Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Arka BahÇe - Sayfa 12 - Arka BahÇe Forumu
Arka BahÇe Forumu  

Geri Dön   Arka BahÇe Forumu > Arka BahÇemiz > Arka BahÇe
Kullanıcı ismi
Şifreniz
Kayıt ol SSS Üye Listesi Takvim Arama Bugünkü Mesajlar Bütün Forumları okunmuş kabul et


Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Arka BahÇe
Konudaki Cevap Sayısı
14497
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
652156

Cevapla
 
Konu Seçenekleri Modları Göster
  #111  
Eski 31-03-2006, 22:56
berrak - ait Avatar
berrak berrak bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: anywhere
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 191/80
92 Mesaj ına 154 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Sn. Anne, keyifle okuduğum yazılarınızı bir kitap olarak yayımlayacak vakit ve isteği bulmanız, yazılarınızın bir müdavimi olarak keyif verecektir şahsıma
Alıntı ile Cevapla
  #112  
Eski 05-04-2006, 10:44
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Nohut

Henüz gidemedim, buralardan!
Boş duracağan boş çalış,” derdi, dedem.

Bu yazımın borsayla, dolayısıyla gıda sektörüne ait hisselerle alakası yoktur!

Geçen yıl TUBİTAK yayınlarından aldığım “Tüfek, Mikrop ve Çelik” adlı harman tuğlası kalınlığı ve ağırlığındaki bir kitabı okurken ilgimi çeken yerleri işaretlemiştim.
Alıntı:
AnnE´isimli üyeden Alıntı
…İşte bu brain-storming muhabbetlerinin ileri saatlerinde ortaya kocaman kazanlar içinde nohutlu pilav getirilirdi, tereyağda pişmiş. Yağdanlık, pardon ulema takımı bu kazanlara bir saldırırdı ki , rivayete göre, bu saldırı esnasında tıknefes olup, kimi tansiyondan , kimi boğazına dizilenleri yutamamaktan çokça telefat olur imiş.Zira, Mahmut , pilavın içine bolca altın karıştırırmış ki , ulema takımına bahşiş niyetine.Bu bahşişten azamisini cukkalamak isteyen misafirler de nekadar hızlı ve çok yerse o kadar altın sahibi olacağını bildiğinden bu durum hasıl olur imiş. …
Sayın AnnE’nin, içinde çeyrek mi, yarım mı, tam mı olduğunu belirtmediği “Altınlı Nohut Pilavı” makalesini okurken bu “Nohut” kafama takılmış ve “Hulkum daralıyor” çaktırmadan çanak sorulu yazımda;
Alıntı:
Emin´isimli üyeden Alıntı
Nohut” konusunda da bir şeyler diyecektim ama hulkum daralıyor şu sıralar.
Demiştim.

İnsanın borsada parası olmayınca böyle boş işlere daha fazla zaman ayırıyormuş.

Söz konusu kitaptan birebir olmamakla birlikte aşırdığım cümleleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

Akdeniz, Etiyopya ve Hindistan’ın doğusuna kadar olan yerlerde bu nohut ekilip, biçilir. Diyelim ki, tüm dünyanın ürettiği nohut 100 dingilli kamyon olsun, bu 100 kamyonun 80 kamyonunu tek başına Hindistan üretiyormuş. O yüzden insanlar şaşırıp demek ki bu nohudun ana vatanı orasıdır deme gafletinde bulunuyorlarmış. Oysa okuduğum kitabın yazarı diyor ki;

Ne münasebet efendim, bu nohudun ilk yaban atası yalnızca Türkiye’nin Güneydoğusunda bulunurdu.
Sadece yaban atası değil aynı zamanda burada ıslah edilmiş, evcilleştirilmiştir.
Cilalı Taş Çağı’ından kalma arkeolojik bulgularımızla günümüzden 10 bin sene önce (ki bundan 2 bini düşünce MÖ 8000 yılına gidiliyor) Türkiye ve onun hemen yakınındaki Kuzey Suriye’de olduğunu göğsümüzü gere gere söyleyebiliriz.


Ben çok severim nohudu; leblebisinden tut, humusuna kadar.

Baklagiller sınıfından bu gıdayı haftada bir, bitkisel protein gereksinimimizi karşılamak için almalıyız, derim. Nitekim ben fasulye ile nohudu dönüşümlü olarak soframa alırım.

Alıntı:
alihoca´isimli üyeden Alıntı
…O çiçeği üzerinde pütür pütür salatalı ve biber turşusunu da evde anam yaptı. İşte o,pütür pütürlü ve yerken kütür kütürlü salatalık turşusunu…

Yanında da pirinç pilavı ile Alihoca’nın annesinin yaptığı pütürlü hıyar (kornişon) turşusu ile biber turşusu çok iyi gider.

Kalorisi de yüksektir. Yenilen 100 g nohut 360 kalori verir. Ayrıca yine 100 gramında 20,5 g protein bulunur ki, bu bile fukara sofrasının eti sayılır başlı başına.

Kimi bünyelerde bağırsakları biraz bağırtma durumu olsa da, o kadar olacak!
Alıntı ile Cevapla
Emin kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (05-04-2006), Ramo (05-04-2006), serdarkus (05-04-2006), Süvari (07-04-2006)
  #113  
Eski 05-04-2006, 15:04
bikmisbroker - ait Avatar
bikmisbroker bikmisbroker bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kanada
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 590/835
107 Mesaj ına 2990 Kere teşekkür edildi
bikmisbroker - MSN üzerinden Mesaj gönder
Tanımlı

Alıntı:
Emin´isimli üyeden Alıntı
Henüz gidemedim, buralardan!
Boş duracağan boş çalış,” derdi, dedem.

Bu yazımın borsayla, dolayısıyla gıda sektörüne ait hisselerle alakası yoktur!

Geçen yıl TUBİTAK yayınlarından aldığım “Tüfek, Mikrop ve Çelik” adlı harman tuğlası kalınlığı ve ağırlığındaki bir kitabı okurken ilgimi çeken yerleri işaretlemiştim.

Sayın AnnE’nin, içinde çeyrek mi, yarım mı, tam mı olduğunu belirtmediği “Altınlı Nohut Pilavı” makalesini okurken bu “Nohut” kafama takılmış ve “Hulkum daralıyor” çaktırmadan çanak sorulu yazımda;

Demiştim.

İnsanın borsada parası olmayınca böyle boş işlere daha fazla zaman ayırıyormuş.

Söz konusu kitaptan birebir olmamakla birlikte aşırdığım cümleleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

Akdeniz, Etiyopya ve Hindistan’ın doğusuna kadar olan yerlerde bu nohut ekilip, biçilir. Diyelim ki, tüm dünyanın ürettiği nohut 100 dingilli kamyon olsun, bu 100 kamyonun 80 kamyonunu tek başına Hindistan üretiyormuş. O yüzden insanlar şaşırıp demek ki bu nohudun ana vatanı orasıdır deme gafletinde bulunuyorlarmış. Oysa okuduğum kitabın yazarı diyor ki;

Ne münasebet efendim, bu nohudun ilk yaban atası yalnızca Türkiye’nin Güneydoğusunda bulunurdu.
Sadece yaban atası değil aynı zamanda burada ıslah edilmiş, evcilleştirilmiştir.
Cilalı Taş Çağı’ından kalma arkeolojik bulgularımızla günümüzden 10 bin sene önce (ki bundan 2 bini düşünce MÖ 8000 yılına gidiliyor) Türkiye ve onun hemen yakınındaki Kuzey Suriye’de olduğunu göğsümüzü gere gere söyleyebiliriz.

....................................


Ogrendigime gore, Vakti zamaninda Turkiye Cumhuriyeti Dunya NOHUT uretiminde en onlerdeymis, ve yine o yillarda NOHUT nasil ekilir? Nasil Bicilir? derslerini vermek uzere 1-2 hemsehrimiz Kanadaya gelmisler, ve onlarin ogrettikleri ile de su anda Kanada Dunya NOHUT piyasasinda en onlerde soz sahibi imis.. (Ve tabii ki bu durum uretici olarak gecerli)..
Benim Ulkemin durumu ne? Diye sormayin lutfen, cunki Tahmin ettiginiz gibi NOHUT uretiminde DUNYA piyasalarinda esamesi bile okunmuyor..

Vakti zamaninda LALE soganini Hollandaya gondermisiz, ve yine Vakti zamaninda NOHUT uretim teknikleri konusunda Kanadayi egitmisiz ve Dunya klasmaninda bugunki konumuna gelmesini saglamisiz.. Dur bakalim daha neler neler duyacagiz..

Uzuluyorum..
__________________
YATIRIM, sonu yanliş giden SPEKÜLASYONDUR
EGER, zamaninda spekülasyondan cikamazsaniz
MECBUREN yatirimci olursunuz..George SOROS
TEKNiGE iNANMA TEKNiKSiZ KALMA. Bikmisbroker
Alıntı ile Cevapla
bikmisbroker kullanıcısına teşekkür edenler
Emin (05-04-2006), kasved (19-04-2006)
  #114  
Eski 06-04-2006, 22:03
alihoca alihoca bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 361/2464
166 Mesaj ına 2501 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Kitapsız Bilen

Bazı dostların bildiği gibi, her yaz yıl boyu çekilen Ana özlemini gidermek için, memlekete giderim. Giderim giderim de, Ana’mı bir türlü yine memnun edemem desem inanın. Gittiğim gün ‘Guzuum’ der kucaklar, iki gözü iki çeşme ağlar. Geleceğim gün ‘Hay o İstanbul’un adı batsın’ der sarılır yine ağlar. İkisinin arasında ne yapar dersiniz diye hemencecik yazayım. Ne yapar eder ‘tayin istesen veya emekli olunca buraya gelip yerleşsen, ne güzel olur değil mi, Yeşil Alim’ diye konuyu göz yaşları eşliğinde, yine İstanbul’a getirir.

Anamın dilinde, adıma ‘yeşil’ eklendiği anlardan biraz ürker ve tırsarım. Çünkü damardan zerk etmeye niyetlendiğine delalettir. Ciğerim Guzum’la başlayan seslenişler ise, konunun daha bir vahim hal aldığını işaret eder. Ekmek parası geçim demeye kalksam, buraya tayin iste, burada her şey daha ucuz der. İstanbul, boğaz, deniz demeye kalksam, burada da göl var, köprü var, kanal var der. Diyeceğim okkalı ve akla yakın bir savunmanız yok ise, mağlubiyet tek ve kaçınılmaz sondur vesselam.

Her neyse, Anamın ince teknik, taktiklerle bezeli diplomasi oyunları bugünkü yazımın konusu değil.

Konumuza dönecek olur isem,

Orta Anadolu’da bir Selçuklu Beyinin Şehri olan memleketime, bu yıl ki ziyaretimde şahidi olduğum, yaşanmış ve halen dolu dolu yaşanmakta olan; bir çiftin, geç ve güçte olsa mutluluğa ulaşan beraberliklerinin öyküsüdür. Bu öyküde, nüfus kütüklerinde yazılı isimler önemli değil. Çünkü onlar isimlerini hiç kullanmıyorlar desem doğrudur. Birbirlerine sürekli ‘Karam ve Sarım’ dedikleri için, yazımızda da onları bu adlarla analım.

Sarım’dan başlayayım dilerseniz. Sarım; bizim yeğenin, tokalaşıp selamlaşır iken, kafa tokuşturduğu familyadandır. Kafa dediysem yanlış anlaşılmasın, Siz onu alınların üst iki yanının vuruşturulması olarak anlayın. Şimdi; eskiden köylerde kızışan boğaların boynuzlarını -ki biz ona süsmek sözcüğünden gelen ‘süsüşmek’ deriz- birbirlerine vurmaları, deseem olmaz. Olur, olur diye boşuna gaza getirmeyin. Olmaz. Şimdi bir münafık gider yeğene haber verir, oda okur mokur, nene gerek. Durup dururken yeğenden de olmayalım.

Sarım isminden de anlaşılacağı üzere, sarı saçlı, gök gözlü (Siz mavi diyorsunuz),yüzü çillerle kaplı, saf, temiz bir Anadolu gencidir. Adı gazetelere yansıyan bir olay sonrasında yeğen ile düştükleri bir sorguda, üç gün süren falaka sonrasında bile, suçlu arkadaşlarını -kendi tabirleri ile- satmayacak kadar yiğittir. Özel timin onca eziyetleri arasında jandarmadan aldığı cigarayı içmeden saklayıp, karagözlüm dediği arkadaşına verecek kadar da dost yüreklidir.

Bunu anlatırken gözü dolan bizim yeğene;
Marifet mi oğlum. Tutuklandığınız ilk dakkada, nasılsa yakalanacak olan arkadaşınızın ismini ötseydiniz. Onca işkenceyi çekmezdiniz.

Dediğimde ki, anlatılması zor bakışları, hele bir de; Adımız ‘Mahir’ olmayabilir belki ama bizde ötmeyiz.

Diyerek; fi tarihinde anlatmış olduğum, mahir birinin öyküsünü bana sokuşturmaya kalkmaz mı? Eh, her bir şeyi sevdikleri ile paylaşmanın cezası da bu olsa gerek. Uzatmayayım ama renk vermemeye çalışsam da, bozulmadım desem yalan olur.

Sarımın özellikleri, ser verip sır vermemesi ile sınırlı değildir. Delifişek olduğu kadar, övüldüğü anlarda yüzü kıpkırmızı kalacak kadar da utangaçtır. Orta mektepten terk edip kahvede garsonluk, ocakçılık yaparak geçimini sağlayan Sarım, gencecik yaşlarda da adet olduğu üzere evlenir.

Evlendiği ise, şairin ‘çatal karam’ tasviri gibisinden esmer tenli, okul, defter, kitap, önlük yüzü göremeyen bir kızdır. Babası, herkesin delifişek dediği Sarım’ın gözlerine bakıp, ‘bu çocuğun temiz bir yüreği’ var diyerek onu verdiğinde, yaşı daha onyedidir. Sarım, kah garsonluk, kah ocakçılık ile zar zor evini geçindirmeye çalışırken, buna doğan iki çocuk da eklenince çekilen zorluğu anlamak mümkün olur sanıyorum.

Tanıtımın sırası tam Karam’a gelmişken, izninizle burada keseyim. Karam’ın özelliklerini ben anlatmayayım. Dilerseniz onun anlattıklarından sonra, nasıl bir insan olduğuna Siz karar verin.

Yine bu yaz, yeğenlerimin çocuklarınınkinden ‘ucundan azıcık’ alınması için bir düğün yapıldı. Düğün sahibi yiyemez, içemez, eğlenemez derler ya, dediklerinden de zor olduğunu bir kez daha anladım diyeyim kısaca. Davullu zurnalı gündüz çalgısı, gece kınası, akşam erkeklere ayrı, kadınlara ayrı, orkestra eşliğinde müzik, kaşık havaları eşliğinde binbir türlü oyun, açılan çadırlarda iki bine yakın davetliye verilen yemeği, onca misafire yatak ve diğerlerini düşününce, apayrı bir yazı başlığı olduğu anlaşılabilir.

Eh be hocam, hani dostlara davet, diyebileceğinizi düşünerek açıklayayım. Her ne kadar bu düğünde kavurma başrole çıkartılıp, su böreği mönüde olmasa da, hiç bahanesiz suçlu olduğumu kabul ediyorum. Doğrusu ya,bu denli anlı şanlı olacağını bende tahmin edemedim desem inanın lütfen. Ama İnşallah yapılacak ilk büyük düğünde, dostların cem-i cümlesi davet edilecektir efendim.

İki gün süren düğünün ancak son pazar akşamı, göl manzarası üzerinde batan güneş karşıya alınarak, yorgunluk çayları içme faslına erişebilmiştik. Eş dost akraba ile düğünde tam bir imece örneği ile yaşatılan mutluluğun gururunu paylaşmaya sıra gelmişti. Düğünde, sanki kendi düğünü gibi canla başla hizmet eden Sarım ile Karama özel teşekkürlerimi sunmuştum. İşte Karam ile sohbetimizi başlatan bu giriş oldu.

Dostluk, sevgi paylaşım derken,
Sevginin tezahürünün zayıflık, ayıp sayılıp adeta yasak olduğu bir ortamda, Sarıma olan sevgisini herkesin içinde yansıtabilme cesareti ve böylesi bir mutluluğa şahit olma fırsatı verdiği için, Karam’a özel teşekkürlerimi de iletince,

Karam sözü aldı.

Yokluk ve kıtlıkla, acı ile zor ile geçen on sekiz yılın sonunda ulaşabildikleri mutluluğun öyküsünü anlattı. Yaşadıklarını adeta tekrar yaşayarak, kimi zaman gözyaşı, kimi zaman kızgınlık ile sürdürdüğü anlatım kaç saat sürdü bilmiyorum. Akşam güneşinin son ışıkları ile başlayan sohbet, ertesi günün ilk ışıklarında birazda mecburiyetten sonlandı diyebilirim.

Henüz tamamını tam öğrenemediğim yaşam öyküsünün, dinlediğim kadarını bile anlatmak çok uzun alacağı için, ancak bir iki bölümle yetineceğim.

Geçim zorluğu ile Sarım’ın yolu pavyona düşer. Burada garsonlukla başlayan çalışma ortamının aile yaşamına getireceği olumsuzluğu takdir edersiniz. Buna birde, karşı cinsle ilk tanışıklığı evlilikle olabilen Sarım’ın, her Anadolu genci gibi gençliğini doyasıya yaşayamamışlığını, başka bir deyişle yeterli doymuşluğa erişemeyişini katınca, ortaya çıkacak manzara sanırım gözünüzde canlanacaktır.

Gecenin üçünde, dördünde, beşinde eve gelmelere, sarhoşluk ve pavyonda Sarı’nın kanına giren boyalı Sarı Gaci’de eklenince, sorun iyice katmerlenir.

Dilerseniz burada sözü Karam’a bırakalım.

Sarı Gaci için;

-Hiçbir gün Sarım’a ağlayıp zırlayıp sitem etmedim, hiçbir şekilde şantaj yapmadım, surat asıp yapıp küsmedim. Adeta sevinerek kocamın beni aldattığını söyleyen konu komşuya karşı, kocamı karalamadım. Gözyaşımı içime akıttım ama erkektir, ‘el karısı elinin kiridir’ dedim savundum.

-Gece üç, dört, beş demeden, saat kaç olur ise olsun ve nereden gelir ise gelsin, pijama ile karşılamadım. Kapıyı çaldırmadan açtım. Gülen yüzüm ve en güzel kıyafetim ile buyur ettim. Aç ise sofra, tok ise kahvesini hazırlayıp sundum. Ağabeyimsin affınıza sığınarak söylüyorum. Dosdoğrusunu konuşmak lazım ise; bir gün bile kıçımı dönüp yatmadım inanın.

Çekilen yokluk ve kıtlıklar için;

Bir gün evlerine, hali vakti iyice olup, nasılsın, nicesin, aç mısın açık mısın, diye sormayan, Karam’ın Ağabeyi misafir gelir. Yörenin deyimi ile bulgur bulamaç ne var ise, birazcıkta çocuktan bile saklanıp misafire saklananlardan yer sofrası açılarak buyur edilir.

Sofraya bakıp beğenmeyen Ağabey, Damatları Sarım’a seslenerek;

- Sarım, Beyaz Park Restaurant’a telefon ediver de, şöyle ne varsa alıp getirsinler. Diye emir buyurur.

Bunu duyan Karam, birden ayağa kalkar,

-Ağabey, lütfen ayağa kalkar mısın, der.

Şaşkınlık ve soran gözlerle ayağa kalkan Ağabeyini, açtığı kapıya buyur eder. Sarım’ın, yapma etme demesine fırsat vermeden.

Çevirdiği ayakkabılarını giyen Ağabeyine;

-Benim soframı beğenmeyip, kocamı küçük düşürecek adam, benim Ağabeyim olamaz. Böyle birinin de benim evimde işi olamaz.

Defol git..nerede,ne zıkkımlanacaksan zıkkımlan.Sonra cehennemin dibine kadar yolun var.Dedikten sonra suratına kapıyı çarpar.



Kendisini tarif ederken, okuyup yazamamışlığından, cahilliğinden, sanki kendi kusuru gibi utanıp, kızarak bahseden birinin, yaşadığı daha nicelerinin yanında sadece bu iki olayın bile, onun hakkında bir fikir edinmenize yeteceğini umuyorum.

Efendim, onca yıldır, onca yer gezdim. Güzelinden çirkininden, okumuşundan, entelektüelinden, bilmişinden, görmüşünden, sefa süreninden de cefa çekeninden de çook kişi tanıdım. Diye başlayıp devam edecek değilim. Çünkü bu bir mukayese yazısı değildir.

Bu yazı sadece ve sadece,

Şairin;
Topraktan öğrenip, kitapsız bilendir.’
Diye tasvir ettiği, elleri öpülesi Anadolu Kadınlarından biri olan, Karam’ın öyküsüdür.


Saygılarımla


Not; Yazıyı daha önce okuyan çaktırmasın Kurban Olayım.
Alıntı ile Cevapla
alihoca kullanıcısına teşekkür edenler
Arka'daş (13-04-2006), bikmisbroker (07-04-2006), buena vista (07-04-2006), dentist (06-04-2006), Emin (11-04-2006), hakan (07-04-2006), Mazhi (12-04-2006), neron (07-04-2006), serdarkus (08-04-2006), Süvari (07-04-2006)
  #115  
Eski 06-04-2006, 22:30
dentist - ait Avatar
dentist dentist bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 1.058/2200
469 Mesaj ına 3880 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Sayın Alihoca;

Yazı o kadar içten ve o kadar güzelki teşekkur yazan yere basdım ama yinede yetmedi, iki kelime ile teşekkür etmek istedim, elinize ve ağzınıza sağlık .
Alıntı ile Cevapla
dentist kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (06-04-2006), bikmisbroker (07-04-2006)
  #116  
Eski 06-04-2006, 22:59
halo - ait Avatar
halo halo bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Ontario
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 44/22
20 Mesaj ına 59 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Benim Annem

Benim Annem bizim köyde yani İstanbul da yaşamaktadır. Ben ise köyümüzden çok uzaklarda ailem ile birlikte yaşamaya çalışmaktayım. Tabiki bu durumda Annem ile iletişim kurmam gerekmekte ve bunu günümüzün teknolojilerini kullanarak yapmaktayım. Sonuç olarak Annem ile hemen hemen hergün 1 saat civarı görüntülü olarak görüşmekteyim.

Eee ne var yani diyebilirsiniz. Benim vurgulamak istediğim nedir biliyor musunuz? Annem hergün bu bilgisayarları icat ettiği için Bill Gates e duva ediyor. Koskoca Bill Gates annemin duvasını alıyor.

Fakat Annem bilmiyor DARPA yada duva etmesi gerektiğini.
__________________
Yazdıklarım yanlış olabilir.
Alıntı ile Cevapla
halo kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (06-04-2006), Arka'daş (13-04-2006), bikmisbroker (07-04-2006), dentist (07-04-2006), hakan (06-04-2006)
  #117  
Eski 07-04-2006, 02:02
bikmisbroker - ait Avatar
bikmisbroker bikmisbroker bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kanada
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 590/835
107 Mesaj ına 2990 Kere teşekkür edildi
bikmisbroker - MSN üzerinden Mesaj gönder
Talking

Alıntı:
alihoca´isimli üyeden Alıntı

Not; Yazıyı daha önce okuyan çaktırmasın Kurban Olayım.
Yahu Hocam, daha once okusam ne yazar okumasam ne yazar? Konunun guzelligine mi yanayim? Icerigine mi? 10 defa okumus olsam 11 ci defa yine okurum, ve 11 ci defa okudugimda da bunu iftahar ile "çaktiririm"..

Cunki Senin eli opulesi annen ile senin aranda yasananlar bu yasimda benim ile yine elleri opulesi anacigim arasinda da aynisi tipkisi seklinde yasanmaktadir. Elin anus donduran memleketinde yasayan Trusty bile, bu durumu "anam bana zeki bakisli oglum derdi" diye ne guzel ozetlemistir. (Bu ifade tarafimizca kayit altina alinmis ve bir deyim haline gelmistir)
Bu guzel yazida anlatilan yuce degerleri okurken KEYF aldim diyecegim, birisi cikip da "Oglum Keyf eşşekde olur" der diye cekiniyorum..
Yazinin akicilindan, ifadenin ve vurgulamalarindan dem vurup aldigim lezzet den bahsetsem, bunlari yaziya dokup duygularimi tam anlatamamakdan korkarim..

Ben en iyisi sana tesekkurlerimi, saygi ve sevgilerimi sunmus olayim hocam, ellerin dert gormesin, klavyen paslanmasin E mi??..
__________________
YATIRIM, sonu yanliş giden SPEKÜLASYONDUR
EGER, zamaninda spekülasyondan cikamazsaniz
MECBUREN yatirimci olursunuz..George SOROS
TEKNiGE iNANMA TEKNiKSiZ KALMA. Bikmisbroker
Alıntı ile Cevapla
bikmisbroker kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (07-04-2006), dentist (07-04-2006), Emin (11-04-2006), serdarkus (08-04-2006)
  #118  
Eski 11-04-2006, 20:43
alihoca alihoca bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 361/2464
166 Mesaj ına 2501 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Sen gülünden sorumlusun

Şimdilerde mazi olsa da, sanal tanışıklığımızı özel buluşmalara taşıyabildiğimiz İzmirli estetik cerrahı bir eski Dostumuz vardı. Mındıkoğlu gibin oramı buramı keser kuşa çevirir diye korktuklarından mıdır bilmem ama diğer forumdaşlar kendisine çok temkinli ve saygılı hitap ederlerdi. Yerine ve gediğine göre başta La Fonten olmak üzere bir çok yazardan, çocuk masal ve hikâyelerinden alıntı yapardı. Sayesinde çocukluğumuzda okuma şansına kavuşamadığımız birçok güzel masal ve hikâyeyi okuma ve tatma şansına kavuşmuştuk.

Biraz sıkça diyebileceğim aralıklarla arşive daldığım için önceki yazılardan birinde güzel bir hikâyeciği tekrar görünce benim gibi çocukluğunda okuyamayanlar olabilir, şu gariplere de ben bir iyilik edeyim sevabına dedim. Bak şimdi sevabına deyince aklıma geldi hemence yazıvereyim. Nerden nereye ama hınzırlık işte aklıma geldi ne yapayım.

Efendim bizim okulda mübarek cuma günleri namaz vakti yaklaştıkça, bir kısım arkadaşları bir gıcımıktır alır. Hani ne yapsam, nasıl yapsam da alihocaya görünmeden kapıdan tüyüversem diye, göz ucu ile beni sürekli takip ederler. Tesadüf ya! Benim elimde de tam o saatlerde mikrofon olmaz mı? Tüymek için bahçedeki çocukları siper ederek cumaya kaçanlara, isim belirterek ‘Cuma namazı sevabının yüzde yirmisini alihocaya havale etmeyenin, uhrada iki elim yakasındadır.’ diye bağırmaya başlarım. Okulun bini aşkın öğrencisine bekçilik etmek görevini de, gâvura müstahak diye bize yıkmalarına yıllardır seslenmiyordum ama maymun gözünü açtı artık beleş yok. Bunun birde oruç aylarında iftar için eve erken tüymek için yapılanı var ki, orada pazarlıklar dişe diş desem yeridir.

Neyse konuyu daha fazla dağıtmadan önceki yıllarda okuyup çook beğendiğim yazıyı alıntılayayım. Böylece eski dostumuzun da kulaklarını çınlatmış oluruz.


//Küçük Prens, başka bir gezegenden dünyaya ziyarete gelir.

Kendi gezegeni etrafında dolanabileceği kadar küçüktür. Arkadaş olarak sadece bir gül'ü vardır. Gül ona kâinattaki en güzel şey olduğunu ve eşinin benzerinin olmadığını söylemiştir. Fakat dünyada bir gül bahçesinde beş bin tane gülü görünce, kendisinin hiçbir şeye sahip olmadığını, gülünün çok sıradan bir çiçek olduğunu düşünür. Ağlar...

İşte tilki o zaman ortaya çıktı.

- "Günaydın," dedi küçük prense.

- "Günaydın," dedi küçük prens nazikçe ama kimseyi görememişti.

- "Buradayım," dedi tilki. "Elma ağacının altında."

- "Kimsiniz" dedi küçük prens. Sonra da, "çok güzel görünüyorsunuz" diye ekledi.

- "Tilkiyim ben," dedi tilki.

- "Benimle oynar mısın?" dedi küçük prens. "Çok mutsuzum."

- "Hayır," dedi tilki. "Oynayamam; evcil değilim ben."

- "Öyle mi? Bağışla beni," dedi küçük prens. Ama bir süre düşündükten sonra, "Evcil ne demek?" diye sordu.

- "Sen buralı değilsin," dedi tilki. "Ne arıyorsun buralarda?"

- "İnsanları arıyorum," dedi küçük prens. "Evcil ne demek?"

- "İnsanları mı arıyorsun? Silahları var ve avlıyorlar. Çok can sıkıcı. Ayrıca tavuk yetiştiriyorlar. Tek konuları bunlar. Tavuk mu arıyorsun?"

- "Hayır," dedi küçük prens. "Arkadaş arıyorum. Evcil ne demek?"

- "Genellikle ihmal edilen bir iş," dedi tilki. "Bağlar kurmak anlamına geliyor."

- "Bağlar kurmak mı?" Tilki :

- "Yani," dedi. "Örneğin sen benim için hala yüz bin öteki çocuk gibi herhangi bir çocuksun. Benim için gerekli de değilsin. Senin için de aynı şey. Ben de senin için yüz bin öteki tilkiden hiç farkı olmayan bir tilkiyim. Ama beni evcilleştirirsen birbirimiz için gerekli oluruz o zaman. Benim için sen dünyadaki herkesten farklı birisi olursun. Ben de senin için eşsiz, benzersiz olurum..."

Küçük prens,
- "Anlıyorum galiba," dedi. "Bir çiçek var... Galiba o beni evcilleştirdi..."

- "Olabilir," dedi tilki. "Dünyada böyle şeyler hep olur."

- "Ama hayır, o Dünya'da değil," dedi küçük prens. Tilki şaşırmıştı. Merakla,

- "Başka bir gezegende mi?" diye sordu.

- "Evet."

- "Orada avcılar var mı?"

- "Yok."

- "Aman ne hoş! Peki tavuklar?"

- "Hayır, tavuklar da yok."

- "Hiçbir şey mükemmel olamıyor," diyerek içini çekti tilki.

Birden aklına bir fikir geldi.
- "Benim yaşamım çok tekdüze," diye anlatmaya başladı."Ben tavukları avlıyorum; insanlar da beni. Bütün tavuklar birbirine benziyor, bütün insanlar da... Bu yüzden çok sıkılıyorum. Ama beni evcilleştirirsen yaşamıma güneş doğmuş gibi olacak. Duyduğum bir ayak sesinin ötekilerden farklı olduğunu bileceğim. Öteki ayak sesleri beni köşe bucak kaçırırken seninkiler tıpkı bir müzik sesi gibi beni çağıracak, sığınağımdan çıkaracak. Hem bak, şu buğday tarlalarını görüyor musun? Ben ekmek yemem. Buğday benim hiçbir işime yaramaz. Buğday tarlalarının da hiçbir anlamı yoktur benim için. Bu da çok üzücü. Ama senin saçların altın sarısı. Beni evcilleştirdiğini bir düşün! Buğday da altın sarısı. Buğday bana hep seni hatırlatacak. Ve ben buğday tarlalarında esen rüzgarın sesini de seveceğim..."

Tilki uzun süre küçük prense baktı. Sonra da,

- "Lütfen.. Evcilleştir beni!" dedi.

- "Çok isterim," dedi küçük prens. "Ama burada çok kalmayacağım. Bulmam gereken yeni dostlar ve anlamam gereken çok şey var."

- "İnsan ancak evcilleştirirse anlar," dedi tilki. "İnsanların artık anlamaya zamanları yok. Dükkânlardan her istediklerini satın alıyorlar. Ama dostluk satılan dükkân olmadığı için dostları yok artik. Eğer dost istiyorsan beni evcilleştir."

- "Seni evcilleştirmek için ne yapmalıyım?" diye sordu küçük prens.

- "Çok sabırlı olmalısın," dedi tilki. "önce karşıma, şöyle uzağa çimenlerin üstüne oturacaksın. Gözümün ucuyla sana bakacağım, ama bir şey söylemeyeceksin. Sözler yanlış anlamaların kaynağıdır. Her gün biraz daha yakınıma oturacaksın..."

Ertesi gün küçük prens yine geldi.

- "Aynı saatte gelmen daha iyi olur," dedi tilki."örneğin sen öğleden sonra dörtte geleceksen, ben saat üçte mutlu olmaya başlarım. Mutluluğum her dakika artar. Saat dörtte artık sevinçten ve meraktan deli gibi olurum. Ne kadar mutlu olduğumu görmüş olursun. Ama herhangi bir zamanda gelirsen yüreğim saat kaçta senin için çarpacağını bilemez. İnsanın belli alışkanlıkları olmalı..."

- "Alışkanlıkları mı?"

- "Evet. Bunlar çoğunlukla ihmal edilir," dedi tilki."Alışkanlıklar bir günü öteki günlerden, bir saati öteki saatlerden farklı kılan şeylerdir. Örneğin benim avcımın bir alışkanlığı vardır. Her perşembe koyun kızlarıyla dansa giderler. Bu nedenle perşembe günleri benim için güzel günlerdir. Üzüm bağlarına kadar sokulabilirim o günler. Ama avcılar herhangi bir günün herhangi bir saatinde gidiyor olsalardı hiç tatilim olmazdı."

Böylece küçük prens tilkiyi evcilleştirdi. Ayrılma zamanı geldiğinde tilki, "Ağlayacağım" dedi.

- "Benim bunda bir suçum yok," dedi küçük prens. "Seni üzmek istememiştim ama evcilleştirilmeyi sen istedin..."

- "Evet orası öyle," dedi tilki

- "Ama ağlayacağını söylüyorsun."

- "Evet, öyle," dedi tilki.

- "O halde evcilleştirilmek senin için pekiyi olmadı!"

- "Çok iyi oldu!" dedi tilki. "Buğdayların rengini düşün." Sonra da, "Gidip güllere bak şimdi," diye ekledi. "Kendi gülünün eşi benzeri olmadığını göreceksin. Sonra da gel vedalaşalım. Sana armağan olarak bir sır vereceğim." Küçük prens gidip güllere baktı.

- "Siz benim gülüme hiç benzemiyorsunuz," dedi. "Hatta hiçbir şeysiniz şu anda. Çünkü ne bir kimse sizi evcilleştirdi, ne de siz bir kimseyi. İlk gördüğüm zamanki tilkim gibisiniz. O zaman yüz bin başka tilkiden herhangi biriydi. Ama şimdi dostum oldu ve benim için eşi benzeri yok."

Güller çok utanmışlardı.

- "Çok güzelsiniz, ama boşsunuz benim için," diye sürdürdü sözlerini küçük prens. "İnsan sizin için ölemez. Doğru, gelip geçici biri için benim çiçeğimin sizden hiçbir farkı yok. Ama o benim için yüzlercenizden daha önemli; çünkü suladığım, cam bir fanusun altına koyduğum, önüne siperlik yerleştirdiğim çiçek o.Çünkü tırtılları ben onun için öldürdüm. (Birkaç tanesini bıraktık, sonradan kelebek oldular.) Çünkü yakındığı ya da övündüğü, ya da hiçbir şey söylemediği zamanlarda dinlediğim çiçeğim o benim. Çünkü o BENİM çiçeğim."

Tilkinin yanına döndü sonra:

-"Hoşça kal," dedi.

-"Hoşça kal," dedi tilki. "İşte sana bir sır, çok basit birşey; İnsan yalnız yüreğiyle doğruyu görebilir. Asıl görülmesi gerekeni gözler göremez".

- "Asıl görülmesi gerekeni gözler göremez," diye yineledi küçük prens; unutmamalıydı bunu.

-"Gülünü senin için önemli kılan, onun için harcamış olduğun zamandır."

-"Onun için harcamış olduğum..." diye yineledi küçük prens. Unutmamalıydı bunu.

-"İnsanlar unuttular bunu," dedi tilki.
"Ama sen unutmamalısın. Evcilleştirdiğimiz şeylerden sorumlu oluruz. Sen gülünden sorumlusun..."

-"Ben gülümden sorumluyum," diye yineledi küçük prens. Bunu da unutmamalıydı...

KÜÇÜK PRENS
ANTOINE DE SAINT-EXUPERY //


Saygılarımla
Alıntı ile Cevapla
alihoca kullanıcısına teşekkür edenler
Arka'daş (13-04-2006), dentist (11-04-2006), hakan (11-04-2006), kasved (19-04-2006), Mazhi (12-04-2006), Ramo (11-04-2006), serdarkus (12-04-2006), Süvari (12-04-2006)
  #119  
Eski 12-04-2006, 15:31
alihoca alihoca bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 361/2464
166 Mesaj ına 2501 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Caanım Dostlarım;

Şu güzel forumumuzda ‘Fidanlık’ deyin, gençler genç kalacaklar diye toplaşıp üşüştükleri bir başlık var bilirsiniz. Gitmem. Niyesine gelince, efendim ilk zamanlar, adı netameli yerlerden birazda korktuğumdan olsa gerek, şöyle sessizce kenar köşeden bir iki gidip okudum. Serdar-ı Kus namlı iyi, has yazılar döşeyen bir er kişi var. Okudukça sevdik, sevindik derken yaşı geçkin ama içi kıpır kıpır teze, aklı cin dolu, gözü fıldır fıldır birileri yavaş yavaş işi şirazeden çıkarttı desem yeridir.

Benim için; gelen geçene şöyle vurur, böyle asar, öyle keser diye habire methediyorlar diyeyim, Siz gerisini anlayın. Hadi beni ne ederse etsinler, Erol Taş gibi karakter rollere çıkıp taşlanmaya biz alıştık çok şükür. Çok şükür de, geçenlerde; çok muhterem adı güzel, güvenilen emin bir Kardeşimize hemen gelir gelmez, hadi benim için yazdıklarını geçeyim, Sevgili AnnE’mize de bir methiye döşemişler ki düşman başına.

Mübarek Kadın yine büyüklük etti, adı, dili sohbeti güzel Kardeşimize bir hoş geldin diyeyim diye mekânlarına gitti. Gitti gitmesine de AnnE’dir büyüktür yer verip saygı gösterelim baş köşeye oturtalım demek bir yana, verdiler veriştirdiler lafı. Bir öcü demedikleri kaldı diyeyim de gayrı gerisini getirin. Eh okumuş mektep medrese bitirmiş kişiler olarak neden gitmediğimi anlamışsınızdır. Efendim bize laf söz kar etmez derseniz gidin ben karşımam. Sonra bana gelip uyarmadı demeyin yeter.

Adı insanda güven oluşturan Dostumuzda durur mu, onca laf kalabalığı ve yaşlılara yapılan onca eziyete şahit olunca. Yüreği yufkaymış zaar. Durmadı netekim ardında ‘Bir Hoş Seda’ bırakarak sessizce çekip gitti.

Ayrıca bunların; başlarda benim de şahit olduğum sonradan da habire sürdürdükleri bir konu var. İlk okuduğumda gelir geçer diye pek ses etmemiştim. Ama forumdan ve izleyen mü’min kardeşlerimizin artan şikayetlerine bakılırsa, korkarım ki işi azıya almışlar.

Bizim de adımızda hoca görünce, soğ olsunlar müftü sanmış olacaklar ki şikayet dilekçelerini göndermişler.Bir iki olsa banane deyip geçecem ama sayı kabardıkça, bana aktarılanı virgülüne dokunmadan yazayım kurtulayım. Ne halleri varsa görsünler dedim.

İzninize ve affınıza sığınarak aşağıya alıntılıyorum.

//…
İhlâs, İhlâs deyü depinip durursunuz. Durursunuz da lafın gelişi, meaşallah heç de durduğunuz yok.
Şark , garp , şimal ,cenup demeyüp habire cenk eyleyip laf üşüştürürsünüz mü’min kardeşimizin üstüne. Ama bilin ki, mazlumun kendisi yoksa Allahı vardır. Bu yaptıklarınızın sol omuz başınızdaki melaike tarafından hiiç sektirmeden ve dahi kaçırmadan mü’mine isnat atmak olarak hanenize yazıldığını da bilmiyorsanız da tez elden öğrenin.

Efendim paranın sarısı, karası olmaz derken, araya mü’min yeşili sermayemizi de sıkıştırıp laf sokuşturarak, paranın dini imanı olmaz demeye getirirsiniz. Bunları bilmeyüz sanırsınız amma biliriz Elhamdürillah.

Paranın sarısı kırmızı, alı yeşili olmaz der, paranın yeşili de yer hatta paranın yeşili de öper der ve dahi paranın mübarek yeşilinin diğer para ve sahiplerinden gram farkı yok demeye çalışırsınız.

Lakin heçte öyle değildir. Mübarek Yeşil Paranın bizlere göre büyük bir farkı vardır.

Bi kere yemeeek ile yemek, öpmeeek ile öpmek arasındaki farklar sadece fazladan konulan ‘e’ harfi ile sınırlı değildir.İkisi arasında ki fark, yapana ve yapış şekline göre değişen dağlar kadar fark oluşturur.

Sormadan açıklayacak olur isek, yeşil para ve sahibi diğer renk paralar ve dahi zındık sahipleri gibi cenabet değildir. Çok şükür ki namazlı abdestlidirler.

Yeşil para ve sahipleri tabiidir ki, beynamaz olmadıkları için de, yer içer ve öper iken;

‘Euzü billâhi mineş-şeytânirracîm, Bismillâhirrahmânirrahîm’ diye Euzu Besmele çekerler.

Euzu bezmele çekmekle de yetinmeyip, Yemeye ve öpmeye başlamadan önce;

‘Niyet ettim niyetlendim Allah Rızası ile Mü’min Kardeşlerimi öpmeye ve yeşil yeşil paralarını yemeye.’ Diye niyet ederler.

Öyle Euzu Besmele çekmeyen, Niyet etmeyen ZINDIKLAR ile mü’min kardeşlerimizi bir tutmak, hele hele arkalarından atıp tutup gıybet ediyorlar ki, ölü eti yemek ile eşdeğer derecede günah işlemekteler haberiniz ola… //


Efendim gönderenlerin tek tek isim ve adresleri forum yönetiminde mevcuttur. Kimdir nedir, neyin nesidir kimin fesidir onlara sorun hesabınızı onlarla görün benden bu kadar.

Saygılarımla.
Alıntı ile Cevapla
alihoca kullanıcısına teşekkür edenler
bikmisbroker (14-04-2006), buena vista (14-04-2006), Emin (12-04-2006), Ramo (12-04-2006), serdarkus (12-04-2006)
  #120  
Eski 14-04-2006, 21:02
buena vista buena vista bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 895/3266
652 Mesaj ına 4322 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Anne yazmiyor..Bari ben yazayim..Ancak, o kadar uzun degil..

Sabriye hanim..
…..
Gecmis zaman..Hem de oldukca..Cogunu animsamam olanaksiz..Aklimda kalanlar..
23 yasinda bir delikanli..Görevi her konuda haber yazmak..Atlanan her haber icin ayri
firca..
-Süt var mi dolapta Sabriye hanim ?
-Bir bakayim ama,sanirim yok..
-Isterseniz sicak bir cay, bir de kendi ellerimle yaptigim tatli maya ekmeginden bir parça.
-Sagol Sabriye hanim..Buzdolabinda ne var ?
-Ickiyi fazla kacirdim dün gece..
……
Hangi durumlarda ? Nasil ?Kimi durumlarda iyi gelir icmek..Ama her zaman degil..!
Aslinda Sabriye hanim kaçin kurasi..Görevini iyi yapan, caliskan, ve cok iyi bir calisan.
Ayni zamanda cok iyi kalpli bir hanim..Sabah büroya geldiginde, cok seyi gören, yasayan
bir insan..Aksamdan kalmislara, icki yerine (Gordon, portakal suyu ile..Ay sonu ise votka sekerli suyla.) cay ve simit ikram etmeye cabalayip,didinen, hic olmazsa ac karina icki icmeyi
engelleyen sevecen, iyi bir calisan..Ve ayrica evine katkida bulunan..Ve cocuklarini okutan..
…….
Saat dokuzu gecmistir..Ancak, önceki aksamin hesabi yapilirken haberler yazilip, Istanbul`a
bildirilmelidir.Daktilo ve telex sesinden gecilmez bir anda..Sabriye hanim üc dört masa arasinda kosturur durur..Aksamdan kalmislara yardim etmek icin didinir , cabalardi kadincagiz..
O zamanki ruh haliyle Sabriye hanima yeteri kadar yardim edip edemedigimizi hep düsünür
dururum..Ve o kadinin bize ac karnimiza icki icirmemek icin nasil cabaladigini..Unutamam..

buena vista
Alıntı ile Cevapla
buena vista kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (14-04-2006), Emin (14-04-2006), serdarkus (14-04-2006)
Cevapla


Konuyu Toplam 1 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Konu Seçenekleri
Modları Göster

Yetkileriniz
Yeni konu açabilirsinizdeğil
Yanıt gönderebilirsiniz değil
Eklenti gönderebilirsiniz değil
Mesaj düzenleyebilirsiniz değil

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Açık
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 23:19 .


Telif Hakları vBulletin v3.5.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
Tercüme ve Tasarım : Arka & Bahce