Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Arka BahÇe - Sayfa 2 - Arka BahÇe Forumu
Arka BahÇe Forumu  

Geri Dön   Arka BahÇe Forumu > Arka BahÇemiz > Arka BahÇe
Kullanıcı ismi
Şifreniz
Kayıt ol SSS Üye Listesi Takvim Arama Bugünkü Mesajlar Bütün Forumları okunmuş kabul et


Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Arka BahÇe
Konudaki Cevap Sayısı
14495
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
638941

Cevapla
 
Konu Seçenekleri Modları Göster
  #11  
Eski 27-02-2006, 21:04
alihoca alihoca bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 361/2464
166 Mesaj ına 2501 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Dost Dost Diye

Görüldüğü üzre,
Güzel AnnE’miz sağ olsun bizi hiç düşünmez.Topu topu iki saatte lönk diye üç yazı birden yazar koyar gider.Şunun şurasında yazan,yazamayan var,kıskanan çatırdayan var.Sonracığıma efendim,nazar olur göz olur Allah Göstermesin,değil mi canııım.Şu yazıları tek tek göndereyim yavaş yavaş hazmederek ve dahi tadını çıkararak okusun cümle alem demez.

Öğlenden beri okuduklarımla zevkten dört köşe,yazacaklarımla daha doğrusu yazamayacaklarımla sinir küpü,homu homur homurdanır halde salonlarda dolaşırken beni gören çoluk çocuk bulaşmayalım çalıyı dolaşalım misali dört bi yana kaçışıyorlardı ki sormayın gitsin.Allah vere,takıntılı olduğum ‘Dost’ kavramını bir yerlerde işlemiş görünce nasıl can simidi gibi sarıldım bilemezsiniz.

Kimi zaman yazılarımda değindiğim ayrıca SELAM olası bir gönül dostunun meclisinde yazdığım bu yazıyı okumayan Dostlara sunup kurtulayım dedim.Okuyanlar renk vermesin kurban olayım.

Kanımıza giren Dost zehri üç-beş diyebileceğim yaşlarda adeta damardan zerk edilmişti diyebilirim.Ki o zamanlar kömür kullanmak bile yaygın değildi.Teneke soba devri olarak adlandırdığımız dönemler deyip geçelim.Kışın çatı ayaz denilen soğuklarında odunun sönmesi geç olan köklerinin yakıldığı zamanlardı kısaca.

Hatırlatın da,bir gün Size,bu teneke sobaların yandığında sobaya dönük taraflarınızı nasıl kızartıp,arka taraflarınızın ise donmasına önlem olarak Mevlana gibi nasıl dönülüp durulduğunu anlatayım.

Yaza yaza artık ezberlettiğim ağabeyim olacak mendeburların kendi odaları vardı.Eh çağlarının en revaçta gençleri olarak kurdukları guruplarının sık sık bizim evde toplandığını da ekleyeyim hemen.

Sabahın köründe lokantayı açacak olan Babamlar gaz lambasını erkenden söndürüp,deyim yerinde ise tavuk gibi tünedikleri geceler ise geçmek bilmezdi adeta.Hele yan taraftan şen şakrak sohbetin sesleri geldikçe,uyu da göreyim. Sessizce yataktan süzülüp ‘şık düştü’ denilen kapı mekanizmasını,ses çıkarmadan açmak için geliştirdiğim yöntemi kullanarak,salona ve dolayısı ile abimlerin kapısının dibinde dinleme pozisyonu alırdım.Bulabildiğim çaput,kilimler ile sarınıp sarmalanırdım ki,görseniz çadırında oturan Kızılderili reisi sanırdınız billahi.

Diyeceksiniz ki buz gibi soğuk salonda niye dinliyorsun?Gir içeri sobanın dibine otur.Nereye oturuyon kardaşım? Mendebur diye boşuna mi dedik.Almazlardı ki içeriye.Hadi almadıklarına bir şey diyemiyorduk mecburiyetten,ama kapıda dinlerken uyumuş bulduklarında yediğim zılgıtları bir ben bilirim,birde zılgıtları atan o adiler.O zamanlar içimden söylediklerimi hiç yazmayayım ama şimdilerde başlarına dakkada bir kakıyom, burunlarından fitil fitil getiriyorum diyeyim de sinirimi anlayın.

Kız arkadaş edinme,elde tutma,kız arkadaşımız yanımızda iken sataşan diğer erkeklerle kavga taktiklerinden tutunda,harçlık paylaşmaktan dert paylaşmaya,memleket meselelerine varıncaya değin öyle güzel muhabbetler yaparlardı ki,dinlerken dahi içim giderdi inanın.İçim giderken,sesleri duymak için ne kadar yaklaşsam da duyamadıklarıma ettiğim isyanı da anlatamam yani.Onları da tahmin yolu ile tamamlardım ancak.

Kızlara herkesin görebileceği şekilde arkadaşlık teklif etmek zinhar denilebilecek yanlışlardandı.Yine duyabildiklerimden;bos kibrit kutusuna yazılmış mektubu,sevgili adayı dışında hiç kimseye çaktırmadan atmanın yani sıra,kibrit kutusuna sığabilecek kadar kısa ama anlamlı yazmanın,ince teknikleri üstüne ne kadar kafa yordum bilemezsiniz.

Tabii ki;
Duyduklarımı hemen ertesi gün,kurduğum bizim gurupta uygulamaya çalıştığımızı,en azından talimler yaptığımızı tahmin edersiniz.Talim yaparken cebimde unuttuğum kibrit kutusunun,sigara içtiğim kanısına hükmedilerek yediğimiz kötekler işin tadı diyemesem de tuzudur.

Lakin bizim oraların şehir dediğimiz yerleşim biçimine İstanbul’da köy dediklerinde nasıl bozulduğumdan bahsetmeden geçmek olmaz.Örneğin tatillerde köye mi gideceksin? dediklerinde ki hissiyatımı anlatmaya kelimeler yetmez.Simdi burada köylü olmaktan utanıyor musun? gibi hafiften sokuşturmalı iğneleyici soru sormayı aklınızdan dahi geçirmeyin kurban olayım!

Adamlar köyü köy anlamında kullansalar,havada kapacam ama nerdee...Öyle bir köy deyişleri var ki,sanki mağarada yaşıyor avcılık ve toplayıcılıkla geçiniyoruz gibi bir komplekse kapılırsın.Kapılırsın ne kelime gark olursun,ki benim diyen psikologlar kurtaramaz billahi.

Hadi benim ki neyse de,koskoca Gaziantepli Arkadaşı;kız arkadaşları memlekete öpüp koklayıp gönderirken, ‘Köyden dönünce mutlaka ara yada uğra’ filan diye,bir sokuşturmuşlar ki sormayın gitsin.Çocuğun anlatırken yüzünü görmeliydiniz.

-Tayin isteyip gidecem buralardan abi,bunların yaptığını yonanlı yapmaz…
Diye,kaç zaman söylendi durdu garibim.

Kalksan;Otuz kırk bin nüfuslu yerlere köy mü denir? A benim,harita,coğrafya cahillerim deseen,olmaz.Niza çıkar,küslük dargınlık derken iş uzar gider.

Bak simdi bir de,İstanbul’un zengin ve entelektüel çevrelerinde İstanbul dışında her yer için bir ‘Taşra-Taşralı’ deyişleri vardır.Tabii beni tenzih etmeyi de ihmal etmez haspalarım.Etme ulan,tenzihine de size de diyecem olmayacak simdi.

Hele hele taşra derken kullandıkları ses tonu ve vurguyu anlatmaya kalksam,
Anadolu’dan okuyacak Dostlarımız;

Olmamış kardaşım,İstanbul’u hala fethedememişiz,
Şurdan kılıç,kalkan taş sopa neyin kuşanıp şu isi toptan bitirelim diye yollara düşersiniz diye korktuğumdan anlatmasam daha iyi olur.

Neyse benim çocukluk,ağabeylerim gençlik dönemlerinden devam edelim.Anadolu milattan önce diyebileceğim bir zaman diliminde,namus anlayışı yada geleneklerinin etkisi ile genellikle karşı cinsle ilişkiler;tavlamak,çapkınlık, sevgili,aşk,aşık,nişan,nikah,evlilik boyutunda yürütülmeye çalışılırdı.Eh!oğlunuz yapar ise;erkeklik,aslan oğlum kardaşım,kızınız yaparsa;’vaay namusumuz iki paralık’ muhabbeti malumunuzdur.Bunun muhabbet olarak kalmadığını da onca Cüneyt Filmlerinden ezberlediğiniz için kısa keseyim dilerseniz.

Bunların dışında,yani sadece cinsel odaklı olmayan bakış ve yaklaşımlarla arkadaş,dost ilişkileri de,kurunun yanında yanan yaş misaliydi kısaca.Okuldan çıkan kızlı erkekli guruplar,kapı komşuları ile birlikte yürümeler adeta şüphe dolu göz hapsine mahkumdu.

İlk gençlik yıllarına sığdırabildiğimiz hemcinsimizle serbest, karsı cinsle yasak,kaçak,göçek ilişkiler sonucunda,üniversite ve is yasamı için çıktığımız büyük şehirlerde,biraz kırıp,dökerek de olsa, adeta yeniden keşfettik kız arkadaşlarımızla sadece cinselliğe mahkum olmayan paylaşımın,dostluğun güzelliğini.

Her ne kadar;
Sınıf,ırk,din,dil,cinsiyet,siyaset farklılığının en az etkilediği kavramlardan birinin Dostluk Kavramı olduğunu öğrensek de,

En çıkarsız,fesatsız ve hiçbir kişilik-ego yarışı içinde olmayan ve dahi anlatıp paylaşılanları sonradan tehdit-şantaj malzemesi olarak kullanmayan,dost omuzlarda ki ağlayışı ise zayıflık olarak nitelemeyen,

Vefalı Güzel Dostlarımızın en başında gelenlerin,çoğunlukla karşı cinsten Yiğit Dostlarımız olduğunu da gördük.Desem yanlış olmaz sanırım.

Eveet..
Taa fi tarihinde bizim mendeburların aşıladığı ve zamanla bizim de adeta kutsallaştırdığımız,

O ;
Yalansız,çıkarsız,yiğit DOST anlayışı,arayışı,sevgisi sürer gider.

Üstelik kimi zaman;
Yaratılışımızda içimizde hep var olan çirkinlikleri,bencillikleri,egosu galip gelen,İNSAN unsurunun;yarattığı yorgunluklara,kırgınlıklara RAĞMEN,hep sürer gider.

Çook az bulunan GÜZEL DOSTUN DEĞERİNİ kırmadan,kaybetmeden önce bilebilmek dileği ile,

Dostlukla kalın.
Saygılarımla
Alıntı ile Cevapla
alihoca kullanıcısına teşekkür edenler
bikmisbroker (03-03-2006), buena vista (04-03-2006), Ömmes (03-03-2006)
  #12  
Eski 28-02-2006, 11:29
AnnE - ait Avatar
AnnE AnnE bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Suriçi
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 606/518
314 Mesaj ına 5526 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Bak kusuruma be Hocam !

Şu kanlı zalimin ettiği işler
Garip bülbül gibi zareler beni
Yağmur gibi yağar başıma taşlar
Dostun bir fiskesi pareler beni.

Pir Sultan Abdal’ım can göğe ağmaz
Hak’tan emrolmazsa ırahmet yağmaz
Şu ellerin taşı bana hiç değmez
İlle dostun gülü yareler beni



Ahali ;

Hızır denen busht Aslı adı Haydar olan Pir Sultan’ı satışa getirip, onun sehpa yolunda herkesin taşlaması için verilen talimata uymaz gibi yapıp taş yerine gül atınca Haydar yukardaki deyişi söylemiştir.


Aslolan dost değil dostluktur.Zira dost kelimesi ‘’ olmuşu’’ taşır, dostluk ise beklentiyi.
Beklenti iyidir; şu bizim endexe benzer , varsa alınır ; gerçekleştiyse satılır.
Beklenti alınır, gerçekleşmeler satılır.
Dostluk alınır , dost satılır.

Neyse gererek başladık; kusura bakmak serbesttir.

Birine dost diyebilmek , gerçekleşmiş alışverişlerin üçüncü seviyeden yeknesak hesap planındaki hesap dökümüne benzemez .Oradaki alacak ve borçların içinden zor çıkılır.Çıkılması da gerekmez aslında.Zira herkes o hesap planının detayına değil kar/zarar hesabına bakar önce.Bu hesapta bir yamuk varsa başlar ayrıntılı incelemeye ; kim kime ne vermiş ; kim kimden ne almış diye.

Dostluğun kar zarar hesap kodu olmaz ; o hesaba bakıyorsan o hesaplaşmanın adına d-o-s-t harfleri fazla gelir.Lakin var mı bu dünyada hesapsız dostluk , efsanelerin dışında ?

Siz iyisi mi arkadaş edinmeye çalışın; dost aramak beter iştir.Arkadaşın kökünde arka vardır , arkanı dayamak vardır, arkayı kollamak vardır.İyi bir şeydir zira alışveriş vardır arka arkaya verebilmek elele, omuz omuza, yanyana olmaktan iyidir ; arkandan vurulma ihtimalini azaltır çünkü arkanda biri vardır ; önün açıktır , arkandaki senin ileride yapacaklarını bilemez.
Oysa dostun ve dostluğun önü arkası yoktur.Çünkü dost yoktur.Almadan vermek yoktur; vermeden almak zaten yoktur.

‘’Vardır !’’ diyerekten ispata kalkışmasın kimse ; alayını vururum yüzüne dostça.

Siz yine de dostlukların peşini bırakmayın , beklenti iyidir; hayat endeksinizi yükseltir.

Bilmem kafanızın içine ettim mi ?
Alıntı ile Cevapla
AnnE kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (03-03-2006), buena vista (04-03-2006), vergerelkaxowl (14-07-2021)
  #13  
Eski 28-02-2006, 17:38
Arka'daş - ait Avatar
Arka'daş Arka'daş bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 39/21
23 Mesaj ına 59 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Arka'daş

Merhaba,

Ayağımın tozuyla ,arka bahçe ye bir de arka'daş kabul buyurursanız bende eteğimde ki taşları paylaşmak isterim.

Sevgiler,

Arka'daş.



Eski Türklerde Askerler savaşırken arkadan gelecek herhangi bir saldırıyı kontrol edebilmek için sırtlarını bir ağaca, kaya veya taşa vererek ok atarlarmış.


Atalarımız genelde bozkır hayatı yaşadıkları için bu sırt dayanan nesne genelde bir taş veya kaya olurmuş, yıllar sonra bu sırt dayanan taşın ismi ARKA-TAŞ' dan ARKADAŞ şeklinde dilimize yerleşmiş ve bugün bile güvenebileceğimiz bizi arkadan vurmayacak olan samimiyetine güvendiğimiz kişilere verdiğimiz isimdir.
Alıntı ile Cevapla
Arka'daş kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (03-03-2006)
  #14  
Eski 01-03-2006, 01:21
Ömmes - ait Avatar
Ömmes Ömmes bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 66/151
31 Mesaj ına 225 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Kayıp bir sanat dalı hk.

Alıntı:
Master´isimli üyeden Alıntı
Ölçü ölçülcek için vardı

Epeyi eski bir zamanda birbirleri için ne ifade ettiklerini bilemeyen bacak kadar iki çocuk bir pansiyonlu ilkokul binasında tozutmakla meşguldüler.

Söz dinlemek o çocuklar daha doğmadan zaferi kazanmıştı. Onlar büyüklerin sözünün dinlendiği bir dünyaya doğmuşlardı. Kahramanların olmadığı bir devirdi, onlar aniden ölüvermişler kimse ne olduğunu anlayamamıştı. Yerlerine büyükler, doğru bilenler ve onlar için düşünenler vardı. Ben bu pırasayı yemem yoktu, bedeli vardı, ödenirdi, öğrenilirdi. Böyle martiksvari mükemmel bir armonik dengede yan yana düşen iki çocuktan birisi bir gün teneffüs esnasında diğerine spontane bir öneri yaptı.

Teneffüs denen zaman diliminin çok özel bir anında bulunuluyordu. İnsanın diyaframından girip kuyruksokumundan çıkan manaların yüklendiği ses duyulmuş idi. Tıpkı pırasa yemenin öğrenildiği gibi öğrenilmişti o sesin beklentileri. Öneri şuydu: “Boşver”.

Fazla konuşmayı da bilmezdi zaten çocuklar, dilleri olmamıştı, onlar bağrılan, istenen, ve arka sokakta ve cadde berisindeki kenar mahalle abilerinden öğrendikleri küfürlü şeylerin dil sanıldığı devirde idiler henüz. Dilleri olmadığı için anlayışları da saftı, bir şeyi anlamaları için sorgulamalarına gerek yoktu. Bunu öneren çocuk da nasıl bu öneriyi yaptığını anlamıyordu, şaşkınlığını arttıran, arkadaşının yüzünde gördüğü, sanki onda hep bunu aramış ve beklemişçesine korkutucu, bir o kadar da tanıdık ve cezbedici kabullenme oldu. Önce öbek öbek büyük kapıdan kıyma makinasına giren güruhun gerisinde kaldılar, sonra bir ağacın arkasına gizlendiler. O güne kadar bildikleri tüm ölçüler ve kavramlar ağır ağır büyük kapıdan içeri süzüldü ve kapı kapandı. Aslında belki üç belki beş dakika geçmişti ama birbirleri için ne ifade ettiklerini bilemeyen o bacak kadar iki çocuk ilk defa bu çeşit bir yalnızlıkla yüzleştiler o ağacın arkasında. Neden dünya daha evvel böyle sessiz olmamıştı, böyle büyük, böyle yaşlı, böyle umursamaz ve yabani.

Çocuklardan biri diğerinin yüzüne baktı. Gördüğü yüzün yakınlığını aynada kendi yüzüne baktığında dahi görmediğini farketti. Sonra da diğeri arkadaşının yüzüne baktı. Tarifinin ölçüsü olmayan uzun bir zaman süresince o ağacın yaprakları mırıldandı, çocukların kulakları duydu ama anlamadı.

Bedeli ağır oldu tahmin edersiniz. Kulakları çekilip sınıf huzurunda 30 santimlik tahta cetvelin geometrik bi hadise olmadığı, aslında bilimsel pedagojinin işkence aleti olduğu canlandırıldı hayatlarında ilk defa birinci sınıflara. Arkasından ağıtlar yaktığı, saygı duruşlarında bulunduğu, masallar düzdüğü kahramanlara karşı savaşını hiç de kolay kazanmamıştı otorite, öyle bacak kadar çocuklara zaten pabuç bırakılmazdı. Bedel evlerde de ödenmeye devam edildi, ama kimse o ağacın arkasında çocukların birbirlerinin yüzünün neminde ne gördüklerini bilemedi.

Neyse efendim bu iki piçkurusu, aniden kendilerini iki hayat yaşar buluverdiler. Derslerini kuzu kuzu dinleyip bardak ve ters bardaklarını çiziyorlardı10’ar 10’ar. Teneffüslerde ise olmadık işler yapıyorlardı. Manasız bir şekilde okula top getirmek yasak olduğu için dışarıdan getirdikleri çam kozalaklarının, hareketleri öngörülemeyen mükemmel toplar olabileceğini öğrettiler arkadaşlarına. Ama bunu öğrenen boynuzlar anında kulağı geçip bizim iki velet takım dışı kalınca bu sefer kendi içinde mantıklı görünen fakat aslında absürd olan oyunlar icadetmeye başladılar. Bu da onları kesmedi, delirmek istiyorlardı. Vaziyete uyanan üç piçkurusu daha onlara katıldı bu arada. Bir ara okul duvarının berisindeki metruk konakta hayalet olduğu söylentisini yaymışlardı. Söylenti ayyuka çıkınca çocuklardan biri ucuz kahramanlık maksadıyla, pencereden fırlayan sınıfın iki güzel kızından birine ait bir kokulu silginin peşinde duvardan tırmanıp karşı tarafa geçti, fakat konak bahçesinde fiktif poltergeist’lara rahmet okutacak vahşileşmiş reel köpekler olduğu anlaşılınca, önceden okulun tavan arası talan edilirken ele geçirilmiş ve belki lazım olur diye camdan arka bahçeye atılmış ve keçiboynuzlu ağacın dibine saklanmış bir sicim balyası sayesinde kurtuldu (hadi itiraf edeyim bu beyinsiz ben oluyorum).

Ve sıra dayakları. Bilimin ve eğitimin 30 santimlik tahta sopaları. Çocuk dayak işlemine maruz kalmakta olan arkadaşının yüzüne bakardı. Ağaç arkasından bildiği o yüz acıyla gerilir, kızarır idi. Dil henüz icadedilmemişti, ne zaman icadedileceği de belli değildi.

Evlerde de durum acayipleşmişti. İlk Günaydın uzay ansiklopedileri alınıp gezegen isimleri ezberlenmeye başlandığında okuma bayramına aylar vardı. Minik roketler aldırılıyor, içlerindeki pamuksu zımbırtıların birleştirilmesi halinde birinci çocuğun evinin az ilersindeki arazide ansiklopedide hayran olunmuş Satürn 5 roketinin bir benzerinin yapılabileceği konuşuluyordu. Okulda ise 1-B uzaylılara merhaba derken öğlen teneffüslerinde çalışan Yeşilköy – Jüpiter füze hattı hizmete girdi.

Bütün bunlar kah eğlenceyle, kah o iki çocuğun kendi kendilerine yarattıkları sırlarla, bir türlü patlamayan ilaç karışımlarıyla, tahta cetvellerle sürüp giderken, çok özel bir güne gelindi.

Sözkonusu okulun korunaklı bir sahile inen parmaklıklı ve her daim kilitli bir kapısı vardı, ve haliyle kahramanlarımız basket sahası cenahındaki, bir çalı öbeğinin arkasında kalan çit tellerindeki açıklıktan, ve bu açıklığın direk parmaklıklı kapının berisindeki merdiven başına çıktığından kimsenin haberi olmadığına emindiler. Merdiven çakıllı bir sahile iniyordu. Sahilde kimsesiz bir kayık vardı. Ötesinde dehşet verici bir engin. Konuşmalarına gerek olmamıştı, o sahile ilk indiklerinde de her ikisi de biliyorlardı.

... Tarih saptandı. Arada okuma sökülmüştü, çocuklardan birinin getirdiği bir harita üzerinde nerede bulunulduğu, bu veletleri ne yapması gerektiğini bilemeyen sınıf öğretmenine teyid ettirilip rota çizilmişti. Eğlenceye sonradan katılan üç çocuğun bile gelmekte olandan haberi yoktu. Artık teneffüsler sınıfta geçmeye başladı. Dışarıda yaratıcılık yerini kuru azgınlığa bırakmışken, bir upuzuuun hafta boyunca gözleri ne sprint şampiyonalarını, ne revirin ecza dolabını aramadı.

Tahayyülde sonsuza kadar sürecek denizlerin büyük fethinin başlangıç sabahı okula gelen ilk veledin çantasında şunlar vardı: Bir adet havlu, bir adet gömlek, bir adet denizle alakalı olduğu bilinen fakat neye yaradığına dair bilginin denizlerin fethi esnasında edinileceği umudedilen plastik şey (ki bu bir şnorkeldi), ve dünya seyahati boyunca yenecek olan bir adet sucuklu tost. Her ne kadar öbür fırlamanın okul çantasına da benzer absürdlükte şeyler gizlenmiş olsa da bu arkadaş daha akıllı olduğu için babasının takımlarının içinden bir çapari yürütmüş ve yoldaşının büyük takdirini kazanmıştı.

1974 senesinin Nisan ayında Yeşilköy sahilindeki bir pansiyonlu ilkokulda sabah saat 9:30 – 10:00 sularında iki adet birinci sınıf öğrencisinin kayıp olduğu okul müdürlüğüne bildirildi. Yapılan teferruatlı aramalar, olayın polise bildirilmesine gerek kalmadan sözkonusu iki çocuğun sahildeki sandal hurdasının başında tost ve köfte ekmeklerini yerken bulunmalarıyla noktalandı.

İki sene sonra çocuklardan ilkinin kaydı yabancı bir memlekete alındı. Dört yıl azalarak süren yazışmaların akabinde memlekete dönen bu çocuk Yeşilköy tren istasyonunda buluştuğu dostunun yüzünde ağaç arkasında gördüğü kendi siluetini aradı.

Birbirleri için ne ifade ettiklerini bilememiş olan sözkonusu iki çocuk yaklaşık olarak 25 sene evvel birbirlerinin izini bir daha bulamamacasına kaybetti.

Metin Yüce’nin Dostluğunun anısına



PS: Artık bacak kadarlıktan çıkıp bir deveye dönüşmüş olan çocuklardan ilki geçen sene okulunu ziyaret etti. Herşey yerli yerindeydi, binanın kokusu, parmaklıklı kapı, keçiboynuzlu ağaç, yere 60 derece eğimle durup en delikanlının koşarak en yükseğe çıktığı, bedel olarak beyin üstü yere çakıldığı çamağacı, basket sahasında koçanlar, öğrenciler sınıflarındaydı. Metruk konağın yerinde ışıltılı bir apartman vardı, vahşileşmiş realite köpeğinin bahçesi otopark olmuş. Engin? O doldurulmuş ve çevre dostu bir belediye tarafından anlamlı olduğu düşünülen bir park haline getirilmiş.
Alıntı ile Cevapla
Ömmes kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (03-03-2006), analfisthuge (22-04-2020), Arthurvob (18-01-2021), buena vista (04-03-2006), corineox60 (08-09-2020), danielnc69 (23-04-2020), enlafiesta (17-04-2020), eugeneed69 (12-05-2020), Kennethbug (20-07-2020), KennethFup (15-05-2020), lawrencejq1 (05-09-2020), qq2 (11-09-2020), tashahx1 (05-06-2020), vergerelkaxowl (14-07-2021)
  #15  
Eski 01-03-2006, 20:08
bikmisbroker - ait Avatar
bikmisbroker bikmisbroker bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kanada
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 590/835
107 Mesaj ına 2988 Kere teşekkür edildi
bikmisbroker - MSN üzerinden Mesaj gönder
Tanımlı Hazir Piyasa bosken..Kimse yazmiyorken..Gecilmeyecek At yoktur...

Alıntı:
alihoca´isimli üyeden Alıntı
Görüldüğü üzre,
Güzel AnnE’miz sağ olsun bizi hiç düşünmez.Topu topu iki saatte lönk diye üç yazı birden yazar koyar gider.Şunun şurasında yazan,yazamayan var,kıskanan çatırdayan var.Sonracığıma efendim,nazar olur göz olur Allah Göstermesin,değil mi canııım.Şu yazıları tek tek göndereyim yavaş yavaş hazmederek ve dahi tadını çıkararak okusun cümle alem demez.

.................................................. ..........................................
Dostlukla kalın.
Saygılarımla

Efendim, Sayin Ali Hocamizin yukarda Dayanamayip itiraf ettigi uzere, Benim gibi yazi yazma ozurluler Onceki sene (Yani Kasim 2003 de) basladigim ve gecen sene (kasim 2004) bitirdigim Gazinolar ile ilgili yazim uzerine Sevgili Valide sultan AnnEmiz, sabah, oglen ve aksam olmak uzere 1 gunde 3 adet yaziyi yemeklerden sonra SAK diye buraya oturtunca, hem o yazilari okumak, ders almak geregini hissettim, Hem-i de sittin sene gecse yapamiyacagim bu kalemsorluk vaziyetlerinden dolayi Hasetten catladim Cattt diye ortadan..
Hazir diger Beylerdereli kardesimiz serdarkus henuz ISINMA turlari atarken de, bir baska zaman zarfi icerisinde ve tarafimdan yazilmasi yine 6 ay ile 12 ay arasi suren bir BASKA yazimi buraya derkenar etmeye Karar verdim.

Lakin, Valide sultan Gazinolar ile ilgili yazimdan sonra Hasirt diye 3 tane yazi yazdiki, hele bu yazimdan sonra Veliefendinin ve oradaki bil-umum JOKEY ve ATlarin, ve de seyislerin dahi yeddi sulalesini buraya Hikaye etmesinden korkarim..

Saygi ve sevgilerimle arz ediyorum...

Bikmisbroker
Alıntı:
Gecilmeyecek At yoktur...

Pek cogumuzun bildigi izledigi veya sevdigi aktivitelerden bir tanesi de "At yarislaridir".. Bu at yarislari hele hele Veliefendi hipodromunda Guzel bir bahar gunu gunluk guneslik bir havada yapiliyorsa seyrine doyum olmaz..
Ben muptelasi degilim, ganyan oynamayi da sevmem ancak at yarislarini izlemeye bayilirim.. 40 yilin basinda bir sebep olacak, LOCA da yerler ayirtilacak gidecegiz, oturup yemegimizi yerken, 1-2 duble birsey icip keyf ile at yarislarini izleyecegiz..
O atlarin yaris oncesi seyisler esliginde gezdirilmesi, (Padok diyorlar heralde oraya??) daha sonra Jokeyler ile beraber "Starting Box'a" girisleri ve yarislarin baslamasi..
Buyuk heyecan aslinda.. Daha da buyuk heyecan ise Yaris muptelalarinin yaris suresince Bagirismalarini Cagirismalarini izlemektir..

Evet evet ben yarislarin yani sira ozellikle bu coskuyu izlemek icin giderim Veliefendiye.. Cok seneler once Karakoy de Ufacik seans salonunda Hisse alim satimi icin dolusan, en baslarda COGU EMEKLi Ogretmen olan yatirimcilar gibi..

Bu yatirimcilar Yakin gozlugunu takar elindeki bultenden (Calistigi araci kurumun cikardigi 2-3 sayfalik bir bulten) Ilgilendigi Kagit ile ilgili bilgileri okur, daha sonra sigarasindan derin bir nefes alir (O zamanlar o ufacik salonda ilk baslarda sigara icmek serbestti) ve UZAK gozlugunu takarak, hafifce gozleri KISIK bir sekilde ilerde tahtalarda yazili olan ALIS ve SATIS emirlerini okumaya calisirlardi..

Veliefendide de benzer bir durum her zaman gozlemlemisimdir oldum olasi..O Uzakdan Hangi atin hangi JOKEY ile nasil "Starting BOX" dan nasil ciktigini Nasil viraja genis girdigini kacinci metreden sonra NASIL bir atak yaparak nasil one gececegini..O kadar enteresan DETAY lardir ki bunlar..

"-Suleyman biniyor olacakti ki??" sen goresin bu kisragi..

Seans salonunda ALIM-SATIM yapmaya calisan emeklim de boyleydi.. Tahta tavana mi gidiyor? Tabanami?? 2000 TL ye Mensucat santral mi olurmus?? Hele hele RABAK??
O koskoca fabrika yeniden kurulmaya kalkilsa Hisse basina en az 10.000 TL gerekirmis?? Al sana Temel analiz? 1 dakikada Piyasa degeri, 2 dakikada Defter degeri??
Bi de yuksek mi yuksek bir rakam hedef telaffuz edilirdi.. Al sana Teknik Analiz!!! Birsey degil kendi ifade ettiklerini 10 dakika sonra yanindakinden duyar ve kendileri de inanirlardi..O kadar ki kagitlari hic dusmeyecekmis gibi davranirlardi..

Ya Veliefendidekiler??? "1500 metre Kumda onu gececek kisrak daha dogmadi.." Hele hele suleymen ile sahlanir o at be??
Oynadigi butun yarislarda O ati Banko yazar..Ve bir turlu de gecilecegine ihtimal vermez..

Bir gun o Localardan birinde Yarisseverlerden biri tarafindan bir yerlere yazilmis bir yazi dikkatimi cekti.."Gecilmeyecek AT, *Sevilmeyecek AVRAT yoktur!!"..
Belli ki bu yarissever bu isin sirrina ermis?? Muzurluk degilmi?? Ben de hemen altina ekledim...
"Dusmeyecek KAGIT yoktur!!"

Donem donem kagitlarin degismesi gerekir, Ganyanda ki atlarin degistigi gibi..
Donem donem LOCA da oturup SADECE izlemek gerekir,
Ve mutlaka KENDINCE bir disiplin sahibi olmak gerekir..
Unutmayalim, Gecilmeyecek AT, Sevilmeyecek AVRAT, Dusmeyecek KAGIT yoktur...


Saygilarimla,

Bikmisbroker

(*)(Not;Yazinin aslinda "Gecilmeyecek AT, Dusmeyecek KAGIT yoktur" kisminin arasinda virgulden sonra burada yazamiyacagim mustehcenlikde bir baska ifade daha var..O ifadeyi burada alenen yazamadigim icin kusura bakmayin, "O ifade yerine kibarcasini yazdim..)
__________________
YATIRIM, sonu yanliş giden SPEKÜLASYONDUR
EGER, zamaninda spekülasyondan cikamazsaniz
MECBUREN yatirimci olursunuz..George SOROS
TEKNiGE iNANMA TEKNiKSiZ KALMA. Bikmisbroker
Alıntı ile Cevapla
bikmisbroker kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (03-03-2006), lesaun1 (19-06-2020)
  #16  
Eski 02-03-2006, 10:14
AnnE - ait Avatar
AnnE AnnE bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Suriçi
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 606/518
314 Mesaj ına 5526 Kere teşekkür edildi
Tanımlı At vs Baht

Ahali ;
Vermeyin bana gazı.Lütfen yazdığınız yazılar bana bir şeyler hatırlatmasın ; yaşamışlıkların uyandırdığı yaşlanmışlık orama burama vuruyor.

Efendim , O göbeği ve ensesi kalın amcaların Taksim, Caddebostan,Bebek gazinolarında zevceleri ile musiki dinlediği yıllarda , Veli efendi Hipodromu’nun etrafı Türkiye’nin yegane mensucat merkezi idi.Bozkurt , Akfil , Aksu , Kartaltepe, Sümerbank ve Narin Mensucat fabrikaları hipodromu Zetinburnu’ndan Yenimahalle’ye kadar sarardı.Tekstil denilen sanayi bu memlekette hemen hemen sadece bu kadardı Haliç’teki Bahariye Mensucat ve Altınyıldız fabrikalarını saymaz isek.O zamanlar konfeksiyon diye bir şey yoktu ; erkek elbiseleri ve hanım tayyörleri terzilerde bu müesseselerin kumaşlarından diktirilirdi en az iki prova ile.
Trikotaj diye bir sanayi zaten yoktu ; kazak, hırka ,kaşkol evde örülür ; iç çamaşırı Tahtakale civarındaki çamaşır atölyelerinde ya da Bursa da dokunur, dikilir ve satılırdı.Ki iç çamaşırları da genellikle trikodan değil pazen kumaştan mamul idi.

Neyse ; Veliefendi’de yarışlar Çarşamba, Cumartesi ve Pazar günleri yapılırdı.Hipodroma , ya banliyö treni ile gelinir, Yenimahalle istasyonunda inilerek yürünür , ya Bakırköy Meydanı’ndan (şimdiki Özgürlük Meydanı) Osmaniye dolmuşu ile gelinir ,ya da 84 numaralı Eminönü-Osmaniye İETT otobüsü ile ulaşılırdı.
Hipodrom ve seyir yerlerinin şekli şemali , teknolojiyi saymaz isek o gün bugün pek değişmedi.En büyük değişim Efes Pilsen’in ‘’ bira bu kapağın altındadır’’ reklamlarını bangır bangır her tarafta herkesin kafasına kazıdığı ‘’birahane’’ yıllarında hipodromda adeta bira içmemenin yasak olduğu dönem ile biranın uluorta satılması ve reklamının yapılmasının yasaklandığı dönemin arasıdır.

Veliefendi’ye ‘’normal’’ müptelalar normal gişelerden biletle girerdi.Ama büyük çoğunluk ya sahil tarafındaki Sümerbank Fabrikası’nın yanındaki bataklıktan yürüyerek, yada at ahırlarının olduğu Osmaniye tarafındaki tel örgüler arasından ya da hiçbir şeyin olmadığı Bozkurt Mensucat tarafından elini kolunu sallaya sallaya girerdi.Özel güvenlik falan gibi şeyler henüz icat edilmemişti memlekette.

Bilgisayar denilen şey herhalde ilk burada kullanılmaya başlanmıştı.İkili ve Çifte Biletleri gürültülü ve kocaman makinelerde basılır, üçlü ya da altılı ganyan kuponları ise gişede üzerine damga vurularak geçerlilik kazanırdı.İlk kopyası veznede , alttaki damgalı karbon kağıt kopyası mudide kalırdı.

Üçüncü yarıştan itibaren kapalı salonlarda, padok etrafında sergiler açılır , ilk ayakları tutmuş kuponlar anında belirlenmiş piyasa fiyatları ile satışa çıkarılırdı.Kağıdın değeri üzerindeki henüz koşulmamış yarışlara yazılmış atlara göre belirlenirdi.Ki o saatler artık tüyoların iyice havada uçuşmaya (uçuşturulmaya) başladığı saatlerdi.Dördüncü hele ki beşinci ayaktan sonra bu kağıtların değeri süratle artmaya başlardı.Ama ortalıkta hiçbir sürpriz yoksa çoğu zaman tutan kağıdın ikramiyesi, ödenen paranın altında kalırdı. (bu size neyi hatırlattı bilemem)

Bir de ödemecilik diye bir yan sanayii vardı Veliefendi’nin.Birtakım emekliler ( demek o zamanda emekliler varmış!) ve ergen çocuklar ellerinde iyice bozukluk haline getirilerek çok görünmesi sağlanmış (zengin görünmek demek her zaman güven verir kabul edilirmiş) para desteleri ile her yarış sonrası süratle ortalığa dökülürlerdi.Ödemeciler , koşulan yarış sonrası ikramiyesi açıklanan ikili, çifte, ganyan yahut plase kuponlarını tutmuş ikramiyenin 5 kuruş ya da on kuruş altına satın alırlardı.Zira ehlikeyif müptelalar yarış sonrası tahsilat için vezne kuyruklarında beklemekten üşenirlerdi.Hatta çok kalın enseli ve çok oynayan bazı yarışperverlerin özel olarak sürekli yanında gezdirdiği, güven kazanmış bazı Osmaniye çocukları olurdu ki , bu çocuklar bu amcaların kuponlarını yatırır veya tahsilatlarını yapar, gün sonunda da amcanın şansı ya da keyfine uygun bir bahşişle evine gider diğer yandan amca da sağlam bir tüyo varsa onu ‘’ağabeylere’’ bildirir ve hatta kendi de çaktırmadan ufak bir kupon yaparlardı.Bu amcalar bazen koltuk altı portföyü ile hele bazen de koca ‘’bond’’ çantalar dolusu para ile gelirlerdi hipodroma.Büyük çantalı amcaların oynadığı kuponlar dikkatle izlenirdi vezneye kuponu yatarken çaktırmadan ve mutlaka bir tüyo vardır bu herifte diye aynısından kuponlar yapılırdı.

O amcalar şimdilerde kuponları başka yerlerde yapıyor ve o çocuklar bu amcalardan tuhaf tüyolar arakladığını zannederek başka yerlerde zengin olma yolları arıyor.

Ama en çok kazanan herzaman olduğu gibi at sahibi.

Bilmem kopup da gelebilecek miyiz ?
Alıntı ile Cevapla
AnnE kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (03-03-2006), Buddha (03-03-2006), zumbul (04-03-2006), Ömmes (03-03-2006)
  #17  
Eski 02-03-2006, 11:44
AnnE - ait Avatar
AnnE AnnE bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Suriçi
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 606/518
314 Mesaj ına 5526 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Tenhada buluşalım

Unutmadan ahali ;

Hipodrom’dan bahsettik, Bıkmış Biraderimiz Veli Efendi’nin şahsından bahsetmedik diye bize kırılır. Bıkmışın komşusu sayılan , Anüs Donduran Coğrafyaların, Hanımından Korktuğu için helada okumaya gayret ettiği kitabı bir türlü bitiremeyen ve muhteşem bir avatar kullanarak kendisini kimler gibi görmek istediğini bizlere ifade etmeye çalışırken , aslında bir tuhaf psikosomatik sıkıntı içinde olduğunu ifade eden Trasti bey kardeşimizin de gözlerinden öptüğümüzü beyan edelim.

Bu Veli Efendi kimdir de bu sur dışındaki koca çayıra neden adı verilmiştir diye merak edeniniz olmuştur.Olmamışsa da ben yazmak için bahane edeyim.

Bu rahmetli Osmanlı’nın son dönem Şeyhülislamlarından biridir.Şehri kebir içinde nemalanacak yer kalmayınca bu çayırı cebellezi edebilmiştir.Garibim nerden bilebilirdi ki, bu mülk zamanla at bokundan geçilmeyecek vememleketin en büyük kumar merkezi olacak !
Yattığı yerde hay edeyim içine , adımız at pisliği ve kumardan başka bir şeyle anılmaz oldu diye fırdönüp duruyordur.

Bak şimdi aklıma ne geldi ; nerden nereye !

Bu Rahmetli Veli Efendi’nin dönemlerinde Şehr-i Kebir’e az yukardan bakanlar kendini çadırı uçmuş bir sirkin renk cümbüşü içinde bulurlardı.Her makam, mevki, meslek farklı renklerde kıyafet ile dolaşır idi. Bütün bu insanlar, vazifelerine göre, sarıklarının şeklinden, elbise kollarının kesiminden, kürklerin cinsinden, astarların renginden, atlarının eğer süslerinden, bazıları çember sakalından, bazıları da bıyığından tanınabiliyormuş. Bu kalabalıkta hiçbir karışıklık yokmuş. Şeyhülislâm beyaz giyiyor; vezirler açık yeşil, mabeynciler kızıl renkten tanınıyormuş; koyu mavi ilk altı kanun zabitini, emirlerin başını, Mekke, Medine ve İstanbul kadılarını belli ediyormuş; büyük ulemanın üstünde mor; şeyhlerin üstünde açık mavi varmış; çok açık mavi, tımarlı çavuşları ve vezir ağalarını işaret ediyormuş; koyu yeşil üzengi ağalarının ve Sancak-ı Şerif'i taşıyanların imtiyazıymış; ıstablıâmire hizmetkârları soluk yeşil giyiyorlarmış; ordu paşalarının ayaklarında kırmızı; Kapı zabitlerinin sarı; ulemanın mavi çizmeleri varmış ve renklerin derecesine göre selâmlaşma derecesi değişiyormuş.

Burada en dikkatimi çeken şey Şehülislamların mavi çizme giymesi olmuştur benim. Kurcalarken seksüel seçimleri konusunda tuhaf söylentiler olan Onsekizinci yüzyılın enteresan şairi Nedim ‘im bir beytine denk geldim :

Menhec-i ilmin nice hasm olmasın erbâbına
Çarhı Pâ-mâl etmedir kasd âsmânî mûzeden


Ohha lan dedim içimden.Tamam saray erbabından nemalanıyorsun da yalakalığında bir sınırı olmalı.Siz şimdi Nedim’in o güzel Türkçesi ile ne dediğini anlamamışınızdır.Ki zaten onlar da kimse anlamasın diye Farsça ile Arapça’yı öyle bir harmanlardı ki bırak herhangi bir Türk evladını, Arap yahut Acem’in feriştahı bile bir halt anlamazdı.Şunu demek istemiş Nedim :

İlim adamlarına düşmanlık yapılmasına şaşılır mı?
Çünkü, onların mavi renkli çizme giymelerinden kasıt, gökyüzünü bile ayaklarının altına almış olmalarıdır.


Nedim’in çömezlerinden Sabit isimli şair kardeşimizde şunu yumurtlamış , yalakalıkta ustasından aşağı kalmamak uğruna :

Aceb mi mûze-i mahsûsına ola muhtasıs
Şu dâne-dâr u cilâ-dâde âsmânî edîm


Siz bunu da anlamamışınızdır ,tercüme edeyim :

Şu dane dane ve cilalı rugan deriye benzeyen mavi gökyüzü,
onun Şeyhülislamlara mahsus çizmesine has ise buna şaşılır mı?



Demek ki neymiş ?
Padişahın, yaptığı her haltın kitaptaki yerini konfirme etmek için maaş ödediği chief-consultant olan Şeyhülislam (bir nevi Zapsu ,daha doğrusu Davutoğlu türevleri) ‘nin gökyüzünü ayakları altına alabilecek kadar ecaip insanlar olduğuna inanılırmış ya da bu neviinden yalakalıklar yapılırmış.(değişen bir şey yok anlayacağınız.)

Neyse ki zaman değişti şimdilerde Allah muhafaza , Fehmi Koru’nun mavi çizme ile dolaştığını düşünebiliyor musunuz ?

Bilmem dolaşsa şaşılır mı ?
Alıntı ile Cevapla
AnnE kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (03-03-2006), buena vista (05-03-2006), Ceenk (04-03-2006), hakkinen (05-03-2006), Mazhi (03-03-2006), serdarkus (03-03-2006), zumbul (04-03-2006), Ömmes (03-03-2006)
  #18  
Eski 02-03-2006, 16:37
alihoca alihoca bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 361/2464
166 Mesaj ına 2501 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Efendim;

Ben de anlatayım.Anadolu'mun Doğusu değil, tamda orta yerinde beş-on bin nüfus ölçeğinde bir Selçuklu Beyinin Şehrinde milattan önce(bugünde pek farklı değil ya neyse) doğanlar olarak,

Babadan çiftçi değil iseniz eğer,seçmek zorunda olduğunuz mesleklere,ota tamirciliği ile başlardınız.Okulunda okumayan,işinde çalışmayan yeni yetmelerin haylazlık sınırını aşanlar için adeta ver tamirciye aklı başına gelsin dedikleri bir işti bu.Kahveci çıraklığı,lokantada bulaşıkçılık,garsonluk,magirus,leyland,ştayir denen kamyonlarda muavinlik,muavinliğin bir de impala,buik,chovrolet taksilerde yapılanı vardı.

Şehirde çok değil bir iki ile sınırlı,radyo tamirciliği,elektrik tesisatçılığı,bakkal çırağı olacak olanlar çook önceden belli olduğu için onlara şanslı deniyordu.

Vakti zamanında liseyi bitirenlerin ise her türlü devlet memuru olabilmeleri ise adeta imrenip övünebilekleri bir olaydı.

Pekiyi,aynı türden bir liseyi Der Saadet'de bitirmiş olanların,ne olabildiklerini,ne siz sorun ne ben söyleyeyim.


Orta ve Batı Anadolu'nun küçük yerleşim yerlerinde doğmuş olan evlatları olarak;
Devletine vergi vermemek,elektrik,su sayaçlarının çaresine bakmak,mera alanlarını gasp etmek ve hatta şehre göçüp gitmekle yetinmeyip göçtükleri yerlerdeki hazine ve orman arazilerini göçürtmek gibi doğuştan kazanılmış ve adeta yüzyıllarca kullanılarak dna'lara işlenen HAKLARIMIZ yoktu ki...

Haramdan ve Devletin Men Ettiğinden Sakın!Sözüne onca yoksulluğa rağmen bile uyanların seçim hakkı olabilir mi?Beş yılda bir,o da uzaktaan sallanan şapkaya bile şükredenlerin bugünkü oğul ve torunlarına miras bırakabileceği boğaza bakan yamaçlarda filizleri üstünde dört beş katlı apartuman daireleri olabilir miydi?

Tarlasından kalktığı ile vergisini ödeyemeyen çiftçisinden,evini geçindiremeyen esnaflarından en gözü kara ve gurbet acısına dayanabilenleri böyyük şehirlere gidebilirdi.Borcunu harcını ödeyecek kadar para kazanca köyüne dönüp gidenlerin;
Oğul ve çocuklarının ise bugün büyük şehirlerde bir mafyası bile olamayışı,ne garip değil mi?

Neyse,
Bilahare şu cetvel işine de bir değineceğim İnşallah.Şimdilik sabrınızı daha fazla zorlamayayım.

Saygılarımla..
Alıntı ile Cevapla
alihoca kullanıcısına teşekkür edenler
AnnE (03-03-2006), berg (05-03-2006), Buddha (03-03-2006), Ceenk (03-03-2006), dentist (04-03-2006), Ömmes (03-03-2006), ŞEN (03-03-2006)
  #19  
Eski 04-03-2006, 00:27
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23006 Kere teşekkür edildi
Arrow O vaktin Öncesi

Artık anlamı olmayan bir kelime olmuştu, ARTIK...Zaten Yanlış herkeze aitti...

Diyen bir sesle,nida doğurganlığında ki edasını sundu sofaya...Bakmakla bakakalmak arasında sınır aradı sofadakiler...

İstem yüklü bakışların içinden anlat diyen bir ses yükselemedi ama O anlatmaya başladı,anlamını kendi değerlerinde taşıdığı kelimelerle...

Geçilemez tepeler geçiliyor,her iniş için telaş yapılıyor..Çukur,tümsekten sonra değil dedi....

Altındaki ayağının varlığını unutmuş bir halde doğrulmak isteyen Dostuna,Dur ki düşmeyesin dedi ve ilave etti; Duran düşer ama

Bağdaş kurmaktaki keyfi uyuşmaya başlayan ayak bozar...

Kendi doğrusunda devam edecek
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (04-03-2006), buena vista (04-03-2006), Ceenk (04-03-2006), dentist (04-03-2006), Ramo (04-03-2006), zumbul (04-03-2006), Ömmes (04-03-2006)
  #20  
Eski 04-03-2006, 18:26
Trusty - ait Avatar
Trusty Trusty bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: London, On.Canada
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 58/44
0 Mesaj ına 411 Kere teşekkür edildi
Arrow Gercekler...!

Ben size diyorum, buradaki hirsiz ve sahtekar sayisi Turkiye'dekinden cok fazla diye...

Vaktim olmadigindan original hali ile yapistirdim..

Ingilizce bilmeyen yada Ingilizce yazilmis metinlerden hoslanmayan dostlardan ozur diliyorum.....

Trusty...
Zeki bakisli, suna duruslu bir Arka Bahce'li.



I found this on another board.
-------------------------------------------------------------------
Today I want to come clean about something I feel very badly about.

I cannot undo some of the things I have done, but hopefully this message will prevent other such occurrences in the future.

I am a paid basher.

Yes, it is true. Today is my last day at this company; I?m moving on to a new job.

But before I go, I want to explain a few things because this just isn't right and I won't feel good about myself until I expose this sham.

It's hurt too many people and I don't want it on my conscience anymore.

I can no longer live with a lie.

I work for a company called Franklin, Andrews, Kramer & Edelstein in Stamford, CT.

Basically, it's a Boiler Room much like the one in the movie of the same name.

The idea behind my group is to bash the price of a company's stock down low enough to where the group of investors who retained our company's services can buy the stock really cheap and perhaps even take it over all together.

There are approximately 70 people at the company divided into several groups.

My group, consisting of 5 people, is responsible for BIFS.

While I probably shouldn't give any names of anyone working here now, what the heck, I'm leaving here, so what can they do ? sue me? Ha!

I can tell you that GUTTWRENCH was part of my group until he left last week, as was Richardphx.

Others who have been part of this include early bashers like Epiphonics and Simontaz.

You may be interested to know that some hypsters, such as Amato7 and BIFWATCHER, have also been part of the scam (more on that later).

There are several companies engaged in the bashing business ? ours is not the only one.

However, I can tell you that not every basher in here is a paid basher.

Having done this for two years, I can usually tell who is a paid basher and who is merely someone having a little fun.

While unpaid bashers have a different motive than someone like me,
they can be unwilling accomplices to helping me achieve my ultimate goal and they also spread rumor and confusion throughout a room, which also helps me.

What is that goal? Well, I am merely a cog in a much larger machine, so my bosses never really explained the big picture to me, but I?d say essentially, GUTTWRENCH was right.

There are several companies who are quite familiar with SWOMI and who are
deathly afraid of it.

There are three types of bashers here at Franklin, Andrews, Kramer & Edelstein:

Advanced, Intermediate and Beginner. An Advanced-level basher (also known as a Silver Tongued Devil) would spread false or misleading information about the company.


They would deal in facts, countering every longs post with articles, news reports and opinion surveys that gave a negative impression about the company.

An Intermediate-level basher (also known as a Serpent) would try to weasel their way into the confidence of longs and create doubt using rumor or innuendo.

Finally, a Beginner-level basher (also known as a Pitchfork) would attempt to create confusion in the room by distracting other posters with satire, name calling and pointless arguments.

The idea was to make sure no serious discussion of the stock
could take place (I suggest everyone read all of trapezoid43 posts on CMKX...not one post of substance...this sounds like him to a T)

A Pitchfork was usually a basher, but not always.

Sometimes, we would throw in a hypster Pitchfork such as Amato7 or BIFSWATCHER to create the illusion of an argument going on.

What was really funny (in a perverse way, I guess) was
that Amato7 and I sat next to each other, laughing the whole time.

I was a Pitchfork. I was paid a base wage of $12 an hour for my services. I was given a $1 bonus for every post over 100 per day as well as a monthly bonus of $100 for every penny the stock had dropped from the previous month.

I was also paid a bonus for bashing on weekends. While this may not sound like much, I made a decent, though dishonorable, paycheck.

Each of us sat in a small half-cubicle in a cluster with our teammates.

Each group (usually five people) was made of three beginners (two who would bash and one who would hype), one intermediate and one advanced level basher.

Occasionally for some of the hotter stocks, one of the beginners would be replaced by an intermediate depending on how much the stock was rising.

BIFS was a low-level stock, meaning it got the 3-1-1 configuration.

Somehow, I get the feeling that JPACK2 may have worked for a basher company or knows someone who does because the "Basher Handbook" he occasionally posts is earily similar to the one we actually use.

While not a word-for-word match, I?d say it is about 90 percent the same.

We do have certain rules that we follow.

First, we have to develop a character and stay within that character in order to build a "following."

My character, "Firebird_1965," was a sarcastic, obnoxious supporter of free
speech, but only when it came to bashers.

Next, we had to follow certain guidelines on what we could say.

We were urged to have an "answer" to every longs question, but we were to frame that answer in a way that ridiculed the questioner for asking such a question.

However, we were never to use profanity or vulgarity because that would cause people to ignore us.

We were to make fun of people, but in a civil way.

The idea was to get "play," i.e. ? reaction from other posters.

The more play we got, the more the room would be disrupted.

Ignored posters get no play.

One exception would be the hypster ? since they were "defending" the
stock against our onslaught, they got a little more leeway.

People would side with the hypster because they thought he was real since he appeared to be on their side, but was really on ours, setting us up to disrupt the room.

Padelcars is quite good at this and gets paid very well.

I've worked on BIFS, TSRG, MXII for about three months now.

In addition to the Firebird_1965 alias,


I've used a few others on the BIFS and several other boards as well. I stuck with Firebird_1965 because it was the one that got the most play from other posters.

In closing, I feel absolutely terrible about this. It's just awful how I've been part of a scam designed to cheat honest, hard-working people out of their investments all for the benefit of a few wealthy people who already have enough money to last a lifetime.


These greedy people MUST be stopped. Thats why I?m posting this before I leave.

I want to make up for some of the damage I've done.

I can?t live with this lie anymore.

You can't imagine how hard it is to look at myself in the mirror each morning knowing my job is to cheat and lie.

I have to go now, I'm too broken up to continue.

I hope this confession can make up for my sordid deeds; I would urge everyone who reads this to copy and repost it as many times as you can.

Only by shining the light of truth can we drive these rats back into the
darkness from whence they came. Believe me, they don't want publicity.


With fervent remorse,

Tom Martin
aka "Steve Tracy"
aka "Firebird_1965"
__________________
Mantikli olmak lazim.
Alıntı ile Cevapla
Trusty kullanıcısına teşekkür edenler
AnnE (06-03-2006), berg (05-03-2006), Ömmes (05-03-2006)
Cevapla


Konuyu Toplam 1 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Konu Seçenekleri
Modları Göster

Yetkileriniz
Yeni konu açabilirsinizdeğil
Yanıt gönderebilirsiniz değil
Eklenti gönderebilirsiniz değil
Mesaj düzenleyebilirsiniz değil

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Açık
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 14:50 .


Telif Hakları vBulletin v3.5.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
Tercüme ve Tasarım : Arka & Bahce