Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Medya Yorumları - Sayfa 52 - Arka BahÇe Forumu
Arka BahÇe Forumu  

Geri Dön   Arka BahÇe Forumu > Nadas Alanı > Dünya Hali > iç-dış politika
Kullanıcı ismi
Şifreniz
Kayıt ol SSS Üye Listesi Takvim Arama Bugünkü Mesajlar Bütün Forumları okunmuş kabul et


Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Medya Yorumları
Konudaki Cevap Sayısı
741
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
443274

Cevapla
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
  #511  
Eski 22-10-2009, 06:38
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23007 Kere teşekkür edildi
Question Son pişmanlığa da ceza indirimi var mı ?

Yılmaz Özdil
yozdil@hurriyet.com.tr




Son pişmanlığa da ceza indirimi var mı?


- Pişman mısınız?

- Yo-oo, değilim.


- Yaz kızım, etkin pişman, beraatine...
*

- Niye geldiniz?
- Sayın Öcalan söyledi.
- Yaz kızım, örgüt üyesi olmadığına...
*

Sen mesela, hacı emmi!
“Bunlar dinini bilen çocuklar, vatana millete hayırlı olur” diyordun sakalını sıvazlaya sıvazlaya... Nasıl gidiyor sence vatan millet işleri? Sen değil miydin köyün şehidi için fazladan iki rekat namaz kılan... N’olacak şimdi?
*

“Etkin pişmanım” deme bana... O, sana uygulanamıyor maalesef, seninki son pişmanlığa giriyor, kusura bakma.
*

Veya sen, Hatçe yenge.
İftar çadırında, senin paranla sana avanta çorba ısmarlayanlara bi hatim indirmediğin kalmıştı... “Allah devletimize zeval vermesin” diye dualar ediyordun... N’ooldu şimdi o devlet?
*
Ya sen, emekli Ahmet bey.
Kahvede başının etini yedin milletin, eczaneden nasıl bedavaya ilaç aldığını anlata anlata bitiremedin, 20 tane reyin olsa, 20’sini de vereceğini söylüyordun... Nasısın şimdi? Memleketi iki tane aspirine satmış gibi hissediyor musun kendini?
*

Ya da sen, laylaylom Arzu.
“Ay bakamıyorum şekerim, hep cenaze, hep ağlayan insanlar, o perişan çocuklar filan, vallahi yüreğim dayanmıyor, fena oluyorum, kapatıyorum televizyonu, seyretmiyorum artık haberleri” diyordun... Seyrediyor musun şimdi? Aç artık, aç... Ekranlar güzelleşti.
*

Sen, liboşik işadamı Tarık.
Bir taraftan “Ben cebime bakarım azizim” deyip, takunyalıların önünde el pençe divan duruyordun, bir taraftan, utanmadan, Mehmetçik Vakfı’na bağışta bulunuyordun... İster misin, Mehmetçik Vakfı’na yaptığın bağışlar yüzünden başın derde girsin şimdi?
*

Sen, üniversiteli Şebnem.
Sana ders veren hocayı sabahın köründe yatağından kaldırıp, pijamayla tutukladılar, kanser oldu adam kahrından, “neme lazım” dedin, zahmet edip kantindeki protestoya bile katılmaya tırstın, kenardan kenardan araziye uydun... Niye endişeliymişin gibi yapıyorsun ki şimdi?
*

Sen, memur Hüseyin.
Başındaki badem bıyıklı görecek diye, bizim yazıları bile gizli gizli okuyorsun internetten, gammazlanacaksın diye yusuf yusufsun... Zaten o nedenle katılmamıştın Cumhuriyet mitinglerine... Katılsana şimdi PKK mitingine... Sana söyleyeyim, terfi bile edersin belki.
*

(NOT: Bu yazıyı, “İki cihanda lekeli” albümünü heyecanla beklediğimiz Sezen Aksu’nun “Masum değiliz hiçbirimiz” şarkısı eşliğinde okursanız, daha şık olur.)
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
ar_de_ (22-10-2009), buena vista (22-10-2009), coser (22-10-2009), neron (22-10-2009)
  #512  
Eski 22-10-2009, 15:35
buena vista buena vista bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 895/3266
652 Mesaj ına 4322 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Açılımın açılmışı...

Bekir Coşkun

22.10.2009 16:18
NE olduğunu bilmeden, sırf iktidara yalakalık yapmak için “Açılımı destekliyorum”
dediniz.
Ne olduğunu şimdi öğrendiniz.
Demek ki şöyle oluyormuş açılım:
PKK militanları daha sınırdan içeri girer girmez mahkeme, sınır kapısına kadar
ayaklarına gidiyor...
Onlara “Pişman mısınız?” diye soruyorlar...
Onlar “Hayır, pişman değiliz” diyorlar...
Ve karar veriliyor:
“O zaman beraat...”

Ben size bu açılımı çok açmayın, sonra kapatamazsınız demiştim...
Şimdi nasıl kapatacaksınız?..
ABD‘nin PKK’yı “uyuşturucu taciri” saydığı günün ertesi, onları bando-mızıka ile
karşıladığınızı...
Ya da:
Yıllarca AB ülkelerini “PKK’ya hesap sormamakla”, “ortalıkta dolanmalarına izin vermekle” suçladıktan sonra, hesap sormadan ortalıkta dolanmalarını “ulusal zafer” ilan etmenizi nasıl anlatacaksınız?..

Şimdi anladınız mı açılım ne?...
Şöyle oluyor:
Vali elinde çiçekle koşuyor...
Kaymakam da arkasından, elinde çikolata...
Vali arada bir “Koş İhsan, geç mi kaldık ne?..” diyor...
PKK’lıları karşılıyorlar...
Tarihimizde ilk kez, yola düşüp sanığın ayağına giden mahkemede soruyorlar:
“Pişman mısın?...”
“Hayır...”
“O zaman beraat...”

İşte açılım...
Siz bunu desteklediniz...
Ne olduğu bilinmeyen bir “açılım” soytarılığını, sırf iktidara hoş gözükmek için
destekleyen aydın-sanatçı-yazar-çizer olmanın ahmaklığı içinde öyle bakarsınız artık, açılımın açılmışına...

bcoskun@htgazete.com.tr
Alıntı ile Cevapla
buena vista kullanıcısına teşekkür edenler
ar_de_ (26-10-2009), dohol (26-10-2009), Gozlemci (25-10-2009), janus (22-10-2009), Master (22-10-2009), neron (22-10-2009)
  #513  
Eski 25-10-2009, 03:21
Gozlemci Gozlemci bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 73/737
61 Mesaj ına 268 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Osman Ulagay- milliyet

....
Bıçak sırtındaki dengeler
Şimdi gelinen noktada ABD’deki sıfıra yakın faizlerin ve piyasalardaki aşırı likidite bolluğunun sonunda yeni bir krizi tetikleyebilecek olan bir süreci başlattığı ortada. Kısa sürede hızla tırmanan borsaların dışında riski yüksek yatırım araçlarına hücumun başlaması, kaynama noktasına yaklaşıldığının işareti.
Ancak yeni bir balonun yaratacağı tehlikeyi ortadan kaldırmak ve yüksek riskli spekülasyonu önlemek için faizlerin yükseltilmeye başlanması da göze alınamıyor çünkü ABD’de ve Avrupa’daki ekonomik büyümeye geçiş sinyallerinin gücü ve kalıcılığı konusunda ciddi tereddütler var.
Devletin sağladığı desteğin ve likiditenin geri çekilmesi halinde ekonomideki canlanmanın duracağı kaygısı hayli yaygın. Ayrıca faizlerin yükseltilmeye başlandığı noktada bu oyunun bittiği izleniminin doğması ve şişirilen balonun hızla sönmeye başlaması da bir olasılık.
Bıçak sırtındaki bu dengenin bizim borsayı ve piyasaları da etkilemeye başladığı görülüyor. Dünyanın dört bir yanında risk iştahı kabaran ve iyi getiri arayan paranın bizim borsadaki tırmanışı da ciddi biçimde etkilediği anlaşılıyor. Ayrıca faizlerin alışılmamış düzeylere inmiş bulunması Türkiye’deki tabloyu etkileyebilecek bir faktör haline geldi. Fon yöneticileri, ellerinde büyük paralarla kapılarını çalan ve “Paramı ne yapayım?” diye soran mevduat sahiplerinin arttığını belirtiyor
Alıntı ile Cevapla
Gozlemci kullanıcısına teşekkür edenler
account (25-10-2009), ar_de_ (26-10-2009), buena vista (26-10-2009), Master (25-10-2009), neron (25-10-2009)
  #514  
Eski 25-10-2009, 18:04
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23007 Kere teşekkür edildi
Arrow 2 - 1

Mehmet Altan
mehmetaltan@stargazete.com

Belge Neyin Asimetriğiydi?

Nasıldı o iri laf? “Orduya karşı asimetrik psikolojik savaş”... Pöh... Pöh... Pöh... Bu teşhis kimin? Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ’un... Vay... Vay... Vay... Bu savaşı kim yapıyor?

Deniz Piyade Kurmay Albay Dursun Çiçek’in hazırladığı ve kamuoyunda “AK Parti ile Gülen’i Bitirme Planı” diye bilinen belgenin peşine düşenler...

Genelkurmay Başkanı bunu ne zaman söylüyor?

Neredeyse tüm televizyon kanallarının canlı verdiği 26 Haziran tarihindeki basın toplantısında.

***

Daha 26 Ekim olmadan...

Teşhisin ne kadar isabetsiz, yalan yanlış olduğu anlaşılıyor.

Neden?

“İrtica Eylem Planı”nı, bal gibi Genelkurmay içerisinde, Genelkurmay Harekât Başkanlığı Bilgi Destek Daire Başkanlığı’nda çalışan Dursun Çiçek’in hazırladığı ispatlanıyor.

Orijinal belge...

Islak imza...

Hepsi ele geçiriliyor.

Askeriyenin yönetiminin haline bak...

***

Ya o olayın üstünü alelacele kapatarak “takipsizlik” kararı veren “hukukçu” Genelkurmay Askeri Savcısı...

Ya o Ergenekon Mahkemesi’nin tutukladığı Dursun Çiçek’i, devreye girerek tahliye eden libero “üye”...

Ya o canlı yayın sırasına girenler...

Ya o “belgeyi” yayınlayan ve “peşine düşenlere” ana avrat hücum eden TSK gazetecisi ve yorumcuları...

Baktım kimi haberi görmemiş, kimi de dut yemiş bülbüle dönmüştü.

“Belgenin” kâğıt parçası olduğunu kaleminden kan damlayarak iddia eden yiğitler, dün arazi olmuşlardı.

Bugün de tam siperlerdir herhalde...

***

27 Haziran tarihli “demokrasiye karşı asimetrik psikolojik savaş” başlıklı yazımda ne yazıyordum?

“Genelkurmay Başkanı, delillerin değerlendirilmesini mahkemeye bile bırakmaktan ürken Genelkurmay Askeri Savcısı’nın kararına abartılı bir şekilde sahip çıkıyor...

Neden?

Ayrıca...

‘Askeri yargı’ konusunda, Poyrazköy’de bulunan silahlarda olduğu gibi doğruyu söylemiyor...

Doğruyu söyleyenleri de yakışıksız bir biçimde ‘maksatlı’, ‘cahil’ diye suçluyor...

Ama yeryüzündeki ülkelerden bir tek ‘askeri Yargıtay’, bir tek ‘askeri Danıştay’ örneği veremiyor...

Veremez, çünkü yok.

O halde bu üslupsuzluk neden?

Haksız olmanın, doğruyu söyleyememenin öfkesi mi?”

***

İrtica Eylem Planı’nda korkunç şeyler yazıyor.

Komplolarla günahsız insanları silahlı terör örgütü gibi sunmaya yönelik cin fikirlerden tutun da, demokratik nizamın canına ot tıkamaya...

Demokratik bir hukuk devleti iddiasında şeytanın bile aklına gelmeyen dehşetengiz rezaletler.

Genelkurmay Başkanı da bunun üzerine gideceğine, bunu soruşturanları “orduya karşı asimetrik psikolojik savaş” yürütmekle suçluyor.

Hâlbuki “demokrasi” peşinde koşan insanları insafsızca suçlamak yerine, makamının bulunduğu kata hâkim olsa, Ergenekon’un “demokrasiye karşı asimetrik bir psikolojik savaş” yürüttüğünü görecek...

Kendi itibarını da sarsarak dört ay içinde hakikatle hiç bir ilgisi olmadığı anlaşılan “kâğıt parçası” beyanlarından uzak duracak...

Bugünkü duruma düşmeyecek.

***

Birde...

Genelkurmay Başkanlığı, doğruluğu ortaya konulamayan belgeyi üretenler, sızdıranlar ve yayımlayanlar hakkında gerekli soruşturmanın yapılması amacıyla dosyanın İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmesini kararlaştırmış ve “sahte belge üretenler yargılansın” arzusunu dillendirmişti.

Güler misin, ağlar mısın?

***

Askeri vesayete...

Tek parti rejimine...

Kaydır yuttura...

Güdümlü medya rahatlığına...

Öylesine alışılmıştı ki...

“Belgeler” kapı gibi ortada iken, “kâğıt parçası” türü inkârlara bir ömür rastladık.

Buradaki farklılık, “doğrunun” ortaya çıkması ve askeri cihet yönetiminin tomografisinin herkesçe görülmesinin sağlanması.

Sevindirici olan, bu işin de kurum içi insanlar tarafından ortaya çıkarılması...

***

Dün...

Belgenin doğrulu halinde...

Birinci Cumhuriyet alışkanlıklarının tamamen biteceğini, demokratik cumhuriyetin vatandaşına hesap veren hizmet anlayışının bir daha geri gitmemek üzere yerleşeceğini söylemiştim.

Çünkü “İrtica Eylem Planı”, bir tek belge üzerinden Birinci Cumhuriyet’in ne olduğunu olağanüstü bir şekilde anlattı.

Bu döneme 27 Haziran’daki yazımın başlığının adını verebiliriz:

“Demokrasiye karşı asimetrik psikolojik savaş”...
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
janus (25-10-2009), LAZIO (27-10-2009)
  #515  
Eski 26-10-2009, 07:46
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23007 Kere teşekkür edildi
Arrow ........

Necati Doğru
Yazara ulaşmak için : ndogru@gazetevatan.com

Özür diliyorum!


Saklayıp gizlemeyi kalemime yakıştıramam; hiç eğip bükmeyeceğim. Belge gerçek çıktı. Belgenin sahte olduğunu; “Orduyu darbeci gösterme ve iktidar partisi AKP’yi mağdur-mazlum sayma niyeti bulunduğunu, bazı gazetecilerle aydınların bu kötü niyetin aleti yapıldıklarını” yazdım.

Ben bu kez yanıldım.

Aralarında profesörlerin de bulunduğu Adli Tıp uzmanlarının açıklamasına göre, belgeyi Taraf Gazetesi’inde ilk kez yayınlayan genç muhabir Mehmet Baransu’nun haberi doğru çıktı.

Belge sahte değil.



Özür diliyorum.

Bu durumda; orduda darbe ortamı yaratarak halkın seçimle getirdiklerini iktidardan silahla uzaklaştırma eğilimi taşıyanların var olduğunu benim de kabul etmem ve bu niyeti eleştirmem, kınamam gerekiyor.

Siz okurlarım şahitsiniz.

Yıllardır şunu savundum:

Seçimle gelenler!

Seçimle gitmeli!

Hep böyle yazıp durdum.

Değişmiş, dönmüş değilim.

Şu gerekçeyle orduyu savundum: Ankara’da askeri savcılar 12 gün araştırmış, “Bu belge sahtedir” açıklaması yapmışlardı. İstanbul’da sivil savcılar da 46 gün uğraştıktan sonra; “Bu belge sahtedir” demişlerdi. Genelkurmay Başkanı da; “Şu anda elimizde olan hukuki anlamda bir kâğıt parçasıdır” diyerek belgeyi hazırladığı iddia edilen Albay Dursun Çiçek’i korumuştu.

Ben bahane üretemem.

Bahanelere sığınamam.

Bahanelere sığınıp kendimi kurtarma ucuzluğuna giremem, “Beni yanıltan savcılar oldu” diyemem.

Yanıltan savcılar olmadı.

Beni yanıltan şu oldu:

Ergenekon davasından şüpheli avukat Serdar Öztürk’ün bürosundaki masanın çekmecesinde bir belge, ihbar üzerine polis baskını ile bulunmuştu.

Savcıya teslim edilmişti.

5 gün geçmişti.

Adalet yani savcılar; 5 gün içinde bu belgenin doğru olup olmadığını soruşturacak, doğru ise hazırlayanı kulağından yakalayıp “seni darbeci seni...” diye adalete teslim edecek yerde 5 gün sonra bu fotokopi gazeteye sızdırılmıştı.

Pis medya infazı yapılıyordu.

Bu hukuksuzluktu.

Hukuksuzluğu yapanların “yalan söyleyebilecekleri ve sahte belgeyi gerçekmiş gibi sunabilecekleri” yargısına vardım. Devlet ve adalet belgenin gerçekten Albay Dursun Çiçek’in kaleminden çıktığını ispatlayamıyor fakat sahtekârlığı yapanı da bulamıyordu. Bu çelişkili durum da benim “Orduya yıpratama vuruşu yapıyorlar” yargısını güçlendiriyordu.

Şimdi Adli Tıp, “Belge gerçek” diyor.

Ve çok garip bir durum.

Ordunun ismi açıklanmayan subaylarından biri, 2009 Nisan ayından bu yana 6 ay bekledikten sonra orijinal belgeyi Ergenekon savcılarına gönderiyor. Bu subay, 6 ay niçin bekledi? Bu subay, haklı olarak, “Beni ordudan atarlar” diye düşünüp yüzünü saklıyor olabilir fakat niçin zamanlamayı böyle yaptı? Bu soru da önemli fakat benim için ismin ve yüzün saklanıyor olması da “bahane” yapılamaz.

Adli Tıp “Belge gerçek” diyor.

Doğruysa, orduda darbe niyetleri olanlar var. Bunun hesabı sorulmalıdır. Hesabı verilmelidir. Benim kalemim de yine “Unutma! Unutturma!” köşesi açıp “Belge gerçek çıktı, hesap soruldu mu, kaç gün oldu?” diye yazmayı sürdürmeli.

Sürdüreceğim.

Darbeciliği savunamam.

Seçimle gelenler!

Seçimle gitmeli!

Asker askerliğini yapmalı.

Politikacı demokrat olmalı.
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
account (26-10-2009), buena vista (26-10-2009), dohol (26-10-2009), janus (26-10-2009), LAZIO (27-10-2009), neron (27-10-2009)
  #516  
Eski 27-10-2009, 11:39
ar_de_ - ait Avatar
ar_de_ ar_de_ bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Jan 2007
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 133/1013
108 Mesaj ına 737 Kere teşekkür edildi
Tanımlı bir babanın ardından ...

Teoriyi tahrik edici hale getiren bir entelektüel, popüler kültürü şahsına özgü maşasıyla deşen bir akademisyen... Frankfurt Okulu deyince akla onun ismi gelirdi; bizzat bir okuldu. Geçen hafta kaybettiğimiz Ünsal Oskay'ı, onun başka türlü tedrisatından geçmiş oğlu yazdı:

ÇINAR OSKAY


Babamla maceram doğumumla, beni mosmor gördüğü o ilk anda “Ege güzeli! Latince öğreteceğim! Adını Hefaistos koyacağım” demesiyle başlamış. Anneannemlerin yüreğine inmesiyle bu fikirden vazgeçmek zorunda kalmış. Ama dayılarım beni bir süre “Hefoş Hefoş” diye çağırmış. Babamla rengârenk bir çocukluk ve hayat yaşadım. Onu çok sevdim. Hayatım boyunca bir saplantı gibi onu kaybetmekten korktum. Ve geçen hafta bugün onu kaybettim.
Benim kendisi gibi akademisyen olmamı istedi. Ben olmadım. Hayatı hep kavgayla geçti. Çalışma masasındaki lambasının salona yaydığı ışık, duvarda gölgeler oluştururdu. Hâlâ gözümün önündeler. Bitip tükenmek bilmeyen çevirileri, yazıları yazarken, daktilosu evdeki tüm sesleri bastırırdı. Çıt çıkmazdı. C. Wright Mills’i, Frankurt Okulu’nu Türkçe’ye çeviriyordu. Öfkeliydi. Yaptıklarını neden bir kavga gibi gördüğünü anlamazdım. Ben daha rahat bir hayatı seçtim. Ona yakın durarak kendimi onun ışığının bir parçasıymış gibi hissettim. Gideceği günü düşünmemiştim.

Bronzdan heykeller jenerasyonu
“Bizim için artık çok geç. Sizin kadar okumamız, yazmamız mümkün değil” demiştim geçenlerde. Pes etmiyordu: “Çınar, evet, belki bizim kadar okuyamazsın. Ama o dönem farklı bir dönemdi. Bu senin suçun değil. O insanlar bronz heykeller gibiydi. Şimdi her şey plastik. Akademisyenler bile.” Bunları söylerken gözleri yaşarırdı.
Babam için yaşamak, insanın insanca yaşamasına engel olan şeyleri göstermek, onlarla savaşmaktı. Bunun farkında olanları, iyi insanlar kabilesi gibi görürdü. Ama gruplaşmayı sevmezdi. TİP’in bir toplantısına gidip de “Alafranga mı, alaturka tuvalet mi?” diye tartışıldığını görür görmez “Hadi bana eyvallah” deyip tüymüş. Hep tek başına yaşadı, çalıştı, yazdı ama uzaktan uzağa akıllı adamları, iyi yazarları izlerdi.
Kendisine kitaplardan, iyi filmlerden, belgesellerden, şiirden bir dünya yarattı. Her saniyesi büyük fikirlerin içinde geçiyordu. Ama bu dışlayıcı, seçkin bir yerde durma arayışı değildi. Mahler dinlerken tavuk suyuna çorba yapardı. Karpuz keserdi. Çoraplarını yıkardı. Sade zevklerini hep korudu. Yoksulluktan geldiğini hiç unutmadı. “İnsan hâlâ eksik bir insan” derdi. Bir insanın ortada bu gerçek dururken başka işlerle uğraşmasını anlamıyordu. Ama iyi marangozlara, araba tamircilerine, balıkçılara hayranlıkla bakardı.

Babamdan ağlamayı öğrendim
Bir filmde, güzel bir sözde, asil bir jestte, hemen çocuk gibi tatlı tatlı ağlar, çocukken kırdığı ve kemikleri yanlış kaynayan sağ eliyle gözyaşlarını silerdi. Onu böyle gördüğümde benim de gözlerim dolardı. Zamanla, o yokken de, onun ağlayacağı yerlerde ben ağlamaya başladım. Uyuşturan koşuşturmada insanlığımı hatırladığım bu anları ona borçluyum.
Babam konforu hiç sevmedi. Kendine hep olur olmaz işler çıkarırdı. Bodrum’daki evin duvarını yıkar, yeniden yapar. Kargıları keser. Teknenin eve getirdiği motorunu yağlar, çalıştırır. Sürekli çalışma ve kavga hali onu ayakta tutardı. Sabırlıydı. Çevirilerini kaç yılda yapacağını planlarken, “İki hafta çevirsem, üç gün karımla kavga etsem, bir gün hasta olsam” diye kalem kalem hesaplardı. Bir gün bana “Ben çok zeki değilim. Benim kadar şu duvarlar çalışsa onlar bile adam olurdu” dedi. Tabii ki zekiydi.
Asla acele etmezdi. Sabaha ders koydurmazdı. Öğlen saatlerinde başlardı. Mülkiye’de bazen eve gelip “Ünsal Hoca, ders başladı” diye sokaktan bağırırlarmış. Gelenleri azarlayıp geri gönderirmiş. Kendisini çeviri ve yazıları dışında sıkıntıya sokmazdı. Bir kez bile birinin önünde eğilmedi. Bilgisiyle, kendine güveniyle dimdikti.

Mobiletle Bodrum’a
Çocukluk hikâyelerim bitmez. İlkokulda, ortaokulda sınıf birincisi olmak istememe kızardı. Çok çalışırsam dudak bükerdi, endişeyle bakardı. “Dördüncü, beşinciyi geçme” derdi.
Sokakta çocuklarla oynamanın her şeyden önemli olduğunu öğretti. Beni kovalar “Çık sokağa, oyna” derdi. Asla belli bir saatte eve dön demedi. Herkesin yapabileceği şeyleri yapmamı istedi. Çakı, çelik çomak, uçurtma, balık tutmak...
Babam bana hayatı bir macera gibi yaşamayı ve hiçbir şeyden korkmamayı öğretti. Ben ilkokul 2’nci sınıftayken satın aldığı mobiletle annemden gizlice İzmir’den Bodrum’a gitmeye karar verdik. Kışın ortasında. Haftalar öncesinden özel gocuklu kıyafetler hazırladı. Mobileti trenle Ankara’dan İzmir’e taşıdık. İzmir’den yola koyulduk. Söke’ye ulaştığımızda tir tir titriyordum, vücudumu ateş basmıştı. Bodrum’a ulaştığımızda kızılcık denilen ağır bir hastalığa yakalandım. Tüm vücudumu su kabarcıkları kapladı. Annem beni gördüğünde kriz geçiriyordu. Babam hep bu sayede maceracı ve korkusuz biri olduğumu anlatırdı. İki hafta yattım ama hayatımın en güzel anılarından biriydi.

Vosvosta Guns N’Roses
Ergenlik çağımda, babamın vosvosuyla Bodrum’daydık. Ben de o zamanlar rock müziğe merak salmış, arabada sürekli Guns N’Roses dinliyordum. ‘Welcome to the Jungle’ diye elektrogitar ağırlıklı hızlı bir şarkıyı birkaç kez üst üste çaldığımda birdenbire kasedi teypten çıkardı. Hızını alamayıp torpido gözündeki diğer kasetlerimi de aldı, “Yeter yav yeter!” deyip hepsini camdan dışarı fırlattı! Bir dakika sonra o mahcup sesiyle, “Çok özür dilerim. Seni çok seviyorum. Neydi o kasetler, yenisini alalım” dedi. Babam beni gülmekten öldürürdü. Ona hiç kızmadım, dargın kalmadım.
Yaz tatilinin denizden çıkar çıkmaz duş yapıp terlik giymek olmadığını, manzaranın tadını çıkararak çardaktan bahçeye çiş yapmak olduğunu öğretti. Denize girdikten sonra tuzlu kalmayı, kumun üzerine yatmayı... Babamın develerle toprak getirerek elleriyle inşa ettiği yazlığında yılanlar, kelebekler, kurbağalar, kaplumbağalarla büyüdüm. Ondan doğanın masalsılığını öğrendim.
Bir gün çocukken, ‘Indiana Jones’ filmini seyrediyorduk. Harrison Ford’un, karşısında saniyelerce kılıçla şık hareketler yapan korkutucu bir doğuluyu eli cebinde izleyip, adamın ritüeli bitince tabancasıyla tak diye vurduğu bir sahne vardır. Ben bu sahneye çok güldüm. Ama o, sahnenin alt metninin Batı’nın Doğu’yu küçümsemesi olduğunu söyledi, bana bozuldu. “Baba sen de her şeye böyle çılgınca şeyler yakıştırıyorsun. Bir ağız tadıyla film seyredemedik!” diye çıkıştım. “İlerde anlarsın” dedi.
Babam kökünü hiç unutmadı. O bir Marksistti. Ama Atatürk’e de laf söyletmezdi. “Hiç kimse kendi tarihinden kaçamaz. Benim babam onun sayesinde matematik öğretmeni oldu. Babamın mektupla gönderdiği aritmetik çözümleriyle matematik öğrendim. Adam oldum. O başka bir şeydi” derdi. Kişisel tarihini bile kuramla açıklardı. “Teori elimizdeki fenerdir” derdi.
Okuduğum her şeyin altını çizmeyi öğretti. Elimde kalem olmadan gazete bile okuyamam.
Her şeyi, herkesin anlayacağı gibi söylerdi. Karmaşık, şık ifadelerle yazılmış fikir yazılarından nefret ederdi. “En büyük faşist bunlar” derdi. Seçkinci entelektüellerden uzak dururdu.
Ağır akan, zorlama sanat filmlerinden hoşlanmazdı. Hemen dudak büker, birkaç dakika sonra horul horul uyumaya başlardı. Uyanınca da yönetmene “Ananı eşekler kovalasın” diye bağırırdı. Bilginin fetişleştirilmesine kızardı.
Babam bana Amerika’da Jean-Jacques Rousseau’yu çocuklarını terk eden sorunlu bir adam olarak tanıtan okulumun efsanevi hocalarından birinin ‘hıyar’ olduğunu öğretti. Entelektüelin iyisinin, yenilginin ne olduğunu bilen toplumlardan çıkacağını da... Ben de zaman içinde o, Murat Belge, Mete Tunçay gibilerini, Amerika’da pek göremeyeceğimizi anladım.

Babamın tatlı vedası
Canının istediği gibi pilav yiyemeyeceği, sigara içemeyeceği, motosiklet kullanamayacağı bir hayat fikrine onu ikna etmek için yıllarca didindik. İnsanın kendi istediği gibi yaşayamaması fikrini aklı almıyordu. Tuzlu bademden bile vazgeçmedi.
Okumayı son güne kadar bırakmadı. İnsanların neler yaşadıklarına, buraya nasıl geldiklerine merakı hiç dinmedi. Yıllarca tek bir tabak üzerine desen işleyen Japon gravürcülerin ne kadar bastırılmış bir hayat yaşadıklarına da ağladı; bir savaştan diğerine gidip helak olmuş Mehmet dedesine de.
Aşkın, çapkınlığın olmadığı bir hayatın hayat olamayacağını öğretti. Bugün eski dostlarından Mülkiye’deki çapkınlıklarını dinliyorum, katıla katıla gülerek. Babam 70 yaşında da benden daha çapkındı.
Ama bana akademisyen çocuğu olarak da kızların gözüne girilebileceğini gösterdi! Babama hayran güzel kızlarla tanıştığımda en yakın arkadaşımın “Oğlum, fabrikatör çocuğunu anlarım da akademisyen çocuğu olduğu için kız tavlayan bir seni gördüm. Ünsal Hoca hakikaten büyük adam!” dediğini hatırlarım.

Kıkır kıkır gülüp Don Kişot okurdu
Son günlerinde fiziksel gücünü yitirse de, zekâsı zehir gibiydi. Bu yüzden ona asla bir şey olmayacağını düşünüyordum. En kötü zamanında bile durmadan okuyordu. Bir gece, bahçesinde ben derginin düzeltmelerini yaparken, yanımda yeniden Don Kişot okuyup, kıkır kıkır çocuk gibi gülüyordu. Hayatımın en güzel anlarından biriydi. Sesi kulağımda. O kadar tatlıydı ki.
Tesellim, ailemin ‘üşütük’ tiplerden oluşması. Bunda babamın payı var. Ablalarım Defne ve Dalya ile Alper ve İrina bana hep onu hatırlatacak. Ben, dayım gibi gazeteci oldum. Dayımın kızı Yasemin babamı çok severdi. Geçen yıl, New York’ta sosyoloji okumaya karar verdi.
Babam bana biraz da deli olmayı öğretti. Mesela mezarlık ziyaretine gecenin köründe de gidilebileceğini... Geçen gün, geç de kalsak elimizde bir çakmakla babamın mezarını şıp diye bulduk. Kuralların hiçbir anlamı olmayabileceğini, onlardan kurtulmanın ne kadar kolay olduğunu gösterdi. Niye gidilmesin karanlıkta mezarlığa? Babamın hatırası kaderimde bana nasıl bir oyun oynayacak bilemiyorum. Ama onun istemeyeceği bir şeyi asla yapmayacağımı biliyorum. Pek çok oğul gibi babam benim kahramanımdı.
Onun da kahramanları vardı. 1984’te, Paris seyahati sırasında, Walter Benjamin’in evinde zincirin üzerinden atlayıp Benjamin’in çalışma masasına oturmuş, kâğıtlara dokunarak, koklayarak hüngür hüngür ağlamaya başlamış. Polis babamı gözaltına almış, arkadaşlarını aramış. “Burada uslu, efendi bir adam var ama sanırız akıl hastası” demişler. Arkadaşları, babamın ülkesinin önemli akademisyenlerinden biri ve Benjamin’i Türkçe’ye çeviren adam olduğunu anlatıp onu serbest bıraktırmışlar. İnsanın hâlâ eksik bir insan olduğunu hatırlatanlar dışında hiçbir şeye bu kadar tutkuyla bağlanmadı. Onun tanrıları Marx’tı, Walter Benjamin’di, Adorno’ydu.
Eğer gerçekten bir tanrı varsa, ondan tek bir isteğim var. Babamı Melville’in, Cervantes’in, Ece Ayhan’ın, Âşık Veysel’in, Baudelaire’in, Walter Benjamin’in yanına götür. Babamın başını okşasınlar. Ona sarılsınlar...
Alıntı ile Cevapla
ar_de_ kullanıcısına teşekkür edenler
AnnE (29-10-2009), buena vista (27-10-2009), Master (27-10-2009), meraklı (27-10-2009), neron (28-10-2009)
  #517  
Eski 28-10-2009, 07:18
Master - ait Avatar
Master Master bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kalamış
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 6.503/2290
5427 Mesaj ına 23007 Kere teşekkür edildi
Post .....

Yılmaz ÖZDİL
yozdil@hurriyet.com.tr



Dursun Çiçek sınır dışı edilsin


Yaş mı?

Kuru mu?

Gayet net aslında...


*

PKK’lılar memlekete “faydalı”ysa, Türk Silahlı Kuvvetleri memlekete “zararlı”dır.

*

PKK’lılar törenle getiriliyorsa, havayi fişek atılıyorsa... Genelkurmay’ın komple Kandil’e gönderilmesi, ailelerinin de Mahmur’a yerleştirilmesi lazım.

*

“Pişman değilim” diyenlere “Pişmansın, pişmansın, farkında değilsin” diyorsak... “Hukuka, demokrasiye saygılıyım” diyene “Yalan söylüyorsun” demekten
doğal ne olabilir?

*

Silah kullanarak rejimi değiştirmek isteyene “Değişti artık, bıraktı silahını” diyorsan... Adını Silahsız Kuvvetler olarak değiştirmeyenin, rejimi değiştirmek istediğini öne süreceksin tabii.

*

Ankara’nın göbeğinde PKK bayrağı açmak serbest, şehitlikte basın açıklaması yapmak yasaksa... Ermenistan’la kanka olup, Azerbaycan’la küsüyorsan... Öcalan’ı affedelim derken, hayatında eline silah almamış profesörleri terörist ilan ediyorsan... Daha dün “Muhsin Yazıcıoğlu’nun helikopterini NTV’den telefonla arayarak düşürdüler” diyen gazetenin ıslak imza haberini, en başta NTV, askeri savcılık soruşturmasını beklemeden, “Doğru haber” diye veriyorsa... “Belge varsa, verin gereğini yapayım” diyen Genelkurmay Başkanı’na “Olsa, dükkân senin” denip, söz konusu belge basına servis ediliyor ve sonra da “Genelkurmay Başkanı cevap ver, hani belge yoktu?” deniyorsa... Bir taraftan “Bakan’ın sözleri kişiseldir, hükümeti bağlamaz” denilirken, diğer taraftan “Albay’ın yaptığı bütün TSK’yı bağlar” deniliyorsa... Bazılarına taaa sınır kapısında seyyar mahkeme kurulup, bazılarına mahkemeye bile çıkarmadan yargısız infaz yapılıyorsa... Daha neyini merak ediyorsun, yaşın kurunun?

*

Milli Güvenlik Kurulu’nda 40 yıldır iki tehdit var; biri irtica, biri bölücülük diyorsan... Anayasa Mahkemesi, birini “laiklik karşıtı fiillerin odağı” ilan edip, öbürünü “bölücülük”ten yargılıyorsa... İkisi can ciğerse... Öbür ikisinin antidemokrat-ırkçı olduğunu iddia ediyorsan...

*

Gayet nettir durum.

PKK’lılar memlekete “faydalı”ysa, Türk Silahlı Kuvvetleri memlekete “zararlı”dır.
__________________
''Gelişmekte olan bir ülke enflasyonu düşürebilir.. Yolsuzlukları azaltabilir.. Bütçelerde kısıntıya gidebilir.. Özelleştirme yapabilir..Ama yine de zenginleşemeyebilir! Çünkü bilgi değil,yalnızca mal üretiyordur." Juan Enriquez
Alıntı ile Cevapla
Master kullanıcısına teşekkür edenler
ar_de_ (29-10-2009), buena vista (28-10-2009), coser (28-10-2009), neron (28-10-2009)
  #518  
Eski 28-10-2009, 07:58
AnnE - ait Avatar
AnnE AnnE bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Suriçi
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 606/518
314 Mesaj ına 5527 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Necati Doğru
Yazara ulaşmak için : ndogru@gazetevatan.com



Dostum her seferinde haklı çıkıyor. Demişti ki; bizim Başbakan’a yazık, her saat başı, her mekânda, her konuda konuşuyor. Böyle yapacağına iyi bir rejisöre “sabah konuşmaları, öğle konuşmaları, akşam konuşmaları ve cumartesi-pazar konuşmaları ile bir de bayram konuşmaları” adı altında; irticacı dindar Saidi Nursi’den, diyalektik materyalist Nâzım Hikmet’e kadar uzanan mozaiği çok geniş dolgu malzemeli ve orijinal klipli kasetler çektirsin.

Verilsin borazancı TRT’ye...

Ve yandaş çıkarcı TV’lere...

Sabah, öğle, akşam, cumartesi, pazar, bayram günlerini de boş geçirmeyecek şekilde bant yayın yapılsın. Başbakan’ı, aynı lafları evirip çevirip sürekli konuşma eziyetinden ve halkı da “tek tarflı, hep kendine yontan kirletilmiş bilgilerle yüklü propaganda zulmünden” kurtaralım.



***


Başbakan, acayip bir arzuyla, iştahla, içten tahrikle karada, denizde, havada, sünnet düğününde, nikâh töreninde, Rize’de denize taka indirirken, Amasya’da duble yolun yıpranmış asfaltına yama dökülürken hemen her yerde konuşuyor. Bu kez de halk kriz altında inler, fabrikalar kapanır, işsizlik alev olup Türkiye’yi yakarken yasalara, kurallara ve siyasi ahlaka aykırı olarak, aldırdığı üçüncü uçağıyla Pakistan’dan İran’a uçarken yanında beraber götürdüğü gazetecilere; benim bu köşede pazartesi günü yayınladığım “özür yazısını” işaret ederek, “Bazı köşe yazarları yanılmışız demeye başladılar” dedi.

Çok sevindiler.

Bayram yapmaktalar.

Ancak şunu unutuyorlar: Biz sadece “doğruları” yazar, “doğruları” savunuruz. Belgenin sahte değil gerçek çıkması doğruysa “yanıldığımız da” bir doğru olduğu için onu da yazarız. Biz “doğruları söylediği için” Serez Çarşısı’nda sabah vakti yağmur çiselerken padişahın celladı idam ipini boynuna geçirdiği vakit;

“Madem ki, bu kerre mağlubuz

Netsek, neylesek zait

Madem ki fetva bize ait

Verin ki basak bağrına mührümüzü” diyen “Varidat” yazarı Şeyh Bedrettin’in soyundan gelmeyiz.


***


Çizgimizden de dönmeyiz.

Darbecileri savunmayız.

Ucuz kurnazlıklarla demokrasiyi istismar eden sivilin de pis dümen suyuna girmeyiz. Savunulacak bir demokratik çabanızı ve sivil erdeminizi 7 yıl geçti henüz görmedik, göremedik. Ordu içinde darbe yapma, darbe ortamı yaratma niyeti, amacı, isteği olanları kesinlikle onaylamayız ancak darbe ortamı yaratmak isteyenleri sizlerin hangi siyasi fırsatçılık (oportünizm) ve sivil iki yüzlülükle teşvik ettiğinizi de görmezden gelmeyiz, gelemeyiz.

Dini istismar edersiniz.

Yoksulluğu kullanırsınız.

Kömür, fasulye, nohut, mobilya, beyaz eşya dağıtımını oy satın almak için araç yapıp, ülkeyi Nakşibendiler, Nurcular, Fethullahçılar türü say say bitmez tarikat bataklığına ve cemaat çıkarcılığına çekmek pahasına oylarınızı da artırırsınız. Anayasa Mahkemesi, 11 üyesinden 10’unun katılmasıyla sizin partinizin “laiklik karşıtı odak haline geldiği” hükmüne varır da siz halktan “özür dileme” erdemini göstermezseniz birileri de kendilerinde “irtica ile mücadele planı yapma” hakkını görür.

Ben onaylamam.

Ama bazıları görür.

Darbeci varsa!

Tahrik eden de sizsiniz.

Uçurum uçurumu çağırır.

Seçimle gelenler demokrasinin, hukukun, adaletin, dürüstlüğün, doğruluğun ve ahlakın ırzına geçmemeli. Bizim altına mühür bastığımız metin budur ve “yanıldığımızı kabul etmemiz” Şeyh Bedrettin mirasıdır.

Sizde bunu anlayacak ruh yok.

Olsaydı görürdük!
Alıntı ile Cevapla
AnnE kullanıcısına teşekkür edenler
ar_de_ (29-10-2009), buena vista (28-10-2009), neron (28-10-2009)
  #519  
Eski 28-10-2009, 14:57
LAZIO LAZIO bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Jan 2009
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 111/62
83 Mesaj ına 243 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

27 Ekim 2009

Yalçın DOĞAN





Yüz yıllık gelenek yıkılıyor


BURASI Türkiye. Burada her an, her şey mümkün. Onun için dikkatli olmak gerek.


“Belgenin orijinali savcının elinde”, diye haberler yayınlanıyorsa bile, yoğurdu yine de üfleyerek yemek gerek.


Belge, hani şu Genelkurmay'da hazırlandığı öne sürülen “AKP ve Gülen'i Bitirme Planı” başlığı ile kamu oyuna mal olan belge. Uzun başlıklara gerek yok, kısaca darbe hazırlığı demek yetiyor.


Geçen Haziran buna ilişkin tartışmalarla geçiyor. Var mı, yok mu? O tarihte noktayı Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ koyuyor:


“Böyle bir plan yoktur, bu bir kağıt parçasıdır”.


Ortalığı birbirine katan tartışmalar kesiliyor, herkes öyle bir haber yokmuş gibi davranıyor.


Ne var ki, o fasıl şimdi dramatik biçimde yeniden açılıyor. Belgenin orijinalini Genelkurmay'da görevli bir subay savcılığa gönderiyor.

BAŞBUĞ'A SORULAR

Yoğurdu üfleyerek yemek gerek ya, eğer belge gerçekten orijinal ise, yani doğru ise, sonuçlarına adı geçen herkesin katlanması gerek.


Bazı hukukçulara göre, belge belge olarak kalıyor ve eyleme geçilmiyor, o zaman mesele yok. Yani, haberleri unutalım ve üstüne yatalım.


O kadar basit mi?


Böyle bir plan, sıradan bir tatbikat, manevra, sıradan bir zihin jimnastiği olamayacağana göre, eyleme geçip geçmemek bu saatten sonra artık ikinci planda.


İki gündür karşılaştığım herkes bu konuyu konuşuyor ve herkes Orgeneral Başbuğ'a şu soruları sormak istiyor:


-Sayın Başbuğ, olay ortaya çıktığında, siz “bu bir kağıt parçasıdır” dediniz, hala o düşüncede misiniz?


-Belgenin orijinali ortaya çıktığı varsayımı ile;


a- Kişi olarak siz ne yapmayı düşünüyorsunuz?


b- Karargah olarak hangi kararları almayı planlıyorsunuz?


c- Adı geçenler hakkında ne gibi işleme başvurmayı düşünüyorsunuz?


d- Son bir yıl içinde orduyu güç durumda bırakan çeşitli iddialar ortaya atılıyor, Dağlıca baskını gibi. Bunların hepsini, “bunlar orduyu yıpratma planları” diyerek geçiştirdiniz mi, yoksa onların araştırılması için emir verdiniz mi? Verdiyseniz, hangi sonuçlara vardınız?


Hepsi hayati sorular.

AKIL NEREDE

Şu ne yazık ki, bir gerçek, orduyu dışarıdan birileri değil, ordunun kendi içinden birileri orduyu yıpratıyor. Gerekli emirleri vermeyerek, emrin gereğini yerine getirmeyerek ya da kendi görev alanını aşarak.


Son belge, yıpranmanın son hali.


Yine de, herkesin anlamakta hala güçlük çektiği bir soru var:


Darbelerin çoktan tarihe karışmasını isteyen halkın ezici çoğunluğuna rağmen, ordu içinde birileri hala nasıl oluyor da, bu gibi planlar hazırlama cesareti gösterebiliyor?


Belge gerçekten orijinal ise, böyle bir hazırlığın mantığı ne, nerede akıl? Bu nasıl olabiliyor?


Bu acıklı serüven çok önemli tarihsel bir kapıyı aralıyor.


Ordu bundan sonra kesinlikle siyasetin dışında kalacak. İttihat ve Terakki ile yerleşen yüz yıllık gelenek artık yok olma menzilinde.


Tersi artık mümkün değil.


Bu demokrasinin başarısı. Ama, kişilere göre değişen keyfi uygulamaların değil, siyasal çıkar hesaplarını geride bırakan şeffaf bir demokrasinin.


“Dediğim dedik” çağımızda bir noktaya kadar. Sonra hüsran. Bugün oraya, yarın başkalarına.
Alıntı ile Cevapla
LAZIO kullanıcısına teşekkür edenler
buena vista (30-10-2009), dentist (28-10-2009)
  #520  
Eski 30-10-2009, 10:38
neron - ait Avatar
neron neron bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 139/3021
68 Mesaj ına 527 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Yine yeni yeniden, Bağımsızgündem' de

http://www.bagimsizgundem.com/kiymet...dar-surer.html

Kıymet Nadir Bindebir

Domuz gribi paniği neden 11 Kasım’a kadar sürer

Temmuz 1981: Amerikalıların oğlanı (‘Our boys’), Kenan Evren “İlkokul, ortaokul ve liselere mecburi din dersi konulacak” dedi, konuldu.

...
Haziran 1983: İmam Hatip mezunlarının üniversitelerin bütün bölümlerine alınmalarını sağlayan yasa değişikliği yapıldı. Evren döneminde 40 İmam Hatip lisesi daha açıldı.

...
26 yıl sonra, Nisan 2009’da Orgeneral Başbuğ, “TSK hiçbir dönemde dine karşı olmamıştır” dediğinde, 20 Nisan yazısıyla Başbuğ’a yol haritasını Serdar Turgut çizdi: “TSK cemaatle diyaloga girmelidir.”

...
13 Mayıs 2009: Recep Bey “İslamofobi suçtur” dedi.

...
16 Haziran 2009: Anayasa Mahkemesince irticai faaliyetlerin odağı olduğu tescillenen ve çoğu yöneticisi evrakta sahtekarlık, kalpazanlık, nitelikli dolandırıcılık, ihaleye fesat karıştırmak gibi suçlardan da sabıkalı AKP, Genelkurmay’da hazırlandığı iddia edilen ''İrticayla Mücadele Eylem Planı'' başlıklı belgeyle ilgili suç duyurusunda bulundu.

...
Aslı bir türlü bulunamayan o fotokopi kağıtla birlikte irticayla mücade suç kapsamına sokuldu. Esasen irticayla mücadele, TSK’nın İç Hizmet Yasası gereği görevi olduğuna göre, artık ‘suç’ olan TSK’nın görevinin bir bölümüydü.

...
İslami tarikatları dini oluşum sanıp, kapitalizm ve emperyalizme sundukları hizmetleri-köleleri gözardı ede ede, tarikatların sistemin kılcal damarlarına kadar yerleşmesine göz yuma yuma geldik


27 Ekim 2009’a:
-İrticayla mücadele planının orijinali buluna buluna hâl olundu. İhbarı yapan subay Savcılığa adını vermeyi unuttu. Mutad olduğu üzere belge savcılıktan önce ABD beslemesi gazetelere servis edildi.

...
-AKP’nin fren-balata yakarak durdurduğu terörist açılımına destek verenler, Genelkurmay Başkanının istifa etmesi gerektiğini, rütbelerinin sökülerek er rütbesine indirilmesi, görevden tart edilmesi gerektiğini yazmaya başladılar. İntihar tavsiye eden densiz de oldu.

...
-Domuz gribi bahanesiyle kitlesel hipnoza sokulan Türkiye’de, tüm okullar bir hafta tatil edildi. Domuz gribinden öldüğü iddia edilen tek kişinin eşi; “Kocam başka hastalarla birlikte 3 kişilik odada yattı. Bize maske falan verilmedi.” dedi.

...
-AKP’nin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Sırbistan’a gitti. Sancak ve Voyvodina Özerk Bölgelerine ziyarette bulundu. Osmanlı’nın büyük toprak kaybettiği, gerileme döneminin başlangıcı Karlofça Anlaşması’nın imzalandığı Barış Şapeli’ni ziyaret etti.

...
-DTP’li Ahmet Türk, Mahmur ve Kandil’den gelen Barış Grubunun, bundan sonra Türkiye Barış Meclisi içinde çalışacaklarını duyurdu (Adamlar gölge kabine-meclis kuruyor, CHP, MHP uyumayınız).

...
-Açılım destekçileri İstanbul’da Barış Yürüyüşü organize ettiler.

...


Bu beraber ve solo barış (!) şarkılarının hepsi, aynı gün, Cumhuriyet Bayramı’ndan iki gün önce söylendi.


Aynı gün, barış kelimesinin aynı mahfiller tarafından çok yönlü tedavüle sokulması, bendenize bir tür savaşın eşiğinde olduğumuzu da düşündürtüyor. Ortama güvensizliğime, skeptik kişiliğime veriniz.





Erol Manisalı diyor ki; “Sömürgeciler Atatürk’ü hiç sevmediler ve sevmiyorlar. Bundan dolayı Atatürk'ü yargılıyorlar, yermek istiyorlar. Yeniden o kaosa, Sevr'i kabul ettirdikleri Osmanlı'ya dönmek istiyorlar.

Çağdaş değerler, çağdaş hukuk düzeni ve toplumsal haklar yerine siyasal İslamın egemen olduğu bir cemaat düzensizliği istiyorlar bu coğrafyada. Cemaatin başına bir kukla yerleştirip, onu yönetmek niyetindeler…”

...

Şimdi, 29 Ekim’den önce AKP hükümetinden halka bir uyarı daha bekliyorum: “Kalabalık yerlerde bulunmayın. Virüs yayılıyor.”


Bana göre yayılan irtica-emperyalizm virüsüdür, irticacıya göre yayılan ulusal bilinç virüsü.



Okullar kapatıldı, 29 Ekim kutlamaları coşkusu çocuklara yaşatılmayacak.



Okulların tatili 10 Kasım’a kadar uzatılıp, Atatürk’ü anma törenleri de engellenebilir.


Ve 11 Kasım sabahından itibaren domuz gribi paniği sona erer. Sağlık Bakanı çıkar “Şeftaliyi şitil ettim, ben halkımı fitil ettim ama korkulacak birşey yok” der, geçer gider.



Atatürk’ü yargılayan Batı, ne Cumhuriyet Bayramımızı kutlamaya izin verecek ve ne de 10 Kasım’da Atatürk’ü anmamıza.



Gazilerin fırlattığı protez bacaklar, iade ettiği madalyalar, evladını vatan savunmasında kaybetmiş annelerin çığlığı Terörist Açılımı’nı durdurdu. Halkın yapacağı 29 Ekim kutlamaları, 10 Kasım anma törenleri de, Cumhuriyet düşmanlarına ayağını denk alması gerektiğini hatırlatabilir.





Dâr-ül İslamla yoğurt arasındaki farkın, yoğurttaki ‘yaşayan kültür’ olduğunu hatırlatır, laik Cumhuriyet sevdalılarının Cumhuriyet Bayramını kutlarım.


Hâssu'1-hâs (seçkinler seçkini) Recep Bey’in post-iti:
8 Zilkade 1430: Üniversitelerde açlıktan bayılmak yasaklansın.

kiymetnadirbindebir@gmail.com
Alıntı ile Cevapla
neron kullanıcısına teşekkür edenler
ar_de_ (30-10-2009), coser (30-10-2009), Gozlemci (02-11-2009), janus (30-10-2009), Master (30-10-2009), meraklı (30-10-2009)
Cevapla


Konuyu Toplam 1 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş arama yap
Modları Göster

Yetkileriniz
Yeni konu açabilirsinizdeğil
Yanıt gönderebilirsiniz değil
Eklenti gönderebilirsiniz değil
Mesaj düzenleyebilirsiniz değil

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Kapalı
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 21:33 .


Telif Hakları vBulletin v3.5.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
Tercüme ve Tasarım : Arka & Bahce