#11
|
|||
|
|||
An Gelİr
An gelir
Paldır küldür yıkılır bulutlar Gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet O eski heyecan ölür An gelir biter muhabbet Çalgılar susar heves kalmaz Şatârâbân ölür Şarabın gazabından kork Çünkü fena kırmızıdır Kan tutar / tutan ölür Sokaklar kuşatılmış Karakollar taranır Yağmurda bir militan ölür An gelir Ömrünün hırsızıdır Her ölen pişman ölür Hep yanlış anlaşılmıştır Hayalleri yasaklanmış An gelir şimşek yalar Masmavi dehşetiyle siyaset meydanını Direkler çatırdar yalnızlıktan Sehpada Pir Sultan ölür Son umut kırılmıştır Kaf Dağı'nın ardındaki Ne selam artık ne sabah Kimseler bilmez nerdeler Namlı masal sevdalıları Evvel zaman içinde Kalbur saman ölür Kubbelerde uğuldar Bâkî Çeşmelerden akar Sinan An gelir -Lâ ilâhe illallah- Kanunî Süleyman ölür Görünmez bir mezarlıktır zaman Şairler dolaşır saf saf Tenhalarında şiir söyleyerek Kim duysa / korkudan ölür -Tahrip gücü yüksek- Saatli bir bombadır patlar An gelir Attilâ İLHAN ölür |
alihoca kullanıcısına teşekkür edenler | ||
buena vista (11-03-2006), Ramo (11-03-2006) |
#12
|
|||
|
|||
BEN SANA MECBURUM
Ben sana mecburum bilemezsin Adini mih gibi aklimda tutuyorum Büyüdükçe büyüyor gözlerin Ben sana mecburum bilemezsin Icimi seninle isitiyorum. Agaçlar sonbahara hazirlaniyor Bu sehir o eski Istanbul mudur Karanlikta bulutlar parçalaniyor Sokak lambalari birden yaniyor Kaldirimlarda yagmur kokusu Ben sana mecburum sen yoksun. Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur Insan bir aksam üstü ansizin yorulur Tutsak ustura agzinda yasamaktan Kimi zaman ellerini kirar tutkusu Bir kaç hayat çikarir yasamasindan Hangi kapiyi çalsa kimi zaman Arkasinda yalnizligin hinzir ugultusu Fatih'te yoksul bir gramofon çaliyor Eski zamanlardan bir cuma çaliyor Durup köse basinda deliksiz dinlesem Sana kullanilmamis bir gök getirsem Haftalar ellerimde ufalaniyor Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem Ben sana mecburum sen yoksun. Belki haziran da mavi benekli çocuksun Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor Bir silep siziyor issiz gözlerinden Belki Yesilköy'de uçaga biniyorsun Bütün islanmissin tüylerin ürperiyor Belki körsün kirilmissin telas içindesin Kötü rüzgar saçlarini götürüyor Ne vakit bir yasamak düsünsem Bu kurtlar sofrasinda belki zor Ayipsiz fakat ellerimizi kirletmeden Ne vakit bir yasamak düsünsem Sus deyip adinla basliyorum Içim sira kimildiyor gizli denizlerin Hayir baska türlü olmayacak Ben sana mecburum bilemezsin. Atilla Ilhan |
#13
|
|||
|
|||
ŞAFAK TÜRKÜSÜ
Beni burada arama anne Kapıda adımı sorma Saçlarına yıldız düşmüş Koparma anne Ağlama Kaç zamandır yüzüm tıraşlı Gözlerim şafak bekledim Uzarken ellerim Kulağım kirişte Ölümü özledim anne Yaşamak isterken delice Bugün görüş günü Günlerden salı Islak Sarı bir yağmur Ülkemin neresine bakarsa ay Orada yitik bir anne ağlıyor Sen aralıyorsun yağmuru Acıdan sırılsıklam alnına siper edip elini Sonra bir umut koşuyorsun Yüreğin avcunda Isırırken çırpıntı gözlerini (ah verebilseydim keşke yüreği avcunda koşan herbir anneye tepeden tırnağa oğula ve kıza kesmiş bir ülkeyi armağan) Koşma anne Birdenbire batacak olan Düş denizinde yarattığın umut sandalıdır Oysa benim için gece Işık hızıyla koşan Kısa ve soğuk bir zamandır Bu yüzden boğuk seslerle geldiler bir şafak Uykusuz Yorgun Ve korkak Sanırım baytardı Yüreğimin depreminde rihter ölçeği çatlarken Ölebilir raporu veren beyaz önlüklü doktor Boşver hipokrat amca Üzülme ne olur Sen de anne Sen de üzülme Hücremin dört bir köşesinde el ayak izlerimi Ciğerlerimde yırtılan bir çığlıkla hazır beklediğim Ve korkunç bir sabırla birbirine eklediğim Korkak kahraman gecelerimi Düşlerimle sınırsız Diretmişliğimle genç Şaşkınlığımla çocuk devrederken sıradakine Usulca açılıverdi Yanağımda tomurcuk Pir sultan'ı düşün anne Şeyh Bedrettin'i Börklüce'yi Torlak Kemal'i düşün anne Hala kanaması nedendir faşizmin göğsünde Utangaçlığı bile vuramadan yanaklarına yasının Onsekizinde ölümüne pervasız yürüyen İnce bilekli çıplak ayaklı tanya'nın Deniz'i düşün anne Her mayıs şafağında uzun Uzun döverken darağaçlarını Ve o şafaktan doğma Onbir yaşını çiğneyip yürüyen çocukları İnsanları düşün anne Düşün ki yüreğin sallansın Düşün ki o an Güneşli güzel günlere inanan Mutlu bir yusufçuk havalansın Sıcak omuzlar değerken omzuma Buz üstünde yürüdüm yıllar boyu Bayraklar ve türkülerle Kopunca memelerinden o mükemmel yaşama Kurşunlar sıktılar alnıma Açık alanlarda ağır Kartalların konup kalktığı Yalçın kayalardan biriydim Ölüp dirildim yeniden Güneşli güneşsiz akşamlarda Mutlu yarınlar adına Özgürlük adına ekmek adına Üstüne vardım kuyruğu kanlı itlerin Dirilip dönmesin diye hiroşimalar Tahtadan atların boynuna çıplak Ölümlerle yatmasın diye çocuklar Aç gözlerle bakmasın diye çocuklar Kardeşlik adına Havadaki kuş denizdeki balık adına Yürüdüm yıllar boyu Dönüp bakmadım arkama Iraktı gözlerim çok ırak İzim kalır mı bilmem yürüdüğüm yolda Kalsa da silinir gider Yalnızca bir ağıt gibi çakılır Ardımca gelenlere gözlerimi yaktığım yer Tören adımlarıyla ölmek Ne garip şey anne Kanlı karanlık bir oyunda baş oyuncuyum Bütün gözler üstümde Sürüyor gecenin karnında şafağa bakan oyun Masa üstünde üşüyen bir sigara Yanında küçücük bir cam bardak İçinde rengi bu gecenin Cılız titrek bir kibrit Kağıt kalem Sandalye Geride flu Yağlı Büküm büküm bir ip Ve çingene kuralına uygun Değişmez dekoru mudur İdam mahkumunun Kırılacak cammışım gibi davranıyorlar Yüzlerinde zoraki çatılmış bir hüzün Oysa birazdan boynumu kıracaklar Pul pul dökülecek yaz siyasi eylül'ün Ben ölümü asıl az ötede titreyen Çingenenin kara killi ellerinde gördüm Anladım ki küllenen sigaradır Soğuyan bir bardak çaydır benim ömrüm Yani benim güzel annem Alacaşafağında ülkemin Yıldız uçurmak varken Oturup yıldızlar içinde Kendi buruk kanımı içtim Ne garip duygu şu ölmek Öptüğüm kızlar geliyor aklıma Bir açıklaması vardır elbet Giderken darağacına Geride Masa üstünde boynu bükük kaldı kağıt kalem Bağışla beni güzel annem Oğul tadında bir mektup yazamadım diye kızma bana Elleri değsin istemedim Gözleri değsin istemedim ağlayıp koklayacaktın Belki bir ömür taşıyacaktın koynunda Usul adımlarla yürüdüm ömrümü Karşımda kurum kurum-laşan darağacı (tarlakuşu korkmaz ki korkuluktan ökse de olsa dört bir yanı) Birdenbire acıdı boynum Gelecekler var birbiri ardınca genç Yakışıklı Ne olur işçi kadınım Az yumuşak dik Şu kefenin yakasını Yaşamak ağrısı asıldı boynuma Oysa türkü tadında yaşamak isterdim Çiçekleri kokmak ırmakları akmak Yaz boyu çobanaldatanlara aldanmak Su başlarında aylak sektirmek kavalımı Sonra bir çocuğun afacan bacaklarında Canavarca kayalıklarına tırmanmak isterdim O güzel günleri görenler arasında Bir soluk ben de yaşamak isterdim Bir de luvr müzesinde seyretmek gizliden Öperken siya-u jakond'u tebessümünden İşte o an saçlarından yakalamak dolunayı Bir de yirmibeş kilometreden görebilmek Nazım'ın gözleriyle pırıl pırıl moskova'yı Ölmek ne garip şey anne Bayram kartlarının tutsaklığından aşırıp bayramı Sedef kakmalı bir kutu içinde Vermek isterdim çocukların ellerine Sonra Sonra benim güzel annem Damdan düşer gibi Vurulmak isterdim bir kıza Künyemi okudular Suçumuz malum Gecenin kıyısında durmuşum Kefenin cebi yok Koynuma yıldız doldurmuşum Koşun çocuklar çocuklar koşun Sabah üstüme Üstüme geliyor Yanlış mı duydum yoksa Erkenci bir horoz mu ötüyor Keskin bir acı bilenmiş Gitgide yaklaşıyor sonum İri sözlerim yoktu söyleyecek Usulca baktım yüzlerine Bin yıllık iskeletleri çatırdayarak Göçtü ayaklarının dibine Korkutamadılar beni anne Avlunun ortasında çatık bir kaş gibi duran Darağacı Bir zaman rüzgarda Saçını tarayan telli kavak değil mi Boynumdaki kemendi bir öğle sonu bükerken o kız Sarı sıcak sevdasını düşünmedi mi Söyle anne O çingene Bir çiçek bahçesi kadar sıcak sokağımızdan Bağıra çağıra geçen bohçacı kadını Sevmedi mi çılgınca Kurulmuş tuzaklar yok artık yolumda İşkenceler zindanlar hücreler Savunmak yok mutlu tok bir yaşamı Açlık grevlerinde beynimi bir sıçan gibi kemiren Mideme karşı Kısacası Bir çiçeği düşünürken ürpermek yok Gülmek umut etmek özlemek Ya da mektup beklemek Gözleri yatırıp ıraklara Ölmek ne garip şey anne Artık duvarları kanatırcasına tırnağımla Şaşkın umutlu şiirler yazamayacağım Mutlak bir inançla gözlerimi tavana çakamayacağım Baba olamayacağım örneğin Toprak olmak ne garip şey anne Ceplerimde el yerine balyoz taşırken Korkunç bir merakla beklerken kurtuluş haberlerini Ve yüreğimin ırmakları taştı Taşacakken Ölmek ne garip şey anne Uçurumlar ki sende büyür Dağdır ki sende göçer Ben yaprak derim çiçek derim Çam diplerinde açmış kanatlarını kozalak derim Gül yanaklı çocuğa benzer Yine de Oğlunu yitirmek kimbilir Ne garip şey anne Beni burada arama anne Kapıda adımı sorma Saçlarına yıldız düşmüş Koparma anne Ağlama Kırıldıysa düş evinin kapısı Bütün kırık kapıların çağrılışıyım Kızların yanaklarında çukurlaşan Biten başlayan aşkların ortasındayım Her kavgada ölen benim Bayrak tutan çarpışan Her kadın toprağı tırnaklayarak doğurur beni Özlem benim kavga benim aşk benim Bekle beni anne Bir sabah çıkagelirim Bir sabah anne bir sabah Acını süpürmek için açtığında kapını Umarım kurtuluş haberleriyle dönmüş olur Çam ve kekik kokuları içinde acı yüzlü çocuklar O zaman nasıl indirilmişlerse şen şakrak Öylece kalkar uykudan şalterler Dişleyip tükürmeden sigaralarını Türkü tadında giyinirken işçiler Bir sabah anne bir sabah Acını süpürmek için açtığında kapını Adı başka sesi başka nice yaşıtım Koynunda çiçekler Çiçekler içinde bir ülke getirirler Başlarını koymak için yorgun dizine Sen hazır tut dizini anne O mükemmel güne Nevzat ÇELİK |
alihoca kullanıcısına teşekkür edenler | ||
buena vista (12-03-2006), Ramo (12-03-2006) |
#14
|
||||
|
||||
Bu AŞk Burada Bİter
Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim
Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider Bir hâtıradır şimdi dalgın uyuyan şehir Solarken albümlerde çocuklar ve askerler Yüzün bir kır çiçeği gibi usulca söner Uyku ve unutkanlık gittikçe derinleşir Yan yana uzanırdık ve ıslaktı çimenler Ne kadar güzeldin sen! nasıl eşsiz bir yazdı! Bunu anlattılar hep, yani yiten bir aşkı Geçerek bu dünyadan bütün ölü şairler Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider Ataol Behramoğlu |
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler | ||
alihoca (12-03-2006) |
#15
|
||||
|
||||
Şakayla KariŞik Sadrİ AliŞik
Paşabahçe’de doğmuşum
Sayı bilmişim sünnet olmuşum Koynumda pabuçlarım Uyanık uykular uyumuşum arife geceleri Kamalı Bekir,Çamur Ahmet bir de Süleyman Ayak yapıp çift kaleler kurmuşum Cigaraya başlamış Tertemiz yataklarda pis rüyalar görmüşüm Tepelerde uçurtma Sokakta şarkı Karakollarda sabah Ekmek karnesi çay fişi İhtilaller görmüşüm Kah kafa vurmuşum taşlara Kah can evimden vurulmuş Hanümanlar yıkmışım Üçüncü Selim,Mustafa çavuş ve Baküs Erik narı çiçek açmış şarkılar Yitik baharlarımda gönlümün Ve kıpkırmızı bir granada akşamı İspanya'ya şatolar kurmuşum Oklar üşüştürüp gemiler batırmışım Karadeniz'de Sancaktepe Hadımköy'de nöbetlere kalkmışım Daracık daracık sokaklara girmişim Ya dostlar tutup sofralar vermişim Ya ev bark kurup anasını satmışım Avarelik mavarelik etmişim En sonunda Oyuncu olmuşum olabildiğimce...
__________________
ASLANLAR KENDİ TARİHLERİNİ YAZMADIKÇA, ÇOBANLARIN YAZDIĞI TARİHLE AVUNUR - AFRİCANİSM - |
HANNIBAL kullanıcısına teşekkür edenler | ||
alihoca (13-03-2006) |
#16
|
|||
|
|||
Ay karanlıkk
Ay Karanlık
Maviye Maviye çalar gözlerin, Yangın mavisine Rüzgarda asi, Körsem, Senden gayrısına yoksam, Bozuksam, Can benim, düş benim, Ellere nesi? Hadi gel, Ay karanlık... İtten aç, Yılandan çıplak, Vurgun ve bela Gelip durmuşsam kapına Var mı ki doymazlığım? İlle de ille Sevmelerim, Sevmelerim gibisi? Oturmuş yazıcılar Fermanım yazar N'olur gel, Ay karanlık... Dört yanım puşt zulası, Dost yüzlü, Dost gülücüklü Cıgaramdan yanar. Alnım öperler, Suskun, hayın, çıyansı. Dört yanım puşt zulası, Dönerim dönerim çıkmaz. En leylim gecede ölesim tutmuş, Etme gel, Ay karanlık... Ahmet Arif |
horcan kullanıcısına teşekkür edenler | ||
alihoca (13-03-2006) |
#17
|
|||
|
|||
Gün olur
Gün olur, alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda. Şu ada senin, bu ada benim, Yelkovan kuşlarının peşi sıra. Dünyalar vardır, düşünemezsiniz; Çiçekler gürültüyle açar; Gürültüyle çıkar duman topraktan. Hele martılar, hele martılar, Her bir tüylerinde ayrı telaş!... Gün olur, başıma kadar mavi; Gün olur başıma kadar güneş; Gün olur, deli gibi Orhan VELİ |
horcan kullanıcısına teşekkür edenler | ||
buena vista (13-03-2006) |
#18
|
|||
|
|||
Ceviz Ağacı
Başım köpük köpük bulut,
içim dışım deniz, ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında, budak budak, serham serham ihtiyar bir ceviz. Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında. Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında, Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl. Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril. Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil Yapraklarım ellerimdir tam yüz bin elim var, Yüz bin elle dokunurum sana, Istanbul'a. Yapraklarım gözlerimdir.Şaşarak bakarım. Yüz bin gözle seyrederim seni, Istanbul'u. Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım. Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında, Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında Nazım Hikmet |
horcan kullanıcısına teşekkür edenler | ||
alihoca (13-03-2006) |
#19
|
|||
|
|||
Yusuf Hayaloğlu
Demek Şimdi Gidiyorsun
Demek şimdi gidiyorsun; Yazdığımız son şiir öyle yarım kalacak! Demek şimdi gidiyorsun;Kuşlarımız acıkacak,saksılarımız artık sulanmayacak! Demek öykümüzü bir ruj lekesi gibi yapıştırıp aynanın sahtekâr yüzüne -Oy benim yaralım- Demek şimdi gidiyorsun; Beni böyle toz gibi dağıtıp merdivenlern dibine! Her şey tamam diyorsun,git... Beni viran bir şehir gibi terket... Haydi git! Dışarısı ispiyon...Dışarısı ihanet... Seni bir gören olmasın,dikkat et!.. Dostlukmuş...ölüme yürümekmiş... Üstüne titremekmiş...vefaymış!.. Aşk dediğin,zavallı bir kapıyı duvara çarpıp Çıkıncaya kadarmış!.. Bana komaz deyip Sancını bir kilo rakıya gömsen de gece yarıları, -Oy benim yaralım- Asıl sancı,uyandığında Bütün odaları boş görünce koyarmış!. Gitmek istiyorsun,git... Bir savaşçı asla vedalaşmaz! Durma git! Dışarısı dinamit...dışarısı enkaz! Şunu cbine koy,ne olur ne olmaz.. Eylül mağdurlarıydık,kimsemiz yoktu, Yaralarımız aman vermiyordu canımıza.. Kimseye kıymamıştık oysa,masumduk.. Rahatsız ediyordu bizi bu yalancı tarih! Yırtılan bir pankart gibi Şehirlerin ortasına çığ düşürdüyse öfkemiz; -Oy benim yaralım- En az bir karıncanın yüreği kadar Namuslu ve çalışkandı ellerimiz! Artık bitti diyorsun,git.. Kırılsın kapı-çerçeve,kırılsın bu cam.. Sorma git! Dışarısı panik..dışarısı izdiham! Biliyorum,seni vuracaklar bu akşam... Ne çok fire verdik üstüste.. Ne çok arkadaş yitirdik bu tozlu yolculukta.. Kimliği tespit edilmemiş, Ne çok ceset vurdu zeytin güzeli akşamlarımıza! Büyük ütopyalar ve büyük dağlar gibi İçerden çürümüşüz meğerse... -Oy benim yaralım- Her gelen ölüm yazmış, Her giden ayrılık işlemiş bu talihsiz gergefimize... Kendini arıyorsun,git.. Aptal bir hayat kur,içinde beni barındırmayan Kalma git.. Dışarısı barut..dışarısı gardiyan! Yine bir tek ben olurum sana parçalanan.. Demek şimdi gidiyorsun; Sonunda bizi de çökertiyor bu kancık zelzele! Demek şimdi gidiyorsun; Yıkılan bir duvar gibi;ömrüme devrile devrile.. Demek mecburi istikametlerin, Ayrılığı gösteren o adaletsiz kavşağında -Oy benim yaralım-maralım Demek şimdi gidiyorsun, Ve bana bir tek secenek kalıyor:güle güle! Beni öldürüyorsun,git.. Kalmasın sende kahrım,kalmasın derdim Bakma git Kafamı yumruklayıp ardınsıra ağlarsam namerdim... Yusuf Hayaloğlu |
#20
|
|||
|
|||
Mutlaka bir siir okuyun bugün.
Maskeli Názım İstiklal Caddesi’nde
BUGÜN Dünya Şiir Günü. Şiiri sevenlerin, seveceklerin, onsuz yapamayanların şiir günü kutlu olsun. Bu yılın Dünya Şiir Bildirisi’ni Türk edebiyatının iyi şairlerinden, ustalarından Arif Damar yazdı. Şiirin dünyayı ve hayatı kuşatıcılığını, şair ustalığıyla iletmiş bize. Arif Damar’ın, şiir üzerine bir deneme niteliği taşıyan bildirisinden bir bölümü yazıma alıyorum: "Şiir depremdir, şiir ayaklanmadır, şiir başkaldırıdır. Şiir şimşektir, yıldırımdır, gök gürültüsüdür şiir. Şiiri, yani yıldırımı hiçbir siper-i saika durduramaz. Şiir korkunçtur, güzeldir. Hiçbir kapı, hiçbir duvar önünde duramaz. Şiir, ezer, yürür geçer. Şiir her şeyden, herkesten daha güçlü, daha yıldırıcıdır. Şiir sınır tanımaz, ne kral tanır, ne imparator. Şiirin yürüdüğü yolun bitimi yoktur. Şiir sonsuzluğa gider, sonsuzluktan gelir. Şiir bütün dillerden başka, bambaşka bir dille konuşur. Ama onun dilini, söylediğini herkes ama herkes anlar. Şiir olmasa, sevdalılar söyleyecek söz bulamaz; o zaman sevda da, aşk da olmaz. Şiir ne tanker, ne şilep, ne gemidir. Şiir yelkenlidir. Bir korsan yelkenlisidir. Deniz gibi, o da yalnız kendi anlatır kendini. Yaşasın şiir. Yıkılsın diktatörler, krallar, asiller, emperyalistler. Şiir zaten onları hep ama hep yıktı ve hep yıkacaktır. Ne mutlu şiir yazan, şiir okuyan, şiir sevene. Ötesi yok. İSTİKLAL CADDESİ’NDE MASKELİ ŞAİRLER DOLAŞACAK TYS (Türkiye Yazarlar Sendikası) Şairler Yürüyor başlıklı bir etkinlik gerçekleştirecek. Saat 14.00’te Taksim’deki Fransız Kültür Merkezi’nin önünde, Arif Damar’ın kaleme aldığı Dünya Şiir Günü Bildirisi’ni okuyacak şairler; Názım Hikmet, Cemal Süreya, Orhan Veli Kanık, Edip Cansever, Ahmed Arif, Cahit Sıtkı Tarancı’nın maskelerini yüzlerine takarak Tünel’e kadar yürüyecek ve şiir dağıtacaklar. Şiirler, bilinen, antolojilerin çoğunda yer alan, hemen hemen her şiir severin belleğinde bulunan şiirlerden seçildi. Dağıtılacak káğıtların bir yüzünde şiir, diğer yüzünde de Dünya Şiir Günü Bildirisi yer alıyor. TYS’nin düzenlediği ikinci etkinlik, saat 17.30’da Kadıköy Moda Kulübü’nde gerçekleştirilecek. İstanbul’da yaşayan şairler bu toplantıda şiir okuyacaklar, birlikte yemek yiyecekler. * * * MUTLAKA bir şiir okuyun bugün. (Dogan Hizlan) Hürriyet |
Konuyu Toplam 1 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir) | |
Konu Seçenekleri | Bu Konuda Ara |
Modları Göster | |
|
|