Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Tarih Yapraklarından - Sayfa 2 - Arka BahÇe Forumu
Arka BahÇe Forumu  

Geri Dön   Arka BahÇe Forumu > Nadas Alanı > Dünya Hali > Tarih
Kullanıcı ismi
Şifreniz
Kayıt ol SSS Üye Listesi Takvim Arama Bugünkü Mesajlar Bütün Forumları okunmuş kabul et


Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Tarih Yapraklarından
Konudaki Cevap Sayısı
50
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
49461

Cevapla
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
  #11  
Eski 15-04-2006, 12:03
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Karamanoğlu Mehmet Bey

ŞİMDEN GERÜ HİÇ KİMESNE
KAPIDA, DİVANDA, MECLİSTE
SEYRANDA TÜRK DİLİNDEN
ÖZGE SÖZ SÖYLEMEYE



Karaman Bey'in ölümünden sonra, Selçuklu Sultanı IV. Rukneddin Kılıçaslan
(1264} Karaman Beyliği'nin idaresini Mehmet Bey'e vermeyip, Hutenoğlu Bedretlin
İbrahim'e vermiştir. Bedretlin İbrahim de isyan ederler korkusuyla Mehmet Bey ve
kardeşini yakalatarak hapsetlirmiştir. III. G. Keyhüsrev (1264) tahta geçince,
Mehmet Bey ve kardeşini hapisten çıkartmıştır.

Karamanoğlu Mehmet Bey, hapisten çıktıktan sonra Karaman civarına çekilerek, üstün zekası ve
idaredeki yetenekleri ile kısa zamanda beyliğini güçlendirmiştir.

SelçukluIar'ın Ahi ve Türkmenler'e (Karamanlılar'a) karşı takındığı tavır, Mehmet Bey'i Konya'ya
karşı harekete mecbur etmiştir. Moğollarla yapılan Kösedağ Savaşı (1243) ve daha sonraki yıllarda
Babai isyanları, Hatıroğlu'nun Niğde ayaklanması, Aksaray ve diğer yerlerdeki ayaklanmalar,
Selçukluları büyük oranda zayıflatmıştır.

Karamanoğlu Mehmet Bey'in 1277'de Konya'ya girerek Selçuklu tahtına naib olarak Siyavuş'u oturtması
ile iktidar; ezilen, horlanan, Türkmen, Avşar, Ahi ve Kara manlılar gibi Türkçe konuşan halkın eline
geçmiştir.

Karamanoğlu Mehmet Bey, Türkçe'nin devlet dili olarak konuşulmasını istiyordu. Çünkü dil, bir
milletin kültürünün geıişmesinde ve insanlar arası iletişimin sağlanmasında en büyük unsurdu. Bu
nedenle Karamanoğlu Mehmet Bey, 13 Mayıs 1277'de ünlü fermanını yayınlayarak Türkçe'yi yeni den
''devlet dili'' olarak ilan etmiştir.

Bu fermanla Ahmet Yesevi'den beri Türkçe söyleyip Türkçe şiir ve divan yazan Hacı Bektaş-ı Veli, Ahi
Evren, Aşık Paşa ile Türkmen, Yörük, Avşar kabileleri ve Yunus Emre'lerin dilleri kanunla koruma
altına alınmış oluyordu.

İşte Karamanoğlu Mehmet Bey'in Türkçe'yi devlet dili olarak kullanma fermanı, bu
halkın öz dilini konuşmasının en kutsal bir hak olduğunun belgesi olmuştur.

Karamanoğlu Mehmet Bey'in Konya'yı işgali, hem Moğolları, hem de zorunlu olarak
Moğollara vergi vermeye mahkum olan Selçukluları harekete geçirdi. Moğollar
AnadoIu'da vergilerini toplayıp asayişi sağladıktan sonra, Tebriz ve doğuya döndüler. AnadoIu'da
yeniden karışıklıkların meydana gelmesi üzerine, büyük bir Moğol ordusu iki koldan tekrar Anadolu'ya
saldırdılar. Karamanoğlu Mehmet Bey'in ordusuyla Kızıldağ veya Karadağ bölgesinde yapılan savaşta
çok can kaybı oldu. Mehmet Bey ile beraber kardeşIeri Tanu, Zekeriya ve amcazadeleri de bu savaşta
şehit düştüler.

Moğollar ölenlerin kimliğini bilmiyorlardı. Ölen askerlerin silah ve elbiselerini alırken
Karamanoğlu Mehmet Bey'i tanıdılar ve başını keserek Konya'ya götürdüler. (1283)

adsız4.JPG
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (08-09-2006)
  #12  
Eski 15-04-2006, 17:17
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı (İntikam)

Tarih sayfalarını aralamaya başladık,şöyle yakın tarihide dürbünleri dikelim Sayfaların arasına sıkışmış o kadar çok yaşanmış varki.Her biri bir ayrı bir ders.
-MUSTAFA MUĞLALI PAŞA
1901 yılında yaşamını adadığı Silahlı Kuvvetler'e katılan Muğlalı 1912-1913 yıllarında Balkan Savaşı'na, 1914-1918 yıllarında Birinci Dünya Savaşı'na katılır.Kurtuluş savaşında önemli görevler üstlenir.
-Onu hepimizin hafızalarıdan hiç gitmeyen meşhur.Menemen'de Kubilay'ı şehit eden gericileri yargılayan mahkemenin başkanlığını yaparken daha iyi tanırız.
sonrasında;
-1924 Şeh Sait isyanının bastırılmasında yer alacaktır.İstiklal mahkemelerinde görevler üstlenecektir.
-1924 İsyancılarının bir çoğunun techir kararını o verir.
-1938 dersim isyanın da önemli görevler aldığı bilinir.
-Bir dönem siyasi tarihimizde fırtınalar yaratacak oluşum da da o vardır.Bedelini en ağır o ödemiştir.Bir sürecin kurbanı seçilmiş ve kahrından ölmüştür.
Sevenleri onu anlatırken "dağ ancak böyle erir di" diyeceklerdir.

-Doğu Anadolu'da eşkıya ve kaçakçıların cirit attığı 1940'lı yılların başı... Devlet bölgede sıkıyönetim uyguladığı halde bir türlü soygunları, cinayetleri, ırza geçme olaylarını önleyemiyor.Başı bozukluk her yerde
Caniler bununla da kalmıyor, bölgede güvenliği sağlamak için canla başla görev yapan askerleri de pusuya dürüşüp arkadan vuruyor.
Sonra da Irak veya İran'a kaçıp kurtuluyorlar.
Bir süre sonra yeniden dönüp yine ortalığı kasıp kavuruyorlar.
Tam bir kargaşa hakim bölgeye.Çetelerin bir çoğu 1938 isyanından kurtulup haklarında arama emri bulunan eşkiyalar.

İşte o yıllarda çok deneyimli ve disiplinli bir asker olan Orgeneral Mustafa Muğlalı Üçüncü Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı'na getirilir.Bu olayların önlenmesinde görevlendirilir.

1943 yılında Van'ın Özalp İlçesi'nin sınır bölgesinde İran'a kaçmaya çalışan bir grup, güvenlik güçleri tarafından sıkıştırılır.Şiddetli çatışmadan sonra 33 eşkiya öldürülür.
-1946 seçimlerinde demokrat parti uzun pazarlıklar yaparak meclise girecek doğu milletvekilleri.Konuyu meclise getirirler.Suçsuz 33 kişinin öldürüldüğünü iddia ederek.
Cumhurbaşkanı İnönü ile Milli Savunma Bakanı Ali Rıza Artunkal, İçişleri Bakanı Hilmi Uran'ı sorumlu tutarlar.
-Aşiret ve kürt oyları nihayet bir parti bulmuş geçmişin intikamını almak peşindedir.
Aylarca süren tartışmalardan sonra 1943 yılındaki bu olay hakkında dava açılır ve 1947 yılında emekli olan Mustafa Muğlalı Paşa yargı önüne çıkarılır.

Muğlalı, yargılama boyunca bütün sorumluluğu üzerine alır ve zamanın hükümetini hiçbir şekilde suçlamaz.

önce ölüme mahkûm ediliyor sonra cezası 20 yıl hapse çevriliyor.
Askeri Yargıtay kararı bozar.
İkinci dava sürerken cezaevine kapatılan Muğlalı kahrından akli dengesini yitirir.

Kısa bir süre sonra da 1951'de 70 yaşında hayata gözlerini kapatır.

Tarihçiler bu olayı Yozgat kaymakamı kemal beyden sonra İkinci önemli olay olarak değerlendirilir.Anadolu isyancılarının ikinci kurşunu Muğlalıyı vuracaktır.
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (15-04-2006), buena vista (15-04-2006), dentist (15-04-2006), kasved (10-05-2006)
  #13  
Eski 22-04-2006, 08:21
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Mart 1921 - İnönü Ovası

Mart 1921 - İnönü Ovası

İnsanın iflahını kesen buz gibi bozkır ayazında Ethem Çavuş'un sırtı üşüyor, avuçları ise kızgın mermi kovanlarına çıplak elle dokunduğu için alev alev yanıyordu. Top atışı on sekiz saattir durmaksızın sürüyordu ve bunca süreden sonra elleri neredeyse duyarsızlaşmıştı. Sabit, artmayan, ıstırap verici sayılmayacak basit bir sızlama gibiydi sadece. Oysa her iki avucu da tamamen su toplamış, kabarmıştı. Mart ayazında esen poyraz, İnönü ovasından kalkan tozu düşmana doğru süpürüyor, süvariler düşman hatlarına doğru, poyrazdan da hızlı hücum ediyorlardı. At kişnemeleri, top gümbürtüleri, insan çığlıkları, tüfek sesleri, süngü ve kılıç şakırtıları birbirine karışmış, Ethem Çavuş'un yarı sağır kulaklarında değişmez, bitimsiz bir savaş uğultusu haline gelmişti. Her ses o tek sesin minik bir harmoniği, o polifonik ezginin bir anda işitilip kaybolan notaları gibiydi. Ethem Çavuş, 75 mm'lik topu durmaksızın dolduruyor, her seferinde besmele çekip keşif kolundan bildirilen menzillere kıyamet yağdırıyordu.

Artık otomatik hale gelmiş hareketlerle sandıktan mermi alıyor, topa sürüyor, ateşliyor, boş kovanı çıkarıp ayaklarının dibindeki başka bir sandığa atıyordu. O anda eline bir somun ekmek verseler, onu bile topun mermi yatağına sürebilirdi. Sandıkta kalan sondan üçüncü mermiyi aldığında bir an duraksadı. Merminin üzerine bir çaput sarılıydı. Hareketini yavaşlatan bu saçmalığa söverek çaputu sökerken avucuna kalem büyüklüğünde demir bir çubuk düştü. Çaputun ve çubuğun anlamını çözmeye çalışırken sarı metalden mermi kovanına kazınarak yazılmış yazıya gözü ilişti. Okumaya vakti yoktu. Mermiyi topa sürüp ateşledi. Demir çubuğu cebine, boş kovanını ise bu sefer sandığa değil yere attı. Taarruza ara verdiğinde merakını uyandıran yazıyı okumak istiyordu. Birkaç dakika sonra soğumuş olan kovanı kaybolmaması için yerden alıp mintanının yakasından içeri attı.

Akşam ezanı vaktinde çarpışma durulmuş, mevzileri ileri, düşman hatlarına doğru ilerletme emri gelmişti. Batarya komutanı, Ethem Çavuşa istirahat verdi. Yarım saatlik istirahatta erler top arabasını çekerlerken o da yemeğini yiyecek, namazını kılacaktı. İlk iş olarak boş kovanı çıkarıp üzerindeki yazıyı okudu.

Kovanın üzerinde "Karahisarlı Seyfi Çavuş. 4. Alay 2. Tabur 8. Batarya 26 Rebiyülahir 1339* İnönü" yazıyordu. Birinci İnönü savaşının en kızgın günlerinden birinde düşülmüş not ve mermiyle gelen demir çubuk, İmalat-ı Harbiye atölyelerinde çalışanların bir mesaj istediğini gösteriyordu. Boşalan kovanlar Ankara'daki atölyelere yollanır, oradan tekrar doldurulup cepheye dönerdi.

Üç saat sonra gecenin iyice çökmesiyle savaş tamamen durulmuş, birlikler yeni mevzilerine yerleşmişti. Ethem Çavuş, cebindeki demir çubuğu çıkarıp bir köşeye oturdu. Ucu sivriltilmiş çubuk, bakır ustalarının 'kalem' dedikleri, metal üzerine desen oymaya yarayan keskin bir aletti. Eline yumruk büyüklüğünde bir taş alarak hafif tıklamalarla kendi mesajını kovana kazıdı.

"Aksekili Ethem Çavuş 8.Alay 3. Tabur 1.Batarya 20 Recep 1339** İnönü"

Beş gün sonra Ankara

Atölye'nin bir köşesinde cepheden gelen sandıkları açan kalfa, tezgâhlardan birinde harıl harıl çalışmakta olan ustaya seslendi. Sesinde, eşi doğum yapmış bir adama bebeğini müjdeleyen ebenin heyecanı vardı. "Kâmil Usta! Müjdemi isterim! Senin yavru cepheden dönmüş!" Tüm personel kalfanın ne söylemek istediğini anlamıştı.

Kısa bir süre için işler durdu. Hepsi sandıkların olduğu kısma koşturarak kovanın üstündeki yazıyı okumak için toplandılar. Tabii ki bu şeref Kâmil Ustaya aitti. Yüksek sesle Ethem Çavuşun notunu okudu.Atölyede bir bayram havası esmişti. Tüm çalışanlar, Kâmil Ustayı yeni baba olmuş biriymiş gibi kutluyor, hayır dualar ediyorlardı. Ustalar, iş tezgâhlarından birinin başında toplandılar. Kâmil Usta kovanın ağzının eğilen yerlerini düzeltip özenle kapsülünü yeniledi. İçine barutunu doldurduktan sonra yeni bir çekirdeği kovanın ağzına oturttu. Mermi hazır olunca, Ethem Çavuşun kovanın içinde geri yolladığı çelik kalemi yeni bir çaputla merminin üzerine sardı. Kundaklanmış mermiyi şefkatle tutarak yeni doldurulan bir sandığa yatırdı. Çalışanlar hep bir ağızdan "Allah kavuştursun" diyip işlerinin başına döndüler. Kâmil Usta, halen açık duran sandığa yatırdığı mermiye hüzünle bakıp "Selametle git aslanım. Allah muvaffak etsin. Çok bekletme bizi" dedi.

Kovan, Birinci İnönü savaşı sıralarında üzerindeki ilk notla Kâmil Ustanın eline geçtiğinde bu fikir doğmuştu. Karahisarlı Seyfi Çavuşun başlattığı bu geleneğin süreceğinden emin değildi; ama denemeye değerdi. Nitekim Aksekili Ethem Çavuş umutlarını boşa çıkarmamıştı. Cephede patlayan her merminin kovanı buradaki ustaların elinden geçtiğine göre bir aksilik olmazsa yeniden görüşeceklerdi.

Eylül 1922 - Ankara

Bir buçuk yıl içinde kovan sekiz kere daha atölyeye uğradı. Üzerindeki mesajların sayısı da sekize ulaşmıştı. Mesaj yazanların sekizi de başka alay ve taburlardan farklı kişilerdi. Kovan her keresinde atölyedekilere daha büyük bir coşku yaşatıyor, istiklâl savaşının her zorlu durağından Ankara'ya barut, kan ve zafer kokusu taşıyordu. Türk ordusunun İzmir'e girdiği gün Ankara'da bayram havası eserken kovan yeniden gelmiş, ama bu sefer tüm atölyeyi yasa boğmuştu.Kovanın içinde, çelik kalemin yanı sıra bir mektup ile bir tane de bakır künye vardı. Kovanın üzerine kazınmış dokuzuncu notta;

"Karahisarlı Seyfi Çavuş. 4. Alay 2. Tabur 8. Batarya 12 Muharrem 1341*** Banaz" yazılıydı.

Atölyedekiler mektubu açıp okumaya koyuldular; "Bismillahirrahmanirrahim. Selamün aleyküm gayretperver ustalar.Allah'a şükürler olsun ki mendebur düşman kaçıyor. Muzaffer Türk ordusu beş gündür durup dinlenmeksizin kâfiri kovalıyor. Güzel İzmir'e, kalplerimizdeki imânımız kadar yakınız artık. İki gün evvel Banaz'daki muharebede bataryamın çavuşlarından Seyfi, kalleş düşmanın kurşunuyla şahadete ermiştir. Cenazesini sıhhiyecilere teslim etmeden önce mintanının içinde bu kovanı buldum. Malumunuzdur ki vefat eden neferin künyesi ailesine yollanır. Lâkin beş gün önce Karahisar'ı ele geçirdiğimizde, Seyfi Çavuşun ailesinin düşman tarafından katledildiğini öğrendik. Bu kahraman Türk evladı kederini yüreğine gömüp anacığını, babacığını defnedemeden düşmanın peşine düştü. Üç gün sonra kendisi de hakkın rahmetine kavuştu. Kovandaki yazılardan anladığım üzere bu topçu neferlerin bir ailesi de sizler olmuşsunuz. Bu sebeple Seyfi Çavuşun künyesini sizlere yolluyorum. Başınız sağ olsun. Hayır dualarınızı bizlerden, Fatihalarınızı aziz şehitlerimizden esirgemeyiniz. Hakkın rahmeti üzerinize olsun. Yüzbaşı Muhsin Talat. 4. Alay 2. Tabur 8. Batarya 14 Muharrem 1341 Salihli"

Mektup bittiğinde tüm personel ağlıyordu. Atölyeye bir ölüm sessizliği çökmüştü. Hiç tanımadıkları halde iki satır yazıyla kardeş oldukları Seyfi Çavuşun ardından Fatiha okuyup amin dediler. Amin, işin bahanesiydi. Ellerini yüzlerine sürüp çevrelerine belli etmeden gözlerini silmekti dertleri. Oysa her biri bir diğerinin de ağladığını biliyordu. Dışarıdan gelen neşe dolu marş sesleri bile kederlerini dağıtamıyordu.

İzmir'in dağlarında çiçekler açar

Altın gümüş orda sırmalar saçar

Bozulmuş düşmanlar sel gibi kaçar

Yaşa Mustafa Kemal Paşa Yaşa

Adın yazılacak mücevher taşa.



Kâmil usta yutkunarak tezgâhının başına oturdu. Kovanı yeniledi ama bu sefer, minik iki perçinle Seyfi Çavuşun künyesini kovanın dibine çaktı. Yine her zamanki merasimle mermiyi kundaklayıp sandığa yatırdı. Oysa o mermi bir daha düşman mevzilerine gönderilmeyecekti.

Ocak 1923 - Ankara

Savaşın bitmesinin ardından Ankara'daki mühimmat depolarında sayım ve temizlik yapılıyordu. Sandıklar tek tek açılıyor, mermiler sayılıp yeniden sandıklanıyor, kayda geçirilip daha tertipli bir cephaneliğe gönderiliyordu. Teğmen Hamdi Vâsıf, Kâmil ustanın hazırlayıp kundakladığı mermiyi buldu. Böyle bir anının -belki de yıllarca- sandıkların içinde kalmasına gönlü elvermedi. Ciddi bir suç işliyor olmayı göze alıp mermiyi evine götürdü. Niyeti, ömrünün sonuna kadar mermiyi bir anı olarak saklamaktı. Öyle de oldu; ama mermi bir kez daha kullanıldıktan sonra Hamdi Vâsıf'ın evinde, camekânlı konsolun içindeki yerini alacaktı. Üstelik teğmen, bir tesadüf eseri merminin hikâyesini öğrenecek, bu hikâyeyi hatıratında yazacaktı.

29 Ekim 1923 - Ankara

Teğmen Hamdi Vâsıf Ankara kalesine çıkan dik sokakları koşarak tırmanıyordu. Soğuğa rağmen kan ter içinde kalmıştı. Surlara ulaşınca 75 mm'lik toplardan birinin yanına koştu. Yarım saat önce 20:30 sıralarında meclisten, cumhuriyetin ilan edildiği duyurulmuştu. 101 pare top atışıyla cumhuriyet kutlanıyordu ve Seyfi Çavuş'un mermisi bu şöleni kaçırmamalıydı. Yetmiş, belki de sekseninci atışta topçuların yanına ulaşabilmişti. Yüzbaşı Muhsin Talat'ın yanına giderek sert bir asker selamı verdi.

"Hamdi Vâsıf Edirne! Bir maruzatım var komutanım"

Yüzbaşı sorar gözlerle genç subaya bakıyordu.

"Evet teğmenim? Sizi dinliyorum"

Teğmen, üniformasının içinden mermiyi çıkarıp yüzbaşıya uzattı.

"Yüzbirinci pareyi en çok bu mermi hak ediyor komutanım. Müsaadenizle bu şerefi ondan esirgemeyelim"

Yüzbaşı Muhsin Talat gözlerine inanamamıştı. Sevinç gözyaşlarını tutamadı. Hamdi Vâsıf'a defalarca teşekkür ediyor, çevresindeki askerlere mermiyi sökebileceği bir iki alet getirmelerini emrediyordu. O kadar heyecanlanmıştı ki neredeyse aralarındaki rütbe farkına bakmaksızın genç teğmenin ellerini öpecekti. Mermiyi alıp çekirdeğini dikkatlice yerinden çıkardı. Kovanın tepesine bir bez parçası tepip iyice sıkıştırdı. Subay şapkasını çıkarıp surun üzerine koydu. Mermiyi şapkanın içine yatırdı. Toplar atışlara devam ediyordu. 82, 83, ...97, 98, 99...On dakika kadar sonra, atışları sayan çavuş

"Yüzüncüyü attık komutanım" diyince, Muhsin Talat, kovanı topun yatağına kendi elleriyle sürerek ateş emrini verdi. Subayların kılıçlarını çekerek >selamladığı o son top sesi Ankara'nın her duvarından yankıyıp dört yıllık istiklâl savaşının tüm hikâyesini anlatmıştı sanki. Rütbe ve mevkilerine bakmaksızın topun başındaki tüm askerler kucaklaşarak birbirlerini kutladı. Son olarak Yüzbaşı Muhsin Talat ile Teğmen Hamdi Vâsıf sarıldılar. Kovan ayaklarının dibindeydi. Yüzbaşı eğilip saygıyla kovanı yerden aldı. Avuçlarının yanmasına aldırmadı bile. Hamdi Vâsıf, yüzbaşının kovanı biliyor olmasına şaşırmıştı. Muhsin Talat, sorar gözlerle kendisine bakan genç subaya ötedeki, üzeri son baharın son kır çiçekleriyle ve iki küçük Türk bayrağıyla süslenmiş masayı işaret etti.

"Gelin teğmenim. Bizim çocuklar çay demlemiş. Çay içip sohbet edelim. Size kovanın hikâyesini bildiğim kadarıyla anlatayım ve sizin hikâyenizi dinleyeyim"

Dört gün sonra kovan, Millet Bahçesinde bir tahta masanın üzerindeydi ve çevresinde üç adam oturmuş sohbet ediyorlardı. Yüzbaşı Muhsin Talat, Teğmen Hamdi Vâsıf ve Kâmil Usta. O gün aralarında bir karar aldılar. Kovanı her yıl cumhuriyet bayramında değiş tokuş etmek üzere nöbetleşe saklayacaklardı. Kovanın nihai sahibi, içlerinde en son ölen kişi olacaktı. 1936 yılında Kâmil ustanın ve 1942 yılında Muhsin Talat'ın vefat etmesiyle kovan Hamdi Vâsıf Gazikovan'a kaldı. 1934'deki soyadı kanununda bu üç adam da "Gazikovan" soyadını almışlar, kovanın aracılığıyla isim kardeşi olmuşlardı. Aralarındaki ülkü kardeşliği ise zaten yadsınamazdı. "Kovan" sözcüğü insanlarda "Kovalayan" anlamını çağrıştırıyordu. Bu yüzden üç adam da soyadlarının anlamını sorana sormayana, hikâyeyi heves ve gururla anlatıyorlardı.

Temmuz-2005 İstanbul

Gazikovan ailesinin evi"Alooo! İyidir kanki yaa nolsun! Siz ne ayardasınız? Bizim valide sultan akşam akşam iş çıkardı başıma... Taşınıyoruz ya; bodrumdaki öteberiyi toplayacakmışım. Bir sürü ıvır zıvır var. Bir hurdacı çağıralım dedim dinletemedim.... Ya ! Gelirim gelmesine de annem yaratık gibi dikilmiş başıma hareket çekiyor... Tamam baba. Araşırız. Baaay!"

Evin 20 yaşındaki oğlu Sertan telefonu kapatıp annesine ters bir bakış fırlattı;

"Ne var yaa? Ne kaynaşıp duruyon?"

"Doğru konuş yırtarım ağzını. Bodrumu toplamadan hiçbir yere gidemezsin"

"Tamam yaa! Toplayacağız işte"

"Hadi sallanma"

Sertan karanlık ve nem kokan bodrumun ışığını yakıp ayaklarının dibinde yığılı karton kolilere sıkı bir tekme savurdu. Nereden başlayacağını bilmez bir halde kolilere bakarken bir tanesini sinirle tepetaklak etti. Koliden dökülenlerin en üstünde sedef kakmalı ahşap bir kutu gözüne çarptı. Kutuyu açıp içindeki kovanı çıkardı. Bir süre üstündeki Osmanlıca yazıları inceledikten sonra kutudaki meşin kaplı defteri eline aldı. Mürekkepli kalemle muntazam bir yazıyla doldurulmuş defteri okumaya koyuldu. Neyse ki defterdeki yazılar Latin alfabesiyle yazılmıştı;

"Evlatlarım, torunlarım! Bu kovan şanlı bir tarihin tezahürüdür. Üzerinde yazanları yeni alfabemizle bir arka sayfaya not ettim. Bu defterdeki hikâye ve kovan, sizlere intikal ettirdiğim en kıymetli mirâsımdır. Sakın ola ki yitirmeyin ve satmayın. Kıymet bilmezlerin himâyesine vermeyin. Gerekli hürmeti ondan esirgemeyin. Evinizde, vatan kadar kutsal yegâne varlık varsa o da bu emanetimdir. Hakkın rahmeti ve inâyeti üzerlerinize olsun. Babanız, dedeniz, Emekli Albay Hamdi Vâsıf Gazikovan. 29 Ekim 1953"

Hamdi Vâsıf ve eşinin 1956 yılında bir deniz kazasında ölmelerinin üzerine eşyaları, acılı aileye yardım etmek isteyen konu komşu tarafından toparlanıp oğulları Şerif ve kızları Hamiyet'in evlerine götürülmüştü. İşe yarar eşyalar iki evde kullanılırken, kutuların çoğu yıllar boyu hiç açılmamış, bodrum katlarda neredeyse çürümeye terk edilmişti. Babasının kovan hakkındaki hikâyesini defalarca dinlemiş olan Şerif Bey, bir yığın eşyanın arasından kovanı bulup çıkarmaya üşenmiş, her aklına geldiğinde bir sonraki sefere ertelemişti. Lâkin kovan gün yüzüne çıkamadan Şerif bey de Hakkın rahmetine kavuştu. Ardında, hikâyeyi önemsemeyecek kadar az bilen iki evlat bırakarak. Hamdi Vâsıf'ın bu en değerli mirasına elli yıl sonra ilk dokunan, torununun çocuğu Sertan oldu. Genç adam loş ışıkta defterin sayfalarını hızlı hızlı çevirerek her sayfadan birkaç cümle okudu. Defterde yazılanlar çok da ilgisini çekmemişti. O sırada çalan cep telefonunu yanıtladı;

"Alooo! .....Hadi yaa! Mega fikir!................Tamam moruk. Geliyorum. Bekleyin. Kızlardan kimler var?................Uff! Kadroya bak! Pelin'e dokunanı yakarım bilmiş olun"

Elindeki kovanla defteri duvarın dibine doğru fırlatıp bir küfür savurdu "Ulan başlarım kovanınadaaaa, defterine deee!" . Söve saya merdivenleri çıktı. Annesinin bağırtılarını kulak arkası ederek kapıyı çarpıp kendini sokağa attı. Alemlere akmaya gidiyordu.

Bir hafta sonra hamallar Gazikovan ailesinin eşyalarını Sarıyer'deki yeni evlerine indirirken, Maltepe belediyesinin temizlik işçileri ise boş evin önündeki karton kutuları çöp arabasına yüklüyorlardı. Aracın hidrolik presi tıslayarak kutuları hazneye sıkıştırırken yükselen çatırtılar, bir milletin kadir bilmezliğine yakılmış ağıt gibiydi. Çatırdayan, kovanın sedef kakmalı tabutu değildi tabii ki. Cumhuriyetin yitirilen ruhuydu. Mustafa Kemal'in tüm kötülükleri, cehaleti, geriliği ve aczi içine hapsedip kilitli bir şekilde milletine emanet ettiği Pandora kutusuydu. Çeyrek asır süren bir diriliş efsanesinin, yarım asır daha sonra gördüğü muameleye isyanıydı. Ve hatta, Sertan'ın yaşındayken şehit olan Karahisarlı Seyfi Çavuş'un kemikleriydi.

Sevgiyle kalin..
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
bikmisbroker (10-05-2006), kasved (10-05-2006), neron (10-05-2006)
  #14  
Eski 10-05-2006, 03:06
bikmisbroker - ait Avatar
bikmisbroker bikmisbroker bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kanada
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 590/835
107 Mesaj ına 2988 Kere teşekkür edildi
bikmisbroker - MSN üzerinden Mesaj gönder
Tanımlı Bu memleket belki 10 tane daha Kanuni cikarir ama, bu gozler 1 tanesini gorurmu??

__________________
YATIRIM, sonu yanliş giden SPEKÜLASYONDUR
EGER, zamaninda spekülasyondan cikamazsaniz
MECBUREN yatirimci olursunuz..George SOROS
TEKNiGE iNANMA TEKNiKSiZ KALMA. Bikmisbroker
Alıntı ile Cevapla
bikmisbroker kullanıcısına teşekkür edenler
Ramo (10-05-2006)
  #15  
Eski 15-05-2006, 21:51
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Türkiye'de Yeni Bir Ulusal Yükseliş Dalgasının Simgesi Haline Gelen Şu Çılgın Türkler, Turgut Özakman'ın Kendi Anlatımları Ve Tarihsel Görüntülerle Elinizdeki Belgesel Yapımda Canlanıyor.
Emperyalizme Karşı, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın Ve Kahramanlarının İnanılmaz Destanı...
Kurtuluş Savaşı''nın Başlangıç Evresinden, Ulusal Devletin İnşasına Kadar Uzanan Tüm Tarihi Dönem...
Anadolu İhtilalinin Bilinmeyen Olayları Ve Kahramanları...
Turgut Özakman''ın Anlatımları Ve Tarihsel Görüntülerle...
Yeni Kuşakların İlgiyle İzleyerek, Tarihimizi Öğreneceği, Benzersiz Bir Armağan. Bir Başyapıt...

Bolum 1: Yikim ve Somurgelesme
Bolum 2: Dur!…Burasi Canakkale
Bolum 3: Yuzyillik Suikast: Sevr
Bolum 4: Ihanet ve Vahdettin
Bolum 5: Kurtulusa Dogru
Bolum 6: Anadolu'da Coban Atesleri
Bolum 7: Secr'den Misak-i Milli'ye
Bolum 8: Kuvayi Milliye
Bolum 9: Bir Milletin Dogusu
Bolum 10: Zafere Dogru
Bolum 11: Emperyalizme Karsi Zafer: Lozan
Bolum 12: Onur ve Zafer
Bolum 13: Bagimsiz Turkiye

Bolum 01-07 Linkleri


http://rapidshare.de/files/18801202/...TRC.part01.rar
http://rapidshare.de/files /18803394/...TRC.part02.rar
http://rapidshare.de/files/18805862/...TRC.part03.rar
http://rapidshare.de/files/18808400/...TRC.part04.rar
http://rapidshare.de/files/18811216/...TRC.part05.rar
http://rapidshare.de/files/18814265/...TRC.part06.rar
http://rapidshare.de/files/18817882/...TRC.part07.rar
http://rapidshare.de/files/18821459/...TRC.part08.rar
http://rapidshare.de/files/18825303/...TRC.part09.rar
http://rapidshare.de/files /18832880/...TRC.part10.rar
http://rapidshare.de/files/18836942/...TRC.part11.rar
http://rapidshare.de/files/18886279/...TRC.part12.rar
http://rapidshare.de/files/18884422/...TRC.part13.rar
http://rapidshare.de/files/18884396/...TRC.part14.rar

http://rapidshare.de/files/18886074/...TRC.part01.rar
http://rapidshare.de/files/18886076/...TRC.part02.rar
http://rapidshare.de/files/18885845/...TRC.part03.rar
http://rapidshare.de/files /18886097/...TRC.part04.rar
http://rapidshare.de/files/18886095/...TRC.part05.rar
http://rapidshare.de/files/18886382/...TRC.part06.rar
http://rapidshare.de/files/18889093/...TRC.part07.rar
http://rapidshare.de/files/18889092/...TRC.part08.rar
http://rapidshare.de/files/18889119/...TRC.part09.rar
http://rapidshare.de/files/18889123/...TRC.part10.rar
http://rapidshare.de/files/18887776/...TRC.part11.rar

8-10. BÖLÜM LİNKLERİ

http://rapidshare.de/files/19511018/...TRC.part11.rar
http://rapidshare.de/files/19511493/...TRC.part01.rar
http://rapidshare.de/files/19511597/...TRC.part02.rar
http://rapidshare.de/files/19511615/...TRC.part03.rar
http://rapidshare.de/files/19511629/...TRC.part05.rar
http://rapidshare.de/files/19511641/...TRC.part04.rar
http://rapidshare.de/files/19511654/...TRC.part06.rar
http://rapidshare.de/files/19511663/...TRC.part07.rar
http://rapidshare.de/files/19511696/...TRC.part08.rar
http://rapidshare.de/files/19511733/...TRC.part09.rar
http://rapidshare.de/files/19511775/...TRC.part10.rar

Banada bir arkadaş maillemiş.ancak birini indirebildim ve çok hoşlandım.Bunları Cd haline getirip paylaşmanın yollarını bulmalı.saygılar
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (15-05-2006)
  #16  
Eski 15-05-2006, 22:25
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Sanırım linkleri pastalarken bir sorun oluyor.Bu sayfadan alınız.

http://www.rmaden.somee.com/atatur.htm
Alıntı ile Cevapla
  #17  
Eski 15-05-2006, 22:44
TheSecret TheSecret bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 193/144
60 Mesaj ına 370 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Alıntı:
Ramo´isimli üyeden Alıntı
Sanırım linkleri pastalarken bir sorun oluyor.Bu sayfadan alınız.

http://www.rmaden.somee.com/atatur.htm
http://rapidshare.de/files/18801202/...TRC.part01.rar

Üstüne sağ tıklayıp kısayolu kopyala dediğiniz taktirde kısaltılmış şekilde görünen yolun tam şeklini kopyalamış olursunuz...
__________________
Nobody is perfect!
Alıntı ile Cevapla
TheSecret kullanıcısına teşekkür edenler
Ramo (15-05-2006)
  #18  
Eski 19-06-2006, 17:21
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Tarih Yazanlar

Istanbul Hukumetinin Harbiye Naziri Ziya Pasa her zamanki yumusakligi ile, "Beyler.." dedi, ".. Ingilizlere kafa tutamayiz. Adamlarin hic sakasi yok. Daha gecen gun, bir bahane icat ederek Izmit'i tekrar isgal ediverdiler."

Sari Atlas doseli buyuk oda, nezaretin ileri gelen subaylari ile doluydu. Hurriyet ve Itilaf Partisi yanlisi olan birkac gerici subay disinda hepsi, Anadolu'ya gecmeye coktan hazir, Ankara'nin Istanbul'da kalmalarini gerekli gordugu namuslu askerlerdi. Kapi acildi, kapinin boslugu icinde yaver gorundu:

- "Emrettiginiz yuzbasi geldi efendim."

- "Iceri al."

Nazir subaylara bilgi verdi:

- "Az once sozunu ettigim talihsiz olayin faili."

Yuzbasi bekletmeden iceri girdi, kaygili bakislarla kendisini izleyen subaylarin arasinda hizla ilerleyerek nazirin masasi onunde durdu, selam verdi:

- "Yuzbasi Faruk, Istanbul. Beni emretmissiniz."

Uzun boylu, kumral, yakisikli, biraz bickin havali bir subaydi. Nazir onundeki yaziya bakarak yumusak sesle,

"Oglum.." dedi, ".. dun aksam Beyoglu'nda, Ingiliz Inzibat Subayi Tegmen Miller'i, emre ragmen
selamlamamissin. Dogru mu?"

- "Evet efendim, dogru."

Nazir, durust subaya babacanca yol gosterdi:

- "Herhalde gormedigin icin selamlamadin, degil mi cocugum?"

- "Hayir efendim, gordum."

Nazirin cani sikildi:

- "Niye selamlamadin oyleyse? Selamlamaniz icin emir verilmisti." -

"Rutbesi benden kucuk oldugu icin selamlamadim Pasam. Askerlik toresince, once onun beni selamlamasi gerekmez miydi?"

Ziya Pasa derin bir kederle ellerini acti:

"Askerlik toresi mi kaldi a yavrum? Adamlar galibiyet haklarini kullaniyorlar. Ingiliz Komutanligi
bu sabah olayi protesto etti. Mesele cikarilacak zaman degil. Hemen su muzevir tegmeni bul da ozur dile. Olayi kapatalim."

Basiyla cikmasi icin izin verdi. Ama yuzbasi yerinden kipirdamadi:

- "Pasam, bir de beni dinlemenizi rica ediyorum."

Nazir bikkinlikla, "soyle bakalim" dedi.

"Balkan savasinda tegmendim. Canakkale'de ustegmen, Suriye cephesinde yuzbasi oldum. Ben bu rutbeleri tek basima savasarak almadim. Her rutbemde binlerce sehidin ve gazinin hakki var. Onlarin hakkini korumak namus borcumdur. Beni affedin, ozur dileyemem."

Harbiye Naziri bozuldu:

- "Anlamadin galiba. Harbiye Naziri olarak emrediyorum."

Yuzbasi suk€ ûnetle, "Anladim efendim" dedi, apoletlerini bir hamlede sokup nazirin masasina birakti:

- "Artik emrinizi dinlemek zorunda degilim!" Selam vermeden donup kapiya yurudu. Oturan subaylarin, Istanbul'u tutan birkaci disinda, hepsi saygiyla ayaga firladi. Hepsinin rutbesi yuzbasidan daha buyuktu.

Gozleri dolarak, yuzbasiya selam durdular...
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
buena vista (19-06-2006), kasved (25-06-2006), neron (20-06-2006)
  #19  
Eski 25-08-2006, 21:03
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Hikaye Turgut Özakman'nın "Şu Çılgın
Türkler" adlı kitabından alınmıştır.

Olay 1920 yılında işgal altında İstanbul'da,
Ankara'ya para yardımı yaparken geçer.
Sabah İstanbullular, Kızılay'ın çağrısına
uyarak para yardımı yapmak üzere gazetelerde
sıraya girdi. İleri gazetesinin dar iderhanesine
sığmayanların büyük bir kısmı, dışarda kalmıştı.
Kaldırımın sonunda bir işgal devriyesi göründü.
Düzenli adımlarla yaklaşmaya başladı. İşgal
askerlerine, her zaman kenara çekilerek yol
veren İstanbullular, bu sefer kıllarını bile
kıpırdatmadılar. Devriye kolu, kalabalığın
arasından geçmeyi göze alamadı, yola inerek
geçip gitti.
İçerde, daha afyonu patlamamış olan huysuz
idare memuru, bir deftere,söylene söylene,
bağış yapanların adını ve bağış miktarını
yazıyordu.
"Kahveci Ali, 100 kuruş"
"Eskici Yusuf, 50 kuruş"
"Hallaç Asım, 75 kuruş"
"Bakkal Ahmet, 100 kuruş"
"Terlikçi Adem, 200 kuruş"
Sırada, küçük cılız bir oğlan vardı. Bir önceki
bağışçının çocuğu sanan memur, öfkeyle, yürüyüp
yol vermesi için işaret etti. Ama çocuk yürümedi,
büyük bir ciddiyetle, bütün servetini çıplak
masanın üzerine bıraktı:
"Hasan, 5 kuruş"
Suratsız idare memuru birdenbire gözleri doldu.
Ağladığını göstermemek için yüzünü, kocaman
mendilinin arkasına saklayarak gürültü ile
burunu sildi.
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
janus (03-09-2006)
  #20  
Eski 03-09-2006, 09:21
buena vista buena vista bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 895/3266
652 Mesaj ına 4322 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Lübnan’a barış gelsin diye 1860’ta kendi valimizi bile idam etmiştik

Türkiye günlerden buyana Lübnan’a asker gönderilmesi meselesini tartışıyor, hemen her ihtimalin üzerinde duruluyor ama Lübnan yüzünden geçmişte başımıza neler geldiği ve "Türk" kavramının Lübnanlılar için ne ifade ettiği konularında hiçkimse birşey söylemiyor ve yazmıyor.

Biz, "Lübnan’a barış gelsin de ne olursa olsun" diyerek 1860’ta kendi valimizi bile idam etmiştik ama Avrupa ülkeleri "insani yardım" bahanesiyle o zaman da Beyrut’a donanmalarını gönderip asker çıkartmışlardı.

TÜRKİYE, günlerden buyana cumhurbaşkanından sıradan vatandaşına kadar Lübnan’a asker gönderilip gönderilmemesi meselesini tartışıyor. Meclis önümüzdeki Salı günü olağanüstü toplanacak ve Lübnan’a asker yollanması konusu o gün karara bağlanacak.

Bütün bu tartışmalar sırasında Hizbullah ile siláhlı çatışmaya girme ihtimalinden süngü savaşına, insani yardım kavramından çevremizdeki olaylara seyirci kalıp kalmamaya ve hattá Lübnanlı Ermeniler’in tavrına kadar hemen her türlü alanda fikir yürütüldü. Ama çok önemli başka konularda, meselá Lübnan’ın imparatorluğumuzun parçası olduğu dönemlerde başımıza neler geldiği ve "Türk" kavramının Lübnanlılar için neler ifade ettiği hususlarında hiçkimse birşey söylemedi ve yazmadı.

İşte, asker göndermeye son derece hevesli olduğumuz halde bu konularda sessiz kaldığımızı görünce, son 150 senelik Lübnan maceramızı özetleyeyim dedim.

Lübnan, Osmanlı topraklarına 1516 Ekim’inde katıldı. Bugün várolan Şii nüfus eski devirlerde hemen hemen yok gibiydi ve halkın çoğunluğunu 19. yüzyıla kadar Dürziler ile "Maruni" denilen Hristiyanlar teşkil ediyordu. İmparatorluk, Lübnan’a asırlar boyunca valiler ve kaymakamlar göndermiş ama bölgeyi geçmişi tááá Haçlı Seferleri’nin yaşandığı döneme uzanan bir sistemle, "Lübnan emiri" ünvanı verilen Dürzi derebeyler vasıtasıyla idare etmişti.

Dürzi ve Maruni toplumlar arasında çatışmalar bitmek bilmiyordu. Bu çatışmaların yanısıra beylerin de zaman zaman ayaklanması devletin başına büyük meseleler açtı ama Lübnan’da 19. yüzyılın ilk çeyreğine kadar uluslararası boyutta çok önemli bir olay yaşanmadı.

185 İDAM KARARI

Asıl önemli hadiseler 1840’lardan itibaren vergi tahsili yüzünden çıktı ve 1858 ile 1860 yılları arasında meydana gelen Dürzi-Maruni mücadelesi sırasında binlerce kişi hayatını kaybetti. Derken olaylar Şam’a da sıçradı ve oralarda da çok sayıda kişi hayatından oldu.

Lübnan’da toplumlar arasında kalıcı bir barış tesis etmenin sadece güç kullanarak mümkün olabileceğine inanan İstanbul, Tanzimat döneminin meşhur devlet adamlarından olan zamanın Hariciye Nazırı yani Dışişleri Bakanı Keçecizáde Fuad Paşa’yı tam yetkiyle bölgeye gönderdi. Paşa, Avrupa’nın Lübnan’da olup bitenlere karışmak üzere olduğunun farkındaydı ve müdahaleyi önleyebilmek için gayet sert tedbirlere başvurdu. Müslümanlar’ın zarar gören Hristiyanlar’a toplam 75 milyon kuruş tazminat ödemesini sağladı ve olaylara katılanları iki ayrı askeri mahkemeye sevketti. Mahkemeler, sadece birkaç gün devam eden yargılamadan sonra 185 kişinin idamına karar verdiler.

Ama kararda bir tuhaflık vardı, zira idama mahkûm olanların başında Şam Valisi Maraşal Ahmed Paşa geliyordu. Ahmed Paşa, kararın açıklanmasından sonra "Devletin dertleri benimle sona erecekse, kanım helál olsun" diyecek, kendisini kurşuna dizecek olan idam mangasına da ateş emrini bizzat verecekti.

İşte biz, Lübnan’da huzuru sağlayabilmek maksadıyla kendi maraşalimizi bile idam etmekten çekinmemiştik.

Avrupa’nın zengin bir memleket olan Lübnan’da hákimiyet kurabilmek maksadıyla günümüze kadar devam eden müdahaleleri de tam o dönemde başladı. İngiltere Dürziler’i, Fransa ise başta Maruniler olmak üzere diğer Hristiyan grupları "himaye" bahanesiyle seneler öncesinden zaten siláhlandırmıştı ve Bábıáli’ye "Lübnan’a ortak müdahale" teklif ettiler.

Türkiye, o yılların "hasta adamı" idi, talepleri kabulden başka zaten çaresi yoktu ve 5 Eylül 1860’ta Paris’te imzaladığımız bir protokolle Lübnan’a "Avrupa askeri gücü" gönderilmesini kabul ettik! Birkaç hafta sonra, beş İngiliz, beş Fransız, iki Rus ve bir de Avusturya savaş gemisi Lübnan sahillerindeydi. İşin tuhaf tarafı, Paris Protokolü’ne taraf olmayan İspanya ile Yunanistan’ın da yağmadan pay kapmaya çalışmaları ve "insani yardım" bahanesiyle Lübnan’a savaş gemilerini göndermeleriydi.

Babıáli ise, Fuad Paşa’nın olayları yatıştırmış olmasına rağmen Paris’in bitmeyen baskılara dayanamadı ve Fransa "barışı sağlama" bahanesiyle 1860 Eylül’ünde Beyrut’a 6 bin asker çıkarttı. Bu, batılı devletlerin Lübnan’a yaptıkları askeri müdahaleler tarihinin başlangıcıydı.

Avrupa bu kadarla da yetinmedi ve Lübnan’a bir de "siyasi komisyon" gönderdi ve komisyon, Bábıáli’ye birkaç ay sonra raporla ültimatom arasında bir belge verip Lübnan’ın yönetim, hukuk ve ekonomik bakımlardan özerk olmasını istedi. Biz yine çaresizdik ve 1861’in 9 Haziran’ında imzaladığımız ve tarihlere "Beyoğlu Protokolü" adıyla geçen belge ile, Lübnan’da káğıt üzerinde bize bağlı ama içişlerinde tamamen serbest bir yönetim kurulmasını kabul ettik. Lübnan’ı artık Hristiyan bir "mutasarrıf" yani valiyle kaymakam arasındaki bir yönetici idare edecek, bu mutasarrıf Lübnanlı olmayacak, tayini Avrupa’nın kabulünden sonra geçerli sayılacak ve Avrupa’nın himayesi altında bulunacak ve bölge herşeyiyle özerk olacaktı.

ÇOK ACI HATIRALAR

Suriye ile Lübnan’ın Birinci Dünya Savaşı sonrasında Fransız hákimiyetine girmesinin temeli, işte bu Beyoğlu Protokolü’dür.

Lübnan, Birinci Dünya Savaşı’na kadar bu şekilde idare edildi ve Avrupa en ufak bir bahaneyi bile bölgeye müdahale vasıtası olarak kullandı. Biz, Beyoğlu Protokolü’nü ancak Birinci Dünya Savaşı’na girmemizden bir yıl sonra, 11 Temmuz 1915’te iptal ettik ve Lübnan’a 1861 öncesinde olduğu gibi yine Müslüman idareciler gönderdik. Ama, İttihad ve Terakki Partisi’nin liderlerinden Cemal Paşa’nın Lübnan’daki bir uygulaması, Arap dünyasının hafızasında bugüne kadar silinmeyen son derece acı izler bıraktı. Paşa, Beyrut’a yarım saat mesafedeki Áliye kasabasında kurduğu askeri mahkemenin kararıyla, 1915 Ağustos’u ile 1916 Mayıs’ında Arap dünyasının önde gelen siyasetçileriyle entellektüellerinden 21 kişiyi Şam’da idam ettirdi. Cemal Paşa bu idamlardan sonra Arap dünyasında "seffáh" yani "kan dökücü" diye anılmaya başlayacak, idamların acı hatırasını her zaman canlı tutmak maksadıyla Şam’da ve Beyrut’ta anıtlar dikilecek, Lübnan ve Suriye, 1918 sonbaharında da elimizden çıkacaktı.

Lübnanlılar, bugün "Osmanlı" yahut "Türk yönetimi" dendiği anda herşeyden önce, Áliye Divanıharbi’nin kararlarını, yani bu idamları hatırlarlar.

Biz, şimdi asker göndermeye pek hevesli olduğumuz Lübnan’dan işte bu hatıralarla ayrıldık.

Murat BARDAKÇI mbardakci@hurriyet
Alıntı ile Cevapla
buena vista kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (08-09-2006), janus (03-09-2006), Ramo (03-09-2006)
Cevapla


Konuyu Toplam 1 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş arama yap
Modları Göster

Yetkileriniz
Yeni konu açabilirsinizdeğil
Yanıt gönderebilirsiniz değil
Eklenti gönderebilirsiniz değil
Mesaj düzenleyebilirsiniz değil

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Kapalı
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 17:26 .


Telif Hakları vBulletin v3.5.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
Tercüme ve Tasarım : Arka & Bahce