görülemeyen olarak yapılan tanımlama, yeşil kuşak olarak adlandırılan ABD kaynaklı bu politikanın uygulayıcılarının bizzat 12 Eylülü gerçekleştiren TSK Komuta Konseyi oluşu ile ilgilidir. Merhum T.ÖZAL’IN ( yerelde kullanılan politik sloganı ile Türk İslam Sentezi ) ölümüne değin bu politikanın kesintisiz uygulanması, elbirliği ile sağlanmıştır.

Amaç, ılımlı ve düzen ile uyumlu, işbirliği içinde bir İslami hareket oluşturmaktır. Böylece sol ve dolaylı olarak da Sovyet yayılmasının önüne set çekebilmektir. Uygulamasını ise, seksen öncesi illegal olarak faaliyet içinde olan, tarikat yapılanmasının üzerindeki örtünün kalktığını, legalite kazandırıldığı, iade-i itibar verildiğini, bununla da kalmayıp desteklendiği bir dönem olarak incelemeye devam edelim.

Netekim Paşamız(Sn EVREN) 12 Eylül Müdahalesinin halk desteğini sağlamak için çıktığı yurt gezilerinde ise ayetlerle süsleyerek yaptığı konuşmalarda, müslüman gençleri adeta teşvik, taltif ve destekleyerek cesaretlendirmeye başlamıştır. Her ne kadar yanlış olarak nitelemesem de, ilk ve orta öğretimde din dersinin zorunlu tutulmasının, aynı paşalarımızın eseri olduğunu hatırlatalım. Adeta modanın değiştiğini ve rüzgârın başka taraftan estiğini söyleyebiliriz. Orta öğretimde sosyoloji, felsefe gurubu derslerinin haftalık ders saati sayılarının sınırlandırılması, bu derslere o yıllarda okullarda kadro fazlası olarak alınan İlahiyat kökenli öğretmenlerimizin sokulması. Sayısı mantar gibi artan Kuran Kursları, İmam hatip okulları, yurt dışındaki tarikat okullarına varan destekler söz konusudur.

Bu dönemde, Farsça ve Arapça, İslam devrimi hedefli binlerce kitap dilimize çevrilerek, gençlerin (Buna özellikle 12 Eylül Zindanlarında ki Ülkücü Kadroları da dâhil ettiğimizde, ürünlerinin sonradan alındığı anlaşılacaktır.) teorik eğitiminde kullanılmıştır. Ordu ve polis öncelikli olmak üzere devlet içinde kadrolaşma hız kazandırıldı. Tarikat liderleri bile, artık siyasi liderlerin ziyaretleri ile şereflendirilir olmuştur. Kimi tarikat kuruluşlarının ve yayın organlarının düzenlediği görkemli törenlere katılabilmek, çağrılı olarak davet edilmek resim vermek için yarışılır olmuştur.

1983 Yılında iktidar olan Merhum T.ÖZAL'IN İslami bankerlik kuruluşlarının (imtiyazlı çalışmasını sağlayacak olan) kararnameyi imzalamakla işe başladığını görüyoruz. Buda Merhumun neden çook sevildiğini gösterir gibi sanki. Ayrıca bunun özellikle yurt dışından toparlanan dövizlerin istismara açık bir şekilde kullanılmasının yolunu açtığını görüyoruz. Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızdan hiçbir hukuki değeri olmayan belgeler ve sözde kar-zarar ortaklığı senetleri ile toplanan paralar ve bu paraların gayrı resmi yollardan transferleri yasal soruşturmaları güçleştirdiği bir gerçektir. Dini motifleri kullanarak para toplama işinde, dini-milli dernekler, Camii, Kuran Kursları ve hocaların(kimi zaman eski imamların) kullanıldığı tespit edilmiştir.

Sadece Almanya’da yaşayan vatandaşlarımızın bir araştırmaya göre yıllık tasarruflarının toplamının iki milyar Euro olarak tahmini, sorunun hangi, ekonomik boyutlara taşınmış olabileceğinin ipuçlarını verebilir.

Aynı dönemde islami sermayenin yapılanması, aracı kurum, faizsiz bankacılık ve holdingleşen sanayi olarak devlet, hükümet teşviki ve belediye desteği ile çığ gibi büyümüştür. TÜSİAD’IN karşısına, iki bin üyesi ile MÜSİAD’IN rakip olarak çıkarılması, büyümenin ulaştığı noktaları anlamamızı sağlayabilir. Kurucu başkan Sn Erol YARAR ve Ali BAYRAMOĞLU’NUN yaptığı bazı konuşmalar nedeni ile DGM’de yargılanıyor olması bir başka ilginç göstergedir. Asya Finans, İhlâs Finans, Yabancı Sermayeli Faisal Finans, Kombassan, Endüstri Holding, Sayha Holding, Jet Pa, Yimpaş gibi çok uzatılabilecek örnekler ve bugünkü durumları olayın kavranmasını kolaylaştırabilir.

Sn K.EVREN ve Merhum T.ÖZAL Dönemlerinin öz evlat olarak kayrılıp kollanan, desteklenen masum müslüman çocuklar olarak nitelenen eylemli örgüt yapıları, artık büyümüş ve olgunlaşmıştır. Kendilerine direnebilecek solcu ve ülkücü gençlerde hapiste olunca, meydanın özenle boş bırakılmasından sonsuz yarar sağlamışlardır denebilir.

Kendilerini silahlı eylem düzeyine ulaşmamış olarak gören tarikat örgütlenmeleri, sayıca fazla olmalarına ve ulaştıkları ekonomik güce rağmen, erken bir huruç-kalkışmanın tehlikeli olacağını düşünmektedirler. Devlet mekanizması içine sızma ve ele geçirme taktikleri bizzat liderlerinin konuşma kasetlerinden bilinmektedir.

Diğer taraftan Hizbullah ve benzeri silahlı örgütler artık palazlanmış, yer yer ordu içine sızılmış ve hatta nihai hedefler için eylemler konulmaya başlanmıştır. Diyarbakır’da Vahdet Kitabevinde başlayan örgütleşme sonrasında, Menzil(Fecir Gurubu) ve İlim Gurubu olarak şekillenen örgüt yapıları ile gelişimine devam etmiştir. Örgüt ileri gelenlerin İran’da teorik ve silahlı eğitim gördükleri artık ispatlanmış gerçeklerdir.

Hizbullah, İslami Hareket, Vasat, İbda-c,Kaplancılar Partiya İslamiya Kürdistani (pik) gibi taban ve güç elde etmiş olanları bilinen örneklerdir. Batıya açılma kapısı olarak Bolu, Düzce ve Bursa’yı kullandıklarını görüyoruz . Hizbullah örgütüne yapılan baskınlarda ele geçen belgelerde,

''PKK ve radikal örgütlerin temizlenmesinin ardından bölgedeki tek hâkim güç haline geleceğiz. İzleyen süreçte halkı da ayaklandırmak suretiyle devlete başkaldırarak iktidarı elde ettikten sonra İslami bir Kürt devleti kuracağız.''

Amacın tereddüde yer bırakmayacak şekilde, açıkça ifade edildiği tespit edilmiştir.

Camii ve Kuran Kursları örgüte adam kazandırma alanları olarak değerlendirilmiştir. Doğu bölgemizdeki, okuma yazma oranın düşüklüğü ve aşiret-akrabalık bağları, bu yapının kısa sürede sayıca yaygınlaşmasını sağlamıştır. Teorik eğitimini, silahlanma evresini dış destek ile aşabilen örgütler acımasızca denebilecek eylemleri koyabilecek güce erişmişlerdir. İslamcı yazar Konca KURİŞ’İN kaçırılıp günlerce işkence sonrasında, İran Düğümü ile bağlanarak, diri diri gömüldüğü olay bu örneklerden sadece biridir. Batman, Diyarbakır ve diğer doğu illerinde görülen, güpegündüz arkadan ve kısa mesafeden vurulan bir satır veya başın arkasına tek el ateş gibi yöntemlerde, gücün pervasızlığı dikkat çekicidir. Bir başka cevapsız kalan soru ise anılan yapılanmanın Pkk adlı ayrılıkçı örgüte karşı kullanılıp kullanılmadığı, korunup korunmadığıdır.

Buraya kadar olan örnekler bile,
12 Eylül ile başlatılıp 1990’lı yılların ilk yarısına kadar, Dinin; dönemin egemenleri ve siyasiler tarafından kullanılıp işlendiği, yönlendirildiği, politik amaçlar tarafından kullanıldığı, dinsel temaların siyasi simgeler olarak bayraklaştırıldığı bir dönem olarak anlaşılmasını sağlar.

Bu noktada tekraren,
Bu boyuta ulaşan bir politikanın, genç Cumhuriyetimizin hiçbir döneminde, devletin izlediği bir politik tercih olarak, uygulanmadığının altını çizmek istiyorum.

ABD önderliğinde, Batı Dünyasının uyguladığı Yeşil Kuşak Politikasından kaynaklanarak oluşan, tehdit, tehlike ve yanlışı önlemek adına ilk müdahalesi, Irak Lideri Saddam Hüseyin’in İran’a karşı Savaşa kışkırtılması ve on yıl sürecek bir savaşta onu desteklenmesidir. Bu tercihinde daha sonradan bir başka tehdit doğurduğu hepinizin malumudur.

28 Şubat Süreci;
1990 yılların ikinci yarısı ise, bize hem Dünya da, hem Türkiye versiyonunda izlenen politikanın, gerekçelerinin Sovyetlerin Dağılışı ve çöküşü ile ortadan kalktığı, daha önce izlenen politikaların ise yeni tehditler doğurduğunu göstermektedir.

İran’da şekillenmesine izin verilen köktendinci rejimin ‘Rejim İhracı’ amaçlı,
ABD ve Batı Dünyası için Anti Kapitalist,
İsrail için Anti Semitizm,
Filistin’de Hamas ve Hizbullah Örgütlerine eğitim, silah ve para desteği,
İran Liderliğinde İslam Birliği oluşturma,
Suudi Yönetimine muhalif hareketlere para ve silah desteği,

Ve benzeri politikalar izlemeye başlaması, yeşil kuşak politikasının ilk yanlışı ve sonunu getiren bir ilk olması bakımından önemlidir. Bu yanlışa sonradan, Afganistan’da desteklenen taleban örgütünün tam bir batı düşmanı rejim doğurması bir başka örnek olarak eklenmiştir. Aynı yanlış örneğin, zincirin bir başka halkası olarak,11 Eylül felaketinin baş aktörünü Dünyaya takdim ettiği unutulmamalıdır.

28 Şubat öncesine baktığımızda ise:

Başbakan ve Hükümet liderinin rejimi tehdit sayılan, meydan okuma olarak adlandırılabilecek uygulamaları söz konusudur. En göze batan örnek olarak, Sn Başbakanımız ERBAKAN’IN Başbakanlık Konutuna tarikat liderlerini görkemli mercedesleri ile davet ve misafir edilişleri gösterilebilir.

Nihayetinde konuya verilen önem ve hassasiyet, gelişen örgütlenme ve eylemleri ile siyasi İslamcı köktendinci hareket, MGK’da en büyük tehdit olarak birinci öncelikli olarak (Dünya’daki gelişmelere paralel olarak) ilan edilmiştir. İlan edilmiş diyorum çünkü artık bir devlet politikası olarak (Batı Çalışma Gurubu gibi )gerekli yapılanma ve uygulamalara başlanmıştır.

Gelişme ve uygulamalarını yazdığım buraya kadar bölüm için, şimdiye kadar yapılan bilinçli-bilinçsiz, her kesimden, yanlışları veya gerçeklerin nasıl çarpıtılışını ele alalım.

Önce bir tespit yapalım,
28 Şubat Kararları eğer, bir tehdit ve tehlikeye karşı haklı bir müdahale ise(-ki öyledir) , Türkiye’nin 28 Şubata gelmesini sağlayan gelişmeleri yaratan güçlerin başında da 28 Şubat Müdahalesini yapanlar geldiğinin artık bilinip kabul edilmesi gerekmektedir.

Acı gelen, kabul edilemez gelen, itiraf dahi edilemeyen ya da, sözde mağdurlarının da, timsah gözyaşları dökerek inkâr ettikleri ve hedef şaşırttıkları da budur.

Bu tespitin gözlerden kaçmasına-kaçırılmasına yardımcı olan unsurlara bakacak olursak,

—Büyük Sermaye ve ona bağımlı medyanın da şimdiye değin gerekli eleştiriyi getirmemeleri,
—Merkez sağ ve sol partilerin yanlışı tespit etmekten uzak yaklaşım sergilemeleri, aksine bundan siyası çıkar
peşine düşmeleri,
—Aynı partilerin siyasi partiler ve seçim kanunu değiştirmeyerek, lider partisi konumlarından elde ettikleri
çıkarlardan vazgeçmeyip, Türk Ulusunu adeta seçeneksizliğe mahkûm etmeleri
—Sol Aydınların zor olan, alternatif demokratik çözümler üretmek ve demokratik çözümlerde ısrar etmek
yerine, bu müdahaleyi savunmaları, övmeleri, asli-kronik yanlışları olan kolaycılığı seçmeleri,

Burada bir parantez açarak, kolaycılığın bugünkü bedeline bir örnek verelim,

//Oktay EKŞİ-Hürriyet.10.07.2003
Alarm sesleri...
Kısaca... İşbaşındaki acemi kadro Türkiye'nin geleceğini mahvediyor.
Ne yapılır? Meşru yoldan ayrılmaksızın bu kadro nasıl tasfiye edilir bilemiyoruz. Ama bu cehalet, bu acemilik ve bu duyarsızlık Türkiye'nin kaderine hükmettiği sürece, biliniz ki çok ciddi bir tehlike içindeyiz.’’

‘Ne yapılır? Meşru yoldan ayrılmaksızın bu kadro nasıl tasfiye edilir bilemiyoruz
.//

Sn Oktay EKŞİ’NİN Basın Konseyi Başkanı sıfatı ile düştüğü, çözümsüzlük ve çaresizliğin boyutu kendi satırlarında görülebilir. Türk Aydının kronikleşen kolaycılık hastalığı ile alternatif çözüm ve çare üretme yeteneklerinin adeta dumura uğradığını göstermesi bakımından önemli görüyorum.

Devam edelim,
—Ülkücü Aydınların aynı kolaycı anlayış ve fırsatçılıkla iktidarı hedef göstermeleri,
—Merkez muhafazakâr aydınların konuyu İnsani, Dini Haklara bir müdahale olarak ve iktidarın gasp edilmesi
olarak görüp, sanıp radikal sağın ekmeğine yağ sürmeleri,
—Radikal Hareket ve Partilerin ise tamamen bir hakkı elinden gasp edilen, masum rolüne soyunmaları ve bu
mazlum rolünü başarı ile oynamalarıdır.

Bugün dahi görülemeyen ve anlaşılamayan, bu müdahalenin yarattığı ortamdan yararlanarak oynanan mazlum rolünün, bugünkü iktidarın yaratılmasına sağladığı katkının büyüklüğüdür.

Sn B.ARINÇ’ın,
(Zaman Gazetesinde çıkan söyleşisinden)
//İKTİDARDA NE YAPACAĞIMIZI;
30 yıl boyunca... Ama iktidarda ne yapacağımız konusunda fazla bir hazırlığımız olmadığını gördük. Kriz senaryolarımız yoktu. Krizler karşısında ne yapacağımız bilmiyorduk. Olsaydı herhalde uygulanırdı
.//

Sözlerini de dikkate alarak,
İktidarları döneminde yaşanan krizlerde ekonomik alternatifsizlikleri kendi (eski)bakanları tarafından itiraf edilen bir partiyi, iktidardan indirerek masum rolüne soyunmalarını sağlamış oldular. Böylece de halkı, hakkı elinden alınan mazlum olduklarına inandırabilmeleri mümkün kılınmıştır.

Gerekçeleri doğru ama yapılış şekli ve yöntemi, izlenen yolu hatta zamanlaması ile yanlış olan bu müdahale, sonuçta islami karakterli bir iktidarı günümüze taşımıştır. Ancak alternatifi yaratılamayan, doğru seçenekleri oluşturulamamış bir müdahale diye adlandırılabilir. Üç dört yıl geçmeden yapılış amacına aykırı olarak, 363 Milletvekili ile tek başına iktidar getirmiş olması bile,
sebep ve sonuç ilişkisi olarak tek başına ele alındığında dahi ‘28 Şubat Sürecinin’ izlenen yol ve yöntemleri ile tekrar değerlendirilmesi gerektiğini gösterir.
Alıntı ile Cevapla
alihoca kullanıcısına teşekkür edenler
Ömmes (02-08-2006)
  #18  
Eski 19-05-2006, 16:29
alihoca alihoca bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 361/2464
166 Mesaj ına 2501 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Sebep-Sonuç İlişkisi Açısından; 12 Eylül ve 28 Şubat (2)

//Diğer taraftan,
Yazımın konusunu, amacını oluşturan, üzerinde hiç durulmayan farklı gelişmelerde vardır. İnceleyeceğimiz bu bu gelişmeleri; günlük politik çıkarlara kurban edilmiş, seksen yıllık demokrasimizin bugünü ve geleceği için taşıdığı anlam ve önemi anlaşılamayanlar olarak nitelemek mümkündür.

Demokratik Sahipleniş:
Susurluk Kazası ile ortaya çıkan çarpık tablo ve tarikat örgütlerinin yapılanma ve eylemleri karşısında,
Zamanın moda deyimi ile beşli inisiyatif adı verilen demokratik kitle örgütleri hiç de boş durmamıştır. Aksine o zamana kadar hiç eşi ve benzeri görülmediği üzere birlikte tavır almaya başlamıştır. Türk iş-Disk-Tobb-Tüsiad-Tesk, hep birlikte basın toplantıları ile tepki koymuşlardır.

Burada sorulmayan ama sorulması gereken hayati soru şudur.
Cumhuriyet Tarihimizde sürekli olarak birbirlerine aldıkları tavır ile düşman kardeşler diyebileceğimiz bu sivil toplum kuruluşları, tek amaçta birleşebilmeyi ve ortak karar ve eylem koymayı ne zaman başarabilmişlerdir?

Önemli, çünkü bu girişimler o zamana kadar başarılamamış, Ulusumuzun Demokratik Evriminde en önemli yapı taşlarındandır.

Bunlarla da kalınmamış, hatırlanacağı üzere medyada bile halkı aydınlatan ve hükümeti uyaran yayınlar, TV programları ile eylemler başlatılmıştır. Medyanın desteği ile tüm yurda yayılan ışık kapama eylemleri artırılarak yönlendirilebilirdi. Hepimizin hatırlayabileceği Taksim meydanında halkında katılımı sağlanarak, kitle örgüt temsilcileri ve asker kesim kol kola yürümüşlerdi.

Halkın demokrasiye aracısız sahip çıkışının örnekleri olarak küçümsenmemelidir. Bunlar yüzyılı bile bulmayan demokrasimizin ilk örnekleridir.

Yetmez denebilir!
Her an şeriat tehdidi vardı denebilir!

İmam hatiplerin siyasallaştırılması, yurt örgütlenmeleri ve fakir çocukların seçilerek askerleştirilmesi, yaz kampları ile teorik ve pratik eğitimden geçirmeler, tesettürün bayraklaştırılarak simgeleştirme girişimleri, camilerin şeriat propagandası için kullanılması gibi örnekler de çoğaltılabilir.

Ama fikri temellerinin atıldığı kırk yıl öncesinden iktidar oldukları güne kadar,
ABD, AB, Siyonizm ve Anti Semitizm, Kapitalist Bankacılık-Rant Sistemi ve Faiz, Laisizm karşıtı politika ve söylemleri ile halktan oy, bağış yolu ile para ve güç alanların, İktidarları döneminde hiçbir alternatif politikaları olmadıkları anlaşılmıştır. İsrail ile ilişkilerin kesilmesi bir yana, ticari ve silah antlaşmalarının yenilenmediği görülmüştür. MGK Toplantılarında TSK den atılacak personele hiç (Sonradan inkâr yolunu seçmiş olsalar da attıkları imza basına sunulmuştur.) tereddütsüz imza koymuş olduklarını da hatırlatalım. Meclis Kürsüsünden ‘Kanlı mı, Kansız mı ?’ söylemi ile birlikte, en sert gösterisi Başbakanlık Konutuna -görkemli mercedesleri ile- tarikat liderlerini davettir.

Unutulan bir başka şey, devletin güvenlik güçlerinin tümünün denetimi siyasilerin-hükümetin elinde olmadığıdır. Örnekleri görüldüğü üzere bakanlardan habersiz birçok jandarma tutuklamaları olabilmiş ve savcılara teslim edilerek gereken yapılmıştır. Aklı başında kim askerin savunma bakanlığına tam bir itaatle bağlı olduğunu söyleyebilir? Yine bilindiği üzere ‘jitem’ denilen jandarma istihbarat örgütü hükümet kontrolü dışındadır. Bağımsız yargı halen denetim dışıdır.

Gereken yapılamaz mıydı?
Kim itirazını dirence ve ayaklanmaya götürebilirdi?

Tankların yürüyüşü karşısında korkmadan tankın önünde durabilen B.YELTSİN gibi liderleri mi vardı?
MGK Toplantılarında kendini inkar denilebilecek kararlara itirazsız imza atıp, dışarıda imzalarına bile sahip çıkamayan lider ve bakanları mı?
Sakallarını acelece kesen kamu çalışanları mı?
Bir Muhtıra ile yıkılabilen bir hükümet mi?
Yurt dışına kaçabilmek için birbirini ezen tarikat ileri gelenleri mi?
Yoksa yurt dışına kaçan milletvekilleri mi?
Ya da kaçtığı yurt dışından ‘Mesih’ olarak dönen milletvekilleri mi?


Tüm bunların, gerekeni yapmak için bir engel olmadığı, olamayacağı açıktır. İşte burada gereken olarak vurgulanıp yapılması istenenleri örnekleyerek devam edelim.

Laik ve Çağdaş Cumhuriyet karşıtı örgütlenme ve eylemleri halkın görmesini sağlamak adına,

—Cumhurbaşkanlığı Denetleme Kurulunun etkin olarak kullanılması,

—Her ne kadar Başbakanlığa Bağlı olsa da, Cumhurbaşkanı ve TSK Komutasının devreye girmesi ile MİT Teşkilatı, İslami Hareketlerin amaç ve eylemlerinin deşifre edilmesinde kullanılabilirdi.

—TSK Komuta Konseyi Basın ve Medya ile birlikte hareket sağlanarak, Basının özellikle Cumhuriyet Karşıtı faaliyet içinde olan Tarikat Okulları, Kuran Kursları Eğitimleri, Amaçları su üstüne çıkarılabilirdi.

—Üniversite yönetimlerinin TSK den gelebilecek her türlü teklife açık olmadıkları söylenemeyeceğine göre, aynı işbirliği onlar ile de yürütülebilirdi. Şimdiye değin Üniversitelerin büyük çoğunlunu oluşturan ama örgütsüz-sahipsiz oldukları için, sessiz çoğunluk halinde kalan Üniversite öğrencilerinin Çağdaş Laik Türkiye’nin savunulmasında gönüllü katılımları sağlanabilirdi.

—Özellikle JİTEM en aktif bir biçimde kullanılarak medya işbirliğinde halka yansıtılan baskınlar tertiplenebilirdi.

—Emniyet Teşkilatının elindeki mevcut ve elde edeceği bilgi, dokümanlar halkın dikkatine sunulabilirdi.

—Refah Denetiminde olmayan Bakanlıklar yolu ile halkın bu yönde uyarılıp uyandırılışı sağlanabilirdi.


Benzerleri sıralanabilecek yol ve yöntemler bulmanın hiçte zor olmadığını düşünerek,

En anlaşılabilir hali ile,
Ulusun Demokratik Rejimine sahip çıkma yeteneğinin kazandırılmasına rehberlik ve önderlik edilmesi gerekirdi.

Her felakette çözümü demokratik olmayan(Darbeler) çarelerde arama alışkanlığı ve kolaycılığını, adeta bir uyuşturucu gibi zerk etmek yerine;

Ulusun, baba harçlığı hediye gibi cebine koyulan demokratik haklarının, değerini anlayabilmesi ve sahiplenebilmesi için Cumhuriyet için mücadele vermesi sağlamalıydı. Bunun Cumhuriyetin bekası için hayati derecede önemli, tek çözüm olduğu görülmeliydi.

Elbette bunu yapabilmek için önce 12 Eylül Harekâtı ve sonrasında izlenen politikalar için TSK’nin bir özeleştiri yapması önceliklidir. Siyasal İslamı, doksanlı yılların ikinci yarısında MGK Kararları ile birincil tehlike ilan etmeden önce, bu tehdidin yaratılmasına katkılarının tespit edilmesi gerekir. Türk Ulusunun rejimine sahip çıkışını sağlayabilecek, demokratik yol ve yöntemlerin belirlenip izlenmesinin, bir politika ve eylem biçimi olarak neden seçilmediğinin, cevaplanması gerekecektir.

Bunları yazan biri olarak sanılmasın ki,

1940 Yılından bugüne izlenen politikalar ile bilinçle oluşturulan bataklıkta, hiçbir kurumun tertemiz kalamayacağını bilmediğim sanılmasın. Cumhuriyetin tüm kurumları ile adeta bir deformasyon sürecine sokulduğu, amaç ve ülkülerden saptırıldığı bir ortamda, TSK’nin de hatasız kalabilmesi mümkün değildir. Batı demokrasilerinin bin yıl süren kanlı evrim süreçleri ile bugünün sadece yazılı değil, yazısız demokratik kural ve reflekslerinin oluştuğu unutulmadan, En az bozulan kurum olmasına rağmen yaptığı hatalar ile aynı zorlu öğrenme sürecini yaşadığını söylemek doğru olur. Demokrasinin hazır bir elbise olarak alınıp hemen her bünyeye uyuvereceğini sanıp, bin yıllık batı toplumlarının devlet ve toplum yapılarında görülen anlayış, uygulama, bilinç, kurumsallaşma, demokratik tepkiyi istemek, bilgisizlikten başka bir şey değildir.

Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Ulusunun bir demokratik evrim sürecini yaşayarak kendi demokratik değerlerini ve kendi özgün yapısını oluşturma sancılarının çekildiği bir dönem yaşadığımız bilinerek hareket edilmelidir.

Bu başlık altında getirilen eleştiri ve yorumlar,
AB Uyum paketleri bahane edilerek yapılan, amacı TSK’nin tamamen izole edilmesine yönelik, yetki ve görevlerindeki tırpanlama girişimleri ile karıştırılmamalıdır.

Yanlışların tespit edilerek, aynı yanlışların tekrarını önleme girişimidir. Doğru politikaların oluşturulmasına gücümüz yetmese de, en azından gerçeğin daha fazla çarpıtılmasına karşı çıkma çabasıdır. Amaç, çağdaş, laik demokrasinin güvencesi olan TSK’nin iyi niyetle ama yanlış sonuca varabilen eylemlerinin, demokratik sürece yaptığı olumsuz etkilerinin ortaya çıkarılmasına katkı sağlamaktır. Bunlardan elde edilecek dersler ile Türk Ulusunun demokratik bilinçlenme ve sahiplenme refleksi kazanmasına etkin bir önderlik yapabilmesini sağlamaya dönüktür.

28 Şubattan bugüne değin,
Yeminli ve bağımlı basın, yayın ve medya organlarında,
Kendilerini hakları elinden alınan masum, TSK’ni de zorba olarak, -hala- göstermeye çalışanların, bir anlamda TSK komuta kademesinin izlediği politikalar sayesinde, 365 sayı ile tek başına iktidar olduğu gerçeğini artık teslim etmeleri gerekir.

Sebep ve sonuçları ile birlikte incelendiğinde, oynanan taktiksel mazlum rolünün, dökülen timsah gözyaşlarının ne denli aldatıcı olduğunun görülerek anlaşılması umudu ile.//


Saygılarımla
Alıntı ile Cevapla
alihoca kullanıcısına teşekkür edenler
Ömmes (02-08-2006)
  #19  
Eski 20-05-2006, 20:35
bikmisbroker - ait Avatar
bikmisbroker bikmisbroker bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kanada
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 590/835
107 Mesaj ına 2988 Kere teşekkür edildi
bikmisbroker - MSN üzerinden Mesaj gönder
Tanımlı Ingililizce bilenlerimizin mutlaka goz atmasi gereken bir web sitesi..

ERMENi SOYKIRIM MASALINI Curuten Belge ve yazilar ile DOLU bir web sitesi..

Ozellikle YURT disinda yasayan Turk vatandaslarinin bulunduklari bolgelerdeki yoneticilere, milletvekillerine, Kamu yoneticilerine Ermeni Soykirimi iddialarina karsi anti-tez olarak sunabilecekleri, kaynak gosterebilecekleri bir WEB sitesi.
http://www.tallarmeniantale.com/

Ingilizce olarak hazirlanmis, incelemeye deger 5 YILDIZLIK bir web sitesi..Hazirlayanlari tebrik ediyorum...
__________________
YATIRIM, sonu yanliş giden SPEKÜLASYONDUR
EGER, zamaninda spekülasyondan cikamazsaniz
MECBUREN yatirimci olursunuz..George SOROS
TEKNiGE iNANMA TEKNiKSiZ KALMA. Bikmisbroker
Alıntı ile Cevapla
  #20  
Eski 05-10-2006, 10:48
dentist - ait Avatar
dentist dentist bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 1.058/2200
469 Mesaj ına 3880 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Ortadoğunun binlerce yıllık tarihine kısa bir bakış

Alıntı ile Cevapla
dentist kullanıcısına teşekkür edenler
account (05-10-2006), alihoca (05-10-2006), buena vista (05-10-2006), chem73 (05-10-2006), janus (05-10-2006), kasved (09-10-2006), Ramo (05-10-2006), Süvari (05-10-2006), zumbul (11-12-2006)
Cevapla


Konuyu Toplam 1 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş arama yap
Modları Göster

Yetkileriniz
Yeni konu açabilirsinizdeğil
Yanıt gönderebilirsiniz değil
Eklenti gönderebilirsiniz değil
Mesaj düzenleyebilirsiniz değil

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Kapalı
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 08:17 .


Telif Hakları vBulletin v3.5.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
Tercüme ve Tasarım : Arka & Bahce