Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Arka BahÇe - Sayfa 49 - Arka BahÇe Forumu
Arka BahÇe Forumu  

Geri Dön   Arka BahÇe Forumu > Arka BahÇemiz > Arka BahÇe
Kullanıcı ismi
Şifreniz
Kayıt ol SSS Üye Listesi Takvim Arama Bugünkü Mesajlar Bütün Forumları okunmuş kabul et


Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Arka BahÇe
Konudaki Cevap Sayısı
14497
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
652596

Cevapla
 
Konu Seçenekleri Modları Göster
  #481  
Eski 21-05-2007, 15:29
neron - ait Avatar
neron neron bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 139/3021
68 Mesaj ına 527 Kere teşekkür edildi
Smile sevgili meraklı' ya yoklama vereyim

Biz gavuruk,
Mitingde çalıp oynarken yorulduk,
Yaz da gelmiş,
Hemen Çeşme'ye koştuk...

S&S
Alıntı ile Cevapla
neron kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (21-05-2007), meraklı (21-05-2007)
  #482  
Eski 21-05-2007, 22:15
bikmisbroker - ait Avatar
bikmisbroker bikmisbroker bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kanada
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 590/835
107 Mesaj ına 2990 Kere teşekkür edildi
bikmisbroker - MSN üzerinden Mesaj gönder
Tanımlı

Alıntı:
meraklı´isimli üyeden Alıntı
Özlüyorum, yazılmış o eski yazıların tadını, ilk zamanların yazılarındaki o keyfi özlüyorum

Efendim yine merakli arkadasimiz merakli merakli tetikliyor bizi..
Yahu sevgili kardesim, okumaktan, dusunmekten yazmaya vakit mi kaliyor??
Seanslar HIZLI, borsa dersen OYNAK, zaten bir de SECiM cikardilar basimiza..

Ne yazacagimizi sasirdik!!

Aklimdan gecenleri yazsamm, bir turlu.. Duygularimi yazsammm diger..
Peki hic dikkat ettinizmi, bu aralar Turkiye capinda duzenlenen mitinglerde nerede ne kadar kalabalik toplanmis yaziliyor ciziliyor..
Laiklik elden gitti, gidiyor diye bir KARSI cephe olusturulmaya calisiliyor..

Gelen emaillerden bunaldim artik..
Bir tanesi gecen secimlerde 9 milyon secmenin OY VERMEDiGiNi yazmis!!
Bir sebebini dusundunuzmu??
Bu 9 MiLYON secmen NEDEN OY VERMEDi??
Vermedi cunki ortada OY vermeye degecek parti ve LiDER YOKTU!!

Ne yani Bugun varmi??
Gecen secimlerden FARKLI olarak bugun Hangi parti ve HANGi LiDER VAR??
Bir Allahin Kulu bana cevap versin, Gecen sefer de bu muhalefet liderleri yokmuydu meydanlarda?
Yine Bu 9 milyon vatandas degilmiydi bunlara burun KIVIRIP sandik basina gitmeyen??
Ne degisti Allah askina??


Bugun ne degisti??
Fizikde bir kaide vardir, ETKi-TEPKi prensibi .. Bugun yapilmak istenen budur!!
Yaziklar olsunki LAiKLiK elden gidiyor safsatasinin arkasina siginmis muhalefet ve LiDERLER'e OY verecegiz yine!!

Maalesef son 20-30 yildir kasdira kasdira basimizdan eksik olmayan liderlere ve partilere kaldik yine!!
Hangi muhalefet liderimizin gorusu var aklinizda?? "LAiKLiK elden gidiyor" slogani disinda??

Dogrudur, Ataturk devrimleri ve Cumhuriyetimiz tehlike altindadir.
Dogrudur, Turkiye (kanli veya Kansiz) bir degisim surecine itilmistir.
Dogrudur, Her turlu takkiye yapilmaktadir.
Dogrudur, Devlet yonetiminde, Piramidin en ust kademesinde SAC AYAGI nin kurulmasina RAMAK kalmistir.


Bakiniz bu AMPUL simgeli parti ulkemizde sahte bir cennet yaratti.
Sicak parayi davet ederek, dunyadaki en yuksek reel faizi vererek yaratilan bu sahte cennetin arkasindan bu secimlerde YONETiME gelecek partinin Vatani icin, secmenleri icin, gelecek nesiller icin, OY potansiyeli icin, LAiKLiK ve bu ulkenin selameti icin COK ama COK calismasi gerekmektedir!!

Bu konuyu isleyen 1 tane LiDER'i miz 1 tane PARTiMiZ varmi?? YOK!!!

Hangi partimiz bunu NASIL yapacak??
Bu detaylari bilmeden NASIL OY verecegiz??
Bu detaylar belli olmadan verilecek OY lar HEBA olmayacakmidir.??


Bati deseniz zaten Nufusunun %95 i musluman olan Turkiyenin, Demokrasi ile yonetilen bir Turkiyenin Onunu TIKAMAK istemektedir...
Islam ulkeleri deseniz zaten cogunda seriat kanunlari gecerli olup, Ataturk ilkeleri ile yonetilen demokratik ve Laik bir Turkiye onlar icin de KOTU BiR ORNEKTiR!!

Dunyada Ne doguya ne de batiya yaranamayan bir ulke bu Turkiye Cumhuriyeti!!

Alıntı:
AnnE´isimli üyeden Alıntı
Bugün 9 Mayıs. Bizim buralarda bayram.
Bugun 21 Mayis, bizim buralarda da bayram sevgili AnnE cigim..
Kralice Victorianin dogum gunu dolayisi ile Bayram tatilindeyiz.

Bu bayram tatilinde kafamda ucusanlari 2 satir yazayim dedim.
Insallah keyfinizi kacirmadim??

Yoksa kacirdimmi???
__________________
YATIRIM, sonu yanliş giden SPEKÜLASYONDUR
EGER, zamaninda spekülasyondan cikamazsaniz
MECBUREN yatirimci olursunuz..George SOROS
TEKNiGE iNANMA TEKNiKSiZ KALMA. Bikmisbroker
Alıntı ile Cevapla
bikmisbroker kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (21-05-2007), AnnE (22-05-2007), coser (22-05-2007), Emin (03-06-2007), flz (23-05-2007), hakan (22-05-2007), meraklı (21-05-2007), R.W (07-07-2007), Ramo (22-05-2007), serdarkus (22-05-2007), TheSecret (21-05-2007)
  #483  
Eski 22-05-2007, 12:20
AnnE - ait Avatar
AnnE AnnE bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Suriçi
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 606/518
314 Mesaj ına 5527 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Düdük

Bayramın mübarek olsun Babo ;

Siz o kraliçe Viktorya rahmetlinin öldükten sonra karizmasının, sülalesi tarafından nasıl çizildiğini bilmem bilir misiniz ?

1930 larda , Cunard Lines firması dünyanın en büyük gemisini yapmaya başlar , fakat bu boyuttaki bir yatırımın altından kalkamaz , nasıl kalksın ki gemi dediğin şeyin üç düdüğü var , her biri 1 ton agırlığında ve 20 mil öteden duyuluyor.Varın gerisini siz hesaplayın.

Neyse, bu işin altından kalkamayan Cunard , White Star Lines ile birleşir ve beraber gemiyi yapabilirler.

Gemiye de rahmetli Viktorya ablamızın adını vermek için o zamanki kral George Bey'e müracaat ederler. Derler ki : ''Siz haşmetli kralımız , uygun görürseniz, transatlantiğe Britanya'nın en meşhur kraliçesinin adını verebilir miyiz?"

Geroge Abi cevap verir : "Tabii. Karım (Kraliçe Mary) bundan gurur duyar" deyince geminin adı mecburen Kraliçe Mary olur.

Bu olaydan sonra rahmetli Viktorya Hanımın , mezarında üç tur döndüğü rivayet edilir.


Ulan Corc , karına yalakalık yapacan diye koca kraliyet sülalesinin karizmasını yedin be.

Helal olsun.
Alıntı ile Cevapla
AnnE kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (23-05-2007), meraklı (22-05-2007)
  #484  
Eski 23-05-2007, 12:08
flz flz bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Jan 2007
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 41/319
39 Mesaj ına 191 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Acep bahar gevşekliği mi…Nerelerdesinizzz….??????? Sevgili meraklı'dan alıntı




Kaz dağlarının eteklerinde, önünde ambulans bekleyen iskelede, yemeden ve içmeden çatlamak üzere, mutlu bir şekilde, ruhumu teslim etmek üzereyim, diyebilmeyi çok isterdim...ama değilim…zaten anneler gününde tek taşlı yüzükte gelmedi… inceden bir hüzün var gibi...

Geçen gün tv nin başındaydım. Çok bilenlerden biri (başka bir şey demek geliyor içimden ama ayıp) dedi ki; bu mitinglere gerek yok, her şey yolunda …önemli olan ekonomi…borsa da düşmedi…şu grup bu kadar, bu grup bu kadar yatırım yaptı, ekonomi büyümeli…aaa dedim …demek önemli olan ekonomi..çakarım ona buna aman ekonomiye bişey olmasın durumu yani…anahtar kelime…ekonomi…onun büyümesine yardım etmeliyim…uğraşmalıyım didinmeliyim, ekonomiyi ben de büyütmeliyim…iyi de…o büyürken ben niye küçülüyorum anlamadım… ekonomi, pek önemli, o büyümeli…hızla…kanser hücresi gibi...büyürkende bi çok şeyi yoketmeli…demokrasi mi?

Büyümenin bedeli biraz ağır gibi geldi bana…

Yetişkin olmak, kuşku ve kesinsizlik içinde yaşamayı öğrenmek değil mi?

Öğrenmeye devam…
Alıntı ile Cevapla
flz kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (23-05-2007), bikmisbroker (23-05-2007), buena vista (24-05-2007), dentist (24-05-2007), janus (23-05-2007), meraklı (23-05-2007), Ramo (23-05-2007), serdarkus (23-05-2007)
  #485  
Eski 24-05-2007, 00:52
alihoca alihoca bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 361/2464
166 Mesaj ına 2501 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Hüso ile Rabiş Kız

Başlarında deli rüzgârların estiği lise yıllarıydı. Biri Kafkas kökenli olmak üzere toplamı iki Ali bir Hüso, 6 Edebiyat B Sınıfının üç kafadarıydılar. Sonradan bunlara bide Mamıt katıldı, dörtlediler. Hepsi sınıfın hemen girişinde sağ tarafta duvar dibine dizili sıralarda oturuyordu. Öğrenim hayatı boyunca kızların hemen arkasında oturmaya mahkûm olanı, adaşı ile baştan ikinci sıradaydılar. Hüso onların arkasında, Mamıt yaşça ve boyca büyüklerle birlikte en arkada loca denilen mevkide oturuyordu.

Kızların arkasında oturmak deyip geçmemek, hafife almamak dahası iki kelam etmek lazım. Gözün dalar bakarsın, suç olur. Elin değer, ayağın sürter dokunursun, suç olur. Yanındakine iki laf dersin, önündeki zıplar; laf attı olur. O dakkada fişşek gibi fırlayıp Gara Hüsüünün yanına gitmiştir bile. Sağ olsun, Hocamız da ‘ne yaptınız Ulen zibidiler?’ demeden önce ‘güzel bir hoş geldin ziyafeti’ çektiği için ancak ikinci fasıldan kurtulmanın çaresini düşünmek zorunda kalırdınız.

Bak şimdi, eliniz, gözünüz, sözünüz değmese bile suçlu ve dolayısı ile hedef olacağınız durumlar vardır, desem iftira attığımı sanır ve günahımı alırsınız. Alın, alın da ‘Laf atmamak suç olur mu?’ demeyin sakın! Yanılırsınız. Çünkü aslolan, kızın neyi isteyip, neyi istemediğidir. İşte bu gerçeği bilemediniz mi? Çıra gibin yandığınızın resmidir.

Şimdi ‘kız, Sizi gözüne kestirdiyse’ diye başlasam, niza çıkacağı için Siz onu; ‘arkadaş olmak istiyorsa’ şeklinde ifade ettim sayın. Erkek dediğinin de ancak kırkında –o da az buçuk- kemale erebildiğini hesaba katıp, kızın bu isteğini anlayamadığı (çoğunluk) hallerde olabilecekleri kafanızda bir canlandırın hele. Çok yakın bir arkadaşımın ortaokul yıllarında anasından emdiğini burnundan hem de fitil fitil getiren bir ön sıra oturanı vardı ki, yaşattıklarını beddua olarak düşmana dilemeye bile yüreğiniz elvermezdi yani.

Yıllar geçip de arkadaşımızın sıra komşusuna ‘Neydi bize o çektirdiğiniz?’ diye sormuştuk. Çocukça bir muziplikle ‘Akıllım o Sizi çok seviyordu da ondan’ diye anlattığında, çokbilmiş geçinen biz şaşkınların halini görmeliydiniz. Şaşkın diyorum ama bir yandan da tüm çekilenlere rağmen ‘Allah nefretinden korumuş’ diye içimizden geçmedi değil. Zaten o günden sonra erkeklerin ‘kadın milletinin ciğerini okurum’ filan diyenine, zavallı diyerekten çok acırım.

Eh, bu kez de yeterden fazla derecede uzatmayı başardığımıza göre işkenceyi tadında bırakıp, öykümüze dönelim.

Devlet kapısında emekçi olarak çalışan babasının, tayin olduğu yerde lise olmadığı için akrabalarının yanında kalmak üzere gönderdiği Hüso, tertemiz yüreği ile içlerinde en masum olanıydı. Bir taraftan on üç, on dört yaşlarında anadan ayrı kalmanın burukluğu, diğer taraftan akraba evinde kalmanın zorlukları, onu içine kapanık biri yapıp çıkmıştı. Kafadarların içinde, giyimi, kuşamı, terbiyesi bir yana, Hüso’nun mazlum kandırılmışlığını sadece yüzüne bakarak bile anlamak mümkündü.

Birçok konuda ağzından kerpetenle laf alınabilen Hüso, arabalar ve şoförlük konusu açıldığında susmak bilmezdi. Gurup olarak yaptıkları kutlamalarda, kaldığı evdeki öğretmen akrabasından öğrendiği votkalı muhabbetleri arkadaşlarına öğreten de olmuştu. Fondipler ilerledikçe; derdi, sevinci ve kızgınlığını yüreğine gömen kişi gider; dertlenip ağlayan, şakalaşıp gülen, oynayıp eğlenen rengârenk bir insana dönüşüverirdi.

Neyse efendim, günlerden bir gün derslerden hangisiyse birinde; alilerin en hininin arka sırada oturan Hüso’ya bir göz atışında, onun orta ön sıralara sabitlenmiş gözlerle dalgın bakışlarını görür. Doğrusu ya ilk bakışta arkadaşının dalıp gittiği derinlikleri ‘bir anlık dalgınlık’ sanır, önemsemez. Ertesi gün aynı bakışları, aynı istikamette kilitlenmiş gören alilerin hini hafiften tellenir. Teneffüste ailevi veya maddi bir sıkıntının sorunun kaynağı olmadığından başka tatmin edici bir cevap alamayınca geriye dalıp gidilen istikamet kalmıştır artık.

Hüzünlü dalgın bakışların merkezinde orta sıraların önden ikincisinde oturan sınıfın en gözdelerinden Rabiş olduğu geç de olsa anlaşılmıştır. Mengene gibi sıkılı ağızdan birkaç günlük sorgulamalarla dahi bir şey alınamayınca votkaları açmaktan gayrı bir yol kalmaz. Biraz peşrev faslı, biraz dolduğu gibi boşalan kadehlerin yardımıyla bizimki sonunda çözülür. Üç dört ay önce filizlenen yemeden içmeden kesilircesine süren bir aşk öyküsü gözyaşları eşliğinde anlatılır ki, kafadarların adeta nutku tutulur.

Gel velâkin, Alamanya’da işçi olan babasının gönderdiği marklarla yediği önünde yemediği ardında yaşayan, tiril tiril giyinen boyu posu yerli yerinde üstelik o günlerin düşman saflarından biri ile ilişkisi vardı. İlişki dediğimde, güreş sporunun sadece belden yukarısının serbest olduğu grekoromen kadar bile değil. Saklı gece karanlıklarının kısık lamba ışığında yazılan mektuplar, teneffüslerde birkaç dakikalık buluşmalar ve hadi çook ileri gittiler desek bile eklenebilecek olanın azamisi; kıyıda köşede tutulan ellerin günlerce yıkanmadığı, bakıp bakıp derin hülyalara dalındığı haller olabilir ancak.

‘Etme gitme!’ dediler, ‘bak; şöyleyken şöyle, böyleyken böyle olur!’ dediler. ‘Boş ver, şu gözlüklüyü zaten kör galiba’ dediler. Hocanın gözü önünde kopya çeken kızla baş edilmez dediler. ‘Olum sana başka kız mı yok, yeter ki sen iste!’ dediler. Gibi daha neler neler dedilerse de, Nuh deyip Peygamber dedirtemediler. Daha doğrusu ‘Nuh!’ bile demedi aslında. Dört cepheden onca vazgeçirme çabalarına karşın, boynunu büküp, dalgın boş ve bön bakışlarla önüne baktı durdu sadece. Sonunda pes edip kabullenmek zorunda kaldılar. Ne yapsın gariplerim, kafa kafaya verip üretebildikleri ince teknik ve taktiklerle ‘Git konuş bari’ dediler.

Hiiç boşuna sevinmeyin bizimki onu da beceremedi. Sonunda iş kala kala Hüso’nun boynu bükük, melül mahzun bakışlarına dayanamayan bizim hinaliye kaldı. Kaç gün teknik taktik çalıştığından, boş odalarda ne kadar söylev çektiğinden bile nice sonra haberimiz olabildi. Beden öğretmeninin gelmediği bir gün, bahçede dolanıp Hüso bi delilik yapmasın diye yanında nöbet görevi tutan kafadarlar, aralarında hinalinin olmadığını fark ettiler. Oraya buraya derken bir de bakarlar ki, Rabiş’i bir köşeye sıkıştırmış; el kol hareketleri eşliğinde avazı çıktığı kadar bağırıp duruyor.

Yetişin ulan! Bu manyak kızı dövdü dövecek, diye seğirtirler. Hinalinin bağırışlarını koca koca açılmış şaşkın bakışlarla dinleyen Rabiş, yapma etme diye bağırarak yanlarına gelen kafadarları bir şey yok gibisinden bir el işaretiyle durdurur. Onlarda ne yapsınlar; kafalarını şoo tarafa, antenlerini o tarafa çevirip, güya çaktırmadan ve harf dahi kaçırmadan, dinlemeye çalışırlar. Bağırmaya kendini kaptıran bizimkinin geleni gideni görecek hali bile yoktu dense doğrudur yani.

Yazıklar olsun! Ben senin böyle olduğunu bilmezdim. Deselerdi bile inanmazdım! İnsan paraya bu kadar mı tapar? İnsan bu kadar mı paragöz olur? İnsan delicesine seven bir yüreğe bu kadar duyarsız olabilir mi? Melek gibi kızın kalbi bu kadar taştan olabilir mi, Allahım?

Bunlar gibi; kimi meraktan çatlatan, kimi akla, yüreğe işleyen, kimi gaz yaşı döktüren daha nice soruları nerden buldun, nasıl ezberledin be mübarek? Yazık kızcağız araya girip ‘Kim? Ben mi? Kime?’ gibisinden şaşkın hamleler yapıyor ama nafile. Bizimki ne duyuyor, ne duruyor. Ben diyeyim yarım saat, Siz deyin kırk dakika; kimi zaman suçlama, kızgınlık, kimi zaman övgü ve iltifat sosuna batırılmış soru-itham karışımı, hem nalına hem mıhına tabiriyle sürdü gitti.

Yalnız zilin çalmaya yaklaştığı anlarda, sesinin daha bi duygusallaşıp, yer yer ağlamaklı bir hal alışı karşısında, kafadarlar iyice bir afallamıştı. Daha Hüso’nun adını hiç anmayan bizim ki; ‘Tek suçu sevmek olan bu çocuğu, gecenin bi yarısı hastaneye yetiştirip midesini yıkattıramasaydık, hiç üzülmeyecek miydin, hiç vicdanın sızlamayacak mıydı?’ diyerek son darbeyi de vurdu mu? Beti benzi sararan Rabiş adeta dondu kaldı.

Bu arada kafadarların diğer ikisi ‘ne midesi ne yıkaması’ diye şaşkın şaşkın bakışıp Hüseyin’e soramadan onun ağlayışına sessizce eşlik ettiler.

Son sözünü söyleyen hinali cevap bile beklemeden döndü yürüdü. Gözleri dolu dolu olan Rabiş, son bi gayretle; ‘Bari kim olduğu söyle!’ diyebildi ancak. Bizimki durur mu? ‘Alamancı parasından başka bir şey görmeyen gözünü aç, çevrene bi bak, göreceksin!’ diyerek yapıştırdı cevabı.

Sonra asker bozumu siyah parkasına sıkıca bürünüp yürümeye devam etti. Ders mers düşünecek halde değildi. Bir sıçrayışta okul duvarından atladı. Daha ayakları yere basar basmaz teneke sobada nemini alıp kızarttığı paketinden birinci sigarasını çıkarıp tellendirmişti bile. İdare odalarında görünmemek için duvarın kuytu diplerinden hızlı adımlarla yürüyerek, azıtan çay krizini bastırmak için Poyrazlar Kahvehanesine doğru bir anda gözlerden kayboluvermişti.

Rabiş ile orada öylece kalakalan kafadarlar, ancak kendilerine gelebildikten sonra Hüseyin’i yanlarına alıp kahveye koşuşturmayı akıl edebildiler. Dumanaltı olmuş kahvehaneye girdiklerinde Ocakçı Tısının müdavimlere ayırdığı küçük masaya kurulmuş, bülbül kafesi denilen bardakta ikinci çayını yudumlarken buldular onu. Kaçak çay karıştırılmamış Halis Rize Turist Çayları dolup boşalırken, gözler masanın aşağısında bir yerlere kaçırılıyordu adeta.

Sonra, sessizliği yırtan bir çığlıkla ‘Bu adam hastahanelerde can çekişirken bana niye haber vermedin Ulan!’ diyen Çeçenin adaşının gırtlağına sarılışına tüm kahvehane şahit oldu. Allah vere, Ocakçı Tısı Dayı hemen yetişip aralaştırdı, birer çayla azıcık sakinleştirdi. Çeçen Ali bu kez Hüso’ya sitemle başlayacakken, Hüso sözünü kesti. Kimse duymasın diye hafiften eğilerek, ‘İntihar mintihar yok olum, o kısmını bu adi uydurdu.’ deyince, asıl kızılca kıyamet o zaman koptu.

Ertesi gün sıralarında oturan adaşlar; Rabiş’in utancından başını kaldıramayan Hüso’nun yanına gidişini gördüler.

‘Bilmiyordum’ demiş,
‘Anlayamadığım için affet ne olur’ demiş,
‘Bir daha böyle bir delilik yapma sakın!’ demiş…


Ve işte böyle başlamış Hüso'nun, Rabiş Kızla öyküsü…
Alıntı ile Cevapla
alihoca kullanıcısına teşekkür edenler
AnnE (04-06-2007), bikmisbroker (24-05-2007), buena vista (24-05-2007), dentist (24-05-2007), Emin (03-06-2007), flz (24-05-2007), korhan (30-05-2007), meraklı (24-05-2007), Ramo (24-05-2007)
  #486  
Eski 24-05-2007, 00:54
meraklı - ait Avatar
meraklı meraklı bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Dec 2006
Bulunduğu Yer: Koşuyolu
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 287/1518
251 Mesaj ına 1077 Kere teşekkür edildi
Cool Aman da aman....İnceden bir hüzün müüüü ???

Zaman, zamanın içinde, engebeli bir arazi şekli çizerken zamanın anları da ortaya bir maki misali şekil veriyordu...

Yaşadığım ya da yaşıyor olduğumu sandığım anlarda aldığım keyifleri, makilerde yaşamaya çalışan kelebeklere benzetirim zaman zaman. Renkli, ömürleri tek günlük olan ama her sabah yeniden doğan bu kelebeklerle başladığım bu hayatta sonlanacağı belli, zamansızlığın zamanında aldığım her nefesin bana bir lütuf olarak sunulduğu düşüncesiyle kelebekler misali yalancı bir umutla ve sanılarla tekrar başlarım yaşamaya.

Biri vardı, zamanında merakına yenilip birisini bulmuş sonra umduğunu bulamamanın -belki de hayalkırıklığı - sonucuyla o birisinden kaçmış biri...Belki silmiş belki beklemeye almış, artık her ne yapmışsa kilometrelerin gerisinde ..Hem çok uzak hem çok yakın..Benden biri,benim gibi biri.
Bende aslında bir acaiplik var, insan sevgisi vardır ya, hani birara yazmıştım pişmanlık kösesinde "Son pişmanlığı geçtim gelecekti pişmanlıklarımdan da tez vakitte pişman olmamak üzere....." diye..bu sevgi beni yıkıp geçiyor.Görmemeyi seçtiklerimi sonradan kütürt diye önüme düşürüyor. Nedensiz seviyorum, koşulsuz kabul ediyorum, gördüklerimi es geçiyorum ve....ve si yok, demeyecem.

İşin gerçeği ben de analar gününde tek taş alamadım, zaten o günün özelliğini hiç yaşamadım. Ama elimden geldiğince anacığıma hep yaşatmaya çalıştım. Bazan sadece yazdım bazan sadece yürüdüm, bazansa sadece kalabalık yalnızlığımda denizlere açıldım..Daha evlat nedir bilmezkenki zamanlarda koşulsuz sevginin bu kadar mecburiyetler yaratacağının dahi bilincinde değilken, sevdim....Ama sevginin ve sevmenin ne kadar yüce olduğunu bebemi içimde hissettiğimde anladım. Biryerlerde okuduğum bir yazıda "aslında herkes çocuktur, sadece gelişen bedenlerimiz içersinde yaşamın karmaşasında bu çocuğun varlığını unuturuz" diye bir cümleye rastlamıştım.Çocuk saflığı, çocuk dobralığı ve şeffaflığında)

Eskiden tarihin yeni yeni yazıldığı dönemlerde insanlar haftanın bir gününü kendilerine ayırır ve enerji toplarlarmış. Kimi ailesiyle vakit geçirir kimi sadece dolaşır, kimi ise sadece yatar uyurmuş..sonuçta her bir kişi istediği ve keyif aldığını yaparmış..Peki şimdi ?? Değişen sadece telaşlarımızın artması ve kaçırdığımızı düşündüğümüz hayatın peşindeki koşuşturma mı ? Ya da sevgili flz in dediği gibi "Yetişkin olmak, kuşku ve kesinsizlik içinde yaşamayı öğrenmek mi?" nin sabitlenmesi mi ? sorgulanması gereken biz mi, ben mi, o mu...Yaptıklarımız mı ,kaçırdıklarımız mı, avcumuz içinde saydıklarımız mı...??

Tamam tamam bitiriyorum, Sonuç yok, giriş - gelişme ya da anafikir hiç yok..Boşuna bulmaya uğraşmayın. Temeli olmayan binayı her yere taşırsınız, Özen gösterirseniz asırlık ağacı da kökleriyle kaldırırsınız, ama radikal bir karar almakla uygulamak arasında öyle bir benzerlik ve öyle bir tezatlık vardır ki sadece iki arada kaldığınız anda korkmalısınız.

Yapayalnızlığın kalabalığında, kalabalıklar arasındaki yalnızlığımı kutlarım. Börtü böcüğü, otu, dalı, havayı, rüzgarı, bulutu ve insanı sevmenin sıcaklığında güneşin ayazını yaşarım. Denizlerin derin mavisinde şahlanan dalgalarda, ruhumdaki isyanları yaşarım. Çakılların hafif , gül yapraklarının ağır olduğu sularda sadece kendimi yaşarım....

Herşey gönlünüzce olsun kalınız sağlıcakla.......
Alıntı ile Cevapla
meraklı kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (24-05-2007), buena vista (24-05-2007), dentist (24-05-2007), Emin (03-06-2007), flz (25-05-2007), Ramo (24-05-2007)
  #487  
Eski 28-05-2007, 21:09
AnnE - ait Avatar
AnnE AnnE bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Suriçi
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 606/518
314 Mesaj ına 5527 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Muhteremler ;

Birkaç gündür, hani o bundan çok ay önce aylarca yaşadığım ve birkaç ay önce gitttiğimde erken gelen bahara lanet ettiğim yerlerdeydim.

Hava her ne kadar , Mayıs bitmeden 35 C’yi bulduysa da , bahar gerçekten hakkını vere vere gelmiş. Nisan ayında Kafkas’a kar bile düşmüş , hala duruyor tepelerde, sular canlı akmaya başlamış.

Yüzlerce kilometre boyunca , Kafkas’ı sağına alıp gittikten sonra , ilerde , Kafkas’ın doksan derece dönüp önüne çıkacağını görürsün. Ve eğer oralara ilk defa ve bu mevsimde gidiyorsan, önüne dönen Kafkas’ın eteklerinde , pustan görülmeyen bir yere gittiğinin garip anlaşılmazlığına düşersin ki ben bile defalarca gitmiş olmama rağmen düştüm o anlaşılmazlığa.
Pusun içine doğru yaklaşınca , önce kilometreler boyunca iki yanı kutru bir metreden geniş cevizlerle uzanan dümdüz bir yola giriliyor , cevizler iki yandan birbirini öyle bir sarmış ki , o yol dünyanın en uzun tüp geçidi oluvermiş. Aralıklarla önüne çıkan binlerce koyun ve onların binlerce henüz üç aylık olmuş kuzuları ve o koyun ve kuzuların etrafındaki atlılar ve o sürünün arkasındaki uyuşuk köpekler ve o sürülerin geçtiği yollarda neyi ne için beklediğini muhtemelen kendilerinin de bilmediği her yaştan ve her kıyafete bürünmüş garip insanlar , o artık kaybolmuş pusun altında nereye gittiğin konusunda seni merakla karışık bir ürpertiye, keyifle karışık bir yanlızlığa , huzurla karışık bir paniğe sokar.

Daha önce oralara başka mevsimlerde gittiysen bile , bu Fellini’nin mekanlarına benzeyen mekanlarda ,Tinto Brass’ın kadınları , Zoltan Fabri’nin erkekleri, ama herbirinin kıyafet ve makyajını ille de Fellini yapmış olarak, kimbilir belki de bir Stefan King hikayesinin vahşi sürprizleriyle ya da bir soap operanın kısacık keyfiyle mi karşılayacak bilemezsin.

Neyse , oraları bir daha ve bir daha anlatmayacağım. Ama baharı bir başkaymış. Ben Rize’nin, Bolu’nun, Tunceli’nin, Spil’in baharlarını ve yeşilini yaşamış biri olarak , yeşilin bu kadar hoş bir halini, sanki özel bir peyzaja göre tasarlanmış gibisini görmedim.

Üç gün önce bahçeden toplanıp yeni kırılıp fermante edilmiş , klorofil acısı hala tadında olan çayı mı içmedim , tankından, plastik damacanaya alınıp buzdolabında soğutulmuş, olgunlaşırken içine kekik posasından, kestane balına kadar tad verecek bir sürü nesne katılmış biralarımı içmedim, onları anlatmayacağım.

Bir fabrikada teknik işlerden sorumlu bir adamın 12 yaşındaki ve her gün okul dışındaki bütün vaktini şehir kütüphanesinde geçiren ve karşısına oturan kişinin karakalem portresini 10 dakikada harika bir şekilde çizen ve sadece bulduğu kitaplarla, hiçde fena öğrenmediği ingilizceyi, bizim kolej mezunlarından iyi konuşan çocuğunun, ‘’ gönderin bana onun İngilizce ve resmini geliştireyim ‘’diyen Alman Misyoner Albert ile ,’’ gönderin bize onu en iyi okullara yetiştirelim ‘’diyen Fettullahçı kurs imamları arasında, her ikisinin de çocuğunu kendisinden ve buralardan koparacağını bilen babasının, o muhteşem çocuğu, o iki sapkın yetiştirme fedaisine de kaptırmayarak , buralarda ve buraların çocuğu olarak, olacaksa bahçe işçisi kalsın ama buraların dingin mutluluğundan başka birşeyi yaşama şansı olmadan yetiştirme kararlılığı ile mutlu oldum.

Türkiye kaçkını Canan ve onun Hollandalı kocası Umberto ile tanıştım. İngilize benzeyen bir Hollandalı’nın adının Umberto olmasını hiç mi hiç kafama takmadım. WWF ‘den ayrılmış Vahşi Kuşlar Fonu ile, buralarda ekoloji turizmi ayakları ile kafayı çizmiş orta yaş üstü İngilizleri Kafkas’ın ikibin beşyüz metresine yürüyerek çıkarıp , ellerindeki elektronik teleskoplar ve tuhaf laptoplar ve diğer elektronik cihazlarla kuş izlemelerinden kıllanmadım. Hatta , Canan’ın , kendi organizasyonunun UN fonlarından faydalandığını anlatırken ‘’ bizim şirket , pardon , cemiyet ‘’ diye söz etmesindeki yeşil felsefenin renginin, vahşi ekoloji yeşilinden mi, dolar yeşilinden mi geldiğini önemsemedim. Ama Canan’a da itiraf ettiğim , hani doğada 244 adet kalmış iken bir tanesini bilmeden yiyerek 243 tane kalmasına sebep olduğum Qırqovul kuşu konusunda çok rahatladım. Meğer, benim yediğim kuş , Phasianus Calchicus Colchicus imiş ve ondan çok varmış ve koruma altında değilmiş. 244 tane olan Phasianus Calchicus Talishensis imiş ve ben onun yememişim. Laptopunda derin bir araştırmaya dalarak bu keşfi yapan ve rahat uyumamı sağlayan Umberto’ya 4 duble vokta ile teşekkürlerimi sundum.

Bu arada , bundan otuz yıl önceden beri tanıdığım ve bu aralar Moskova’da olan bir arkadaşımın İstanbul’da bilmediğim hoş bir mekanda konuğu olan , hepsini otuz yıldır tanıdığım ve bir tanesi ile otuz yılımı paylaştığım ama diğerlerini otuz yıl öncesinden beri tanıdığım halde çok seyrek görmeme rağmen nedendir bilinmez şimdilerde çok sevdiğim dostların sohbetine telefonla katıldım.

Döndüm , bu tuhaf yaşanmışlıkları alelecele not düştüm.

Bu üç günde görülmüşlerin ve yaşanmışların yazılması, benim yazma yeteneğimi de, azalan hafızama da bu makinanın kapasitesine de sığmaz.

Kaldı ki kime ne.
Alıntı ile Cevapla
AnnE kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (28-05-2007), Buddha (28-05-2007), dohol (28-05-2007), Emin (03-06-2007), flz (28-05-2007), meraklı (29-05-2007), neron (04-06-2007), Ramo (28-05-2007), TheSecret (28-05-2007), zumbul (29-05-2007)
  #488  
Eski 03-06-2007, 20:56
flz flz bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Jan 2007
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 41/319
39 Mesaj ına 191 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Boğaz’da…
Boğaz işte,…herkesin bildiği o muhteşem güzellik…
Bir balık lokantası; özel tadı, balığı, fiyatı olmayanlardan…bilinen, kavun, peynir, roka salatası, kalamar…sıradan.
Hani hep denir ya…önemli olan kiminle olduğun…işte, öyle bir zaman, öyle bir ortam.
İyilikte, sağlıkta, varlıkta, yoklukta, illet olan, olmayan hastalıklarda, ayda yılda bir kere de olsa, buluşmalar. Akıllarda hep olan, arada bir arayıp sorulan, çok sonra buluşulduğunda, sanki dün berabermişsiniz duygusunu yaşayan, yaşatan, arkadaşlar, arkadaşlıklar, yaşanmışlıklar.
Hepsi anne, hepsi iş güç sahibi.
Dört kadın…hepsi de kendisinin ve karşısındakinin farkında olan. Basit, ama asla sıradan değil. Bir çok kadın gibi; konuşan, konuşulan, konuşturan.

Sıra, O’na geldi. Aralarında en heyecanlı olanına, heyecanını saklayamayanına, konuşurken elini kolunu sallayanına.
Eeee… dedi diğerleri, hadi anlat dinliyoruz.
Derin bir nefes aldı,anlatmaya çalıştı. Karşısında oturan, doktor olanı, kağıt mendil uzattığında, böyle bir şey nasıl anlatılır ki… dedi.
Gülümsedi…kadehini kaldırdı…
-Sağlığınıza…
Bakıyordu diğerleri; hiç konuşmadan…
Doktor; anlatsana…bak bekliyoruz heyecanla…
-Anlattım ya …daha ne anlatayım ?
- Hayır anlatmadın, sadece bir an daldın ve ağladın …kısa bir an…anladık ama, bence biraz da olsa konuşmalı, rahatlamalısın.
Sanki saatlerce konuşmuş gibi hissettiğini söyledi.
Üçü aynı anda.
-Ne oldu? Ne var?
-Bilmem…Var gibiydi. Ama önemli olan şimdi… ve yok. Belki bir nefeslikti, belki de bir ömürlük nefesti. Ama, sanki… O, hiç olmadı. Ben, hep var sandım.
Endişeli gözlerle baktılar.
Nasıl hissediyorsun? diye sordular.
-Birisi için endişelenmek, birisinin endişelendiğini bilmek ne güzel. Aynen şarkıdaki gibiyim; yürek koca bir kara delik.
Sakin; o hüzünlü sesiyle…
“Akşamın olduğu yerde bekle diyorsun, gelmiyorsun…” diye başladı…
Ve yine…her zamanki cümlesini kurdu, en muzip haliyle:
-Fransızca bilseydim, nömökitipa diye devam ederdim.
Güldüler,… hiçbiri gözyaşını gizlemedi.
Burada kalsın, keselim, bir sonraki görüşmede devam edelim… der gibi göz göze geldiler. Belli ki aynı anda aynı şeyi düşündüler. Evdekiler, çocuklar, eşler, bekleyenler, beklenenler…
Alıntı ile Cevapla
flz kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (04-06-2007), dohol (04-06-2007), Ramo (04-06-2007)
  #489  
Eski 03-06-2007, 21:47
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Alıntı:
AnnE´isimli üyeden Alıntı
...
...
Kaldı ki kime ne.

Böyle aceleye getirilmiş, üç güne sığmış yaşanmışlıkları “kaldı ki kime ne” diye biten puslu bir yargının biraz gerisinde veya biraz ilerisinde ya da biraz yanındaki huzurlu ve hoşnut anlatımlarınız; beni bir şeylere daldırıyor, hızla bitirip vurgun yememek için ağır ağır, satır satır yeniden ve yeniden okutuyor, anlamadıklarımı es geçip, anlayabildiğimi sandıklarımdan bazılarını ise içimde çoğaltarak dengeleniyorum derken, sonra gene bir sürü şeyi kafama taktırıyor, en sonunda da beni dağıtıyor.
Alıntı ile Cevapla
Emin kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (04-06-2007), dohol (04-06-2007)
  #490  
Eski 03-06-2007, 22:55
AnnE - ait Avatar
AnnE AnnE bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Suriçi
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 606/518
314 Mesaj ına 5527 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Bugün hiç dışarı çıkmadım.
Gazete okudum , tv izledim, film seyrettim.

Tekirdağ'da Sibel ile Nazlı sazlı sözlü evlenmiş.
İmam Hatip Mezunları Derneği'nin şeysi ''İHL lerin dışındakilerin alayı birbirini şeediyor'' demiş.

Demirel'in Cumbaba adayı olma ihtimali varmış.

Hayatta sevme ihtimalim olmayan ve çok şeyler biliyormuş gibi yaparak kimsenin anlaması mümkün olmayan şeyler söyleyince duyanın bir halt sanacağını sanan Erkan namlı herif , partisinin köküne kiprit suyu sıkmış. (Ben bunların babalarından da hazzetmezdim ya neyse...)
bunun ortak olamadığı ortağı da , Fetoş'un ne bööyük adam olduğundan bahsetmiş.

Eskişehir'de Deniz Pulaş'ın göğsü düşmüş.( Eskiden yoktu artık var mı acaba merak edip bakmadım.)

Sağlık Bakanı , DENETDE Başkanına neden denetliyosun lamn diye fırça atmış

Geçen 3 Kasım'da EVE DÖNÜŞ diye bir film vizyona girmiş.Yaşı bugün 40'ın altındakilerin algılamasının mümkün olmadığı ama en az 600000 ( altıyüzbin) ailenin yaşadığı ve 60000000 ( altmış milyon)'un unuttuğu, unutturulduğu, unutmak istediği, yaşamamış gibi yaptığı dünyanın en büyük insanlık ayıplarından birini anlatmış bu film. Bugün hala askerden, hukukun askıya alınmasından medet umanlara, demokrasiden nefret ediyorum diyebilenlere, yaşamamışlara ve yaşamayacağını sananlara vız gelip tırıs giden vaka-ı adiyelerden söz etmiş.

Yılmaz Özdil gecen hafta '' 6...'' diye bir yazı yazmış. Bu yazıyı okuyup hala oraya girelim burayı alalım diyebilenlere , ve buna acaip sosyal-siyasal-ekonomik-konjonktürel bahane bulmak için döktürenlere de bön bön bakılmış.
Sanki o bahaneler bir annenin bir babanın falan anlayabileceği şeylermiş gibi.
Sanki bu bahaneleri arayanlar anne yada baba yada anne kuzusu baba evladı olmamışlar gibi.
Alıntı ile Cevapla
AnnE kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (04-06-2007), dohol (04-06-2007), Emin (06-06-2007), neron (04-06-2007), Ramo (04-06-2007), zumbul (04-06-2007)
Cevapla


Konuyu Toplam 1 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Konu Seçenekleri
Modları Göster

Yetkileriniz
Yeni konu açabilirsinizdeğil
Yanıt gönderebilirsiniz değil
Eklenti gönderebilirsiniz değil
Mesaj düzenleyebilirsiniz değil

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Açık
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 23:21 .


Telif Hakları vBulletin v3.5.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
Tercüme ve Tasarım : Arka & Bahce