#11
|
||||
|
||||
Çetin Altan'dan
http://www.milliyet.com.tr/2006/03/17/yazar/altan.html
"Yer" yuvarlağındaki kara parçaları, 200 devlete bölünmüş durumda. Her devletin içinde yaşayanlar; tüm okyanusları kendi akvaryumlarından ibaret sanan birtakım saf ve sevimle balıklar... Oralarını buralarını koparıveren politikacılar da; akvaryumun, kocaman dikey kanatlı sinsi "melekkanatları"yla, sarı üstüne siyah çizgili, hergele "tetrazonlar"ı... *** 200 devlete bölünmüş gibi görünen "yer" küresi; gerçekte 2 sınıftan ibarettir: "Kentlilerle, köylülüğü aşamamışlar"... İsteyenler, böyle bir ayrışmayı; "zenginler, zengin olmaya çalışanlar ve yoksullar" diye de değerlendirebilir... *** Sarsıntıları, Türkiye'de de gün günden daha çok hissedilen, güçlü bir ırgalanmanın içindeyiz. 18. yüzyılın bitimiyle, 19. yüzyılın başlarında; "mutlakiyet monarşileri" depreme uğramaya başlamıştı... 20. yüzyılın başlarında; "yer" küresi hem "bağımsızlık" hareketlenmeleriyle, hem de "yer" küresini denetimleri altına almaya kalkan, güçlü devlet bloklaşmalarıyla ırgalanmaya başladı... 21. yüzyıl, "dünya vatandaşlığı" rotasında, bambaşka bir kimlikle hazırlıyor depremlerini... Avrupa vatandaşlığı, yeni rotanın ilk adımı... *** Gelelim biz yine Türkiye'mize... Türkiye'de henüz, "devlet" kavramının doğru dürüst bir tanımlaması bile yerli yerine oturmuş değil... Mutlak bir monarşinin hükümdarı 14. Louis: - Devlet benim, diyordu. Tıpkı bugünkü Türkiye'de, Hazine'den geçinmeli kamu görevlilerinin; vatandaşlarla karşılaştıklarında: - Biz, devleti temsil ediyoruz, demeleri gibi... *** 18. yüzyılın çizelgesinde, okyanusların kullanımıyla birlikte; Avrupa'da, aristokrat olmayan halk yığınlarının zenginleşmeye başlaması sayesinde, "devlet" kavramının tanımlaması da, değişmeye başladı. "Devlet", artık kentleşmeye başlamış "millet"in; "yargı", "yasama", "uygulama" organlarının sacayağı üstünde çemberlenmiş bir örgütlenmesiydi. *** Tüm dünya işçilerinin birleşmesini öneren "enternasyonalizm"in, kabartmaya başladığı dalgalarla; "devlet", "işçi sınıfını sömüren burjuva sınıfının mülkiyet bekçisi" olarak da, tanımlanmaya başladı. Türkiye, dışarıdan aldığı kavramları; oligarşik bir yapının egemenlerine, güçlü bir otorite sağlayacak doğrultuda kullanıyor ve erişmek istediği "çağdaşlık"a da bir türlü merdiven kuramıyordu. Türkiye'ye göre "devlet"; sanki Hazine'den geçinen kesimdi; çıplak hayattan geçinenler de "millet"ti. *** Çarşamba akşamı Oğuz Haksever'in, NTV'deki "Karşı Görüş" programında "şiddet" konusu işleniyordu... Konuşmalarında kimseye usulca politik sinyaller göndermeyen, üst düzey uzmanlar vardı programda... Prof. Özcan Köknel; "şiddet"in yaşanılan ortamdan, aileden, kendine bir "kimlik" arama tutkusundan nasıl serpildiğini ve bir türlü "gelişmiş, hümanist bir insan kimliği"ne erişemediği için de, güdükleşmiş bir ilkellikten fışkırdığını, bir oya işler gibi işliyordu. *** Prof. Yılmaz Esmer, toplumda benimsenmiş ve onaylanmış şiddet eylemleriyle, bazı yönetici kesimlerin "suç" dışı sayılan şiddet eylemlerinin; genç kuşakların da kendince benimsedikleri ortak bir "şiddet" vitrini oluşturduğu üstünde duruyordu. Ve "yargı birliği"nin önemini, kibarca şıngırdatıyordu. *** Az sayıdaki gerçek hukukçulardan biri olan Turgut Kazan, "hukukun egemenliği" sağlanmadan, şiddet eylemlerine çözüm bulmanın zorluğunu, hatta imkânsızlığını; rüzgârsız bir bayrak gibi öne uzatıyordu. Hukukun Türkiye'deki politikacılar tarafından nasıl göz ardı edildiğini ve Adalet Bakanlığı'nın bütçeden sadece binde 8'lik bir pay aldığını hatırlatıyordu. *** Prof. Arus Yumul, ulusal gelir dağılımındaki uçurumlaşmalarda arıyordu "şiddet"in tümörlerini... *** Doç. Nevzat Alkan ise, ceza sisteminde derinleştiriyordu, "şiddet"in zehir ve panzehirini. *** Oğuz Haksever'in, "Karşı Görüş" programında işlenen "şiddet" konusunun kayıtları; Cüneyt Özdemir'in "5n1k" programındaki "rüşvet" konusunun kayıtlarıyla birlikte, tüm lise ve üniversitelerde sık sık yayımlanması gerekli bir önemdeydi. *** Politikacılar ne söylerse söylesin, Türkiye'de de bir çalkantı dönemi başlamış görünmede... İran'ı da 21. yüzyılın, Başkan Bush'un "yeni Ortadoğu planlaması"nı çok aşan, köklü sarsıntıları beklemede... Türkiye'nin "kışla" parfümlü siyaset ile "cami" parfümlü siyaset arasındaki, söylem salıncaklanması; İran'ın yaşayacağı ürkütücü bir filmle birlikte, çok değişik bir yaylaya çıkacak. *** Enseyi karartmayın ve "statüko"culuğa aşırı lehimlenmeyin, şayet ilerideki yaşlarda üzülerek içinizi çekmek istemiyorsanız... |
Konuyu Toplam 1 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Konu Seçenekleri | Bu Konuda Ara |
Modları Göster | |
|
|