#581
|
||||
|
||||
Ay ben ne edeyim.....
Ay yazmayayım dedim dedim de, kahretsin şu yazma keyfim yok mu beni bitiriyor
Resimdeki hatun, cumadan bu yana kapanma telaşının kapanmama vazgeçtisinin hesaplarıyla karamsarlığının ve kesesinin ebatları hakkındaki hesaplamalarını yapadursun günümüz kuşlarının çirkin olduğu halde zeka ve fil hafızaları ile yıllarca ve neredeyse insan ömrüne mukabil yaşayan saksağanıma ve kargama belli ki dar alanlar da yaramıyor… Tabiat işte. Üçüncü cemremin de düştüğü bu günlerde baharın serin, yazın kurak olasılıklarını düşünerek yaşarken, bir yanda AKP kapatılıyor umutları (!) bir yanda postal seslerinin uzaktan gelen hışırtıları, bir yanda acilen değiştirilmeye çalışılan yargı azaları, bir yanda da Demokrasimin dışlandığı demokratik kanunlar… Ay ben Güzel Türkiye’min güzelliğini yaşarken güzelleşmiş cemalimde gölge yapmış perçemlerimi seveyim. Bir yanda euro dolar karşısında tavan yapmış, diğer yanda kağıtlar tabandan alım başlatmış. Yetmemiş Yeni Türk Liram dolar karşısında dip yapmış… Asgari ücret yerinde sayarken zorunlu tasarruf eklentileri kesinleşmiş, tazminatım düşürülmüş. İşveren ; işçimin ölüsü de yeter bana , derken hökümetimin Gülü ortamda türbanı canlı tutup kalanı sümen altı etmeye çalışıyor. Ay ben gözel Türkiye’mde gözelliğin gözler önündeki avazını işitirken kulaklarına tıpa takanlara bakayım. Ay ben kulaklarındaki tıpayı gül motifiyle işleyip de ferace modelleri çizenleri öpeyim. Ay ben keselerinin ebatlarını her sefer büyütüp, “insan tercihleri doğrultusunda yaşar” eziyetini çektirenleri seveyim…. Acep mazoşist duygularım mı abardı….. Neyse efenim kalınız sağlıcakla....
__________________
meraklı: üzerine vazife olmayanla ilgilenen.. Herşeye burnunu sokan..."merak ediniz, öğreniniz ki yeni ufuklarda başarı sizin olsun." |
#582
|
||||
|
||||
18 mart.......
Gerçi yazılanları günün öneminden sebeb o gün için atmalıydım buraya ama fırsatım olmadı.
Ancak şimdi yazmaya fırsat bulabildim. (sanırsınız ki feci meşgul ) Her sene okullarda 10 kasımlar gibi, öğretmenler günü ya da cumhuriyet bayramı , 23 nisanlar ,19 mayıslar gibi , 30 ağustoslar gibi 18 mart Çanakkale Zaferi de kutlanır… Şehitler için vatan uğruna- gerçekten vatan uğruna heba olmuş onca insan için anma törenleri düzenlenir. Şiirler okunur. Sunumlar yapılır, bültenler çıkar, okullarda neredeyse tam gün müsamereler oluşturulur. “Şehitler ölmez, Vatan Bölünmez” sloganları atılır, gözler yaşarır. Senede bir tek gün anılan, sözde yaşatılan bu günde hükümet büyükleri (!) bile üç beş cümle sarf ederler. “Nedir dert ?” Duyarlı olmak mı, ti’ye almak mı… Gördüğünü anlamak mı, algı yansımasında farklı yormak mı…Fırlamalık mı keyif mi… İşte ayırt edilebilmesi gereken önemli ayrıntılar. Takıntılar, kişinin ruhsal gelişmemişliğini anlatır. Keyif ise hep beraberkenki paylaşımı. Senede bir gün, ya da şehitler toprağa nakledilirken mi “ah ah, vah vah “ demek gerekir ?? Ya da çuvaldızın ucu malum yere değince mi “hoop” demek akla gelir. Okuduğunu anlamak mı önemli olan, anladığını sandığını kusmak mı başkası üzerine… Yoksa başından sonundan ortasından şööle bir göz atıp geçmek mi yazıların??? Her ne ise… Sonuçta belirsiz bir siyasetin illegal olarak yansımasını hararetli şekilde yaşıyoruz. Ama türban ama AKP ama Kandil opreasyonu ama çetecilik ama ama…. Bir şekilde yaşıyoruz. Dilerim ki artık canını feda edenlerin feda ettikleri değerler eski kıymetine kavuşsun. Ve dilerim ki Cezayir’i İran’ı Malezya’yı geçtim, Türkiye’mi de bu girdapta yok olurken görmem. Ve dilerim ki siyaset gerçek yerini bulsun – hernekadar temeli yalan da olsa……. Ve dilerim ki siyasetçiler aslolan görev ve bilinci yerine getirsinler – her nekadar yalancı ve yüzsüz olsalar da…… Kalınız efendim sağlıcakla…
__________________
meraklı: üzerine vazife olmayanla ilgilenen.. Herşeye burnunu sokan..."merak ediniz, öğreniniz ki yeni ufuklarda başarı sizin olsun." |
#583
|
||||
|
||||
Anayasa prefüsörü demiş ki ; ‘’ uzaydan halk getirelim.’’
Hohohoho!!! Olurmu hiç öyle şey canım ! OLUR. Bu memlekete, 1930 lu 1940’lı yıllarda uzaydan bir millet gelmiş vallahi. İnanmayan, anasının nikah resimlerine, dayısının sünnet resimlerine baksın. O resimlere ve bugün o resimlerin çekildiği yerlere baktığınızda gerçekten de o vakitler bu topraklara uzaydan bir millet gelmiş olduğunu lakin, nedense birkaç on yıl sonra, önce yavaş yavaş, sonrada ışık hızıyla çekip gittiklerini görürsünüz. Bu uzaylıların benzerleri, birkaçbin yıl önce Mısır’a gelip piramitleri diken ve bazı taşlara parmak izlerini bırakanlara ne kadar da benziyor. Ben inanıyorum vallahi ; uzaydan halk gelebiliyor. Peki, bizim uzaylılar neden gitmiş ? Önce Köy Enstıtülerini kapatmışız, yeniler gelmekten vazgeçmiş. Sonra, Egitim enstitülerinde 3 ayda beli silahlı yandaşlara diploma verip memlekete öğretmen diye salmışız, gidenler hızlanmış. Sonra, YÖK diye bir ucube kurup, bilimin özgürlüğü yasaktır diye tabela dikmişiz, gidiş yolunda izdiham başlamış. Sonra, önümüze gelen yere beş katlı uzun uzun betonarme binalar dikip kapılarına Universite yazmışız, Universe, kainat olduğundan utanmış, hala gitmiyenler fesüpanallah diye pılı pırtıyı toparlamaya başlamış. Demek istediğim şudur ki Ahaliciğim ; bu memleketin , bu memlekete yakışmayan devrimi , bu memleketin halkını önce çağdaş yapmaya niyetlenmiş, bu devrimin öncüleri çağdaşlık olmadan çağdaş demokrasi olamayacağını o zamandan sezmiş, devrimi devrim kurallarına göre uygulamış, lakin, o içine sıçtığımını ‘’konjonktür’’ var ya, bir yandan 29 krizi, ardından ikinci dünya savaşı, peşinden soğuk savaş derken devrimi ve ‘’uzaylı milleti’’ yerle yeksan etmiş, O halk da, bir Avea kullanıcısı edası ile Ohhh Bee diyerekten özüne dönmüştür. Üzgünüm ki, kırılan devrimler, bir daha yerine yapışıp, kaldığı yerden devam edemez.İlle de kırığın oluştuğu yere yapılan yama, o gidişin dümdüz olmasını sağlayamaz, ve dikiş ne kadar geç ve alelacele atılırsa, kırığın açısı sapar.Kırıla yapışa sapma 90 dereceyi gecerse onun adına geri dönmek denir ki zaten dönülmüştür. Ben bu yazıyı yazarken tam buralarda çişim gelmişti, yarım kaldı. O gün bugün üstüne bir de Ergenekon geyiği çıktı ki o bile sogudu. Ulen bu memlekette de güncele yetişmek amma zor ha. Neye ne yetiştirecegimizi anlayamadan bir de cocuk yetiştirmeye yetişmeye çalışıyoruz ya, en boktan tarafı orası vallahi. Derken Paris Hilton bile geldi de gitti bile.o hooo o !!! yok valla güncelle alakalı yazmıyacam artık. |
AnnE kullanıcısına teşekkür edenler | ||
#584
|
|||
|
|||
Body World
Bir kac gun once tv de izledigim kisacik bir reklam bana bu kadar da olmaz dedirtti. 10-15 saniyelik bu reklamda anatomy kitaplarinda gordugumuz vucutdaki kas sistemini gosteren cinsten goruntuler esliginde dunyaca unlu Body world adli serginin muzede ziyaretcilerin izlenimlerine acildigi bildiriliyordu. Muzelerde gormeye alismadigimiz bu tur bir activite haliyle benim merakimi cekti ve olayi anlamak icin biraz arastirma yaptim. Meger dunyada ne tuhaf seyler oluyormus da benim haberim yokmus.
Gunther Von Hagens isimli Alman anatomist 1977 yilinda cesetlerin korunmasiyla ilgili yeni bir sistem bulur ve 1982 yilinda da plastination adini verdigi bu sistemin patentini alir. Plastinationda ceset, once derisi yuzulup sonra yag ve sivilarin uzaklastirilmasi icin asetonda bekletiliyor ve daha sonrada onlarin yerini almasi ve korumasi icin plastiklendirme islemine tabii tutuluyor. Yani cok ince bir plastikle belli olmayacak sekilde kaplaniyor diyelim. Tabii bu cesetler oylece yatip durmuyor. Cesitli sportif faaliyetler yapar gibi veya satranc oynuyormus ya da ata binmis gibi pozisyonlarda sergileniyorlar. Bu arada plastinationun kolay bir islem olmadigini, ortalama 1500 calisma saati ya da yaklasik 1 yil aldigini ve 42.500 dolara mal oldugunu da soylemek gerekiyor. Hagens 1995 yilindan itibaren bir dunya turu kapsaminda bu cesetleri dunyanin bir cok ulkesinde sergilemeye baslar. Insanlar akin akin bu ilginc sergiye kosarlar. Bu arada bu olayin etik olup olmadigi tartismalari baslar. Hatta Der Spiegel dergisi bu cesetlerin Cin'den gelen akil hastasi, evsiz ve idam edilmis sahipsiz insanlara ait cesetler oldugunu iddia etmistir. Ancak Von Hagens bu iddiaya karsi yasal islem baslatmis ve 2005 yilinda dergi uyari almistir. Iste dostlar bu Body world adli sergi Amerikada bir cok sehirden sonra simdi de Los Angeles, Baltimore ve Milwauke de sergilenmeye baslamis. Amerikali aileler cocuklarini da alarak yazdigim sehirlerdeki muzelere kosmakta ve cesetler arasinda dolasmaktadirlar. Hatta isteyenler oldukten sonra cesetlerinin bu sekilde kullanilmasi icin bagis da yapabilmektedirler. Zaten Dr. Gunther Von Hagens de USA ve dunyanin diger ulkelerinden 7000 bagiscilari oldugunu aciklamis. Peki ben gidip izlemeyi dusunuyor muyum? Asla. Benim gibi kan veya ceset gordugunde bayilip dusen birisinin boyle birsey yapmasi mumkun olabilir mi? Ben almayayim, alanlara da mani olmayayim. |
hazan kullanıcısına teşekkür edenler | ||
#585
|
||||
|
||||
Perulu.Bir Finlandiya şirketinin Çin’de yaptırdıgı makinaları buralarda satıyor.Karısı Ukraynalı, İtalya’da yaşıyorlar. Çok seyrek gidiyor ailesinin yanına. Gidesi yok.
Peru’yu pek anımsamak istemiyor. İtalyadakiler de kendilerini unutturmak istiyor. Yemediği halt, yaşamadığı hayat kalmamış.Geride sadece tecrübeler ve anlatacak bir sürü lafı kalmış.Kenara koyabildiklerini, yenilerini koyma fırsatlarını yitirirken yitirmiş. Raf ömrü dolmak üzere, satacağı şeylerde yavaş yavaş beş para etmez olmakta.Çat pat anlaşıyoruz. Bir gece yarısı, bir arkadaşla birşeyler içmek için biryerler ararken, anlamsız bir saatte rakı içtiğini görmüş, bu anlamsızlığı sorarak tanışmıştım.O gün bugün görüşürüz. O beni hiç anlamaz, ben onu az anlarım. Hep anlatır. Gidecek yeri kalmayanların hikayeleridir anlattıkları. Yaşamış ama kazanamamış, kazanmış ama harcayamamışlıklarıdır. Harcadıklarını yerine koyamamanın eksikliğini hiç mi hiç hissettirmez. Hissetmemek için gitmez hangisi olduğunu bilemediği ülkesine; hissettirilmeye verecek tepkisi kalmadığından. Bir alkol sisi altında laflarken dikti gözünü gözüme ; ‘’Ey karanlık AnnE, yaralarsın beni yürekteki on bıçakla, bu tarafa doğru, o aydınlık zamana doğru, o külsüz ilkbahara doğru.’’ Ohoo dedim. Sanırım Neruda’dan. Bilirmisin, O’nun adı Neruda degil, Neruda aslında bir Çek şairidir. Şilili olan, onu çok sevdiği için, Neruda adıyla yazmış o anlaşılması, hele ki cevirilerinin anlaşılması pek zor şiirleri.Geç Neruda’yı da seni on bıçakla yaralayan ben miyim, hesabını iyi yap. Bu eskiden kocaman olan dünyada iki lafını paylaşacagın kimsen kalmadıysa, neden her bulduğunda benim üzerime kusuyorsun yüreğini. Hayır, rahatsız olduğumdan değil. Yine dikti gözünü ; ‘’sen yoksun deniz yok yıldızlar arkadaşım ya bu gece harika bir şeyler olsun yahut bir bomba gibi infilak edecek başım.’’ Boşver ya dedim. Bırak infilak etsin. Bırak artık olmayan birilerinden birşeyler talep etmeyi.Bak bu nereden bildigini bilemediğim şiiri yazan koca Atila İlhan infilak etti de gitti, kimin umurunda. Senin şiirini Aragon yazmış ; Yalnız insan merdivendir Hiçbir yere ulaşmayan Sürülür yabancı diye Dayandığı kapılardan Yalnız insan deli rüzgar Ne zevk alır ne haz verir Dokunduğu küldür uçar Sunduğu tozdur silinir. Sustu. Sustuk kalkana kadar. Kalktık. İkimiz hendi yolumuza koyulduk. Döndü seslendi uzaktan; ‘’AnnE ; Alina dönmüş! ‘’ |
#586
|
|||
|
|||
Taş duvarları vardı, ahşap bir de kapısı
Bir aşağı bir yukarı yürüyüp duruyordum duvar boyunca. Kapı açılacak , bana kaç gündür beklediğimi bilmediğim trampeti verecekti. Ne bitmez günlerdi. Kaç gün gittim o kapının önüne bekledim. Bilmiyorum. Son ders zili çaldıktan sonra doğruuuu taş duvarın yanına. Okula yakınmış demek ki. Duvar o kadar yüksek ki, hele o kapı çok haşmetli. Düşünemiyorum tabii. O duvar, o kadar yüksek değil, kapıda normal çift kanatlı ahşap kapı, küçük olan benim. Korku var içimde kapıyı çalamıyorum, trampetim diyemiyorum. Sadece bekliyorum. Okul müdürü küçük sınıf ve çok zayıf olduğum için izin vermemiş oyalanayım diye derisi patlamış trampeti vermişti. Trampeti beşinci sınıflar çalacakmış. Artık azim midir, inat mıdır, bilmiyorum, bir adet patlak derili trampeti kapmıştım. O davul derisini geren kimdir, nerden bulmuştum, kaç liraydı hatırlamıyorum. Hatırladığım küçük sınıf olarak trampet çalan tek öğrenci olduğum, trampeti tamir ettirmenin nerdeyse yeni bir trampetten daha pahalı olduğu (bunu sık sık tekrarlardı ev halkı…enayi falan gibi kelimeler eşliğinde) ve trampetin bana yaklaşık bir beş beden büyük geldiği. Olsun. Hiç önemli değildi. Hava kararana kadar sokakta, azar işitene kadar evde… Cıstak cıstak cıstakataktak şeklinde. Seneye hedefim, en önde bayrağı taşımaktı. Olmadı… kilodan kaybettim. İlkokulu kıdemli trampetçi olarak bitirdim. Hayat bazılarına karşı böyle… Patlak trampetler düşüyor kısmetine… Kimine göre kısmet değil. Seçim. Seçiyorsun kısmetini, çekiyorsun tıpkı bir mıknatıs gibi. Kimine göre enayilik. Enayiliğe kodlanmış doğuyorsun ve hep enayi durumların içinde kalıyorsun. Farkına vardırılıncaya kadar da, anlamıyorsun. 23 Nisan diyecektim…çocuklarımız diyecektim…hayaller diyecektim, gene olmadı. Kısmetse, seneye.... |
#587
|
|||
|
|||
Üç karımla yaşıyoruz kime ne?
Tekbir Giyim'in sahibi Mustafa Karaduman, 3 eşli olduğunu, tüm eşleri ve çocuklarıyla birlikte aynı evde yaşadıklarını itiraf etti.
Karaduman, Ahmet Hakan'ın dün Hürriyet'te yayımlanan köşe yazısında, 4 eşli olduğu yönündeki yazısıyla gündeme gelen iddiaları VATAN'a değerlendirdi. Karaduman, VATAN'a çok çarpıcı açıklamalarda bulundu: Boşanıp da mı evlendiniz her seferinde? Yok hayır. Bir aradayız, çocuklarımız yanımızda. Çocuklarımın hepsi benim üzerime kayıtlı. İmam nikahı bizim dinimizde, inancımızda var mı bilmiyorum. Siz nasıl tanımlıyorsunuz evliliklerinizi? MK: Ben evliyim. Siz nasıl tanımlarsınız bilemiyorum. Kendi çocuğum var üzerime kayıtlı. Resmen devletin tanıdığı benim çocuğum. Babası benim soyadı benim, annesi de kendi annesi. Ama eşleriniz resmi nikahlı eşleriniz değil... MK: Türkiye Cumhuriyeti ne şey yapıyor bilemiyorum. Benim gizlim de yok. Benim için yeni bir şey olmadığı için gündemimde de yok. Yani aile içinde gizli birşeyimiz yok bizim Allah'a şükür. Kaç çocuğunuz var? MK: Gerek var mı, bunlar özel bilgiler. Durumunuzu nasıl tanımlıyorsunuz? MK: Bu konulara çok girmeye gerek yok. Ben evliyim çocuklarım var. Türkiye Cumhuriyeti'nin şeyi de çocuklarıma “Babası Mustafa Karaduman, annesi falandır” diye kimlik vermiş. Gerisi benim şeyim değil. Benim inancımda da bunlar yasak şeyler değil. Çocuklarım aynı okulda, bir problemleri de yok Allah'a şükür. Bugüne kadar da hiçbir yasal sorun yaşamadım. Eşlerinizle ilgili durum şu an yasak değil mi? MK: Çocuklarım için yasaların bana tanıdığı hakla, onları kendi annelerinin adıyla benim kütüğüme kaydettirdim. Hepsi resmi olarak soyadımı taşıyor. Gerisi beni ilgilendirmiyor. Benim için problem teşkil etmiyor. Eşlerimle ilgili durum için Türkiye Cumhuriyeti şeylerinde resmi muamele kabul etmiyorlar. Çocukları kabul ediyorlar. Benim problemim değil. Önceki hanımla olan evlilik cüzdanımı da hiçbir yerde hiçbir şekilde kullanmadım. İhtiyaç da duymadım. Tozlu sayfalar arasında duruyor. Ahmet Hakan, 21 yaşında bir kızla yeni bir evlilik yaptığınızı da ortaya attı, doğru mu? MK: Hayır bu doğru değil. Asparagas. Son evliliğim 1993 yılında. (Vatan) YORUMSUZ.. |
#588
|
||||
|
||||
Reca ederim....
Biri, üç karısıyla yaşar, Türkiye Cumhuriyetinin "şeyleri" bi durum yaratmaz... Ne de olsa serde kabul görmüş bir iktidarın kurallarına göre yaşam şeklimiz biçimlenmekte...
Zaten Türkiye Cumhuriyeti'nin "şeyleri" de gereksiz birer kural-kanun, nedir ki- acilen değişmesi farz olmuş "şeyler"..... Diğeri diğer yanda "şehitlerin acısı"nın arkasında yamuk zihninin budaklanmış hallerini saklamaya çalışırken, sübyan sayılan çağın cocuklarından tahrik olmakta, çıplak görünen ayak bileğinden tahrik olmakta... Hayatımızı "şey olmuş şeylerin öngördüğü şeyler " üzerine oturtmak istemesek de oturtulduğumuzun, ve oturtulurken acı çekermiş gibi yüzümüzü buruştursak da, aslında ne de rahat girdiğinin anlatımını bilmem daha fazla anlatmaya gerek var mı ???? Minicik not : Yaz mevsimi geliyor...Her hatuna bir haşemaa unutulmayaa
__________________
meraklı: üzerine vazife olmayanla ilgilenen.. Herşeye burnunu sokan..."merak ediniz, öğreniniz ki yeni ufuklarda başarı sizin olsun." |
meraklı kullanıcısına teşekkür edenler | ||
buena vista (26-04-2008), Ramo (26-04-2008) |
#589
|
|||||||||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||||||||
Arada bir hatırlamak için
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez |
#590
|
||||
|
||||
Bir süredir, sürücülerin karşıdan karşıya geçme ihtimali olan yayalara yol verdikleri, rüzgarları tozsuz, yağmurları çamursuz, bir kerede kurdukları ve neredeyse yüzlerce yıldır hiç yıkıp yeniden yapmaya ihtiyac duymadıkları şehirlerde , trenleri tam dakikasında gelen ülkelerde idim.
36 yıldır buralarda calışan ve 9 yıldır emekli olan ve 4000 Euro emekli maaşıyla beraber canı sıkıldıkca taksi söforlugu yaparak bir 4000 daha kazanan ve yılın en az 4 ayını memlekette, bu 4 ayın ikisinide Bingöl’deki köyünde cok uzaktan gelmeyen silah sesleri altında geciren, 20 ile 40 yaş arasındaki dört cocugunu da üniversite de okutmuş ve hepsinin ‘’çok sükür’’ hayatlarını kurtarmış olmaları ve hepsinin ‘’anadilini’’ çok iyi konuştukları ile övünen Hikmet ‘’amca’’ ile sohbet ettim. Eski zamanlardan kalma intibası veren duman altı bir Türk kaavesinde Nonda’nın golune sevindim. 80 yaşındaki ‘’Allah’ın savaşcısının ‘’ 14 yaşındaki kızı parmaklarken ‘’erken gelmesini’’ ne yazık ki geç duydum. Memleketin üstünden pas gecerek bu diyarlar döndüm. Taksim müdafaasını izledim televizyonda. Pala’yı ve yüzünü saklayabilmenin ve üstündeki kıyafetin ve olmayan sicil numarasının ve belindeki silahın verdiği cesaretle ‘’ Türk’ün gücünü’’ gösteren zavallı korkakları gördüm. Kimin kimi kimden koruduğunu anlamaya hiç kafamı yormadım ama kendimizi ve çocuklarımızı kimlere emanet edemiyeceğimizi bir daha görünce uyuyamamaklarımın bitmeyeceğini idrak ederek iki hap daha attım ağzıma. Dostoyevsi’nin 1846 da yazmayı bitirdiği İnsancıklar’ı bitirdiğimde, 160 yıl önce dünyanın başka bir yerinde yaşanmışların hala benim ülkemde yaşanıyor olmasının aslında ‘’ütopya’’ sahibi olmanın ne kadar iyi birşey olduğunu farkettirmesi ile az huzur duydum. Alina’nın arkadaşlarından birini gördüm, 7 aylık hamile.Daha önce dört kere aldırdığı için artık bunu doğurmak istiyormuş, çok mutluymuş, erkekmiş, kutlamışlar, babası mı ? boşvermiş. Üçü de dönmüş. Alina evden çıkmıyor, televizyona bakarak buldukça içiyor ve uyuyormuş. Selam yolladım. |
Konuyu Toplam 1 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Konu Seçenekleri | |
Modları Göster | |
|
|