Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Medya Yorumları - Sayfa 67 - Arka BahÇe Forumu
Arka BahÇe Forumu  

Geri Dön   Arka BahÇe Forumu > Nadas Alanı > Dünya Hali > iç-dış politika
Kullanıcı ismi
Şifreniz
Kayıt ol SSS Üye Listesi Takvim Arama Bugünkü Mesajlar Bütün Forumları okunmuş kabul et


Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Medya Yorumları
Konudaki Cevap Sayısı
741
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
443077

Cevapla
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
  #661  
Eski 28-09-2010, 19:35
LAZIO LAZIO bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Jan 2009
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 111/62
83 Mesaj ına 243 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Kemal Bey....

Dogrusu baslangicta bende biraktigi intibaa son derece negatifdi….Bana vizyonsuz,statukocu,idare-i maslahatci bir Ankara burokrati goruntusu verdi…Daha sonra soylediklerini dinledikce bu fikrim dahada pekisti….Yuvarlak ve afaki laflar ediyor....ornegin Kurt sorunun cozumu icin bolgenin ekonomik olarak guclendirilmesi gerektigi gibi havada kalan,beylik cozumler oneriyordu….
Referandum oylamasi suresinde “Anayasa degisecekde issizler ismi bulacak”turunden yaptigi demagog tasra kasabasi politikacisi konusmalari …..Aylarca tek bir oyun ne kadar onemli oldugunu bar bar bagirip,oylama gunu oy verememesi…..CHP’nin hic bir sempati duymadigim Baykali bile mumla arayacagi dusuncesi yaratti bende…

Ancak son gunlerde hic ummadigim gelismeler oldu…..Kemal Bey,senelerdir yurutulen sadece korkutma uzerine kurulmus,halki ve problemlerini disliyan,negatif bir politikanin ne Turkiye’ye nede CHP’ye bes kurusluk bir faydasinin olmadigina uyanmis bir goruntu cizmeye basladi…..Kurt sorunu,turban,demokratiklesme konularinda yapici bir takim soylemlerle beni gercekten sasirtti…Dogrusu,son derece cesur,yapici ve demokrat bir goruntu cizdi …Bu yaklasim Turkiye acisindan oldugu kadar CHP acisindanda son derece olumlu bir gelismedir kanaatimce….Bu gune kadar bu yaklasimi (Bazi kesimlerce samimi olup olmadigi sorgulansa bile) gosteren sadece Iktidar partisi idi…..Simdi CHP’nin bu kozu onlarin elinden alma yolundaki cabalari,hem Turkiye hem parti acisindan,bence son derece olumlu……Eger Turkiye,demokratik bir hukuk devleti olma yonunde,bir takim kacinilmaz adimlar atacak ise bu gayretin tabii olarak din kokenli bir parti yerine sosyal demokrat bir parti tarafindan gosterilmesi, akli basinda herkesin tercihi olmalidir…….

Umarim CHP icindeki birtakim orumcek kafali,kiyim ustadlari boyle olumlu bir yola girmis olan Kemal Bey’in ayagini kaydirma basarisini gosteremezler……..LAZIO

--------------------------------------------------------------------------
Alıntı ile Cevapla
LAZIO kullanıcısına teşekkür edenler
account (29-09-2010), Master (29-09-2010)
  #662  
Eski 15-10-2010, 20:52
ar_de_ - ait Avatar
ar_de_ ar_de_ bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Jan 2007
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 133/1013
108 Mesaj ına 737 Kere teşekkür edildi
Tanımlı bu ülke neden böyle?

Yazan : Prof. Dr. Metin BOŞNAK
3 ekim 2010 Egemen Gazetesi

NEO-MUHAFAZAKÂRLIK VE YİN-YANG

“Bu ülke neden böyle ilginç?” diye sormak anlamsızdır.
Çünkü öyledir.
Doğu ile Batı arasında Dotı olur.
Tarihle hal arasında Taral olur.
Din ile laiklik arasında Dilik olur.
Zalim ile mazlum arasında Zalum olur.
Haram ile helal arasında Haral olur.
Sol hükümette faiz der, sağ hükümette “kar payı.”
Sol hükümette “türban” der, sağ hükümette susar.
Sol yaparsa “hayat kadını” der, sağ yaparsa “hayatımın kadını.”
Sol hükümette “gay” der, sağ hükümette “muhafazakâr”.
“Öteki” zalime kin güder, kendi zalimini yüceltir.
Geleni alkışlar, gideni de alkışlar.
Yaşarken söver, ölünce över.
Oylarını “muhafazakârlıktan" alır, huylarını liberallerden.
Dinini başkasına anlatır, kendi “reel politik” peşinden koşar.
Şakşakları gelenekten alır, taaşşuklarını gelecekten.
Hürriyeti sever, hırriyete karşıdır, gönüllü köle olur.
Batıya düşman olur, AB’ye hayran.
Amerikalıya düşman olur, Amerika’ya hayran.
Kendine düşmandır, başkasına hayran.
Alman, Japon, Amerikalı, hadi Çin.
Put kırmayı sever, put yapana hayrandır.
İktidara tapar, iktidardakini sevmez.
Muhalefette mücahit, iktidarda müteahhit.
Muhalefette vergiden çalar, iktidarda zekâttan.
Muhalefette Türkiye Dar ül Harp olur, iktidarda Dar ül İslam.
Muhalefette ayrılıktan, iktidarda birlikten dem vurur.
Muhalefette Peygamber’den, iktidarda Keynes’ten bahseder.
Muhalefette birleşmeyen milletin hakikatini anlatır.
İktidarda Birleşik Devletlerin hakikatini içselleştirir.
Her şeyin yenisine koşturur, ama eskisiyle iftihar eder ülkemiz.
Eskisini başkasına anlatır, yenisiyle kendisi “amel eder.”
“Oku!” der başkasına, kendisi okumaz.
Keşke Çin Seddi’ni yıkmak yerine, biraz Yin-Yang da öğrenseydik!
Yıl 1990…
Henüz öğrenciydim Amerika’da.
Amerikalılar hala siyah-beyaz televizyon kullanıyorlardı.
Hâlbuki Sabancı Türkiye’de siyah-beyaz televizyon üretiminden zarar etmişti. Sadece renkli televizyon üretimine geçmişti.
Yıl 2010…
Hocalık da yaptım Amerika’da.
Amerika’da hala VHS videolar kullanılır.
Türkiye’de ise, ilaç için VHS film bulamazsınız. VHS oynatıcıları hakeza!
Sadece telefon işlevi olan telefonlar hala çoğunlukta Amerika’da.
Ancak, bu ülke 3G ve Blackberry telefonlara teşnedir.
Osmanlı mirası da öyle bu ülkede.
Sadece müzelerde var.
Turist gelmese ve bazı yabancı fonlar kullanılmasa Osmanlı’dan eser kalmaz sanırım.
İngilizce isimli "rezidans" siteleri var nasılsa!
Ama “ikamet” “olayı” oy kullanmana engel olur.
Türkiye’de muhafazakârlık böyle bir şey.
Muhafaza ettiği bir şeyler var elbette!
Ancak, hafızlatıldığı hakikatler neyi muhafaza ettiğine engel.
Pardon Neo-muhafazakârlık!
Yani “Neo-con” dedikleri şey işte.
“İsa, sağ yanağın şamar atan olsa, sol yanağını çevir” der.
Neo-con, yanağına sinek konsa sineğe füze gönderir.
İsa, “aranızda masum olan kimse, kadını o taşlasın!” der.
Neo-con, kadını taşa çevirir. Taş masumdur.
İsa, Yahudileri Tapınaktan “Tanrı’nın evini kar haneye çevirdiniz!” diye kovar.
Yahudiler İsa’yı, vergi konusunda sınamaya çalışır.
İsa’nın havarileri bir türlü İsa’yı anlamazlar.
İsa hem meselleri anlatır hem de tefsirini yapmak zorunda kalır.
İsa, İskaryot’un kendine ihanet edeceğini söyler ve öyle de olur.
İskaryot İsa’yı ihbar eder üç beş altın karşılığında.
Ve Peter var, aslını inkâr eden İncil’de.
“Ben İsa’yı tanımıyorum!” der sonra ağlar kendince.
Ve İsa Çarmıha gerilir.
İsa’nın yanında at hırsızı da gerilir çarmıha.
Lakin…
O da Mesih suretinde görünür.
İşte o misal Türkiye de.
Alıntı ile Cevapla
ar_de_ kullanıcısına teşekkür edenler
Master (16-10-2010), neron (18-10-2010)
  #663  
Eski 25-10-2010, 23:21
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23007 Kere teşekkür edildi
Arrow Göbeğini kaşıyan adama kırgın olan ADAM

AKŞAM | PAZAR | 24 EKİM 2010, PAZAR


BEKİR COŞKUN: Kovulmayı sindiremiyorum ANDRE COŞKUN: Kendin gitsen olan biten

Bekir Coşkun, 3 Kasım'da Onuncu Köy'den, Cumhuriyet'ten seslenecek okuyucusuna. Yani İlhan Selçuk'un yıllardır seslendiği ikinci sayfasındaki yerinden. Göbeğini kaşıyan adama kırgın olan, kovulmayı sindiremediğini söyleyen Coşkun'la son yazıdan bugüne neler yaşadığını konuştuk.




Bekir Coşkun, her ne kadar 9 köyden kovulsa da '10'uncu Köy' onun sahip olduğu en değerli şey. Şimdi 3 Kasım'da Cumhuriyet Gazetesi'nde İlhan Selçuk'un Penceresi'nden girip, Onuncu Köy'den yine okuyucularına seslenecek. Referandum sonrası Habertürk Gazetesi'nden kovulan Bekir Coşkun ve sevgili eşi Andre'yle Ankara'daki evlerinde buluştuk. Kediler, köpekler, huzurlu evlerinde sorularımızı cevapladılar.

- Andre Hanım, aslında duyduğuma göre siz çok etkili olmuşsunuz Cumhuriyet konusunda?
Çok istedim ben. Aslında Sözcü çok kutsal bir görev yapıyor, çok saygın. Orayı da çok isterdim. Takdir edilecek bir muhalefet yapıyor. Fakat Cumhuriyet'i çok oturaklı buluyorum. Türkiye'de bulunduğumdan beri elime alıp okuduğum bir gazete. Benim hayatımda uzun bir geçmişi var.


- Ben sizi de Bekir Bey'i de hiç tanımasam, yabancı biri olsam, bana eşinizi hangi cümlelerle anlatırsınız?
'Çok ilkeli, çok yumuşak kalpli, 7'den 70'e herkesin saygı duyduğu bir kocam var' derdim. Geçen gün televizyonda Eser Karakaş onu darbe yanlısı olmakla suçlamıştı. Bu 'şiddet yanlısı' demek. Bekir'e nasıl söylenebilir, inanın aklım almadı ve hala almıyor. Çiçeği, böceği bile seven bir insanın şiddet yanlısı olması mümkün değil. Eşim olduğu için değil, mükemmel yapıda bir insan. Yolda yürürken karşılaştığı sevgiyi onu eleştirenlerin görmesini isterim. Benim için gurur verici. Çok iyi bir gazeteci ve mizah türü yazılarını da çok beğeniyorum.


- Birbirinize benzer misiniz?
Çok benzeriz, burçlarımız da aynı; Akrep. Huylarımız benziyor, hobilerimiz de aynı.
Bekir Coşkun: Zaten insan zamanla birbirine benziyor. Köpeklerimiz de bize benziyor.
Andre Coşkun: Bazen aynı zamanda hastalanıyoruz onlarla.
B. C.: Sol ayağımda bir gün bir ağrı oldu. Baktım bizimkilerden biri de topallıyor. İlacın yarısını kendime yarısını ona verdim.

- Zaten hayatın sizin kadar içindeler. Postal'ın örneğin politik literatürde yeri var...
B. C.: Evet. Başbakan tanıyor onu. 'Köpeğiyle yatanlar' dedi bizim için. Tabii ki yatabilirim üstelik.

- Anlaşamadığınız konular var mı?
A. C.: Düşüneyim...
B. C.: Anlaşamadığımız konular tabii ki var.
A. C.: Hiç düşünmeden cevap verdi gördüğünüz gibi. (Gülüyor)
B. C.: Anlaşamadığımız konular tartışma konularımızdır. Bir şey tartışılacağı zaman ben dışarıda tartışmacı aramam. Bu Andre'nin donanımlı olmasındandır. Andre sıradan bir eş değildir. Çok ilgilidir. Hiç de belli etmez. Ben onun başka bir işle uğraştığını düşünürüm, fakat sonradan o işi yaparken benimle birlikte düşündüğünü anlarım.

- Bekir Bey için hayatınızda bir şeyden vazgeçtiniz mi?
İşimi yapmaktan vazgeçtim. Bekir'in gerçekten Türkiye'de saygın bir gazeteci olduğunu gördükten sonra Bekir'e zarar vermemek açısından işimi hep ikinci plana attım. Mesela ben TRT'ye girdiğim zaman sınavı kazanmama rağmen kadro almadım. Dedikodu yapıldı, torpilli diye. Hayır hiçbir zaman kadro almadım. Neden? Bir gün Bekir'e 'Sen karını TRT'ye soktun' demesinler diye. Kadromu almamama rağmen dedikodu yaptılar ama.


- Sizin evde demokrasi var mı?
B. C.: Bizim evde demokrasi de var, laiklik de...
A. C.: Ben mesela Kadir gecelerinde helva yapıyorum. Kendi yakınlarım öldüğünde bile bu eve bir de hafız çağırıp Kuran okutuyorum. Bekir'in akrabalarının duasını alıyorum.
B. C.: Ben de paskalyasını kutlarım, yumurtalarını boyarım. Fakat asıl önemlisi iki farklı inançta olan, birbirini seven iki insanın ortak bir hayat sürmeleri, yuvayı ayakta tutmaları. Bu işte AKP'nin işine gelmiyor. Onlar kadının başını örtüp, köşesinde oturtuyorlar. Hatta birçoğunun ikinci eşi var. Karılarına kıyıp, üstlerine başka birini getiriyorlar. Bizim dünyamızda asla böyle bir şey olmaz.

- Bekir Bey'in kovulmasını nasıl karşıladınız?
B. C.: Şu kovulma lafını sindiremiyorum içime. Neden bunu yaptılar ki bana?
A. C.: Sen bu ülke için kaleminle mücadele veriyorsun.
B. C.: Ama ben kendim giderdim söyleselerdi. Ben Urfalı'yım. Kovulma lafını kaldıramıyorum.
A. C.: Ama kendin gitseydin, kimse ne olup bittiğini anlamazdı. Böyle düşünme.
B. C.: Her gece hala kovulmam rüyalarıma giriyor. Kardeşim aradı Urfa'dan. 'Burada kovuldu demiyoruz haberin olsun, sen kendin ayrıldın zannediyorlar' dedi.
A. C.: Bekir çok kafaya taktı kovulma lafına. Ama bence bu, Türkiye'ye çok önemli bir şey anlattı.

TAŞI YERİNDEN OYNATAN BEN DEĞİLİM Kİ...
- Hani taş yerinde ağırdır diye bir söz vardır. Hürriyet'ten Habertürk'e gittiğinizde hafiflik hissettiniz mi?
Taşı yerinden oynatan ben değildim ki. Tabii ki taş yerinde ağırdır, buna inanırım. Böyle zırt pırt gazete gezmek, zırt pırt ona buna aşık olmak gibi hafif olmak kim ister ki? Gazete değiştiren yazarların bir süre toparlanamadıklarını, eski havayı bulamadıklarını bilecek deneyimdeyim.


'KAYSERİLİ'YE DOKUNMA'
- Size en açık ifade edilen cümle hangisiydi? 'Bunu yazma' diyen kimdi?
Enis Berberoğlu beni telefonla aradı. 'Abdullah Gül'e dokunulmayacak' dedi. Hatta önce 'Kayserili'ye dokunma' dedi, ben anlamadım, 'Kayserili kim?' dedim. Ben 'Abdullah Gül benim cumhurbaşkanım değil' demişim, bundan dolayı Başbakan beni ülkeden kovmuş ve bir tepkinin sembolü olmuşum. Ve bana 'Abdullah Gül'e dokunma' diyor. Ben o gün yazı yazmadım. Yazılarıma da ara verdim. Ertuğrul Özkök beni aradı, özür diledi, yeniden yazmaya başladım, ama uzun sürmedi.

- Yeni gazeteniz Cumhuriyet de bir gün iktidar baskısına dayanamaz, sizinle yolunu ayırırsa buna şaşırır mısınız?
Böyle bir şey olmaz, çünkü Cumhuriyet'te patron yok. Ben aslında tam yerimi buldum.

- Cumhuriyet'in İstanbul'daki merkez binasının Turgay Ciner'e ait olduğunu biliyor musunuz?
Biliyorum. Kirası veriliyor, oturuluyor.

- Küçük bir ortaklığı da olduğu söyleniyor...
Bana söylenen şu. Vakfın kuruluşları var, o şirketlerden birinin İlhan Selçuk döneminde hisselerini almışlar. Ama Cumhuriyet yönetiminde hiç kimsenin, hiçbir patronun, sermayenin etkisi ve yönetim hakkı yok.



İLHAN SELÇUK'UN KÖŞESİNDE YAZMAK ZOR
- Bu teklif size geldiğinde neden düşündünüz?
Söz vermiştim. Sözcü'de iki sevdiğim arkadaşım var. Emin Çölaşan ve Necati Doğru. Beni yazı yazarak davet etmişlerdi. Gazetenin genç patronu telefon açmıştı. 'Düşüneceğim' demiştim düşündüm.


- Neden Cumhuriyet peki, Sözcü değil?
Sözcü'de Emin var, Necati var, gazetenin tirajı yükseliyor. Orada ya da burada olmak çok fark etmez. Bir şekilde bu dönemde Türkiye'nin daha bataklığa gömülmemesi için elimizden geleni yapmak...

- İlhan Selçuk'un köşesinde yazmak sizi korkutuyor mu?
Zor bir şey. Bir sürü gazetede yazı yazdım. Ama hiçbir zaman bu kadar endişeli ve tedirgin değildim. Hürriyet'te de Rauf Tamer'in yerine yazdım, güçlü bir kalemdi. Günaydın'da dev kalemlerin arasında ilk yazılarımı yazdım. Sabah Gazetesi'nde yine öyle... Hep zor işlerdi. Fakat bu kez farklı. İlhan Selçuk okurları için büyük bir aşk ve sevdaydı. Şimdi ben onunla yüz yüze geleceğim. Bir taraftan hoşuma gidiyor. İlhan Selçuk'un okuyucularının onun yerine hiç kimseyi koymak istememeleri çok saygıdeğer ve benim için korkutucu aslında.

- Herhangi bir tepki var mı okuyucular ya da gazetenin içinden?
Şu ana kadar tek bir tepki almış değilim ama alacağımı biliyorum. Cümleyi, kelimeyi yanlış yazma şansın yok orada...

- İlk yazıyı düşündünüz mü?
Yok, ben son ana kadar yazı yazmam.


- Siz kimi okuyarak başlarsınız güne?
Aslında her pencereden bakmak için herkesi okurum. Emin Çölaşan'ından Yılmaz Özdil'ine, Yeni Şafak yazarlarından Vakit yazarlarına hepsini okurum.

- Radikal Gazetesi'nin yayın yönetmeni Eyüp Can, köşe yazarlığını yeniden tarif ederken, verdiği bir röportajda köşe yazarlarını nasıl bulduğunu da anlatmıştı. Yılmaz Özdil için 'Bana göre fikirleri ilkokul düzeyinde demode ama anlatım biçimi muhteşem' demişti. Bu eleştiriyi nasıl karşılarsınız?
Eyüp Can, okula başlasa iyi olur o zaman. Kendisi gibi düşünmeyen, hatta düşmüş yazarlara tekme atmak da hiçbir gazeteciye yakışmaz. Bence kendi gazetesini doğru düzgün yapsın.


- Beğenmediniz mi?
Hayır beğenmedim, gazete olarak almam.

Önyargılıyım; ben geç yargıdan korkarım
- Bertaraf edildiğinizden bu yana nasılsınız, neler yaptınız?
Bir kere sık sık arabamı yıkıyorum. Şimdi anlıyorum işsiz insanların ne kadar zorluk çektiklerini.

- Hiç bu kadar çalışmadığınız olmamış mıydı?
Deneyimliyim aslında. Üç aya kadar işsiz kalmışlığım var.


- Nasıl bir şey işsizlik?
İlk gün herkes arıyor, gündemdesin. Bizim okuyucularımız sıcaktır, kapıya kadar gelenler, hatta börek getirenler, özellikle çiçek getiren çocuklar her gün sizinle ilgilenen birileri var. Sonra ortalık birden tenhalaşmaya başlıyor. Derken kapının zili daha seyrek çalıyor. Derken telefonlar susuyor. Sizin gözünüz kapıda, kulağınız telefonun zilinde öyle beklemeye başlıyorsunuz. Ve giderek yalnızlaşıyorsunuz. Belki de ölüm dedikleri böyle bir şey.

- Bu, 'Bekir Coşkun yazmadan yaşayamaz' demek mi?
Ben yazmadan yapabilirim. Bir şey yapmadan duramam sadece. Keman çalarım, marangozluk yaparım, denizi severim, amatör kaptanım, balıkçılık yaparım. Benim hobilerim işe yarayan hobiler. Mesela pul biriktirmedim hiç. Bir sürü pul olsa ne yazar? Aklımdan öyle bir şey de geçti. Müzik yapan bir yerde orkestraya katılabilirdim mesela.


- Son yazınızı yazdığınız günden bu güne hiç 'Bir köşem olsaydı da şunu yazsaydım' dedirten bir konu oldu mu?
Bir şey tabii ki söylemek istiyorum, cümlelerim boğazıma diziliyor. Ama bu topluma kırgınım. Benim tabii ki okuyucularım var. Onların her biri için canımı vermeye hazırım. Okumuş ya da okumamış ama bilinçli, akıllı bir kesimimiz var. Onları ayrı tutuyorum. Fakat toplumun büyük bölümü ne yazık ki bakmayan, görmeyen, anlamayan, kavrayamayan ve ne yazık ki çıkarcı, beleşçi, avantacı, nohuta, kömüre oy satan, en önemlisi dünyanın bu en zengin toprağı üzerinde oturup hala neden yoksul olduğunu sorgulamayan insanlar. Referandumda evet çıkması, Türkiye'de hukuk devletinin bittiği gündür. Kovulmam da aynı güne denk geldi işte. Çok büyük bir darbe aldım.


HÜSEYİN ÇELİK TELEFON REKLAMINDA OYNASIN
- 'Hayır' çıksa kovulur muydunuz?
Zannetmiyorum. Yine çok önem verdiğim bir gazeteci dostum 'İpi boynuna taktılar ama sandalyeye tekmeyi vurmak için referandumu bekliyorlar' demişti.

- Peki, kafanız karıştı mı bir noktada? Çünkü siz Hürriyet ile yollarınızı da benzer bir nedenle ayırmıştınız. Yani Bekir Coşkun'un kumaşı belliydi Habertürk'e giderken...
İki kişi beni uyardı. Bunlardan biri Andre'dir. Diğeri de devlette uzun yıllar hizmet etmiş bir dostum. Bana 'Seni Hürriyet'ten alıp, bir süre bekletip, kapının önüne koymak istemiş olabilirler' dedi. Böyle bir şey yapmazlar dedim. Bir kere Fatih (Altaylı) yapmaz. Tabii ki benim gönderilmemdeki neden siyasi bir neden...


- Peki, Hüseyin Çelik'in bir televizyonun canlı yayınında 'Turgay Ciner'i aradım, bizimle ilgisi yok, patron tasarrufu' açıklaması sizi tatmin etmedi mi?
O çok komik bir şeydir. Hüseyin Çelik bence telefon reklamlarına çıksa iyi olur. Koskoca devlet bakanı. Çıkıyor 'Patronu aradım, biz size etki yaptık mı? diye sordum. O da bize hayır yapmadınız dedi' diye bir açıklama yapıyor.

- O açıklamayı duyduğunuzda ne düşündünüz?
Komik geldi. O dönemde yazı yazmak isterdim işte. Hüseyin Çelik, tam Çelik diye...


- Hiç aklınızdan, 'Keser döner, sap döner, gün gelir hesap döner' diye bir cümle geçti mi?
Tabii ki. Ve keser dönecek, sap dönecek, bir gün gelecek hesap dönecek. İşte o gün, bütün bu dönemde medyaya değil, bana değil, arkadaşlarıma değil fakat ülkeye zaman kaybettirenler ne yaptığının farkına varacaklar.

AKP'YE DESTEK VERENLER DE PİŞMAN
- Referandum sonrası açıklamalarda, sizin cümleniz de röportajlar da geçmişti. Bazı yazarlar, 'Türkiye'deki vatandaşların artık göbeğini kaşıyan adam olmadığı anlaşılmıştır' dedi. Ne dersiniz?
Hayır, sonuçlar göbeğini kaşıyan adamların Türkiye'de çoğunlukta olduklarını gösterdi. Demokrasi bir toplumdaki ekonomide, kültürde eşit insanların rejimidir. Ama bunun yüzde 80'i zır cahil insanlar olursa o ülkenin demokrasiyi yaşaması mümkün olmuyor. Görüyorsunuz işte. Bir tek insan bütün parlamentoyu tayin ediyor, bütün yargıyı da tayin edecek, cumhurbaşkanını dahi kendisi seçiyor. Bunun adına demokrasi derseniz, 'Tüh utanmıyor musun?' diye sorarlar.

- 'Benim cumhurbaşkanım değil' cümlenizden sonra oturup düşündünüz mü? Abdullah Gül, bu süreçte sizin cumhurbaşkanınız olmayı hak etmedi mi?
Hayır, ben baştan karar vermiştim. Abdullah Gül zeki bir insan. Türkiye'de şu referandumdan sonra yargının da cemaat ve AKP iktidarına teslim edildiğini görmüyor mu?

- Önyargılı mısınız?
Evet önyargılıyım. Ben geç yargıdan korkarım. Gazeteci-yazar önyargılı olmalı. Herkes gibi zamanı gelince yargısını verdiğinde veya geç kaldığında işini yapmamış sayılır.


- Ezber bozan bir cümle bu...
Önyargılı kelimesini zorluyorum. Anlamının dışına taşırıyorum. Evet önyargılıyım. 2002 seçimlerinin hemen ertesi günü yazdığım ilk yazımın başlığı 'Size müstahaktır'... Bugün aradan 8 sene geçti. O bir önyargıydı. Hatta bana göre bir nevi aydın suçuydu. 8yıl geçti aradan asla pişman değilim. Türkiye'de herkes bana hak vermeye başladı. İktidara destek olanlar da biliyorlar. Bu geç yargıdır.

- Liberallerin pişman olduğunu mu söylüyorsunuz?
Tabii ki, sesleri çıkmıyor şimdi. Hiçbiri bu olanları savunamaz. Türkiye şimdi yeni bir seçime gidiyor. Referandum, Mustafa Balbay'ın cümlesiyle 'köprüden önceki son çıkıştı'. Seçimde ne yapılır ona bakmak lazım.


- Peki, seçimi tekrar AKP kazanırsa?
Referandum benim yazı yazıp yazmamamla ilgiliydi. Seçim benim gibilerin Türkiye'de kalıp kalmamasıyla ilgilidir.

- Ne demek bu, AKP kazanırsa bu ülkede yaşayamaz mısınız?
Bizi yaşatacaklarını zannetmiyorum. Başıma bir iş gelecektir. Bir şekilde tarumar ediliriz. 2002'den sonraki süreçte olup bitenleri gördükten sonra hep şunu yazdım. 'Sıra size gelecek!' Derken önce yazarlar, sonra bizim Ertuğrul gibi yayın yönetmenleri ve patronlara sıra geldi.

- Patronlar çaresiz mi bırakılıyor?
Bakın açık bir şey söyleyeyim. Hiçbir zaman Aydın Doğan'ı da suçlamadım, Turgay Ciner'i de. Yapmak istemedikleri bir şeyi yapmak zorunda olduklarını düşündüm.


GÖZÜ SULUYUM; BAĞIRARAK AĞLARIM
- İşten çıkarıldığınızda en çok kime kırıldınız?
Yazan, çizenlerin karakterleri zaten belli. Onlar düşene tekme vurmayı seviyorlar. Hayatımda iki editörüm oldu. Ertuğrul ve Fatih. Onlar beni korumaya çalıştılar. Patronlarım da beni sevdiler. Benim kızdığım Erdoğan da, Gül de değil... Kızdığım göbeğini kaşıyan adam...

- 'Göbeğini kaşıyan adam'la hangi koşullarda barışırsınız?
Bu insan tipi Türkiye'de var olduğu sürece gelişmek imkansızdır. Bizim seninle konuştuğumuz şu saatlerde okullarda şarkı söyleyen çocuklara yazıktır.

- 'Göbeğini kaşıyan adam'ı o noktada bırakmak kimin meselesidir, göbeğini kaşıyarak yaşamak onun suçu mudur?
Sadece onun suçudur. Bazı konulara istediği zaman kafası çok iyi çalışıyor. Mesela İtalyanlar'ın kuyudan su çekmek için yaptığı pancar motora dört tekerlek takıp üstüne binip gidebiliyor. Çamaşır makinesiyle yayık ayran yapabiliyor. Yani yetenekli, akıllı, cin... Ama ne yazık ki, beleşçi...

- Ağladınız mı hiç?
Ben biraz gözü suluyumdur. Bir de bağırarak ağlarım. Arabadayım. Kırmızı ışıkta yanımda duran tır şoförü 'Abi başın sağolsun' dedi. Arkada da paketler vardı. Hafif oraya da baktı. 'Genç miydi?' diye sordu.


- Siz ne yaptınız?
Bağıra bağıra ağlamaya devam ettim canım. Ben böyle ufak şeylerle ara veremiyorum ağlamaya.

- Size laiklerin ve liberallerin beş günahını sayın desem sayabilir misiniz?
Asker komutanına savaşta neden yenildiğini anlatıyormuş. İlk olarak, 'Barutumuz bitti' demiş. Komutan da 'Tamam diğerlerini anlatma' diye cevap vermiş. Bizim en büyük günahımız samimiyetsizlik.

İPEK ÖZBEY
ipek.ozbey@aksam.com.tr


http://www.aksam.com.tr/2010/10/25/h...remiyorum.html
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
ar_de_ (04-11-2010), buena vista (26-10-2010), coser (26-10-2010), janus (26-10-2010), neron (27-10-2010), PINAR (26-10-2010), Ramo (28-10-2010), su (26-10-2010)
  #664  
Eski 04-11-2010, 13:41
ar_de_ - ait Avatar
ar_de_ ar_de_ bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Jan 2007
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 133/1013
108 Mesaj ına 737 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Sükseler Hanefi bey!.. Sükseler Amirim!..

Malum, 12 Eylül darbesinden sonra bütün bakanlıklara birer 'koordinatör' paşa atanmıştı. Generallere makam odaları verilmiş, birkaç yıl birşeyleri koordine etmişlerdi.

Haliyle, Dışişleri Bakanlığı'na da bir koordinatör paşa atanır. Bazı büyükelçiler 'hayırlı olsun'a gider, tebrik ederler. 30 yıl önce, eski Frankofon ekolün dönemi.

Rivayet edilir ki; bu frankofon büyükelçilerden biri tebrikatı bitirip paşanın odasından çıkarken 'başarılar' yerine Fransızcasını kullanır. Veda tokalaşmasını yaparken "Sükseler Paşam!" der. Paşa 'sükseler'i Türkçe gibi duyar, yanlış anlar.

Hiddetten kıpkırmızı olur, "Sen ne demek istiyorsun!" diyerek büyükelçinin üzerine yürür...

Bu hikayeyi duyduktan sonra, arkadaş grubu içinde uzun süre birbirimize "Sükseler" dileyip kikirdemiştik.

Hanefi Avcı'nın kitabını okuyup bitireli epey oldu. Bir haftada yarım milyon kitabı, 25 liraya hangi kesime sattığını da bilince, yıllar önceki 'sükseler' hikayesi aklıma geldi.

Kitabı yazdınmı pazarlamasını öyle bir yapacaksın ki, hem karşıt görüştekilerin parasını artı desteğini alacaksın, hem de o cenaha alttan alta matriksi yükleyeceksin.

Kitabı çize çize okumayı bitirince, içimden yüzüne karşı "Sükseler Hanefi bey! Sükseler amirim!" dedim. Çizdiğim yerleri paylaşıyorum. Mavi satırlar bana ait, gerisi kitaptan.

---

Şimdi bana şunu söyle Aziz and Azize okur!

Günün birinde şöyle bi paragrafa imza atsaydım, hakkımda ne düşünürdünüz?

"Yolsuzluk olmadan Türkiye'de ekonomi olmaz

"Şuna inanıyorum ki bu ülkede rüşveti, irtikabı, ihaleye fesat karıştırmayı bir anda durdurmak, böylece tüm yolsuzlukları bir anda önlemek mümkün olsa, ülkede yatırımlar durur, devlet işleri kilitlenirdi. Çünkü tüm faaliyetlerdeki canlılığın tetikleyici gücü, bana kalırsa haksız menfaat temin etme duygusu ve beklentisidir. Eğer suyun başında duran memurlara, yapılan işlerde maaşları dışında menfaat temin edemeyecekleri havası yaratılırsa, onlar tüm işleri yavaşlatır, iş yapılmaz, sistem çalışmaz ve Türk ekonomisi durur."

Efendim? Ne düşünürdünüz? Bu satırlardan sonra dürüstlük, ahlak, erdem üzerine tek bir laf etmeye hakkım olur muydu?

Hanefi Avcı bir polis şefi olarak bunları yazdı (sayfa 329) ve siz kendisini "dürüst polis" diyerek ödüllendirdiniz, o kitaptan bir haftada yarım milyon satın aldınız.

Hey yavrum okur, hey yavrum Türkiye!

Bakın daha neler var...

I.Bölüm DEVLET

Sayfa 361:

"... bayramlarda ve törenlerde yapılan Mustafa Kemal Atatürk övgüleri için sözkonusuydu. Resmi bayramlardaki törenlerde Atatürk övgüleri öyle bir abartılır ki, bir taraftan Mustafa Kemal göklere çıkarılırken, diğer taraftan da milleti ve tüm değerleri yok sayılır, neredeyse sıfır seviyesine indirilirdi. Oysa Atatürk'ü göklere çıkaran aynı anlayış, bir yanda kendisine ve ulusuna, diğer yanda da Atatürk'e hakaret etmektedir."

Sayfa 335:

"Cumhuriyet mitingleri, 28 Şubat anlayışı doğrultusundaki faaliyetler ve hatta beğenmedikleri düşünceleri savunan bir kısım insanlara karşı belli inançtaki halkı aktif tavır almaya alenen çağıran demeçler rahatlıkla verilmiştir... herkes resmi ideoloji doğrultusunda düşünmeye yönlendirilmekte bu doğrultuda mantık yürütmektedir."

Sayfa 333:

"En önemli yanılgılarımızdan bir tanesi de her derde deva diye kabul ettiğimiz Atatürkçülüktü. Ne olduğu bilinmeyen, içinin ne ile doldurulacağı bilinmeyen bir kavram."

Ne diyorsun eyy Atatürkçü okur! Kitaba verdiğin 25 lirayı helal ediyor musun?

Sayfa 371:(PKK)

"Olayın en önemli taraflarından ordu, son 25 yıldır her türlü yöneme başvurarak silah ve güç kullanmasına rağmen PKK'yı bitirememiş; tersine örgütün silah ve sayısal insan güç yapısı itibari ile halktan aldığı destek açıdan güçlenerek büyüdüğü görülmüştür... Bölgede görev yapan en ciddi hava gücü en seçme komandolar ve özel timler ağır silahlar kullanarak binlerce operasyon, sayısı belirsiz hava ve dış harekat gerçekleştirmiştir. Buna rağmen bugüne kadar yapılanların neler kaybettirip neler kazandırdığı muhasebesinde..."

"... ordunun bölgede barış ve huzurun temini için demokratik açılım yönteminden başka çaresi yoktur."

Sayfa 369:

"Öcalanin yaşaması ve ileriki süreçte hapisten kurtulup dışarı çıkması ancak açılımın başarısı ile mümkündür."

Sayfa 331:

"Terör Türkiyede bir güvenlik sorunu olarak kabul edildi. Askeri bir mantıkla, güvenlik güçlerinin bakış açısıyla ele alındı."

Eee ne diyorsun, TSK'ya güvenen, Öcalan'ı asabilmeyi çok istemiş okur! Terör bir güvenlik sorunu değil mi yoksa? Güvenlik güçlerinin değil de modacıların bakış açısıyla mı ele alınmalıydı?

Yoksa hakverdin mi bu paragraflarda Hanefi Avcı'ya?

Sayfa 352:

"Türkiye öyle bir noktaya gelmiştir ki halkın kendi iradesi ile seçtiği hükümetin yöneticilerinin pek çoğu resmi kurumlar karşısında aciz kalmaktadır."

Sence burada yüksek yargıdan değil de AKP hükümetinin önündeki başka hangi engelden bahsediyor, eyy referandumda yargının ele geçirilmesine HAYIR demiş okur?

Daha var... daha çok var.

Onları da yazacağım ama, sen yine de herşeyi Kıymet'ten bekleme eyy okur!.. Kitap elindeyse evir çevir bir daha bak, değilse boşver. Hanefi'yi iki günde okudun ama, yazıyı fazla uzatırsam kaçarsın.

-Devam edecek-

3 Kasım 2010


aktaranın notu : farklı açıdan yorumlamış KNB. yazının devamını takip etmek isterseniz : http://www.bakiselamlar.com/knb/

pek çok insan kitabın çıkış sürecindeki ön bilgilendirmeler yüzünden "yazan devlet memuru, yayınlayan yayınevi, okuyacak olanlar herşeyi göze aldılar mı? kitap yazıldı mı yazdırıldı mı? problem-reaksiyon-çözüm üreticileri iş başında mı?" diye düşündü. bense ard arda yaşanan kaoslar yüzünden kitabı almaya fırsat bulamadım
Alıntı ile Cevapla
ar_de_ kullanıcısına teşekkür edenler
Master (05-11-2010), neron (21-11-2010), Ramo (05-11-2010)
  #665  
Eski 18-11-2010, 23:29
ar_de_ - ait Avatar
ar_de_ ar_de_ bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Jan 2007
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 133/1013
108 Mesaj ına 737 Kere teşekkür edildi
Tanımlı yeni dünyadan yansımalar ...

yine bir KNB yazısı ...

http://bakiselamlar.com/knb/index.ph...ma-yoentemleri

aktaranın notu : bir zamanlar sırf meraktan, kendi özgür irademle gidip bir NLP tanıtım seminerine katılmıştım. o zamandan aklımda kalanlara dayanarak : yazının başına "vay anasını sayın okuyucular" sonuna da "ağlamak istiyorum sayın okuyucular" yazmak istedim. ama bu sözlerin ciddiye alınmaması riski yüzünden vazgeçtim. çünkü yeni dünyada beynin haritası çıkarıldı ve kullanılıyor ...
Alıntı ile Cevapla
ar_de_ kullanıcısına teşekkür edenler
Master (19-11-2010), neron (21-11-2010)
  #666  
Eski 21-11-2010, 17:34
ar_de_ - ait Avatar
ar_de_ ar_de_ bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Jan 2007
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 133/1013
108 Mesaj ına 737 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Bir "New York'ta Beş Minare" Yorumu

New York'ta Beş Minare, düpedüz bir hıristiyanlık propagandasıdır...

Sonda söylenmesi bekleneni baştan söyleyelim:

Bu film düpedüz bir hıristiyanlık propagandasıdır.

Bazılarının haklı bir şekilde dikkat çektiği gibi bir "dinlerarası diyalog filmi" bile değildir. Anlaşılan o aşamayı geçmiş bulunuyoruz; New York'ta Beş Minare, açık bir hıristiyanlık propagandasıdır.

Dinlerarası diyalog, "Hepimiz aynı Tanrı'nın çocuklarıyız" şiarıyla Müslümanlığı, hıristiyanlığın içinde eritmeyi amaçlayan mega emperyalist bir projedir. Gelinen noktada, bu projenin önemli ölçüde başarılı olduğu, sıranın müslümanları hristiyanlaştırmaya geldiği anlaşılmaktadır...

Dikkat edilirse, AKP'ye ve Gülen cemaatine bağlı gazetelerin "sinema yazarları" dikkatleri filmin mesajlarından çok "Halk çocuğu Mahsun'u küçümseyen sanat elitleri" sorununa çekmeye çalışıyorlar.

Onlara göre milletin bağrından kopan ve bütün engellemelere karşın dişiyle tırnağıyla kazıyarak kendisini kanıtlayan Mahsun Kırmızıgül, yeni bir Yılmaz Güney efsanesi olarak parlamaktadır.

Bütün her şeyi ele geçirdikleri ve dünyanın sayılı zenginleri arasına girdikleri halde bu "eziklik" edebiyatından vazgeçmiyorlar. Rantı var çünkü; siyasette olduğu gibi sinemada, futbolda, edebiyatta da...

Oysa ne Mahsun Kırmızıgül ezik halk çocuğu, ne de onu küçümsemeye çalıştığı varsayılan "elitler" elittir...

New York'ta Beş Minare filminden anlaşıldığı üzere Mahsun Kırmızıgül'ün elinden tutanlar tutmuştur. Tarih, özellikle de bizim coğrafyamız, küresel elitler tarafından elinden tutulan "ezik halk çocukları" ile doludur. İngiltere Kraliçesi'nin elinden şövalye nişanı bile aldılar! Mahsun Kırmızgül'e de bir Oscar ödülünü çok görmesinler artık...

Bu film bir hıristiyanlık propogandasıdır;

Kafalarımıza "gerçek müslümanlığın timsali" olarak kazınmak istenen Hacı Gümüş tiplemesinin aile yaşamı ve savunduğu fikirler bakımından müslümanlıkla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Kırk yıllık karısı boynunda haçla gezmektedir ve Hacı Gümüş eşini bırakın Hak dinine davet etmeyi, bu durumu sürekli "Hepimizi aynı Allah yaratmadı mı" diyerek kutsayıp durmaktadır.

Hacı Gümüş'e göre bir Allah vardır, bir de insanlar. Dinler, özellikle müslümanlık yoktur. Herkes Allah'la kendince bir bağ kurmakta, buna da "din" denilmektedir. Oysa herkesin karısı boynunda haçla gezse, kızı kilisede nikah kıydırsa ne güzel olacaktır!

Haydi karısını Müslüman yapmayı başaramamış diyelim, kızını da müslüman yapamamıştır bizim Hacı...Zaten bu durumdan şikayetçi de değildir, bilakis o böyle mutludur. Torunlarının hangi soya mensup olacağını bile merak etmemekte ve bizlere de bu hibrit hayatın güzelliklerini anlatmaktadır.

(Kızı "jasmin"in hangi dini tercih ettiği tamamen muğlak bırakılmıştır. Hristiyan bir gençle evlenmesine ve kilisede nikah kıydırmasına bakılırsa annesinin dinine daha yakın durmaktadır).

Hacı Gümüş'ün sık sık tekrarladığı üzere hepimiz Allah tarfından yaratılmışızdır, ondan gelip ona gitmekyetizdir; o zaman ne önemi vardır hangi dine mensup olunduğunun? Önemli olan, "büyük buluşma" olduğuna göre geriye İsa Mesih'in gökten inip hepimizi hıristiyanlığın şemsiyesi altına davet etmesini beklemekten başka ne kalmıştır?

İslamiyetin kadın-erkek mahremiyeti bakımından kesin olarak yasakladığı davranışlar da Hocefendi'nin karısına ve kızına mübahtır nedense.

Örneğin, Hocaefendi'nin karısı, New York'lu müslüman lideri canlandıran Danny Glover ile sık sık sarmaş dolaş olmakta, hatta Hacı'nın İstanbul'da serbest bırakılması üzerine yanak yanağa öpüşebilmektedir!

Hayır, bizce bir sakıncası yok da "Hocaefendilik" mertebesine erişmiş bir muhteremin nikahlı karısı (hıristiyan bile olsa) kocasının gözü önünde yabancı bir erkekle sarılıp öpüşebilir mi?

Hacı Gümüş der ki:

"Öpüşür"

Niye?

Çünkü, hepimizi aynı Allah yarattı!

O zaman niye Madımak otelini yaktınız, oruç tutmayanları bıçakladınız, ülkeyi yıllardır türban tartışmasının içine soktunuz ve de "Tükürürüm böyle sanata" dediniz efendiler?

......................

Filmde, bağnazlığın ve önyargının ister hıristiyanlıktan, ister İslamiyet'ten gelsin "kötü bir şey" olduğu vurgulanmaktadır. Hıristiyanların, müslümanlar konusundaki ön yargılarının miladı 11 Eylül'dür nedense.. Bu olayla birlikte bütün müslümanların terörist olduğuna inanmaya başlamışlardır, yoksa tarihte hâşâ böyle bir bakış açıları vâki değildir.

Özünde iyi insanlardır aslında, Müslümanlara saygılıdırlar. Evet, 11 Eylül'le birlikte bir önyargı sahibi olmuşlardır ama bizimkiler gibi işi domuz bağı yapmaya kadar götürmemekte, en fazla camiye ayakkabı ile girme nezaketsizliğini göstermektedirler. Belki bu davranışı bile hoş görmek gerekebilir, ne de olsa camiyi basan FBI şefi, kardeşini İkiz Kuleler'de kaybetmiştir...

Hristiyanların en kötüsü mavi gözlü FBI şefi gibi olurken, Batman'da yakalanan Hizbullah liderini canlandıran oyuncunun tipine baktığımızda; bizim müslümanlarda tipsizlik, cehalet ve kötülüğün haddi hesabı olmadığını görürüz (!)

İşte bu tipsiz ve de cani insanlar sayesindedir ki hıristiyan dostlarımız İslamiyet hakkında yanlış kanaatler edinmektedir. Oysa herkes, Hacı Gümüş gibi birer çantada keklik, birer kucakta karpuz, birer "our boys" olsa nasıl da mutlu olacağızdır!

Bu filmi çekenlere göre 11 Eylül'den doğan küçük bir önyargı dışında hıristiyanlığın hiç bir kusuru yoktur. Buna mukabil, Müslümanların arasında gani gani sapkın, terörist, cani kol gezmektedir. Zaten Irak'ta filan öldürülenler de bunlardır canım, yoksa namazında niyazında müslümanlar değil..

Filmin pek övünülen görselliğini Hollyood'tan ünlü bir görüntü yönetmeninin ücret mukabili gerçekleştirdiğini öğrenmiş olduk. Helikopterle gökdelenler üzerinden yapılan çekimler, Polis Akademisi yemin töreninde binlerce kişinin aynı anda topuk selamı vermesi, Ali Sürmeli'nin yaptırdığı zikir ayinleri vs. gibi sahneler "görkemliydi" ama yine de klasik Amerikan filmi sahneleriydi. Hizbullah evlerine yapılan baskın sahneleri de başarılıydı.

Türk sinema ve tiyatrosununn bütün tecrübeli oyuncuları seferber edildiğine göre oyunculuğun da başarılı olduğunu söylemeliyiz. Hacı Gümüş'ün daha ilk cümlesinde suçsuzluğuna iknâ olup "yavşamaya" başlayan Mustafa Sandal da, asosyal Türk Polisi tiplemesi Mahsun Kırmızıgül de oyunculuk mesleğinden gelmemelerine rağmen iyiydiler.

Hacı Gümüş'ün Bitlis'teki anasını canlandıran Suna Selen'in yüzündeki botoks ve operasyonla kaldırılmış kaşları, iyi oyunculuğa gölge düşürdü.

"Bilindiği gibi AB uyum yasaları çerçevesinde ülkemizde artık işkence yapılmıyor olup insan hakları alanında önemli adımlar atılmıştır" gibi replikler ise tek kelimeyle utanç vericiydi. Neredeyse, "AB'den sorumlu Devlet Bakanımız Egemen Bağış, gecesini gündüzüne katarak çalışıyor olup, kendisini en yakın zamanda Dışişleri Bakanlığı koltuğunda görmek en büyük arzumuzdur" bile diyeceklerdi...

FBI'ın elinden operasyonla terör şüphelisi alabilecek kadar organize bir gücün başında bulunan şahsın sadece, "Buban gurban olsun sağa yavrıııımmm" deyip ağlayan sıradan bir "baba yüreği" olduğuna inanmamız da istenmiştir ki bu konuda "Aptal olduğumuza ilişkin vardır bir bildikleri" demekten başka bir yorum yapamıyoruz...

Film boyunca yanlış anlamalara meydan verebilecek bütün durumlar düzeltildi. Örneğin Fırat gibi dindar bir aileden gelen bir polis, normalde Hacı Gümüş'ten bu derece nefret edebilir miydi? Tabii ki edemezdi ve nitekim bu nefretin sebebinin bir yanlış anlaşılma olduğu ortaya çıktı. Mahsun, babasını Hacı Gümüş'ün öldürmediğine hemencecik iknâ oldu ve Hacı'nın "eceli" modundan, Hacı'nın bodyguard'ı moduna geçiverdi...

Mantık çelişkileri hayli vardı. Örneğin, polis Fırat'ın babası 1973 yılında öldürüldüğünde Hacı Gümüş, en fazla 13 yaşlarında bir çocuktur. Dolayısıyla, Fırat'tan en fazla on-on iki yaş büyük olabilir. 1973'te 12 yaşında olduğuna göre 1961 doğumlu demektir. Oysa Hacı Gümüş Fırat'a "oğlum" şeklinde hitap edebilmektedir. Haluk Bilginer'in oynadığı Hacı ayrıca en az 60 yaşlarında bir adamdır.

Yanyana hücrelere konulan Hacı Gümüş ile "Deccal" olarak yakalanan Hizbullah lideri arasındaki fark; veresiye veren bakkal ile peşin alan bakkal arasındaki farkı resmeden esnaf afişi gibiydi. Bak Ali Bak. İşte Gerçek Müslüman...Ali Bak Ali. İşte Pis ve Terörist Müslüman!

Filmin en önemli sahnesi, Hacı Gümüş'ün polis Fırat'ın dedesi tarafından öldürüldüğü sahnedir. Ölmeden önce geçmişteki menfur olayla yüzleşmeye ve de karısını ve kızını (nedense) polis maaşından başka geliri olmayan (üstelik yeni tanıdığı -ve de üstelik -karısı ve kızının hiç de böyle bir ihtiyacı yokken) Fırat'a emanet etmeye vakit bulan Hacı, şehadet getirmeyi aklına getirmemiştir.

"Nasıl olsa aynı Allah'a gitmiyor muyuz"

diye düşündüğünden ölmeden önce şehadet getirmeyi gereksiz buldu belki de...

Fatma Sibel Yüksek / 18/11/20108
( http://acikistihbarat.com/Haberler.asp?haber=9255 )
Alıntı ile Cevapla
ar_de_ kullanıcısına teşekkür edenler
buena vista (21-11-2010), PINAR (02-12-2010), Ramo (21-11-2010)
  #667  
Eski 07-12-2010, 07:24
AnnE - ait Avatar
AnnE AnnE bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Suriçi
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 606/518
314 Mesaj ına 5527 Kere teşekkür edildi
Tanımlı bu herifi pek sevmem ama yazı cok dokundu bana

Sizi seviyorum çocuklar...
Mustafa Mutlu - mmutlu@gazetevatan.com
--------------------------------------------------------------------------------
Dün Ankara’dan, Eskişehir’den İstanbul’a gelmeye çalışırken “Çevik Kuvvet” tarafından çevrilip, biber gazlı saldırıya uğrayan...

Yandaşlarının türban özgürlüğü için canlarını vermeye hazır olanların verdiği emirle, “seyahat özgürlükleri” bile engellenen...

Kabataş’tan Beşiktaş’a yürümek isterken dövülen, yerlerde sürüklenen, gözaltına alınan çocuklar; seviyorum sizi...


***

Hırçınsınız; tıpkı unutmaya başladığım gençliğim gibi!
Delifişeksiniz ki; tutabilene aşk olsun!
Deniz kadar kararlı...
Sinan Cemgil gibi gururlu...
Şehit Mehmetçik kadar masumsunuz...
Ve hepiniz, onların öldürüldüğü yaştasınız...


***

Yurtseversiniz; gönülden...
Kıpır kıpır, yaratıcı ve gözü karasınız...
İsyanınız, bitmeyen isyanıma... Öfkeniz, dinmeyen öfkeme ne kadar benziyor; ah bir bilseniz!

Gözlerinizde işkencelere alınan, cezaevlerine tıkılan ama yılmayan gençlik arkadaşlarımın bakışı...

Dudaklarınızda, “Ben yok, biz varız” haykırışı...
Ve...

“Ballı incirleri hep beraber yiyebilmek / Yarin yanağından gayrı, her şeyde hep beraber diyebilmek” anlayışı...


***

Koruma ordularıyla gezen birileri, Dolmabahçe açıklarına yanaşan 6. Filo askerlerinin bir avuç kor yürekli gençten korktuğu gibi korkuyor sizden...

Siz biraz daha ileriye, Beşiktaş’a gidiyorsunuz fark olarak...

Padişahın sarayını kendilerine mesken tutanların uykularını kaçırıyor; üçer kuruşluk harçlıkla aldığınız yumurtalar...
Geceleri rüyalarında “uçuşan yumurtalar” görüyor, bilmem ne başkanları!

Sizin korkunuz yüzünden boş gidip, boş geliyor zırhlı makam arabaları!

Düşünebiliyor musunuz; atacağınız yumurtaların zırhı delmesinden...

Delip, kafalarına gelmesinden korkuyorlar...
Oysa kan dökmüyor ve şiddetten nefret ediyorsunuz hepiniz; bilmiyorlar!

Karşılıksız koyuyorsunuz yüreklerinizi memleketin orta yerine; görmüyorlar!


***

Pahalı üniversitelerin paralı çocukları gibi, “ABD’de master, bir de Çinli sevgili, sonra parlak kariyer ve birkaç pasaport” hesabı yapmıyorsunuz...
Cebinizde ay yıldızlı kimlik, elinizde pankart, yürüyorsunuz sadece...

Gericiliğe, bölücülüğe direniyorsunuz, aslanlar gibi...
Bu yüzden okulunuzdan atılıyorsunuz; yetmiyor, hapsinize hüküm veriyor koca koca hakimler!

Yılmıyorsunuz; vız gelip tırıs gidiyor hakkınızda kırılan kalemler...

“15 ay değil, 15 yıl ceza alsam ben vazgeçmem bu işten” diye türkü söylüyorsunuz...

Bu tavrınızla zalimleri ve dönekleri öfkeden kudurtuyorsunuz...

Kuvvacılar gibi, göğsünüze dayanan süngülere sokuyorsunuz yüreğinizi...

Zorbanın silahından değil, bir tek garibin ‘ah’ını almaktan korkuyorsunuz!

Ah; ne kadar bize benziyorsunuz çocuklar...
Ah; ne kadar biz kokuyorsunuz!


***

Sizi seviyorum; yozlaştırma bombardımanından kendinizi kurtarabildiğiniz için...

Sizi seviyorum; emeğin en yüce değer olduğunu haykırabildiğiniz için...

Sizi gerçek sosyal, laik ve demokrat bir hukuk cumhuriyetinden yana olduğunuz...

Sizi insanları sevdiğiniz...
Bu ülkenin derdini dert edindiğiniz için seviyorum...


***

Siz, “Türkiye”siniz çocuklar...
Siz, “Gençlik”siniz...

Siz İsmet, siz Fevzi, siz Kâzım, siz Halide, siz Deniz...
Siz Mustafa Kemalsiniz!

Siz, bu umutsuz halkın, henüz farkında bile olmadığı umudu... Bizim onurlu mazimizsiniz...

Sizi seviyorum kardeşlerim, oğullarım, kızlarım...
Ne iyi ettiniz de geldiniz...


***

Sahi... Bunca yıldır neredeydiniz?
Alıntı ile Cevapla
AnnE kullanıcısına teşekkür edenler
account (07-12-2010), ar_de_ (07-12-2010), Baybora (07-12-2010), Master (07-12-2010), neron (11-12-2010)
  #668  
Eski 13-12-2010, 07:33
AnnE - ait Avatar
AnnE AnnE bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Suriçi
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 606/518
314 Mesaj ına 5527 Kere teşekkür edildi
Tanımlı ileri demokrasi!! ileriiiiiii !!! hücuuuummmm!!!!

Yeni Akit gazetesi saldırgan ve yobaz yüzünü bir kez daha ortaya koydu. Gazetenin yazarlarından Abdurrahim Karakoç’un bugünkü yazısı yine sola yönelik hakaretlerle doluydu. Karakoç bu kez AKP’lilere solcu öğrencileri linç çağrısında bulundu.

‘YUMURTALARI ERGENEKON ATTI’
Karakoç’un yazısının en vahim noktalarından birini de protestocu öğrencilerin, atılan yumurtaların masrafını (oysa 5 yumurta 1 liraya satılıyor) kendi başlarına karşılamayacakları iddiası oluşturuyordu. Karakoç bu teze dayandırarak “Bre bu kadar yumurtaya kim yatırdı parayı? CHP bankası mı? İP sevenleri mi? Ergenekon havarileri mi acaba? Hangi tarihte, nerede bir protesto yapılıyorsa, orada mutlaka CHP vardır... Protestocuların harçlıklarını ancak ve ancak bir kocaman parti karşılayabilir... Evet amma o parti hangisi...” dedi.

‘KÖTEK ÇEKMELİ’
Ardından Yeni Akit yazarı, yazısına şöyle devam etti: “AKP’nin yıkılması, CHP’nin darbe yoluyla iktidar yüzü görmesi... Maalesef “polis orantısız güç kullandı” hergeleliğine soyunan bazı mihraklara cevap dahi veremeyen AKP bendeleri niye toplu halde protesto yapamıyor, niye protestocu zibidileri /nush ile mümkün değildir/kötek çekerek adam etmiyorlar?”

‘EŞEK SUDAN GELİNCEYE DEK DÖVMELİ’
Karakoç yazısının sonunda da kendi önerisini açıkladı: "Ben olsam ne yaparım? Toplarım arkadaşlarımı, sevenlerimi, kanunsuz harekette bulunanları eşek sudan gelinceye kadar /tabii suya giden eşeği ahıra hapsettikten sonra/ sopalarım... Sopaların üzerine de “demokrasi sopası” yazarım... Yahu, darbe için gözü dönmüşleri yola getirmenin başka çaresi var mı? Eylemci öğrencilere maddi yardım yapan finans çevrelerini de tesbit eder, gerektiği zaman burunlarından fitil fitil getiririm... Evet doğru... Bekara karı boşama gibi amma, ya sizin çareniz nedir?”
Alıntı ile Cevapla
AnnE kullanıcısına teşekkür edenler
account (14-12-2010), ar_de_ (17-12-2010), Master (13-12-2010), neron (13-12-2010)
  #669  
Eski 24-12-2010, 11:46
buena vista buena vista bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 895/3266
652 Mesaj ına 4322 Kere teşekkür edildi
Tanımlı E madem sümüklüyüz, mendilini hazırlasın, onu da yarın hınkırırız artık!

Yılmaz Özdil'in ''Karşıyaka, Türk bayrağıdır.'' başlıklı köşe yazısı..


http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/...rid=249&gid=61
Alıntı ile Cevapla
buena vista kullanıcısına teşekkür edenler
Master (25-12-2010), neron (26-12-2010)
  #670  
Eski 25-12-2010, 12:02
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23007 Kere teşekkür edildi
Arrow Bir İzmir / Karşıyaka lı olarak.. Devamı...

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/...rid=249&gid=61
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
account (25-12-2010), buena vista (25-12-2010), neron (26-12-2010)
Cevapla


Konuyu Toplam 1 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş arama yap
Modları Göster

Yetkileriniz
Yeni konu açabilirsinizdeğil
Yanıt gönderebilirsiniz değil
Eklenti gönderebilirsiniz değil
Mesaj düzenleyebilirsiniz değil

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Kapalı
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 14:05 .


Telif Hakları vBulletin v3.5.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
Tercüme ve Tasarım : Arka & Bahce