Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Okunması gerek! - Sayfa 2 - Arka BahÇe Forumu
Arka BahÇe Forumu  

Geri Dön   Arka BahÇe Forumu > Nadas Alanı > Dünya Hali
Kullanıcı ismi
Şifreniz
Kayıt ol SSS Üye Listesi Takvim Arama Bugünkü Mesajlar Bütün Forumları okunmuş kabul et


Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Okunması gerek!
Konudaki Cevap Sayısı
25
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
20603

Cevapla
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
  #11  
Eski 08-02-2008, 23:17
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Durmak yok yola devam

Çalışan kadın aldatır", diyen imama vaaz yasağı
http://www.milliyet.com.tr/2008/02/0...,4238695958349
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
buena vista (09-02-2008)
  #12  
Eski 04-05-2008, 09:40
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23006 Kere teşekkür edildi
Cherry Türkiye’de vatandaşlık kültürü / İlber Ortaylı

Bu sütunda vatandaşlık kültürümüzün ve hukukunun gelişimi üzerinde bir tartışma açmak niyetindeyim. Zira bu konu Türk milletinin tarihi serencamını ele almadan anlaşılacak gibi değildir. Şunu peşinen belirtmek gerekir; Türk vatandaşları birçok üçüncü dünyalı ve Müslüman ülkelerin vatandaşlarından çok daha bilinçli, ısrarla daha anayasal ve demokratik haklarının peşinde koşan bir toplum meydana getirir.
1980’lerin başında bir Arap ülkesinde yaptığımız bir seminerde, 1960’larda Türkiye de bulunan bir Sudanlı diplomat salondaki Arap aydınlara; “Benim bundan 15 yıldan evvel gördüğüm Türkiye’nin köylüleri dahi, bizim bürokratlarımız ve okumuşlarımızdan çok daha ötede demokrasi ve vatandaşlık bilincine sahipti” demişti. Bu bir abartma değildir; tarihin ve toplumun bilançosunu çıkarırken olumsuz ve olumlu yönleri bir arada ele almak zorundayız.
Yukarıda sözü geçen Büyükelçi Diyap’ın söylediği bu söze başka boyutları da eklemek lazım. Balkan ülkelerinde dahi uzun bir zaman Türk aydınının serbest fikirli delidoluluğundan hasetle bahsedilirdi. Demek ki sorun sadece özgürlük değil, özgürlükleri kullanacak mantık, bilgi ve sorumluluktur. Hiç şüphesiz ki şu son olanlara bakınca ülkemizin yakın tarihinde çarpık bir gelişmenin olduğunu yadsıyamayız.

Reaya kavramı
Türk imparatorluğunda Romalıların “populus” dedikleri kalabalık kitle, “reaya” deyimi ile karşılanır. Reaya bir çoban tarafından idare edilen bir topluluk, daha doğrusu bir sürüdür. Hiç şüphesiz kelimenin Eski Ahit denen Tevrat ve Yeni Ahit denen İncil’den gelen bir anlamı vardır; Allah’ın yolladığı resuller kitleyi aydınlatır ve sevk eder. Burada İslam toplumunun yöneticisi olan imam ve Batı’daki dux aynı anlamdadır.
Bu anlamda reaya, iki kategorinin yani yöneten ve yönetilenin ilkidir. Yöneten sınıf ise Osmanlı imparatorluğunda “askeri-milites”tir. Şüphesiz, bu sınıfın mutlaka savaşçı olması şart değildir. Bir Türk Osmanlı veziri gibi bir Rum veya Ermeni patriği veya başhaham veya bir Müslüman kadı veya gayrimüslim bir voyvoda bu sınıfa dahildir. “Reaya” da yine her din ve dilden yönetilen kimsedir.
Reaya için ikinci bir dikey ayrım, millet kavramıyla karşılanır. Bu milletin asıl karşılığı dini cemaattir.
Reaya yani Roma’daki populus zümresi toplumun bütün zenginliğinin ve varlığının esasıdır. Osmanlı siyasi düşünürü Kınalızade’nin devlet teorisinde bu durum bir fasit daire ile ifade edilir. Buna daire-i adalet denir.
Reaya bol ürün verir ve bu sayede asker çok alınır. Asker ise kuvvet demektir. Mevcut zenginliği korur, yaptığı savaşlar ve fetihlerle daha çok zenginlik getirir. Ama zenginliği üretecek reayanın hayatını korumak ve çalışmasını sağlamak için adalet gereklidir. “Lustitia est fundamentum regnorum-Adalet mülkün temelidir.” Buradaki mülk sadece idare değil, ama aynı zamanda zenginlik ve devlet demektir.
Osmanlı üçüncü Roma’dır. Devlet teorisine göre; Allah yetkiyi sadece hükümdara vermiştir. Burada Allah’ın inayeti “gratia dei” ile iktidara sahip olan bir başka şahıs veya zümre yoktur. Yani ırsi bir aristokrasi (soylular) ve ruhani zümre yoktur. Bu durum İslam kadar Yahudilik için de söz konusudur. Adaletin aksi durum zulümdür, zulümden kaçınmak gerekir. Zulüm dinin emrince devlet sisteminden uzak olmalıdır.

Allah’ın bir emaneti
Bütün padişah emirnamelerinde eyalet görevlilerine Allah’ın bir emaneti olan reayaya baskı yapmamak, onu mali yönden soymamak emredilir, aksi takdirde cezalandırılacaklardır. Unutmayalım bir yönetici, Roma’daki konsülün veya Avrupa’daki baronun dokunulmazlığına sahip değildir. Bu nedenlerle çok kolay ve sık cezalandırılmış, azledilmiş, hatta idam edilmişlerdir. Buna karşılık hükümdar, reayanın idaresi için dictatur olabilir. Dictaturun karşılığı İslamda istibdaddır.
Bir kişinin her şeye hükmetmesi yani despotluğu gayri kanuni değildir. Hatta bir meziyettir. Müstebit ve istibdadı kınayanlar 19 ve 20’nci yüzyılın Jön Türkleridir. Bunlar İslamın toplum teorisinden değil, Fransız ihtilalinden esinlenmişlerdir.
Reaya Müslüman ya da gayrimüslim olsun şehirde ata binemez, silah taşıyamaz ve vergi vermek zorundadır. Angarya ve paraya dayanan bu vergilerin dine göre miktarlarında fark vardır. Cizye (yani Roma’daki capitatio; Sasani İmparatorluğu’nda gezit, Bizans’ta kephaletikon denen vergi) Osmanlılarda gayrimüslimlerden alınır.
Gayrimüslim reaya birbirinin dinine geçiş yapamaz. Mesela Yahudi ve Hıristiyanlar birbirinin dinine geçemez; bir kompartımandaki gayrimüslimlerin nüfusunun artması istenmez, ancak Müslüman olabilirler. Gene erkekler, Müslüman veya gayrimüslim, yabancı tebaadan gelin alabilir. Ama yabancı ülkeye gelin gönderilemez. Yerli Müslüman kadın gayrimüslim erkekle evlenemez. Gayrimüslim reaya askerlik yapamaz, cizye öder. Ama 19’uncu asırda bu değişti. Gayrimüslimler de subay ve nefer oldu. Mesela, Paskalya’da donanmamız Hıristiyan neferlerin eve gitmesi için limanlarda demir atardı.
Şüphesiz Türkiye yönetimi, bilhassa Tanzimat Fermanı’ndan beri idare hukuku ve ceza hukuku alanında Batı hukukundan getirdiği uygulamalar, mahkeme sistemlerinin değişmesi, öbür yandan gayrimüslim uyrukların ruhani reisler ve kiliselerin yönetiminden sivil kuruluşlara doğru kaymalarıyla büyük değişiklik geçirdi. Tanzimat devri bütün Türk tarihinde ve İslam dünyasında yeni bir dönem açtı, bunun üzerinde duracağız.


Türkiye tarihinde, bütün Rusyalar Çarı olan müthiş Ivan’ın kurduğu tipte bir “okhrana” yani sözde “koruma” adlı terör örgütü yoktur. İşin garibi, gerçek anlamda kurulan siyasi polis teşkilatı bu imparatorluğun son 10 yılında ortaya çıkan ve devletin değil, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin bir yan örgütü olan Teşkilat-ı Mahsusa’dır.
Bizim tarihimizde siyaseti, yıkıcı faaliyetleri izlemekle görevli ilk polis örgütünü de Sultan II. Abdülhamid değil, ondan çok evvel Tuna vilayetinin yani bugünkü Bulgaristan’ın valisiyken Mithat Paşa kurmuştur; elhak çok başarılı olmuştur, siyasi polisle hürriyetçiliğin çatışır bir yanı yoktur. Demokrasi dediğiniz asayiş ve tehlikesizlik ortamında yükselir.

Memur hakimiyeti
Türkiye tarihinde 1520’ler Macaristan’ındaki György Dozsa başkanlığında olduğu gibi ya da aynı dönemdeki Alman köylü isyanları gibi örgütlü köylü ayaklanmaları da yoktur. Celali isyanları çoğu zaman eşkıyaların peşine takılan köylüler veya medrese talebeleri ve bir müddet sonra hepsinin başına geçen devletlu paşaların başkaldırısına dönüşmüştür. Kanlı bir şekilde bastırılan hareketler de bir daha tekrarlanmamıştır.
Türk halkı uzun ve meşakkatli bir yoldan geçti. Bununla birlikte mevcut fakirlik ortamı; sefalet ve açlık derecesine inmedi. Topraktan kopuş yanında kırsal alanda zenginleşme ve kanun hakimiyeti ise esas itibarıyla II. Dünya Savaşı sonrasıdır. Lakin Tanzimat döneminden beri bu alanda başlayan değişmeleri gözden kaçırmamalıdır.
Türkiye’de kıt olan toprak değildir, ekilen toprak az olmuştur. Nihayet zirai toprakların çoğuna sahip olan devlet; herhangi bir feodal bey veya baron değildi. Elbette üretimi kontrol eden zümrelerle bizzat üretenlerin konumu farklı idi. Demek ki kontratlar sistemiyle ortaya çıkmış bir hiyerarşi yoktu. Başka bir deyişle Türkiye’nin son altı asrında bir aristokrasi yoktu ve bu yapısal özellik 14’üncü asır sonundan beri fethedilen Balkan ülkelerine de bulaşmıştır. Osmanlılık memur hâkimiyetidir.
Nazari olarak herkes memur olabilirdi. Tabii o kadar kalabalık bir görevli yani Osmanlı deyimiyle “askeri” sınıf mevcut değildi. Rekabet ama kontratlara dayanmayan bir belirsiz statü kavgası bu memurlar sınıfını başkaldırı veya kastlaşmaktan uzak tutmuştur.
Bir tımarlı ne tayin beratıyla ilk anda kesinlikle bir yere yerleşebilirdi ne de o toprağa tasarruf hakkını muhakkak elde tutabilirdi. Küçük tımarlar evlada geçse de vezir ve sancakbeyi hasları ırsi değildi; görevle sınırlıydı. Bu gibi arazi gelirleri doğrudan miras konusu olamaz ancak vakıf statüsüyle evlada gelirden bir hisse bırakılabilirdi.

Ümitsiz bir durum
Mülkiyet elde olmadığı için paşaların çocuklarının bu sabit gelirleri enflasyon karşısında eriyip gitmiştir. Başlangıçta kastlaşmaya kalkanlar, Fatih Sultan Mehmet’in emriyle cellada verildi. Sokullu Mehmed Paşa’nın nepotist yani aileci idaresi bizzat vezirin başını yedi. Köprülüler çok uzun devam edemediler. Nevşehirli Damad İbrahim Paşa’nın yeğenciliği sona erdi. Daha evvel Şeyhülislam Feyzullah Efendi’nin akıbeti de malum. Tanzimat’ta bir aristokrasi kurması mümkün olan Mustafa Reşit Paşa dahi bunu beceremedi.
Türkiye tırmanan insanların imparatorluğuydu. Lakin tırmandıkları yeri kuşaklar boyu elde tutamadılar. Köyden gelen devşirme vezirin torunları İstanbul’un kenar mahallelerinde eriyip gittiler. Bu Balkanlar’da da benzer biçimde tezahür etti. Demokrasi için iyi ama siyasi kültür, kurumlaşma, gelenekleşme için son derece de ümitsiz bir durum. Türkiye demokrasisinin en önemli kusuru ve sorunu bu; kendini nasıl gösterdiği ve nasıl çözülebileceği üzerinde duracağız.
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
ar_de_ (12-05-2008), buena vista (06-05-2008), hazan (08-05-2008), janus (04-05-2008), meraklı (05-05-2008), neron (05-05-2008), zumbul (01-04-2009)
  #13  
Eski 15-03-2009, 08:02
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23006 Kere teşekkür edildi
Arrow İzmir

Yılmaz Özdil
yozdil@hurriyet.com.tr


İzmir


Türkiye’den sıkıldığım zaman İzmir’e giderim ben.


Simite gevrek

deriz biz...

Çekirdeğe çiğdem.

Kordon elektrik

aleti değildir.

Kumru da kuş değildir

bizim için...

Yengen’i yeriz.

Sen sigorta dersin...

Biz asfalya deriz.

Uzatmayız...

Gidiyom geliyom deriz.

Domates dediğin, domat işte.

Evimiz isterse 800 metrekare olsun, balkonda otururuz. Hıdrellez filan gibi mazeretler uydurur, sabaha kadar sokaklarda içeriz. Bi oturuşta 60’ar 80’er midye yeriz, istifno severiz, cibez’e bayılırız; gece 3-4 gibi boyoz’a dalmazsak, kan şekerimiz düşer! Boş lafa karnımız toktur bu arada, tırışkadan teyyare gibi atasözlerimiz vardır...

*

Paraşüt kulesinden atlamayana kız vermezler; kızlarımızı da tavlayamazsın ha... Canı çekerse, o seni tavlar! Liseye giden kızının erkek arkadaşının olması kasmaz babaları; kendilerinin de kız arkadaşı vardı lisede... Bak iddia ediyorum, okey şampiyonası düzenlense, İzmirli kadınlar alır kupayı... Erkekleriyle kahveye giderler çünkü... Şaşırdın di mi? Al buna da şaşır, nargile içerler... Askılı giyerler, şortla gezerler, öküz gibi bakarsan, bi çakar, bi de duvardan yersin... Gönül Yazar’ız, Sezen Aksu’yuz; bir gül takıp da saçlarına, çıktı mı deprem sanırdın kantosuna, Karantinalı Despina’yız... Sensin Varoş! Biz tenekeli mahallede bile el ele gezeriz.

*

Erkeklerimiz de fena değildir hani... Detaya girmeyeyim, Ayhan Işık, Metin Oktay, Mustafa Denizli mesela, bi fikir verir sana... Ertuğrul Özkök’ün kırdığı cevizleri okuyoruz; eşi kafasına ütü atmış... Ayıptır söylemesi, Mahsun Kırmızıgül’le Alişan’ı ayırt edemeyiz biz.

*

Gülümseriz.

*

Enginarın başkentidir; İzmirlidir incir. Kazandibi hemşeri... 78 çeşit köftemiz olduğu için, McDonald’s’ın bunalıma girdiği tek şehirdir... Zeytinyağı severiz, dünyanın en boktan durumuna bile düşsek, zeytinyağı gibi üste çıkmayı daha çok severiz... Sana ne birader, keyfimizin káhyasıyız, yazlıklara gitmek için 8 şeritli otoyol yaptık; Güzelbahçe, Seferihisar, Urla, Karaburun, Çeşme, öbür tarafta Dikili, Foça, çipurayız... Pak Bahadur’u özleriz... Durup dururken faytona bineriz, bi yere gitmeyiz aslında, öööle turlarız... Hava güzel, daralırız, okulu ekeriz. Mezun olduktan sonra öğretmeniyle kadeh tokuşturmayan öğrenciyi zor bulursun İzmir’de.

*

Siz sembol diyorsunuz ama, saat kaç diye Saat Kulesi’ne bakanı bulamazsın, altında buluşanlar bile zahmet edip kafasını kaldırmaz, birbirine sorar saati! Rahatızdır... Çocukları Kemeraltı’da kaybederiz, alışverişe devam ederiz, esnaftan biri bulup getirir, çıkışta Kemeraltı Karakolu’ndan alırız... Ağlayıp zırlamak bi yana, çoğu dondurmayı bitirmediği için ayrılmak istemez karakoldan, iyi mi... Aceleye gelemeyiz! Bir sene önceden duyurmaya başla, de ki, 22 Ağustos saat 20’de tiyatro başlıyor... 20.30’da geliriz... Sanatçılar da İzmirliyse, tiyatro zaten 21’de filan başlar... Uçak 6 saat rötar yapsın, istifimizi bozmayız, bizim için ekstra bira içme vesilesidir bu... Kuyruk olmaz, çünkü kuyruk varsa, İzmirli sıkılır, gider. Pratiktir... 201 sokağı bulduysan, yanındaki 202’dir. Tek tek isim vermeye üşeniriz.

*

35’imiz var.

35 buçuğumuz da var.

34 plaka gördük mü, kapışırız... Arkadan sirenleriyle isterse Cumhurbaşkanı gelsin, bana mı sordu, tarladan gitsin, makam arabasına yol vermeyiz.

*

Özetle, arızayız!

*

Erkek çocuklarına en çok "Efe" adı konulan şehirdir orası... Zeybek duyduğumuzda, içimiz cız eder, kalkar oynarız. Hasan Tahsin orada, Kubilay orada, Latife Hanım orada, Zübeyde Hanım bize emanet, bize... Mustafa Kemal de, ağlar kadınlarımız... Sokak sokak, bulvar bulvar, Milli Mücadele Müzesi’dir... İstanbul’daki gibi Birinci Ahmet Çeşmesi falan yoktur orada... Ankara’daki gibi Cinnah Caddesi, Arjantin Caddesi de bulamazsın pek... Recep Tayyip Erdoğan Kavşağı’nı teklif etmez hiç kimse.

*

Bakın, Tayyip Erdoğan dedim, aklıma geldi... Bugün İzmir’de miting yapacakmış Başbakan.

*

Kendisine ev sahibi olarak, Ayla Dikmen’in Kordon’da üstü açık otomobille gezerken söylediği ve Türkiye’nin anca yıllar sonra keşfettiği parçasını armağan ediyorum: "Ben söylerken gülmedin mi? Falımızda ayrılık var demedim mi? Anlamazdın, anlamazdın..."

+++++++++++++

Minik Not : İzmir'li olmanın keyfi ile okudum....
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
AnnE (16-03-2009), ar_de_ (18-03-2009), buena vista (15-03-2009), janus (15-03-2009), meraklı (16-03-2009), neron (16-03-2009), serdarkus (15-03-2009), zumbul (01-04-2009)
  #14  
Eski 15-03-2009, 22:35
serdarkus - ait Avatar
serdarkus serdarkus bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 317/1236
52 Mesaj ına 2228 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

"Alışık olmadığımız bir ‘Genelev Hikayesi’

Toplumun ayarı her geçen gün daha fazla bozuluyor.

Kokuşmuşluk diz boyu.

İlkesizlik deseniz artık bir yaşam biçimi haline geldi.

Her şeyi normal karşılamaya, her şeyi olağan kabul etmeye başladık.

Artık hiçbir şey bizi şaşırtmaz oldu.

Bir yerlere gidiyoruz.

Hem de bilmediğimiz bir meçhule gidiyoruz.

Kimse bu gidişten rahatsız değil.

Tavır koyamıyoruz kimseye.

Yanlışlara bile bile ses çıkarmıyor, her şeyi kabulleniyoruz.

Aşağıda okuyacağınız bir hayat kadınının verdiği tepkiyi bile veremiyoruz.

Lafı çok fazla uzatmaya gerek yok. Okuyun aşağıdaki hikayeyi sonra da kendi kendinize sorun.

Dilerim sorunun cevabını kendinize verebilirsiniz.

******

Menderes’in, Türkiye’yi küçük Amerika yapmaya çalıştığı günlerde, yani 1955-1960’lı yıllarda yaşanmış gerçek bir hayat hikayesidir…

Malatya’nın en canlı sokaklarından biri de, Genelev Sokağıdır…

Gündüz Cumhuriyet Bayramı kutlanmıştı… Gece saat 12’ye yaklaştığı sırada içeriye ağızlarında pipo, sarı saçlı uzun boylu iki kişi ile beraber şık giyinmiş şişman bir adam girdi.

Bu iki yabancı, “Uzman” sıfatıyla bir dost memleketten getirilmişlerdi.

Bir yıldır yakındaki 15.000 nüfuslu bir Anadolu kasabasındaydılar. Kaymakam kasabada böyle bir şey olamayacağını, arzu ederlerse falanca yerdeki ‘Türk Barı’na gitmelerini tavsiye etmişti..

Bunun üzerine iki genç, tercümanlarını da yanlarına alarak önce Malatya’ya, sonra da faytoncunun rehberliğinde buraya gelmişlerdi…

Yani Malatya Genelevine!...

İlk dakikalarda yadırgadıkları bu yer, git gide hoşlarına gitmişti. Akşamdan beri 25 müşteri savmış olan Kezban, gramofona oynak bir plak koymuş, kırmızı mayosunun içinde dönüp duruyordu…

Yabancılar Kezban’ı seyretmeye başladılar. Sonunda Kezban’ı işaret ederek, tercümanlarına bir şeyler dediler…

Tercüman Çaça kadına:

“Mösyöler bayanı istiyor.”

Tercümanı duyan Kezban adamlara şöyle bir baktı…

Sonra, “Müthiş yorgunum anne. Mazur görsünler.”

Cevap tercüme edilince, yabancılardan uzun boylusu sertleşen sesi ile “Ne demek? Böyle yerlerde müşteri reddedilmez” diye diklendi.

Kezban hiddetlenerek;

“Yorgunum efendim!... Laftan anlamaz mısınız siz?”

Tercüman;

“Bu mösyölerin kim olduğunu bilmiyorsun galiba!... Hem bir orospu müşterisinin arzusunu yerine getirmeye mecburdur.”

Kezban; “Ben orospuyum ama, bu mösyöler kim olursa olsunlar, arzularını yerine getirmeyeceğim.”

Diğer kadınlar şaşkın şaşkın ona bakmaktaydılar. Kezban’ı o güne kadar hep para canlısı olarak düşünmüşlerdi. Tercüman yediği hakareti hazmedememişti;

“Senin gibilerinin hakkından polis gelir!”

“Buyrun efendim, polis iki adımlık yerde.”

Şişman tercüman dışarı çıktı. Biraz sonra yaşlıca bir polisle içeri girdi. Ecnebilere karşı daima nazik olmayı, onlara kolaylık göstermeyi vazifesinin mühim bir düsturu sayan polis, Kezban’a;

“Mösyöler seni çiftetelli oynarken bulmuşlar… Demek ki yorgunluk bahane… Şu halde sebep ne Kezban?”

“Sadece istemiyorum.”

“Fakat vazifeni unutuyorsun. Sonra senin için fena olur!”

Genelevin dilberi Kezban, adeta deliye döndü;

“Bana hiçbir şey olmaz, polis bey!...Ben gavurlara orospuluk yapmam polis bey!... Beni nihayet buradan başka bir yere sürebilirsiniz, fakat sürüleceğim yer gene Türk memleketi değil mi?”

Herkes susuyor, iki yabancı alık alık bakıyordu. Kezban ise yumruklarını sallayarak söyleniyordu;

“Ben gavur orospusu değilim, polis bey… Ben Türk orospusuyum!...”

Diğer kadınlar başlarını önlerine eğmişlerdi… Yaşlı polis ise gözlerindeki ıslaklığı göstermemek için, ağır ağır bahçeye çıkarken Kezban hala bağırıyordu;

“Ben gavurun altına yatmam, polis bey!... Ben Türklerin orospusuyum! Gavurun değil!”

Kaderin sillesini yemiş vesikalı Kezban’ın cılız elleriyle ülkemizi işgal eden gavurlara attığı yaman tokadın hikayesi bu!

İşte böyle!...

Birkaç dolar kazanabilmek için yabancıların önünde eğilen bütün politikacılarımıza, iş adamlarımıza, bürokratlarımıza, medya mensuplarına ve ‘Keşke İngilizler’in idaresinde olsaydık’ diyebilen o çok namuslu! Hanım kızlarımıza…

Velhasıl, kadın-erkek bütün vesikasız orospularımıza ithaf olunur!...

Güngör ARSLAN "
__________________
eNiyi sistem, uygulayabildiğindir..
Alıntı ile Cevapla
serdarkus kullanıcısına teşekkür edenler
AnnE (16-03-2009), ar_de_ (18-03-2009), buena vista (16-03-2009), chem73 (16-03-2009), coser (16-03-2009), janus (16-03-2009), Master (16-03-2009), meraklı (16-03-2009), neron (16-03-2009), zumbul (01-04-2009)
  #15  
Eski 16-03-2009, 08:27
AnnE - ait Avatar
AnnE AnnE bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Suriçi
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 606/518
314 Mesaj ına 5526 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Mütercim

Bu hikayeyi okuduğum başka bir yerde, yabancı '' uzmanların '' şişman tercumanının Turgut Ozal oldugundan bahsediliyordu. Tabii ki, bu olayın, gercek bir olay mı, yoksa bir internet efsanesi olduğunu bilemediğimiz gibi, tercumanın kim olduğu konusunda da , gercek mi, uydurma mı oldugunu iddaa edemeyiz.
Alıntı ile Cevapla
  #16  
Eski 17-03-2009, 06:56
buena vista buena vista bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 895/3266
652 Mesaj ına 4322 Kere teşekkür edildi
Tanımlı ‘İzmirli kadın’dan AKP’ye mektup..

Mehmet Tezkan
mtezkan@gazetevatan.com

Başbakan İzmir’i istiyor da.. Peki İzmirli AKP’yi istiyor mu? İzmir’de seçimin gündemi çok farklı.. Ruşen Çakır’ın tespitiyle seçimin gündemi, ‘hayat tarzı’.

İzmirli hayat tarzına düşkün.. Bu yüzden AKP’li başkan adayı Taha Aksoy pazar günü düzenledikleri mitingde kimsenin hayat tarzına müdahale etmeyecekleri sözünü vermiş..

El ele dolaşan sevgililere de, evcil hayvan besleyenlere de müdahale etmeyeceklerini vurgulamış..

Türkiye’nin geldiği yere bakın!
Bir belediye başkan adayı çıkıyor; “beni seçerseniz el ele dolaşan sevgililere müdahale etmeyeceğim” diye oy istiyor..

Sanki hakkı varmış gibi..

Zabıta kuvvetiyle parklara, yollara, insanlara, kılık kıyafete müdahale edebilirmiş gibi..

Ama olmadı mı..

Diğer kentlerde müdahale edildi.. Anadolu’nun çoğu yerinde bırakın sevgilileri eşler bile ele ele, kol kola yürüyemez hale geldi..

İzmir’de niye olmasın?



*


AKP’li başkan adayı Aksoy İzmirli’nin ne kadar hassas olduğunu biliyor..

AKP söyleminin dışına çıkmaya çalışıyor..

Farklı bir kampanya izliyor..

Aksoy oturmuş, seçmenlere; “Özgürce yaşamaktır İzmir” diye başlayan bir mektup yazmış..

İzmirli bir kadın da yine mektupla AKP’li Aksoy’a yanıt vermiş..

O mektup elime geçti..

Bazı bölümlerini birlikte okuyalım..


*


“Mektubunuzu okuduktan sonra uzun uzun düşündüm. Demişsiniz ya ” değişilmez şehirdir İzmir “ diye, sonuna kadar katılıyorum, ancak eklemek istediğim bir şey daha var, aynı zamanda değiştirilemez şehirdir İzmir.”


*


İzmirli kadınların biraz farklı olduğunu, AKP’nin işini çok zor olduğunu bakın nasıl anlatmış..

“Biz İzmir kadınları düşkünüzdür özgürlüğümüze. Türkiye ortalamasının üzerinde ekonomik özgürlüğümüz vardır. Kariyer sahibiyizdir, başarıya odaklıyızdır. Oysa AKP’nin sosyal güvenlik ve iş yasalarındaki düzenlemelerine baktığımızda kadını iş yaşamından koparmaya yönelik olduğu aşikârdır. İş Kanunu ve bazı kanunlarda değişiklik yapan yeni yasayla, çalışan kadınların önüne engeller koyarak, onları ev yaşamına mahkûm bırakmaya çalıştıklarını nasıl unutabiliriz ki? Genel Başkanınızın her gittiği yerde ‘üç çocuk yapın’ mesajları partinizin kadına bakışını özetler halde.”


*


İzmir’de yarış çok farklı.. İzmirli’nin, İzmirli kadının derdi yaşam tarzı..

AKP’nin biçtiği elbiseyi giymeye niyetli değil..

O rolü kabul edemem diyor..

Tabii İzmirli’nin en hassas olduğu konuların başında laiklik geliyor..

İşte mektuptaki o bölüm..


*


“Laikliğin bizim için tartışılması dahi mümkün değildir. Oysa belediye başkan adayı olduğunuz AKP, Anayasa Mahkemesi’nin 11 üyesinden 10’u tarafından laiklik karşıtı eylemlerin odağı olarak tescillenmemiş midir?”


*


Mektup uzun ama İzmirli bir kadının Türkiye’yi nasıl gördüğünü, nasıl algıladığını anlamamız açısından şu bölüm çok çarpıcı..


*


“Sevgili Taha Aksoy; fakirin her gün fakirleştiği, İslami kodamanların kendilerine ve çeşitli modellerle yapılmış türbanlı eşlerine aldıkları siyah büyük arabaları gördüğümde sinirleniyorum. Küçük esnafın besmelesiyle açtığı kepengini siftahsız kapadıklarını duyduğumda içim sızlıyor. Mahalle aralarında bir oy için dağıtılan erzaklarla açlık üzerinden siyaset yapıldığına tanık olup kahroluyorum. Gemiciklere eklenen pırlanta şirketlerini ve bunlara sağlanan imtiyazları işittiğimde tepemin tası atıyor. Her gün yeni bir arkadaşımın işten atıldığı haberi geldiğinde ailelerini nasıl geçindirecekler kaygısı ile uykularım kaçıyor.”


*


Aslında sadece İzmirli kadınlar böyle düşünmüyor..

Türkiye’nin pek çok yerinde aynı duyguları taşıyan milyonlar var..

Ama İzmirlilerin sesi ‘şimdilik’ daha gür çıkıyor..


mektubun tamamina asagidaki linkten ulasabilirsiniz..

http://haber.gazetevatan.com/haberde...?Newsid=228340
Alıntı ile Cevapla
buena vista kullanıcısına teşekkür edenler
coser (17-03-2009), Master (17-03-2009), meraklı (17-03-2009), neron (17-03-2009), serdarkus (17-03-2009), zumbul (01-04-2009)
  #17  
Eski 17-03-2009, 07:10
neron - ait Avatar
neron neron bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 139/3021
68 Mesaj ına 527 Kere teşekkür edildi
Thumbs up İzmir'in denizi kız, kızı deniz, sokakları hem kız hem deniz kokar - Cahit Külebi

08 Mart kadınlar gününde evlerimize Taha Aksoy tarafından gönderilen mektuba İzmirli bir bayandan cevap lütfen okuyunuz.



Taha Aksoy'a mektup...


Sevgili Taha Aksoy;

Göndermiş olduğunuz mektubunuzu dün itibariyle posta kutumdan almış bulunuyorum. "Özgürce yaşamaktır İzmir" dizesi ile başlayan ve "Asaleti, nazı, edası kadınlarında gizli... Değişilmez şehirdir, İzmir" dizeleri ile sona eren şiiri beğeni ile okudum. Altında herhangi bir şairin imzası olmadığı için bu güzel mısraların size ait olabileceğini düşündüm. Kaleminize sağlık, ne güzel anlatmışsınız...

Mektubunuzu okuduktan sonra uzun uzun düşündüm. Demişsiniz ya "değişilmez şehirdir İzmir" diye, sonuna kadar katılıyorum, ancak eklemek istediğim bir şey daha var, aynı zamanda değiştirilemez şehirdir İzmir...

Beyefendi tavrınızı takdir etmiyor değilim, ancak bir bağımsız aday edası ile gerçekleştirdiğiniz söylemlerinizi anlayamıyorum. Adayı olduğunuz AKP'nin yaptıklarını ve yaptırımlarını biz İzmir kadınlarına nasıl unutturacaksınız, merak ediyorum.

Biz İzmir kadınları düşkünüzdür özgürlüğümüze. Türkiye ortalamasının üzerinde ekonomik özgürlüğümüz vardır. Kariyer sahibiyizdir, başarıya odaklıyızdır. Oysa AKP'nin sosyal güvenlik ve iş yasalarındaki düzenlemelerine baktığımızda kadını iş yaşamından koparmaya yönelik olduğu aşikardır. İş Kanunu ve bazı kanunlarda değişiklik yapan yeni yasayla, çalışan kadınların önüne engeller koyarak onları ev yaşamına mahkum bırakmaya çalıştıklarını nasıl unutabiliriz ki?Genel başkanınızın her gittiği yerde "üç çocuk yapın" mesajları partinizin kadına bakışını özetler halde.

"Mustafa Kemal Atatürk'ün hem İzmir'e hem de kadınlara verdiği değer çıkacaktır karşınıza..." diyorsunuz. Kuşkusuz bu doğrudur. Ancak unutmayalım ki Mustafa Kemal Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet Türkiyesi'nin temel taşlarından biridir laiklik. Ve bizim için tartışılması dahi mümkün değildir. Oysa belediye başkan adayı olduğunuz AKP, Anayasa Mahkemesi'nin 11 üyesinden 10'u tarafından laiklik karşıtı eylemlerin odağı olarak tescillenmemiş midir?

"İçine düşürüldüğü durumdan yakınmadan ayakta kalmaya çalışan güzel İzmir'i ışıltılı günlere kavuşturmak; ekonomi, bilim ve kültürün kalbi haline getirmek İzmir'e olan borcumuzdur..." diyorsunuz... Doğrudur. AKP Hükümeti'nin adeta üvey evlat muamelesi yaptığı, İzmirli'den aldığı vergileri yatırım olarak geri yollamadığı apaçık ortadır. Bu durumda bizlere hükümetin borcu vardır. Ancak bu borcu ödemeleri için illa AKP'ye mi oy vermemiz gerekmektedir? Bu bir üstü kapalı tehdit midir? Mazur görün, ben anlayamadım...

Biz İzmir kadınları güzelliğimizden öte zekamızla anılmayı tercih ederiz. Ve zekanın en önemli unsurlarından biridir hatırlamak... Şimdi kısa bir yakın geçmiş yolculuğuna çıktığımda AKP Genel Başkanınız ile ilgili hatırladıklarım şunlardır;

"Ananı da al git... Askerlik yan gelip yatma yeri değildir... Türkiye terörle yaşamaya alışmak zorundadır... Hem Müslüman hem laik olunmaz. ya Müslüman olacaksın ya laik... Referansım İslam'dır... İki koyun gütmeyenler liderlik yapamazlar... İş bırakma eylemeleri zulümdür, kriz teğet geçti... "
Ve daha onlarcası. Nasıl unutacağız tüm bu sözleri?

Sevgili Taha Aksoy; fakirin her gün fakirleştiği İslami kodamanların kendilerine ve çeşitli modellerle yapılmış türbanlı eşlerine aldıkları siyah büyük arabaları gördüğümde sinirleniyorum. Küçük esnafın besmelesiyle açtığı kepengini siftahsız kapadıklarını duyduğumda içim sızlıyor. Mahalle aralarında bir oy için dağıtılan erzaklarla açlık üzerinden siyaset yapıldığına tanık olup kahroluyorum. Gemiciklere eklenen pırlanta şirketlerini ve bunlara sağlanan imtiyazları işittiğimde tepemin tası atıyor. Her gün yeni bir arkadaşımın işten atıldığı haberi geldiğinde ailelerini nasıl geçindirecekler kaygısı ile uykularım kaçıyor. Soykırım suçlusu Ömer El Beşir'in Atatürk'ün masasında yemek yediğini öğrendiğimde midem bulanıyor. Krizin bizi dibe çektiği şu günlerde memleket meselelerini bir kenara bırakıp meydanlarda vekilleriyle beraber laf yarıştırma telaşına kapılan bir başbakanı gördüğümde ise neden AKP'ye oy vermemem gerektiğini bir kez daha hatırlıyorum.

Tüm bunların dışında kocaman bir soru işareti var kafamda; laiklik karşıtı onca söylemi ve eylemi olan, demokrasiyi kendi kafasına göre yeniden tanımlayan, yazarlara çizerlere açtığı rekor sayıda davanın altına davacı olarak imza atan, kadını ikinci sınıf vatandaş haline getirmeye çalışan, insanlarını bizler ve onlar diye ikiye ayıran bir lidere sahip partiden, gerçek bir İzmirli neden ve nasıl aday olur? İşte ben bunu anlayamıyorum.

SEVGİ VE SAYGILARIMLA...
Ayşe Başak Kaban
Alıntı ile Cevapla
neron kullanıcısına teşekkür edenler
account (17-03-2009), ar_de_ (18-03-2009), coser (17-03-2009), Gozlemci (18-03-2009), janus (17-03-2009), Master (17-03-2009), meraklı (17-03-2009), serdarkus (17-03-2009), zumbul (01-04-2009)
  #18  
Eski 28-03-2009, 17:18
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Hüzünlü bir soyadı hikayesi...

"1934 yılında soyadı kanunu çıktı, her türk kendine bir soyadı alacaktı.
Herkes kendi soyadını kendisi seçtiği için insanların bütün gizli aşağılık
duyguları ortaya çıktı.
Dünyanın en cimrileri 'eli açık', dünyanın en korkakları
'yürekli', dünyanın en tembelleri 'çalışkan' gibi soyadları aldılar.
Bir mektup yazabilecek zamanda ancak imzasını atabilen bir öğretmenimiz kendisine
'çevikel' soyadının almıştı.Irkçılığın yayıldığı günler olduğundan,
özellikle Türklüğü karışık olanlar ırkçılığı anlatan soyadlarını kapışıyorlardı.
Her türlü yağmada hep sona kaldığım için güzel soyadı yağmasında da sona kaldım.
Bana, ortada böbürlenebileceğim bir soyadı kalmadığından, kendime 'nesin'
soyadını aldım.
Herkes 'nesin' diye çağırdıkça ne olduğumu düşünüp kendime geleyim istedim."

Aziz Nesin
__________________
Yaşadıklarını kar sanma yanına...
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna
Ne kadar yaşarsan yaşa
Sevdiğin kadardır ömrün...

Can Yücel
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
account (29-03-2009), ar_de_ (01-04-2009), chem73 (31-03-2009), dentist (28-03-2009), Gozlemci (30-03-2009), janus (28-03-2009), Master (29-03-2009), neron (30-03-2009), serdarkus (29-03-2009), zumbul (01-04-2009)
  #19  
Eski 03-09-2010, 13:16
account account bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 144/5159
85 Mesaj ına 596 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Bir Dervişten Nasihatler

Emanete ihanet etmeyin..
>> Halinizden şikayet etmeyin..
>> Büyüğünüze emretmeyin..
>> Boş şeylerde israr etmeyin..
>> Cahillerle sohbet etmeyin.
>> Nefesinizi boşa tüketmeyin..
>> İnsanları bekletmeyin. .
>> Etrafınızı kirletmeyin.
>> Hayatınızı mahvetmeyin. .
>> Kimseye minnet etmeyin.
>> İnsanları yüzüne karşı methetmeyin. .
>> Kimseye küfretmeyin..
>> Kötülüge meyil etmeyin..
>> Malınızı boşa sarf etmeyin..
>> Sırrınızı açık etmeyin..
>> Her şeyi merak etmeyin..
>> Suçunuzu inkar etmeyin..
>> Şerefinizi kaybetmeyin. .

>> Vatanınızi terk etmeyin..



>> İyiliğe niyet edin..
>> Büyüklere hürmet edin..
>> Sıkıntıya sabredin.
>> Aza kanaat edin..
>> Sözünüzde sebat edin..
>> Bildiğinizle amel edin..
>> Hatanızı Kabul edin..
>> Yaramaz ise def edin..
>> Varken tasarruf edin..
>> Alimlerle sohbet edin..
>> Nefsinizle inat edin..
>> Sofranıza davet edin..
>> Zararlıysa men edin..
>> Seviyorsanız ifade edin..
>> Kalpleri fethedin..
>> Misafire ikram edin..
>> Muhtaca yardım edin..
>> Bilseniz de istişare edin..
>> Tehlikeye dikkat edin..
>> Hakkı teslim edin..
>> Unutacaksanız kaydedin..
>> Esirgemeyin lütfedin..
>> Gariplere merhamet edin..
>> Kazanmaya gayret edin..
>> Çalışanı takdir edin..
>> Başarıyı tebrik edin..
>> Mazereti Kabul edin..
>> Her an tevekkül edin..
>> Hastaları ziyaret edin..
>> Çocuğunuzu terbiye edin..

İyiliği emredin..

Kötülüğü terk edin..

>> Herkese tebessüm edin..
>> Güvenseniz de kontrol edin..
>> İnanmayana ispat edin..
>> Fakirleri gözetin..
>> Hayır için sarf edin..
>> Bu yazıyı gönderene de DUA EDİN
__________________
Buyuk ve onemli kararlar kisiseldir.
Alıntı ile Cevapla
account kullanıcısına teşekkür edenler
ar_de_ (06-09-2010), hazan (06-09-2010), janus (05-09-2010), Master (04-09-2010), neron (06-09-2010), salacak (09-09-2010)
  #20  
Eski 17-09-2010, 10:31
account account bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 144/5159
85 Mesaj ına 596 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Hayat

Yerin seni çektiği kadar ağırsın,
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın,
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin,
...Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün,
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kâr sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna; ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun.
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın.
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer;
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret,
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın.
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın,
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak,
Bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir,
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli,
Bebek ağladığı kadar bebektir...
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin,
bunu da öğren..
Can YÜCEL‎"Aşk, bir uçurumdan düşmek gibi bir şey, işte bu yüzden sevgili'ye " yar " denir... Hz Mevlana
__________________
Buyuk ve onemli kararlar kisiseldir.
Alıntı ile Cevapla
account kullanıcısına teşekkür edenler
AnnE (17-09-2010), buena vista (18-09-2010), dentist (17-09-2010), janus (18-09-2010), Master (17-09-2010), neron (20-09-2010), salacak (18-09-2010)
Cevapla


Konuyu Toplam 1 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş arama yap
Modları Göster

Yetkileriniz
Yeni konu açabilirsinizdeğil
Yanıt gönderebilirsiniz değil
Eklenti gönderebilirsiniz değil
Mesaj düzenleyebilirsiniz değil

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Kapalı
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 13:10 .


Telif Hakları vBulletin v3.5.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
Tercüme ve Tasarım : Arka & Bahce