Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Medya Yorumları - Sayfa 32 - Arka BahÇe Forumu
Arka BahÇe Forumu  

Geri Dön   Arka BahÇe Forumu > Nadas Alanı > Dünya Hali > iç-dış politika
Kullanıcı ismi
Şifreniz
Kayıt ol SSS Üye Listesi Takvim Arama Bugünkü Mesajlar Bütün Forumları okunmuş kabul et


Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Medya Yorumları
Konudaki Cevap Sayısı
741
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
444411

Cevapla
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
  #311  
Eski 09-11-2008, 00:39
Gozlemci Gozlemci bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 73/737
61 Mesaj ına 268 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Osman Ulagay-Milliyet'ten

Türkiye’nin daha önceki yaşadığı krizlerde belirleyici rol oynayan döviz sorunu şimdi bir kez daha belirleyici olacak gibi görünüyor. Türkiye ekonomisinin 2003-2007 dönemindeki büyümesini büyük ölçüde dış kaynakla finanse ettiği, küresel likidite bolluğundan yararlanarak kolayca borçlandığı ve cari açığını finanse ettiği, bazı bankalarını ve diğer bazı kuruluşlarını, varlık fiyatlarındaki yükselişten yararlanarak çok iyi fiyatlara yabancılara sattığı biliniyor.
Şimdi ise küresel boyutta bir kredi krizi yaşanıyor, kimse kimseye kredi açmak istemiyor, şirket fiyatları yerlerde sürünüyor ve küresel sermaye en güvenli saydığı limanlara doğru kaçıyor.

Bu arada Türkiye’de banka satın almış olanlar dahil Avrupa’nın önde gelen bankalarının da küresel krizden darbe alarak yeni birleşmelere zorlandığı, sermaye enjeksiyonuna ya da devlet desteğine ihtiyaç duyduğu görülüyor. Türkiye’de faaliyet gösteren yerli ve yabancı bankaların bu ortamda kaynak sıkıntısı çekmeye başlaması doğal.

Garanti Bankası Genel Müdürü Ergun Özen, önümüzdeki aylarda 4 milyar dolar dolayında sendikasyon kredisini yenilemek zorunda olan bankalarımızın % 60 oranında bir yenileme sağlaması halinde bunun başarı sayılması gerektiğini söylüyor.

Bir Avrupa bankasının Türkiye’deki operasyonunda görev yapan bir eski bürokratımız Türkiye’ye yeni kaynak aktarılmasının gündemde olmadığını, mevcudu korumanın bile kolay olmayacağını ifade ediyor.
Dış kaynak bulma olanağı önemli ölçüde azalan bankalarımızın, günümüzün tedirgin ortamında olabildiğince likit kalmak istemeleri de doğal. Bunun sonucunda banka kredileri daralıyor ve reel sektörün kredi ihtiyacı karşılanamıyor.

İç ve dış talebin gerilediği ortamda kredi ihtiyacını da karşılayamayan reel sektör firmaları iyice zorlanmış oluyor. Öte yandan döviz arzının talebin altında kalmaya başlaması dövizin değerini yükseltiyor ve dış borçları nedeniyle kur riski taşıyan şirketler bir darbe daha yemiş oluyor.
Döviz bir kez daha zayıf halka. Bunun bilinciyle davranmak gerekiyor.

Bu kez de ‘Erdoğan krizi’ mi?
Türkiye’de 2001 krizini tetikleyen olaylar zincirini ve özelikle de zincirin son halkasını oluşturan “Anayasa kitapçığının fırlatılması” olayını anımsayanlar hayli fazla. 1994’te yaşanan ‘Çiller krizi’ni anımsamaya da yaşı müsait çoğu kimsenin. Türkiye ekonomisi için yeni bir dönemin başlangıcını simgeleyen “24 Ocak kararlarının” hangi ortamda alındığını ve Türkiye ekonomisinin 1980 krizine nasıl sürüklendiğini anımsayanları bulmak için ise orta yaş kuşağına başvurmak gerekiyor. Herkesin yaşına göre bir kriz belleği var ülkemizde.

Şimdi yedi yıllık bir aradan sonra Türkiye yeniden bir ekonomik krizin tehdidi altında ve bu kez gündeme gelen soru şu: Türkiye şimdi bir de ‘Erdoğan krizi’mi yaşayacak? Geçen hafta içinde farklı ortamlarda duyduklarım ve çeşitli kesimlerden kişilerle konuşarak edindiğim izlenimler, daha önce farklı başbakanların döneminde yaşanmış olan ekonomik ve mali krizleri hatırlattı bana ve ister istemez bu soruyu sormaya zorladı beni. Başbakan koltuğunda oturan birinin, bazen algılama sorunları nedeniyle, bazen bilgi ve deneyim eksikliği nedeniyle, çoğu kez de siyasi kaygılarla ve anlamsız inatlaşmalarla krizlere neden olabildiğini yaşayarak öğrenen biri olarak soruyorum bu soruyu.

Türkiye’nin krizi mi?
Geçen hafta içinde CNN Türk’de, Başbakan Yardımcısı Sayın Nazım Ekren’in sorularımızı yanıtladığı Taha Akyol’un “Eğrisi Doğrusu” programına katıldım. Sayın Ekren, Hükümet’in krizin ülkemizdeki etkilerini hafifletmek için yaptıklarını anlattı. İyi niyetine inanıyorum ama düşünülen önlemlerin inandırıcı olması için komple bir paket halinde en yetkili kişi, yani Sayın Başbakan tarafından açıklanması gerek galiba.
Bankalar Birliği’nin 50. yılı nedeniyle düzenlenen resepsiyonda finans dünyasının ve iş âleminin önde gelen isimleriyle sohbet ederken hemen herkesin kaygılı bir bekleyiş içinde olduğunu gördüm. Finans Kulüp tarafından İstanbul’da düzenlenen “Küresel Mali Kriz ve Türkiye” konulu toplantıda da, 1980’den bu yana ekonomi yönetiminin önemli noktalarında görev almış ve çeşitli krizlere tanık olmuş olan Zekeriya Temizel, Tevfik Altınok, Osman Birsen, Mahfi Eğilmez, Kemal Kabataş ve halen TMSF Başkanı olan Ahmet Ertürk gibi isimlerle, küresel krizin Türkiye’ye nasıl yansıyacağını ve bu krizden en az zararla çıkmak için neler yapılabileceğini tartıştık.
Daha önce yaşamış olduğumuz krizlerden farklı olarak, bu krizin bizim kendi yarattığımız bir kriz olmadığını, bu kez küresel kapitalizmin merkezinde patlayan krizin sonunda gelip bizi de vuracağını hemen herkes kabul ediyor. Yani bu krizin “Erdoğan krizi” diye anılmasını gerektirecek bir durum yok aslında ve gerekenler yapılsa belki de buna gerek kalmayacak ama Sayın Başbakan’ın krize yaklaşım tarzı ne yazık ki bu sonucu doğuracak galiba.

Erdoğan’ın takıntısı
Başbakan Erdoğan’ın , hükümetinin ekonomideki performansını çok önemsediği bir sır değil. “Ekonomide başarısız oldu” dedirtmek istemiyor kendine. Öte yandan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) ekonomide sağlamış göründüğü başarının, 2002-2007 döneminde küresel ekonomide yaşanmış olan yükseliş dalgasından yararlanılarak elde edilmiş bir başarı olduğu da ortada.
Şimdi gelinen noktada küresel dalganın Türkiye gibi ‘Yükselen Pazar’ ülkelerini de içine çeken bir girdaba dönüşmesi bizi de olumsuz etkileyecek kuşkusuz. Hiçbir komplekse kapılmadan bu gerçeği kabul edip yaklaşan fırtınadan en az hasarla kurtulmak için neler yapılması gerektiğine odaklanması gerekirken, Sayın Başbakan farklı bir havada görünüyor.
Bu krizi kullanarak hükümeti yıpratmak isteyen iç ve dış güçler olduğunu varsayarak onlara karşı mücadele veren bir komutan gibi davranıyor. Krizin etkilerini hafifletmek için başta iş âlemi olmak üzere tüm kesimlerle yakın bir dayanışma içinde olması gerekirken, hemen her kesime karşı kuşkucu, hatta yer yer suçlayıcı ve aşağılayıcı bir tavır içinde. Küresel tehdidin yarattığı risklere karşı şu ortamda IMF ile bir anlaşma yaparak kendisini güvenceye almak Türkiye için akıllı bir tercih gibi görünürken IMF ile anlaşmanın önemini ve gereğini değil sakıncalarını vurguluyor sürekli olarak.
Kritik ekonomik kararları verme yetkisini elinde tutan Sayın Başbakan bu yaklaşımını değiştirmezse Türkiye küresel krizden daha fazla etkilenecek ve yaşayacağımız kriz de “Erdoğan krizi” olarak anılacak.

Düşecek büyük domino Rusya mı?
Küresel finansal krizin çok ciddi bir reel sektör krizine dönüşmeye başladığı ve IMF’nin küresel büyüme tahminlerini yeniden aşağı çektiği ortamda kurbanlar listesine kimlerin ekleneceğini kestirmek çok zor.
Örneğin, bu yılın ilk yarısında, petrol fiyatlarının 150 dolara doğru gittiği ortamda döviz rezervleri 600 milyar dolara yaklaşan Rusya’nın kriz nedeniyle zor duruma düşebileceğini düşünmek pek kolay değildi. Ancak bu şimdi mümkün görünüyor. Borsasında büyük kayıplar yaşayan Rusya’nın döviz rezervi erirken dış borç rakamları da ne kadar büyük bir risk altında olduğunu gösteriyor.
10 Kasım tarihli Newsweek dergisinin haberine göre Rus şirketlerinin borcu 857 milyar doları, Rus bankalarının borcu da 637 milyar doları buluyor. Üstelik petrol fiyatı da 70 doların altında. 1998’den 10 yıl sonra Rusya’ya yeniden dikkatle bakmak gerekiyor.
Alıntı ile Cevapla
Gozlemci kullanıcısına teşekkür edenler
ar_de_ (09-11-2008), buena vista (09-11-2008), iugur (20-12-2008), Master (09-11-2008), neron (09-11-2008), Ramo (18-11-2008)
  #312  
Eski 09-11-2008, 08:38
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23007 Kere teşekkür edildi
Arrow Yani...

9 Kasım 2008

Yılmaz ÖZDİL
yozdil@hurriyet.com.tr

10 Kasım


Lastik gibi uzatmayı sevmem...


Ama, yanlarına da bırakamayız.

*

Hálá diyorlar ki:

"Atatürk diktatördü."

Vahdettin neydi peki?

Demokrat Parti Genel Başkanı mı?

*

"Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" diyen diktatörü, dünyanın neresinde gördünüz Allah’ın geri zekálıları?

*

Bak, dinle... 3-4 sene önce...

atv Haber’i yönetirken, Osmanlı soyundan değerli arkadaşım Neslişah Evliyazade’den rica ettim, kırmadı, aracı oldu, Osman Ertuğrul’u canlı yayına çıkardım... Kimdir o? Abdülhamid’in torunu... Saltanat devam etseydi, "Dördüncü Osman" veya "Birinci Ertuğrul" adıyla "padişah" olacaktı.

*

(Bundan sonrasını, şöyle hafif burnunuz tıkanmış gibi, gırtlaktan gelen buğulu bir ses tonuyla okursanız, romantik belgesel tadında olur, tavsiye ederim.)

*

Çıktı, geldi Osman Ertuğrul.

Yanında, zarif eşi, Zeynep Osman.

Oturdular.

Hoş geldin beşgittin filan, "Ne içersiniz" dedik, "Çay" dedi. Ayıptır söylemesi, bu kardeşinizin padişaha çay ısmarlamışlığı vardır yani... Hatta, sohbet uzayınca pek keyiflendi, bir çay daha istedi, "Haber merkezinin bütçesini İngiliz Hazinesi karşılamıyor, kusura bakma" diyemedik, "Padişaha demli bir çay daha getirin" dedik.

Neyse...

Sohbet bitti, haber saati geldi.

*

(Canlı yayına çıkardığımız insan, Abdülhamid’in torunu, haliyle, şehzade Burhanettin Efendi’nin oğlu... Annesi, şehzadeden ayrıldıktan sonra, Atatürk’ün ilk kabinesinde yer alan Maliyeci Cavit Bey’le evlenmiş... Cavit Bey kim? İzmir suikastına adı karıştığı için, idam edilen Cavit Bey... Üvey babası Atatürk’ü ortadan kaldırayım derken, asılmış yani... Üstelik, biraz önce de belirttiğim gibi, Osman Ertuğrul, saltanat devam etseydi bugünkü padişahımız efendimiz olacaktı.)

*

Ne dedi biliyor musunuz?

"Ailemiz için çok kötü oldu ama, Türkiye kazandı... Ben Türk olarak doğdum, Türk olarak öleceğim... Atatürk, Türk halkı için çok iyi bir liderdi. Mustafa Kemal Atatürk olmasaydı, İstanbul olmazdı."

*

Dikkat isterim...

Saltanat devam etseydi, Fatih Sultan Mehmed’in tahtında oturacak olan kişi, dedi ki, "Mustafa Kemal Atatürk olmasaydı, İstanbul olmazdı."

*

İşte böyle...

Esnaf gazeteci olmadığımız için, bunu yayınlamayalım, sponsor bulalım, belgesel yapalım, sonra da yanında çalıştığımız patrona satalım filan demedik...

Beleş yayınladık.

Yarın, 10 Kasım...

E bugün de nostalji yapalım dedik.
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
account (09-11-2008), ar_de_ (09-11-2008), buena vista (09-11-2008), karınca (09-11-2008), neron (09-11-2008), Ramo (16-12-2008)
  #313  
Eski 10-11-2008, 07:46
buena vista buena vista bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 895/3266
652 Mesaj ına 4322 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Karalamalar O’nu daha da büyütüyor..

10 Kasım 2008


tturenc@hurriyet.com.tr


BİZİM Saint Benoit (Sen Benua) Fransız Lisesi’nde 10 Kasım törenlerine büyük bir titizlikle hazırlanılırdı.

Bir 10 Kasım’da toplanmış, törenin başlamasını bekliyorduk. Atatürk’ün gençliğe hitabesini okuyacak arkadaşla yan yana duruyorduk.

Okul yatılı müdürü arkadaşı görür görmez bağırmaya başladı:

"Sen bu gömlekle mi büyük Atatürk’ü anacaksın? Bu gömlekle mi onun gençliğe hitabesini okuyacaksın?"

"Bu gömlekle mi?" diye yeri göğü inleten müdür "Çabuk git, en beyaz gömleğini giy, yoksa senin büyük Atatürk’ü bu kıyafetle anmana izin vermem" dedi.

Siyah-beyaz ekose gömlek giyen arkadaş hemen yatakhaneye koşarak beyaz gömleğini giyip geldi.

* * *

Yıl 1922... İzmir kurtulmuş, düşman Anadolu topraklarından denize dökülmüş ancak henüz cumhuriyet kurulmamıştı.

Gazi Mustafa Kemal İzmir’deydi. Uşakizadeler’in köşkünde kalıyor, o sakin ortamda Türkiye’nin geleceğini kafasında şekillendiriyordu.

Tiyatro oyuncusu Muvahhit Rafet Darülbedayi’den (o dönemdeki Şehir Tiyatrosu) ayrılmış, kurduğu trupla İzmir’e turneye gelmişti. Muvahhit, Bedia Hanım’la evliydi.

Trupta dönemin çok ünlü tiyatrocuları Behzat Butak, Mahmut Moralı, Raşit Rıza ve Şadi vardı.

Muvahhit ve arkadaşları Gazi Mustafa Kemal’i ziyarete gittiler ve ertesi gün Kordon Palas’ta yapılacak galayı onurlandırmasını rica ettiler.

Gazi "trubunuzda kimler var?" diye sordu.

İsimler sayıldı. Kadın oyuncu olarak Şehper ve Anahit adları söylendi. İkisi de Hıristiyandı. Çünkü o yıllarda Müslüman kadınların sahneye çıkması yasaktı.

Gazi’nin yüzü asıldı, "Niçin Türk hanımlara rol vermiyorsunuz?" diye sordu.

Herkes sustu.

Gazi, Bedia Hanım’ın da turpla gelmiş olduğunu öğrendikten sonra Muvahhit Bey’e dönerek "Niçin karınızı sahneye çıkarmıyorsunuz? Ben onu Ateşten Gömlek filminde izledim, çok başarılıydı" dedi.

Sonra "Boşrölü o oynarsa memnuniyetle galaya gelirim" diye ekledi.

Hemen otele dönüldü, hiç tiyatro deneyimi olmayan Bedia Hanım sabaha kadar başrole hazırlandı. Sonradan Bedia Muvahhit olarak ünlenecek olan Bedia Hanım çıktı oynadı ve büyük bir başarı kazandı.

Gazi, oyunu ve Bedia Hanım’ı büyük bir memnuniyetle izledi ve gururla alkışladı.

O gece Türk kadınlarının sahneye çıkma yasağı da kırılmış oldu.

* * *

Çankaya’da sofra kurulmuş, Atatürk’ün verdiği listeye göre çağrılanlar masada yerini almıştı.

Sohbet koyulaştığı bir sırada Atatürk birden konuklarına şunları söyledi:

"Bana ülkeyi içki masasından idare ediyor diye laf edenler olduğunu duyuyorum. Beyler, siz çok iyi biliyor ve görüyorsunuz ki bu sofra sadece içki içilen bir sofra değildir. Burada bütün memleket meseleleri yetkili kişi ve dostlarla masaya yatırılır, enine boyuna görüşülür ve tartışılır, yemek ortamı olduğu için de hepimiz rahatça konuşuruz, zaman mefhumu da pek olmaz. Bu masada ben memleket ve milletimin nabzını tutarım. Ülkemin, milletimin yükselmesi, refaha kavuşması için çareler ararım."

İçerdeki ve dışardaki belli kesimler boşuna çaba harcıyorlar. Atatürk’ü karalamaya çalıştıkça o daha da büyüyor.

Atatürk’ü ölümünün 70. yılında sevgi, saygı ve özlemle anıyoruz.

Tufan TÜRENÇ
Alıntı ile Cevapla
buena vista kullanıcısına teşekkür edenler
account (10-11-2008), ar_de_ (11-11-2008), coser (10-11-2008), Gozlemci (10-11-2008), hazan (20-11-2008), Master (10-11-2008), meraklı (10-11-2008), Ramo (12-11-2008), zumbul (10-11-2008)
  #314  
Eski 16-11-2008, 22:54
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23007 Kere teşekkür edildi
Arrow .....

Utandım çocuk

Beni anlatan bir film yapmışsın . Kızgınım, utanç içindeyim. Sana değildir kızgınlığım. Filmdeki Mustafa’dan da utanmış değilim. Başaramamışım, bundandır utancım. Komutam altında, bu vatan için kanını akıtan Türk askerlerinden utandım.

"Özgürlük" demiştim, benim karakterimdir.. "Bilim" demiştim, tek yol göstericidir. Sen, "Karanlıktan korkardı" demişsin benim için. Korkardım evet. Bu ulusu boğmak isteyen karanlıklardan çok korktum. Ama insaf be çocuk, korkup da kaçmadım ya. Söküp atmadım mı o karanlığı bu ülkenin üzerinden?

Diktatör demişsin bir de. Hiç okumadın mı çocuk? Nerde benim nesilleri emanet ettiğim öğretmenler? Anlatmadılar mı sana? Başkomutan olarak cepheden cepheye koşarken, ve bütün kararları tek başıma alabilecekken neden bir meclis kurdum ben çocuk? Böyle diktatör olur mu? Ah be çocuğum. Neden, nasıl düşman ettiler seni bana? Baktım aşktan, sevgiden, aileden bahseden güzel şeyler yazmışsın bugüne kadar. Belli ki, Çalışkansın, zekisin. Kara cüppeleri ile milletin ümüğüne çökmüş olan yobazları çok iyi anlarım da çocuk, seni anlayamıyorum. Onlar zaten hiç sevmedi beni. Yüzyıllardır süren iktidarlarını çekip almıştım ellerinden. Sevmeyecekler beni elbette.. peki sen çocuk, sen neden kol kola girdin bu kara kalplilerle?

Dedim ya, sana değil kızgınlığım. Başaramamışım. Anlatamamışım demek ki özgürlüğün kıymetini, bağımsız bir ulusun, onurlu özgür bireyi olmanın ne büyük bir nimet olduğunu. Yazık olmuş, onca vatan evladının kanına, onca ananın göz yaşına.

Veremem ki şimdi hesabı, ne o gencecik bedenlere, ne de o gözü yaşlı analara.

"Bu muydu uğruna bizi ölüme gönderdiğin vatan?" derlerse,

"bu nesiller miydi, ölen evlatlarımızın kanıyla kurduğun ülkeyi emanet ettiğin?" diye sorarlarsa

ne derim ben onlara be çocuk?

Olmadı be çocuk... olmadı.

Taner Yenidoğan


Minik Not : Email gönderen dosta tşk ederim
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
account (17-11-2008), buena vista (17-11-2008), coser (17-11-2008), hazan (20-11-2008), janus (18-11-2008), meraklı (17-11-2008), neron (16-11-2008), Ramo (17-11-2008)
  #315  
Eski 18-11-2008, 21:18
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Bir babayı işten çıkarmak

Kendimi hiç iyi hissetmiyorum.

Bir babayı işten “çıkardık” desem diyemiyorum, “attık” hiç diyemiyorum, “işine son verdik” de diyemiyorum.
Dilim hiçbirine varmıyor.

Hiçbir fiili daha az can yakıcı, daha az rencide edici bulmuyorum.

O yüzden bu yazıyı çok, çok zor yazıyorum.

Dünya krizden boğuluyor, insanlar işlerinden oluyor; ama biz “hamdolsun” herşey yolunda diyebiliyoruz ya... inanamıyorum.

Bizim işten çıkarmak zorunda kaldığımız adam bir baba.



Onun da derdi hepimizinki ile aynı; ekmek ve okul parası.



Eşinin kazandığı para ile mümkün değil geçinemezler.



Evleri de kendilerine ait değil.



Sözde şirketimiz kendisine 6 aylık süre tanıdı. İnsanca davranıp tazminatını fazla fazla hazır etti...



İnsaflı davrandı şirket değil mi?



Ne fark eder ki?



Gerçi ben akşamdan sabaha işsiz bırakılanların da hikayesini biliyorum.



5 kuruşsuz sokakta kalan yüksek lisanslı insanların trajedisini de...



Annemin de başına gelmişti zamanında. Kriz mriz de yoktu o zaman. Sırf yönetim değiştiği için, kendi adamlarını getirebilmek için, tek bir haklı neden yokken başarılı bir yönetici olan annemi yılbaşı akşamı apar topar işten çıkarmışlardı.



İki evladını tek başına okutabilmek için çok çalışan, hayatla tek başına savaşan annemizi 31 Aralık’ ta kapıya koymuşlardı keyifleri gereğince...



O yüzden içim almıyor, işsiz kalmak ne demektir biliyorum.



Zaten hiçbirimiz zevkten çalışmıyoruz ki!



Mirasyedi de değiliz.



Çalışmak zorundayız.



Bu profesyonellik canavarına katlanamıyorum.



Ekonomik dünya ile gönül dünyam arasında çok sıkışıyorum.



Çok bunalıyorum.



İşten çıkardığımız baba,



Biz ona artık işteki son günü olduğunu anlatırken, sessizce dinledi bizi.



O süre boyunca odada, patronumun ve adamın gözlerine vuran kalp atışlarının sesinden başka çıt çıkmadı.



Ben sadece yokolmak istedim durdum...



Kalbini kırmamaya çalışıp, konuyu olduğunca kısa tutup canını acıtmamaktı patronumun tek derdi. O da iki çocuk babası eninde sonunda. Yutkunarak konuştu adamla...



Konuşma bitince adamın:



“Üzülmeyin. Bunu da yaşamak varmış. Bunları kaldırabilecek kadar yaşım ve tecrübem var. Elbet bunu da atlatırım...” deyip de kapıdan gözleri dolu; ama başı dimdik çıkışı, beni de patronumu da iyice perişan etti.



İkimiz de sessizce kalakaldık uzunca bir süre.



Konuşamadık.



Bir baba...



İşsiz kaldı işte!



Peki gece evde ne oldu sizce?



Evinin kapısından girdiğinde,



Çocukları “Hoşgeldin!” demek için karşısına dikildiklerinde ne oldu?



Eşinin gözlerine sessizce “Bitti-k” mesajını verdiğinde neler koptu o babanın yüreğinde?



Gidişat hiç iyi değilken,



Ben ne “hamdolsun” diyebiliyorum, ne de insaf ettik.



Hayatta herkesin başına herşey gelebilecekken...



Korkuyorum işte...

Yonca TOKBAŞ/Hürriyet
__________________
Yaşadıklarını kar sanma yanına...
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna
Ne kadar yaşarsan yaşa
Sevdiğin kadardır ömrün...

Can Yücel
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
ar_de_ (19-11-2008), coser (19-11-2008), hazan (20-11-2008), Lizzy (23-11-2008), Master (19-11-2008), meraklı (20-11-2008)
  #316  
Eski 19-11-2008, 07:22
neron - ait Avatar
neron neron bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 139/3021
68 Mesaj ına 527 Kere teşekkür edildi
Post

.
Alıntı ile Cevapla
  #317  
Eski 21-11-2008, 16:40
Lizzy - ait Avatar
Lizzy Lizzy bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2007
Bulunduğu Yer: İstanbul
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 82/262
70 Mesaj ına 293 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Yüzde 47'nin tarifi-Ahmet Hakan

Yüzde 47’nin tarifi

Bana göre...

"Yüzde 47" dediğimiz büyük oy miktarı...

Şu türden bir "sihirli" karışımın eseridir:

Bir ölçek "Kasımpaşalılık / delikanlılık" alınır...

İki ölçek "geçmişte iş başında olanların olayı ellerine yüzlerine bulaştırması" ilave edilir...

Bu ikisi hafifçe çalkalanır...

Ardından...

Üç ölçek "mağduriyet acısı" eklenir...

Ortaya çıkan karışım "AB sosu" ile kısık ateşte 3 yıl pişirilir...

Üstüne bolca "türban / çarşaf tozu" serpiştirilerek...

Servise hazır hale getirilir...

"Kömür yardımı" ise...

Bu enfes yemeğin iştah açıcısıdır...

Yemeğin müziği ise şudur: "Duble yollarla donattık ana yurdu dört baştan."

Ne diyelim? Afiyet olsun...
__________________
VAR'la YOK arasında dar bir alan var ya,işte oraya bayılıyorum...
Alıntı ile Cevapla
Lizzy kullanıcısına teşekkür edenler
ahaxotuteag (23-09-2020), ajuodikun (21-09-2020), AmoxLobe (13-01-2020), ar_de_ (26-11-2008), CoronaRug (20-03-2020), dentist (22-11-2008), enuzadufao (21-09-2020), ezagdolowe (21-09-2020), ezourubitup (21-09-2020), ifesedowi (21-09-2020), imeguwuluci (21-09-2020), isedoyuek (21-09-2020), Master (22-11-2008), neron (24-11-2008), onishoe (20-09-2020), oricedulimis (21-09-2020), Ramo (25-11-2008), serdarkus (22-11-2008), uunagilisaji (30-09-2020), zumbul (24-11-2008)
  #318  
Eski 07-12-2008, 21:15
Ramo - ait Avatar
Ramo Ramo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 603/2786
438 Mesaj ına 2346 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Imf kİmseyİ kurtaramaz

İçinde bulunduğumuz dünya krizi 2007 Haziran sonunda Amerikan yatırım bankası Bear Stearns’e ait bir mortgage fonunun batmasıyla patlak vereli birbuçuk yıl oldu. Bu birbuçuk yıl içinde ekonomik ufku tarihte 1980’lerin, teoride Friedman’ın ötesine geçmeyenlerin (ki bu kategori Batı’da ekonomi hayatında söz sahibi olanların çok büyük çoğunluğunu, bizde ise tamamını kapsamaktadır) hayal bile edemeyecekleri birçok olay meydana geldi. Krizin derinliğini anlamak için yalnızca finans dünyasında olanlara bakmak yeterli. Aşağı yukarı yüz yıldır faaliyette bulunan, 1980’lerden itibaren dünyadaki ele gelir her ülkeye uzanarak çok büyük çaplı finans operasyonları yürüten, Amerikan tarzı finansı Türkiye gibi birçok ülkeye taşıyan Amerika’nın beş büyük yatırım bankasından üçü (Merrill Lynch, Bear Stearns, Lehman Brothers) battı, ikisi ise (Goldman Sachs, Morgan Stanley) resmen mevduat bankası oldu, fiilen can çekişmekte. Bu iflaslarla bir Anglo-Sakson icadı olan ve son 20-25 yılda bütün dünyaya damgasını vuran yatırım bankacılığı kavramı tarihe karıştı. Başka inanması güç bir olay dev Amerikan bankası Citibank’ın önceki hafta batış sinyalleri vererek kendisini Amerikan Hazinesinin kucağına atmasıydı. 1980’lerden itibaren Türkiye dahil dünyanın birçok ülkesinde ABD’nin gücünü Amerikan büyükelçiliklerinden daha büyük bir gururla temsil eden, üzerinde güneşin hiç batmadığı bu finans imparatorluğunun hurdaya çıkmış bir yük gemisi gibi parçalanarak işe yarar kısımlarının satılması kaçınılmaz görünüyor. Daha bir yıl önce kimselerin inamayacağı bu gelişmeler bir devrin sona erdiğinin apaçık işaretleri değil mi?

Haydi bir de reel ekonominin önemli bir göstergesi olarak dünya ticaretine göz atalım. Dünya genelindeki navlun ücretlerinin genel düzeyini gösteren Baltic Dry endeksi Mayıs ayında 11,700’lerdeydi, bugün 700’de. Yanlış okumadınız, son altı ayda deniz nakliyatında ücretler 16’da bire geriledi. Böylece Tuzla tersanelerinde bir türlü önü alınamayan işçi ölümleri sorunu da kökten çözülmüş oldu. Öte yandan dünya deniz nakliyat hacminde bu kadar keskin bir düşüş II. Dünya Savaşından bu yana görülmemişti. Ne var ki şu ana dek gördüğümüz daralma, 2009’da göreceğimizin yanında solda sıfır kalacak.

Bu kadar olağanüstü gelişmeler karşısında hem Batı’da, hem de birçok gelişen ülkede, bu arada normal şartlarda suya sabuna dokunmayan IMF, OECD gibi kuruluşlarda bile krizin nereye kadar gidebileceği, borçlu ülkeleri yüzdürmek için gereken ve şu anda ortada olmayan kaynağın nereden bulunacağı, doların rezerv para olarak nereye kadar gidebileceği, sermaye hareketlerine kısıtlama getirilmesi ihtimali, hatta yeni bir Bretton Woods anlaşmasının olabilirliği gibi konular tartışılıyor. Türkiye ise sanki başka bir gezegendeymiş gibi bütün bu tartışmalardan habersiz görünüyor. Bir yanda koltuk kaygısıyla “Kriz bize teğet geçecek, Türkiye’de resesyon olmaz, en az hasarla atlatacağız” diye mezarlıkta ıslık çalan hükümet... Karşısında ise sabah akşam hükümete “IMF’yle anlaş! IMF’yle anlaş!” diye bağıran TÜSİAD ve dünyadaki krizle ilgili tartışmaları Türk halkından gizlemeyi görev edinmiş, gırtlağına kadar döviz borcuna battığı için gece uykuları kaçan TÜSİAD medyası. Bu kadar geniş kapsamlı bir karartma ve çarpıtma kampanyası karşısında ortalama Türk vatandaşı kendisini bekleyen vahim gelecek hakkında boğazlanacağını bilmeden kasabın elini yalayan kurbanlık koyunun cehaleti ve gafleti içinde. Gerçekten hazin bir tablo.

Şimdi sizinle TÜSİAD’ın ve TÜSİADcı medyanın hayal âleminden gerçekler dünyasına doğru kısa bir gezintiye çıkalım. Bunların kurtatrıcı gördükleri IMF’nin bir ay öncesine değin elindeki toplam kaynak USD 210 mia.dı. Geçen ay IMF’den âcil yardım isteyen beş altı ülkeye dağıtılan paralardan sonra IMF’nin elinde USD 150 mia kaldı. Peki “kurtarılmayı bekleyen” ülkelerin durumu ne? Meselâ Türkiye’nin?

Türkiye’nin toplam dış borcu USD 284 mia. Bunun USD 191 mia.ı özel sektöre ait. ( Bu krizi 2001 krizine benzeterek hesap yapmaya kalkanlar var. Onlar için şu rakamı vereyim: 2001 krizine girerken Türkiye’de özel sektörün dış borcu yalnızca USD 57 mia.dı, yani şimdikinin üçte biri kadardı.) Türkiye’nin USD 284 mia.lık dış borç stokunun USD 52 mia.ı da kısa vadeli, yani bir yıldan önce vadesi geliyor. Bu kısa vadeli borcun USD 48 mia.ı da özel sektöre ait. Ayrıca devletin uzun vadeli dış borçlarından USD 10 mia.lık bölümünün seneye vadei geliyor.

Türkiye’de bir de IMF’nin Türkiye’ye dayattığı örtülü kur çapasının sonucu olan cari açık belâsı var. Şu anda yıllık USD 47 mia.da seyreden cari açık dünya ve Türkiye ekonomisindeki küçülmeye paralel olarak azalacak ama, döviz kuru buralarda kaldıkça kapanması mümkün değil. Kurlar yeterince yükselmediği takdirde cari açık seneye düşse düşse USD 25 mia.a düşer. Bu noktada bazı aşırı iyimser varsayımlarda bulunalım: Meselâ gelecek yıl kısa vadeli borçlarımızın yarısını yenileyebilsek, ayrıca uzun vadeli görünen bazı borçlanmalarda (seküritizasyonlar gibi) hiç sorun olmasa, Türkiye’den hiç sıcak para çıkışı da olmasa... Bu şartlar altında bile Türkiye’nin kurları buralarda tutabilmek için 2009 içinde USD 60 mia civarında bir paraya ihtiyacı var. IMF’nin Türkiye’ye verebileceği para ise taş çatlasın USD 20-25 mia.dır, bunu da muhtemelen iki yıl içinde verir. Tabii bu 2009’un hesabı; bunun 2010’u, 2011’i de var. Kimse bu krizin üç beş ayda atlatılacağını sanmasın.

Bir de “kurtarılmayı bekleyen” ülkelerin geneliyle ilgili bir rakam vereyim: Gelişmekte olan ülkelerin yalnızca kısa vadeli dış borçlarının toplamı USD 1.2 tr. Demek ki IMF’nin bunları, daha doğrusu başta Amerika olmak üzere Batı dünyasının buralardaki paracıklarının tamamını, hatta büyük bölümünü kurtarması mümkün değil. Dolayısıyla Türkiye’de de bu krizin 2001’deki gibi IMF’nin kucağına koşmakla atlatılabileceğini sanan veya uman TÜSİAD çevresi yanlış hesap yapmakta, Yunus Emre’nin ifadesiyle söyleyecek olursak abes yere yelmektedir.

Son beş altı yılda benim gibi Türkiye’den bakarak ve arkasına Friedman şarlatanı yerine Ricardo’dan Keynes’e, Pasinetti’ye uzanan iktisat devlerini alarak konuşanlara değil de, Amerika’ya veya buradaki mutemetlerine kulak vererek gırtlağına kadar dış borca girenler, bilançolarına üç, dört, beş milyar dolarlık döviz borcu yükleyenler bu hatalarının bedelini yok olarak ödeyecekler. Bu saatten sonra onları kimse kurtaramaz. Bu durum karşısında hükümet bu gibi çevrelere kulak vererek boş yere IMF’yi Türkiye’nin başına musallat ederse çok yazık olur. Çünkü IMF’den gelecek para zaten krizin etkilerine kalkan olamayacak, ayrıca 2001’de olduğu gibi IMF verdiği paranın evvelemirde Türkiye’den çıkacak olan yabancı yatırımcıya ödenmesini sağlayacaktır. Böylece Türkiye’ye yanlış hesapla yatırım yapmış olan Amerikan fonlarının zararı Türkiye Cumhuriyetinin dış borcuna dönüşmüş olacak, hepimizin sırtına yüklenecektir. Buna da soygundan başka bir ad verilemez.

İkinci olarak, IMF Türkiye’ye yardım etme kisvesiyle bu soygunu sahneye koyarken muhakkak kamu harcamalarının azaltılmasını, vergilerin arttırılmasını isteyecek, bunun sonucu da Türkiye’deki ekonomik daralmanın ve işsizliğin katmerlenmesi olacaktır. Gerçi 15 Kasımda ABD’de gerçekleştirilen, Türkiye’nin de katıldığı G-20 zirvesinde katılımcı ülkelerin gelecek yıl kamu harcamalarını millî gelirin % 2’si kadar arttırarak küresel durgunlukla mücadele etmeleri kararı alındı. Fakat sakın buna aldanmayın. Eğer Türkiye IMF’nin kucağına düşecek olursa, göreceksiniz ki Türkiye’ye bunun tam tersi dayatılacak, bütçe harcamalarının azaltılması istenecek; çünkü Türk ekonomisini mümkün olan her fırsatta boğmak, küçültmek ve çıkmaza sürüklemek, böylece Türkiye’nin önünü kesmek Batı’nın ve Amerika’nın Türkiye hakkındaki yazılı olmayan kanunlarından biridir. Türkiye’de işbaşında hangi hükümet olursa olsun bu kanun değişmez.

Türkiye IMF ile anlaşsa da, anlaşmasa da küresel krizin Türkiye’ye ödeteceği bedelin çok ağır olacağına şüphe yok. Öte yandan eğer sizin bilançonuzda altından kalkılmayacak bir borç yükü yoksa, rekabet gücünüz ve manevra yeteneğiniz varsa bu krizden yok olmadan çıkma şansınız var. Ancak bu kriz 2001 krizi gibi kısa sürede atlatılacak cinsten değil; krizin seyri boyunca dünya çapında çok büyük değişikliklerin olacağını, dünyanın ekonomik çehresinin kökten değişeceğini göreceksiniz. Dolayısıyla bu kriz sürecinde bugün doğru olan yarın, yarın doğru olan öbür gün doğru olmayacak. Döviz-TL tercihi, çeşitli döviz seçenekleri arasındaki tercihler, nakit kalmanın veya menkul ve gayrimenkul yatırımına yönelmenin ya da üretime yatırım yapmanın zamanlaması... Bütün bu sorular kriz maratonu boyunca hep karşınıza çıkacak, fakat krizin her aşamasında cevapları farklı olacak. Bu sorulara doğru tercihlerle cevap verirseniz krizden büyüyerek çıkmanız da mümkün. Haftalık Ekonomik Yorum Türkiye’de bu soruların farkına varabilen ve bunların cevaplarını araştıran tek kaynaktır.
6 Aralık 2008

KAYNAK
www.selimsomcag.org
__________________
Yaşadıklarını kar sanma yanına...
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna
Ne kadar yaşarsan yaşa
Sevdiğin kadardır ömrün...

Can Yücel
Alıntı ile Cevapla
Ramo kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (08-12-2008), ar_de_ (09-12-2008), asazaoxuqaci (20-09-2020), buena vista (12-12-2008), chem73 (11-12-2008), dalibea (23-09-2020), efernuruwaxat (22-09-2020), ehomilaqar (21-09-2020), ejojogigel (29-09-2020), hazan (15-12-2008), iaxeqajp (20-09-2020), iritofo (21-09-2020), iwicicu (21-09-2020), meraklı (13-12-2008), neron (10-12-2008), odosesolefomi (21-09-2020), osodocuzah (21-09-2020), ozwisalokeme (20-09-2020), serdarkus (08-12-2008), uehejaq (21-09-2020), uhinugew (21-09-2020), uigebafevjyiw (22-09-2020), ulobemewab (22-09-2020), usaatun (21-09-2020), ututuxeu (21-09-2020), uzobayih (25-09-2020), wejuzmiyidag (21-09-2020), zumbul (15-12-2008)
  #319  
Eski 15-12-2008, 16:12
hazan hazan bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Sep 2006
Bulunduğu Yer: New York
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 21/1639
18 Mesaj ına 160 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Sn. Ramo bu ilettiginiz anlatinin daha ince detaylisini Sn. Master sunmustu bir ozel bankanin Izmir toplantisinda. Ustelik 4 sene once. Hatta ben bazilarinin olabilirligi konusunda supheliydim. Gelinen bu noktayi daha o zamanlar gorebilen Sn Master'i kutlamak lazim sanirim ekonomiyle ilgili bu ileri goruslulugu nedeniyle.
Alıntı ile Cevapla
hazan kullanıcısına teşekkür edenler
account (16-12-2008), amobiilafuer (25-09-2020), buena vista (16-12-2008), chem73 (15-12-2008), dentist (15-12-2008), elaesudidu (01-10-2020), epufacopiy (21-09-2020), esaikohihisi (20-09-2020), ezaazojomowax (21-09-2020), ezagdolowe (21-09-2020), icoroxat (22-09-2020), ijavixoqulacu (26-09-2020), ijiborriva (21-09-2020), iruihlogok (21-09-2020), itikihi (21-09-2020), iwicicu (21-09-2020), iyofaqiyirue (21-09-2020), Master (15-12-2008), neron (23-12-2008), omlevavukiloe (20-09-2020), osasvek (25-09-2020), osimaga (21-09-2020), ovehujumiy (21-09-2020), qiadeje (21-09-2020), Ramo (16-12-2008), uiolufopu (04-10-2020), ulaenri (20-09-2020), usaatun (21-09-2020), zumbul (15-12-2008)
  #320  
Eski 19-12-2008, 18:23
Gozlemci Gozlemci bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 73/737
61 Mesaj ına 268 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Sendikasyon kredileri

Referans Gazetesinden:

Türk bankaları, kasım ve aralık aylarında vadesi dolan sendikasyon kredilerinin değişik oranlarda yenilemeye devam ediyor. Türk Ekonomi Bankası 240 milyon euroyu 245 milyon dolar, Garanti Bankası 700 milyon doları 575 milyon dolar olarak yenilerken, Yapı Kredi Bankası ise vadesi dolar 700 milyon doları yenilemeyerek kapatmıştı. Finansbank ise dün vadesi gelen 900 milyon dolar tutarındaki sendikasyon kredisini, 12 ülkeden 20 bankanın katılımıyla 470 milyon dolar olarak yeniledi. Finansbank'tan dün yapılan açıklamaya göre, ihracatın finansmanında kullanılmak üzere sağlanan kredinin Finansbank'ın kendi koordine ettiği ilk sendikasyon kredisi olma özelliğini taşıdığı kaydedildi. Sendikasyon kredisi, kreditör bankaların tercihine göre 226 milyon euro ve 182.5 milyon dolar olmak üzere iki dilimde alınırken, kredinin maliyeti toplam libor artı yüzde 2 oldu. Kredinin vadesi ise 1 yıl olarak belirlendi.

Yorum:
Kredilerin yenileme orani dustu, maliyeti artti.
Alıntı ile Cevapla
Gozlemci kullanıcısına teşekkür edenler
AnnE (22-12-2008), buena vista (20-12-2008), edoyabajaxi (20-09-2020), emucudoja (20-09-2020), ihokupusa (21-09-2020), isedoyuek (21-09-2020), iugur (20-12-2008), Lizzy (21-12-2008), Master (20-12-2008), neron (22-12-2008), ocohewuhiqawa (21-09-2020), osimaga (21-09-2020), otvipotucud (20-09-2020), ozajenud (27-08-2020)
Cevapla


Konuyu Toplam 1 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş arama yap
Modları Göster

Yetkileriniz
Yeni konu açabilirsinizdeğil
Yanıt gönderebilirsiniz değil
Eklenti gönderebilirsiniz değil
Mesaj düzenleyebilirsiniz değil

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Kapalı
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 06:53 .


Telif Hakları vBulletin v3.5.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
Tercüme ve Tasarım : Arka & Bahce