Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Ser'den, Sera'dan. - Sayfa 31 - Arka BahÇe Forumu
Arka BahÇe Forumu  

Geri Dön   Arka BahÇe Forumu > Bahçıvanlar > Sera
Kullanıcı ismi
Şifreniz
Kayıt ol SSS Üye Listesi Takvim Arama Bugünkü Mesajlar Bütün Forumları okunmuş kabul et


Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Ser'den, Sera'dan.
Konudaki Cevap Sayısı
387
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
207798

Cevapla
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara Modları Göster
  #301  
Eski 30-10-2012, 00:38
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı 29 Ekim

Şu kadar yaş yaşadım; eylemlerde, gösterilerde, toplantılarda hiç işim olmadı desem yalan söylemiş sayılmam. Eksiklik de duymadım, katılmadım diye ancak kan çıkarmadan ya da bokunu çıkarmadan eylem yapan kim olursa olsun hep takdir ettim, cesaretlerine, sabırlarına saygı duydum.

Ortaokul sondayken, birgün liseli abiler okulu boykot ettiklerini söylemişlerdi, boykotun kelime anlamını bilmiyordum ama anlamıştım o gün derslere girilmeyeceğini.

Bizim kafadan olanları toplayıp yürütmüşlerdi, çarşının bir ucundan diğer ucuna kadar. Bağırıp, çağırıp sloganlar atarak yürüyüşümüzü aynı güzergâhtan geri döndürdüğümüzde ne olduğunu anlamadan bir taş savaşı içinde bulmuştum (bulmuştuk) kendimi (kendimizi.)

Doğrudan üstümüze gelen taşları havada iken görmek için gözümüzü dört açıyor, parke taşlara çarpıp iyice hız alan taşlardan kendimizi deli gibi sağa sola atarak korumaya çalışıyorduk.

Diğer yandan bizler de taşların geldiği yerlere, evlere, dükkânlara, kahvelere taş atıyorduk.

Arada şangırrr diye sesler duyuluyor, bir yerlerin camları aşağı iniyordu.

Ne polis, ne jandarma vardı görünürde.

Hiç bitmeyecek sanmıştım, bu iki karşıt gurubun taş savaşının sonu olacak mıydı, acaba.

Bazı arkadaşlarımızla bazı abilerimizin yaraları vardı; bir iki kişinin yüzü gözü kan içindeydi, kafalarını tutuyorlardı, kuytu yerlere çömelmişlerdi; biri bacağını tutmuş, ovunurken uğunuyordu.

Grup toparlanmış ve "ka nı mız ak sa da za fer is la mın" diye bir süre bağırdıktan sonra yeniden taşlaşmaya devam etmiştik.

Benim şansım yaver gitmiş etkisi olmayan birkaç taş çarpmasıyla bu kavgadan sıyırmıştım.

Ancak halen daha pişman olduğum bir şey yapmıştım; elimin içine çok iyi oturan bir sal taşı, hedef gözeterek (çok çok sonraları bir araya gelip, ekmek yemek yiyip, rakı içtiğim) birine fırlatmıştım.

Taş elimden çıktığında hedefi bulacağını hissetmişim demek ki, aynı zamanda "ula ula ula ulaaaa" diye bağırıp, o günkü rakibimi, düşmanımı uyarmıştım ama olan olmuş, anlının ortasına yiyeceği taşı "ulalarım" üzerine sola döndüğü için sağ kaşının bitimine yemişti.

Sonra...

Sonrası bilinen şeyler...

Darbe oldu da birbirlerimizi taşlamaktan, sopalamaktan, bıçaklamaktan ve kurşunlamaktan kurtulduk...


***

Valilik kızmış, yasadışı saymış, yasaklamış...

İşte aradan geçen şu kadar sene sonra ben de kendimce valiye kızmışım, yasaklamayı yasa dışı saymışım ve hiç hesapta yokken, yalama malama da olsam yürümeyi kafama koymuşum.

Heyecanlıyım.

Bu yürüme, ömrü hayatımın ikinci yürüyüşü olacaktı.

Ne olursa olsun elime taş maş almayacaktım.

Biber gazı veya tazyikli su darbesine karşı da psikolojik olarak kendimi hazırlamıştım. Ancak gözaltına alınma gibi şeylerden olabildiğince uzak duracaktım, devir kötü, o yüzden en iyi spor ayakkabımı giymeyi planlamıştım.

Kahvaltımı sağlam yaptım. Zorladım kendimi, yağlı ballı şeylere ağırlık verdim ki, enerji versin.

Kızım üniversite öğrencisi... Şimdiye kadar hep uyarmışım, eylemlerden sakındırmışım, yumurta atılma ihtimali olan konferanslardan bile uzak tutmuşum. Ben bir şey demem, "sen de gel" diye bir teklif götürmem. Kendisi gelse bile yine aynı tavrımı takınırım. (Zaten öyle kıstırıp pıstırmışım ki, tam bir tırsak olmuş.)

Geleceği yok ama benim bu yürüyüşe katılmamı istiyor.

Eşim gelse iyi olur ama ne olur ne olmaz, başımıza bir şey gelirse, dışarıdan lojistik destek sağlayanımız olsun diye onun da gelmesini istemiyorum. Israr etsem gelecek gibi duruyor. Etmiyorum.

Kaynanama dönüyorum, önce yarım ağız, sonra çok açık bir biçimde teklif ediyorum:

"Gel birlikte gidelim, Anne. Ağır ağır yürürüz. Yorulduğumuz yerde bırakırız. Ola ki copla mopla karşılaşırsak senin mantolu, eşarplı oluşun yüzü suyu hürmetine yara bere almadan sıyırırız. Gözaltı mözaltı gibi şeyler olursa da yavrum biz sizdeniz, tayipciyiz gibi bir şeyler söylersen gene yırtarız. Ha, ne dersin?"

"Yok olum yok. Daha ben namazımı kılmadım. Bu sabah namaza kalkamadım, kahvaltıdan sonra kuşluk kılacam. Sen git."

-LXIII-
Alıntı ile Cevapla
Emin kullanıcısına teşekkür edenler
account (30-10-2012), AnnE (30-10-2012), ar_de_ (30-10-2012), bikmisbroker (20-11-2012), buena vista (30-10-2012), dentist (30-10-2012), Master (30-10-2012), neron (30-10-2012)
  #302  
Eski 26-11-2012, 22:05
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Otu çek, köküne bak.

Oldum olası hayatı anlamakta zorluk çekmişimdir.

Sadece hayatı mı, kendimi bile tam olarak anlayabilmiş değilim.

Geldik, gidiyoruz.

Belki de annemin dediği gibi: "ot geldik, palak gidiyoruz." (Palak: Kuru ot.)

Hayatı ve kendini anlamamış olan ben, nerde kaldı ki başkasını anlasın.

Bu eksikliğime rağmen gene de hayata dair ileri geri konuşup, zaman zaman eğri büğrü de olsa bazı düşüncelerimi ileri sürmekten geri kalmıyorum, çok şükür.

Hani, genel olarak bazı kişilere bazı şeyleri yakıştırabiliriz, çok sırıtmaz veya çok sık yanılmayız. Sözgelimi bir İmam Hatip mezunu gencin evleneceği kızın örtülü olmasını istemesi şaşırtmaz kimseyi.

Laflarımı menzile çekeceğim ama 'en uygun nasıl başlayabilirimin' hesabını yaptığımdan birçok dereden su getirmeye çalışıyorum.

Geçenlerde (23 Eylül 2012) kıymetli Master, bir yazısının başına "Peki sevgili Emin..." diye başlamıştı.

Bana selam göndermiş zannettim.

Yazısındaki ilk iki cümleyi okudum, olumsuz bir şey yok.

Üçüncü cümlede hafif bir irkilmem oldu.

Dördüncüsünde durdum. "Bu sözleri benim bildiğim Master demez, dememesi gerekir," dedim.

1. Eğitim sopasıyla öyle bir vurdular ki toplumun belkemiğini kırdılar.

2. İki büklüm bir hâle getirdiler.

3. Cumhuriyetin yarattığı bu sakatlığın başlangıç noktasında ise Atatürk propagandası vardı.

4. Atatürk bu ülkeyi bir diktatör olarak yönetti.


Gerilerek yazının tamamını okuyunca o yazının Ahmet Altan'dan alıntı olduğunu anladım ve çok rahatladım.

Geçte olsa yazıyı kıçından anlamış olmanın rahatlığıyla az daha bir "ohh" çekecektim, nerdeyse.

Bazen saflık iyi olsa da çoğu zaman işe yaramıyor.

Rahatlamasına rahatladım ama bu sefer kafama "peki ama Master bunu bana niye gösteriyor" sorusu takıldı.

Aradan kaç gün geçmesine rağmen bu soruyu kaldırıp bir kenara koyamadım.

Ben de Kıymetli Master gibi yapsam ve "Peki Sevgili Master..." deyip, kenara çekilsem n'olur?

Belki gene benim kolay kolay anlayamayacağım bir yanıtla karşılaşabilirim.

Eğer Ahmet Altan hakkındaki düşüncelerimi merak etmişse, o başka.

Öncelikle, nasıl bir ailede kendini yetiştirmiş, hangi okullarda nasıl bir eğitimle şekillenmiş, hangi kitap ve ansiklopedileri hatmetmiş, nasıl bir yaşam deneyimi olmuş da şimdiki görüşlerini böyle pervasızca kaleme aldığını anlayabilmiş değilim.

Yazdıklarına ve sözlerine inanabilmeme dair bana hiç güven vermiyor.

"Atatürk’ün vazgeçmediği bir ilkesi yoktu. Söylediği her sözün tersini de söylemiş, yaptığı her şeyin tersini de yapmıştı.

Duruma göre konuşup, duruma göre davranan bir politikacıydı.

Verdiği hiçbir sözü tutmadı.

Kendisiyle birlikte yola çıkan bütün arkadaşlarını siyasetten temizledi.

Kendisine yardım etmiş olan herkesi, kendi yazdığı tarihin sayfalarından sildi.

Geride sadece kendisi kaldı."


Ben yanlış kitaplar okumuş, çarpıtılmış bilgiler edinmişim demek ki onun gibi düşünemiyorum.

Okuduğum bazı yazılarında o kadar iddialı ve köşeli çözümlemeler var ki, şaşıyor ve şaştığım için tam olarak anlayamıyorum.

Herhangi bir şeyi anlaşılır hale getiremiyorsam o şey bende sürekli şüphe üretir.

Bu adam "Allah birdir, ayran beyazdır" dese bile, altında başka bir şey olabilir diyerek acabaya yaklaşırım.

Ne bileyim, nasıl diyeyim, bir insan her şeyden önce "kadir kıymet bilmiyorsa" benim gözümde de gönlümde de önemli bir yeri olmuyor.

İşte o yüzden ağzımı bozarak konuşmak yerine "Mevlam çeşit çeşit kul yaratmış" deyip geçiyorum.
Alıntı ile Cevapla
Emin kullanıcısına teşekkür edenler
account (27-11-2012), ar_de_ (27-11-2012), buena vista (27-11-2012), detan (26-11-2012), Master (27-11-2012), neron (29-11-2012)
  #303  
Eski 26-12-2012, 02:28
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Dolana dolana

Bir insan bu kadar mı kararsız olur?

Kararsız insanları sevmem diyeceğim ama bunun aksini kim söyler ki, zaten!

Üşenmişsin müşenmişsin ama ulan neticede şu kadar sayfa kanun metni okumuşsun, öncesinde de şu kadar kelam etmişsin, ee daha neyin hesabını yapıyorsun? Yazacağın bir dilekçe! Dönem ödevi mi hazırlıyorsun?

O yine kendince uzatmaları oynuyor, kanun maddelerini okuyor, kelime kelime üzerinde düşünüyor babam düşünüyor.

(İnanın üçüncü kişi olarak onun bu durumunu anlatmaktan bezdim.)

Şikâyet dilekçesini öyle ya da böyle yazdığını varsayıyor, ardından bu dilekçeyi adliyeye nasıl götüreceğini, ne zaman götüreceğini, kime vereceğini düşünerek efkârlanıyor. Zaten bu işin ondan sonra nasıl bir seyir izleyeceğini de, sonucunu da kestiremediği için iyice içi kararıyor, şişiyordu. İçindeki şişliği indirmenin yolu sanki sigara üflemekten geçiyormuş gibi kilitlendiği her anda ona uzanıyordu.

Karşı taraf ona bir de böyle bir zarar veriyordu.

Bilgisayarına indirdiği bu 84 sayfalık Ceza Yasasını okudukça okudu ve sonunda bir maddede karar kıldı. O maddeyi bir iki kez okumuş ve masanın üzerindeki müsvedde kâğıda sonra dönüp bakmak için kanunun numarasını yazmıştı ama belki daha uygun başka maddelere rastlarım diye okumasını sürdürmüştü.

Karalama kâğıdındaki kanun maddeleri çoğalmıştı; aklına takılan, hoşuna giden-gitmeyen ne kadar şey varsa not almıştı.

Bir şikâyet dilekçesinde olması gereken; müşteki, şüpheli, suç, suç tarihi, açıklamalar, hukuki nedenler, sonuç ve istem ile varsa belgelerin eklenmesi başlıklardan "suç" tamamdı artık.

Yani onu böyle gerenleri neyle suçlayacağına karar vermişti: TCK Madde 157.

"Dolandırıcılıkla" suçlayacaktı.

Bu maddeyi aklına yatırmış, hatta maddeyi okurken yanında getirdiği fotoğraf makinesiyle kimliğinin önlü arkalı fotoğrafını çeken adamı gözünün önüne getirmişti.

"Dolandırıcılık
MADDE 157. - (1) Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası verilir."

Madde böyle diyordu ama sadece bir maddeye güvenilerek iş yapmak yeter miydi?

Ya inandırıcı olamazsa?

İspat edemezse?

Okuduğu kanundan aldığı diğer notlara da bakıyordu.

Ava giderken avlanmış olmak da vardı bu işin ucunda. Olur mu, olur!

Faraza bu dilekçeden dolayı şöyle bir durum karşısına çıkarsa ne yapardı?

"İftira
Madde 267- (1) Yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği halde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."

Ya da bu davada, suçladığı kişilerin baskın çıkması sonunda onun hakkında uydurukçuluk davası açarlarsa ne olacak hali?

"Suç uydurma
Madde 271- (1) İşlenmediğini bildiği bir suçu, yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar eden ya da işlenmeyen bir suçun delil veya emarelerini soruşturma yapılmasını sağlayacak biçimde uyduran kimseye üç yıla kadar hapis cezası verilir."

İşte Şeytan, böyle bir sürü şeyi aklına takıyordu.

Aklı böylesine karışmışken gene sigaradan medet umdu. Evin önüne çıkıp dolanmaya başladı, dumanlar eşliğinde.

Yıllar önce hoşuna giden sözleri, şiirleri, konuları yazdığı bir defteri vardı.

Defterine yazdığını, sanki karşısında biri varmış gibi ona usul usul konuşarak anlatmaya başladı:

"Ne kadar güzel demişti Can Baba!

Eğer diyordu, şikâyet eden fukaraysa ve bir zengini şikâyet etmişse sonuç alamaz. Kumda oynasın o. Avukat tutacak parası olmadığı gibi kendisi de derdini anlatamaz.

Ha zengin, garibi şikâyet etmişse mesele hemen çözülür.

Lakin iki taraf zenginse, güçlüyse; hâkimin vereceği karar başına patlamaması için bunlara "yahu ne yapıyorsunuz, hiç size yakışıyor mu, ayıptır mayıptır" bile demeden özür dileyip aradan çekilirmiş.

Ee peki, hak ne zaman yerini bulacak?

Hem davacı hem de davalı fukaraysa."

Bilgisayarın başına dönerken kitaplıktan bu defteri aradı, fazla zorlanmadan rafların birinde denk geldi.

Masaya geçmedi; çekyata oturup o şiiri buldu. Önce içinden, sonra dışından okudu kendine.


Davacı zengin, davalı yoksulsa
Zenginden yana işler yasa

Davacı yoksul, davalı zenginse
Davalıda kalır yine nizalı arsa

Davacı da davalı da zenginse davada
Özür diler çekilir aradan kadı

Davacı da davalı da yoksulsa, bak,
Sade o zaman işte yerin bulur hak

Can Yücel (13.yy Bir Çin Atasözü)

-62/k-
Alıntı ile Cevapla
Emin kullanıcısına teşekkür edenler
ar_de_ (26-12-2012), buena vista (26-12-2012), dentist (29-12-2012), Master (26-12-2012), neron (26-12-2012), PINAR (27-12-2012)
  #304  
Eski 02-01-2013, 00:17
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Ne Hiddet Ne Merhamet

27 Nisan 2012 Cuma günü şeffaf dosyaya koyduğu evraklarıyla arabasına bindi.

Bir yandan Konyaaltı'na doğru giden yolların yoğun trafiği içinde direksiyon sallarken diğer yandan sanki arabasında başka biri varmış gibi "Hele bak, tam gezilecek, tozulacak, dolanılacak bir gün ama ben nerelerde dolanıyorum" diye söyleniyordu.

Gerçekten de enfes bir gündü. Uygun bir yere arabayı bırakıp, sahil boyunca sabahın bu ılıklığında denizi ve göze ilişen her manzarayı izlemek, yorulduğunda uygun bir yerde çaylı sigara içmek geçti içinden.

Meydan Kavşağında acı fren yaparak önündeki arabaya çarpmaktan kıl payı sıyrıldı ama ne olduysa işte bu andan itibaren oldu; küfretmeye, küfürlü cümleler kurmaya başladı. Hâlbuki sabah sakindi, durgundu. Evet, biraz suratsızdı ama hafta boyunca yorulmuş bir memurun, haftanın bu son iş günü mesaisine gidişindeki iştahsızlığını andırıyordu, hali.

"Ben bunları dolandırıcılıkla suçlarken yalan söylemiyorum. Bak, şuan trafikte dolanıyorum. Buraya üçüncü gidişim. Kimin yüzünden? Bu pezevenklerin, kimin olacak! Az önce, önümdeki öküze çarpsaydım ne olacaktı? Yaralanmazdım belki ancak tamponcuda, kaportacıda dolaşacaktım. Parası ne olacaktı kim bilir? Öndeki öküz möküz ama arkadan giydirseydim esas öküz ben olacaktım. Kimin yüzünden? Bu dolandırıcı ibnelerin yüzünden! Başıma bu işleri sarmasalardı benim ne işim olacaktı bu saatte, burada!..."

Kendi kendine böyle vır vır ede ede Adliye Sarayının önüne kadar geldiğinde bu sefer arabasını nereye park edeceğinin telaşına kapıldı.

Ötmesinler diye cep telefonunu, evin ve arabasının anahtarlarıyla üç-beş bozuk parayı koyduğu plastik tepsi x-ray denen düzenekten geçerken kendisi de sağında, solunda ve karşısında polislerin bulunduğu duyarlı kapıdan geçip adaletin günün birinde tecelli edeceği, duvarında "Ne hiddet ne merhamet yalnızca adalet" yazan Antalya Adalet Sarayına girmişti.

Hangi yöne gideceğini bilmeden ama biliyormuş gibi renk vermeden, kendinden emin yürümeye başladı. Dilekçesine 'Cumhuriyet Savcılığına' diye başladığı için içinde savcı kelimesi geçen bütün yön yazılarını okumaya çalışıyordu.

Oysa bu tür yerlerde 'Danışma' olur ama o dikkuyrukluğu yüzünden gidip buralara danışmaz. İlle de kendisi bulacak! Ara, belki bulursun! Koca Adalet Sarayı!

Sonunda onu gitmesi gereken yere yani giriş katta bulunan oldukça kalabalık bir köşeye tuvaletten yeni çıkmış, elleri ıslak bir polis memuru yönlendirdi.

Denilen yerde savcılık kalemi gibi bir yazı görememişti ama bir bankoda duran bayan polisin önündeki düzensiz insan kuyruğuna katılmıştı. Polisi izliyordu.

Aldığı evrakları bir yere kaydediyor, biraz gerisinde duran ve başı oldukça kalabalık iki polis memuruna devrediyordu.

Önündeki kuyrukta onun gibi olanların yanında kucağında birden fazla dosyalarla cüppeli, cüppesiz (muhtemelen stajyer avukat veya hukuk bürolarında çalışan) insanlar vardı.

Kafasından hesap yapıyordu, acaba ona kaç dakika sonra sıra gelecekti.

Kuyruk düzgün olmadığı için ne dese boştu. Hem, ne zaman sıra gelirse gelsin, zaten bugününü bu işe ayırmamış mıydı!

Ne kadar sorunlu insan var?!

Bu soruyu, buraya her geldiğinde sormuştu. Bir süre önce sadece 13. İcra Müdürlüğünün raflarındaki dosyalara bakarken de aynı duyguya bulanmıştı.

Ulan arkadaş hepimiz dolandırıcı mı olmuşuz ne? Bu ne kadar dosya, bu ne kadar İcra Müdürlüğü? Bu sadece Antalya'nın içi! Bir de ilçeleri var. Bu işlerin bir de Türkiye'si var!

O yüzden soru soruluktan çıkmış laf ola beri gele cinsinden bir şaşkınlık ifadesi haline gelmişti.

Eline dilekçe alan Savcılığa mı gelmişti? Yoksa bu güne mi mahsustu, kalabalık?
Bu dilekçeler ne zaman işleme girecek? Soruşturmalar, davalar, duruşmalar ne zaman olacak, kararlar ne zaman verilecek? Seneye, senelere sarkacak ne kadar dosya olacaktı? Buna benzer ve benzemez ne kadar cevap verilmesi o an için mümkün olmayan soru varsa hepsini tıka basa beynini doldururken bankoya iyice yaklaşmıştı.

Dilekçeleri neden polisler alıyordu, burası karakol muydu? Bu Savcılığın Kalemi, bir idari kısmı yok muydu?

Ne önündeki ne de arkasındaki kişilere "savcılığa verilecek dilekçeler için mi, bu kuyruktasınız?" diye sormamıştı.

Sıra ona geldiğinde şeffaf dosyayı bayan polisin önüne koydu.

Kadın Polis sordu: "Bu ne?"

"Dilekçe" dedi devamını getirmedi.

Dosyadan çıkardığı evraklara çok hızlı bir bakıştan sonra: "Dolandırıcılık üçüncü kat" deyip dosyayı geri uzattı polis.

Merdivenleri çıkarken içinden söyleniyordu: "Acaba, kuyruğa girdiğim yerde teslim alınan dilekçelerin konusu neydi?"

Bu katta, bu kez gideceği adresi ilgili-ilgisiz birkaç kişiye sorup iyice emin oldu.
U şeklinde olan bu bölüm çok kalabalıktı ama bu kalabalık dilekçe verme kalabalığı değildi.

Tarif edilen odalardan birine girdi. Girişte uzun bir banko ve arkasındaki üç masada çalışan üç kişi. Öyle meşguller, öyle meşgul görülüyorlardı ki günaydın, merhaba veya iyi günler demeye kıyamadı. Acele etmeye gerek yok, elbet göz göze gelecekleri bir an olacak, diye düşünüyordu. İki üç dakika geçti böyle.

Ara sıra içerdekiler kendileriyle konuşuyorlar ama başlarını Allah rızası için azıcık yan, kaşlarını azıcık yukarı çevirip bankonun arkasında duran adama bakmıyorlardı.

Kibarlık olsun diye başlattığı bu 'sessizce beklemeyi' bu kez safa yatarak sürdürmeye karar verdi. Hem kendinin hem onların sabrını sınayacaktı. Nefes alışlarını kontrol edip, hakikaten hiç acelesi yokmuş gibi bir tavır takındı.

Bu sinir bozucu bekleme sürecinde, bu binada çalışan bazı görevlilerden içeri giren çıkan oluyordu. Kimi getirdiği dosyaları, sarı battal boy zarfları başlarını bilgisayardan kaldırmayan bu meşgul insanlara imzalatarak teslim ediyor, kimi odadaki dolaplardan bazı dosyaları alıp gidiyorlardı.

Bu şekilde giren çıkan üç beş kişi olmasına ve onlarla ister istemez konuşurken kapıya doğru yani kapının hemen önündeki bankonun arkasında bekleyen bu adamı görmelerine rağmen odadaki bu üç kişiden biri bile "Buyur bilâder, bir şey mi var?" demedi.

Yaptıkları işi anlamadığı ve masalarındaki bilgisayarların ekranlarını göremediği için nasıl bir işle uğraştıklarını şiddetle merak ediyordu.

Oyun moyun mu oynuyorlar yoksa facebook'a mı bakıyorlardı; veballerini almak istemiyordu ama bu kadar kaptırmış ve böylesine bir konsantrasyonla çalıştıklarına inanamıyordu.

Kızmasına bir gerekçe daha ekledi. Ulan vicdansızlar kaç dakikadır burada bekleyen bu adam belki dilsiz, kapınıza kadar gelmiş, elinde bir şeyler var, besbelli sizden bir şey isteyecek, size bir şey danışacak, bu kadar mı yoğunsunuz, üç kişisiniz, üçünüzün de iki eli kanda mı?

Bu sabırcılık oyununa daha fazla dayanamadı: "Pardon, bakar mısınız?" deyiverdi, odanın ortasına doğru.

Cevap yerine oturduğu masadan nihayet biri kafasını çevirdi.

- Bir şikâyet dilekçem vardı.

Bu cümleye istinaden gene ağzını açmadan, işaret parmağıyla tam karşısındaki memuru gösterdi, kafasını çeviren memur. Gösterdi göstermesine ama bu memurdan hiçbir tepki gelmedi.

Sessizce bekleme oyununa devam kararı verilmişçesine bir mana çıkmış oldu.

En azından dilekçesiyle ilgilenecek kişi belli olmuştu.

Bu arada bir vatandaş daha geldi ve o da bankoya dayandı. Bu adam da konuşmadı. Muhtemelen, ondan önce gelen biri var ve onunla ilgilenildikten sonra kendisine sıra gelecek diye düşünmüş ve ağzını açmamış olabilirdi.

Üç beş dakika sonra dilekçelerle ilgilenecek kişi masasından kalktı ve bankonun kenarından kapıya kadar gelip mübaşir edasıyla birine seslendi.

Kapının önündeki sıralarda oturanlardan biri memurun ismini anmasıyla doğrulup içeri geldi.

Bu adama masasının yanındaki sandalyeye oturmasını söyledi ve hazır ayağa kalkmışken bankonun arkasında dakikalarca bekleyen bu iki kişinin dilekçelerini alıp hızlıca bir göz gezdirmenden sonra isimlerini sorup, o serin, soğuk, buzlu, ayaz tutumuyla "Dışarıda bekleyin" dedi.

İkisi de odanın dışına çıktı.

Koridor ve bu bölümdeki tüm odaların önü kalabalıktı.

Dilekçesini verdiği odanın hemen yakınında, o kalabalıkta her nasılsa boş kalmış sabit oturma sandalyesine ilişirken, "herhalde az önce ismini seslenerek içeriye çağırdığı adam gibi bize de seslenerek odaya alacaklar" diye düşündü.
Oturduğu yerden sağa sola bakınırken bu kalabalığın nedenini anlamaya çalışıyordu.

Yüzleri, karşılarında bulunan ve kapısında "savcı bilmem kim" diye yazı bulunan odalara dönük, sandalyelerde iki sıra halinde oturan bir düzine insan vardı.
Biraz dikkatli bakınca oturanların ikişerli olarak bileklerinden birbirlerine kelepçeli olduklarını fark etti.

Bu gurubun etrafında onlara göz kulak olmak için bir düzineden de fazla elaman vardı.

Bunlar; savcı odalarının kapısında dikelen, ayakta gezinen, binanın kolonlarına yaslanan, korkuluk demirlerine kalçalarının yarısını dayamış ve bina duvarlarına omuz vermiş tip tip ve oldukça boylu poslu, çevik adamlardı.

Adamların kimisi ülkücü bıyıklı, kimisi keçisakallı; saçları uzun ve arkadan atkuyruğu yapılmışından tut uzun favorili, kafası üç numara tıraşlısına hatta kulağı küpelisine kadar...

"Organize bir iş olmalı. Dolandırıcılık bölümünde olduğumuza göre herhalde birilerini dolandırdıkları gerekçesiyle buraya getirilmiş ve savcılar ifadelerini alacak" diye düşündü.

Az önce odadan birlikte dışarı çıktığı ve aynı sıraya yan yana oturduğu adam birdenbire "Bunları neden getirmişler, suçları neymiş?" diye kelepçelilere doğru kafasını yukarı kaldırıp, Emin'e sordu.

Emin "Bilmiyorum, ben de yeni gördüm bunları" dedi ve sustu ama sanki "sen niye geldin buraya, hayırdır, ne oldu?" diye sormuşmuş gibi adamcağız başladı, tane tane kendi durumunu anlatmaya.

Özetle;
Öğretmenmiş. Bugün okula gitmeyip izin almış ve şikâyete gelmiş.

İstanbul'un bir yerinden telefonla aramışlar. Medikal ile alakalı bir yerden yaptığı alışverişlerden dolayı şanslı adam seçilmişmiş. Adını adresini teyit etmeye, en yakın postaneyi öğrenmeye çalışmışlar. Buna bir hediye göndereceklermiş. Önce hediyenin ne olduğunu söylememişler ama sonra bilmem ne model cep telefonu olduğunu söylemişler.

Birkaç gün içinde ödemeli bir paket gelmiş. İşin içine para girince şüphelenmiş, gönderiyi teslim almamış.

Bunun üzerine tekrar telefon etmişler. Bunların aracı firma olduğunu, adres bilgilerini ve hediyeyi istediğini kendisi beyan ettiği için malı gönderdiklerini, fatura kestiklerini, şayet şu kadar gün içinde ödemeyi yapıp, gönderilen ürünü teslim almazsa mahkemeye vereceklerini ayrıca icra takibi başlatacaklarını söylemişler.

Şaka gibi.

-62/l-
Alıntı ile Cevapla
Emin kullanıcısına teşekkür edenler
account (02-01-2013), ar_de_ (03-01-2013), buena vista (02-01-2013), dentist (03-01-2013), detan (03-01-2013), Master (02-01-2013), neron (02-01-2013)
  #305  
Eski 03-01-2013, 11:42
dentist - ait Avatar
dentist dentist bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 1.058/2200
469 Mesaj ına 3880 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Şaka gibi

Küçükken radyodan dinlediğimiz ''Arkası Yarın'' tadındaki yazı serisi son hızıyla devam ediyor.

Her seferinde yazıları çok beğenip dur şu yazıyı irdeliyeyim diyorum ama sayfalarda gezinip tembellik etmek daha kolayıma geliyor.

Ama bu son yazıdaki bazı kısımlara hakikaten hem güldüm hemde çok hoşuma gitti. Mesela...

Alıntı:
Emin´isimli üyeden Alıntı
"Ben bunları dolandırıcılıkla suçlarken yalan söylemiyorum. Bak, şuan trafikte dolanıyorum. Buraya üçüncü gidişim. Kimin yüzünden? Bu pezevenklerin, kimin olacak! Az önce, önümdeki öküze çarpsaydım ne olacaktı? Yaralanmazdım belki ancak tamponcuda, kaportacıda dolaşacaktım. Parası ne olacaktı kim bilir? Öndeki öküz möküz ama arkadan giydirseydim esas öküz ben olacaktım. Kimin yüzünden? Bu dolandırıcı ibnelerin yüzünden! Başıma bu işleri sarmasalardı benim ne işim olacaktı bu saatte, burada!..."
Emin küfür etti sonrasında kimse kusura bakmazsa eğer bende rahatladım.

Alıntı:
Emin´isimli üyeden Alıntı
Hangi yöne gideceğini bilmeden ama biliyormuş gibi renk vermeden, kendinden emin yürümeye başladı. Dilekçesine 'Cumhuriyet Savcılığına' diye başladığı için içinde savcı kelimesi geçen bütün yön yazılarını okumaya çalışıyordu.

Oysa bu tür yerlerde 'Danışma' olur ama o dikkuyrukluğu yüzünden gidip buralara danışmaz. İlle de kendisi bulacak! Ara, belki bulursun! Koca Adalet Sarayı!
Ah Emin ah! keşke yenge yanında olsaydı çünkü bende bu huyumdan ancak eşim yanımdayken kavga döğüş vazgeçebiliyorum ama artık yaşım ilerledikçe direncim kırılmıyorda değil doğrusu.

Alıntı:
Emin´isimli üyeden Alıntı
Ne kadar sorunlu insan var?!

Bu soruyu, buraya her geldiğinde sormuştu. Bir süre önce sadece 13. İcra Müdürlüğünün raflarındaki dosyalara bakarken de aynı duyguya bulanmıştı. ......

...Merdivenleri çıkarken içinden söyleniyordu: "Acaba, kuyruğa girdiğim yerde teslim alınan dilekçelerin konusu neydi?"

Emin elinden gelse kendi davasını bırakıp ordaki davalara yardımcı olacak gibi bir hava sezdim ben bilmem siz ne dersiniz...

Alıntı:
Emin´isimli üyeden Alıntı
Kızmasına bir gerekçe daha ekledi. Ulan vicdansızlar kaç dakikadır burada bekleyen bu adam belki dilsiz, kapınıza kadar gelmiş, elinde bir şeyler var, besbelli sizden bir şey isteyecek, size bir şey danışacak, bu kadar mı yoğunsunuz, üç kişisiniz, üçünüzün de iki eli kanda mı?

Ağzına ve de eline sağlık bu tür insanlar! hep karşımıza çıkmıyormu zaten.


Alıntı:
Emin´isimli üyeden Alıntı
Şaka gibi.

Yazının bitiş cümlesi serinin adı olmaya talip bence lakin öğretmenin durumu hakikaten şaka gibi ve de dolandırıcıların yüzsüzlüğü şaşırtıcı boyutlarda.
__________________
“Çalışmadan, öğrenmeden,yorulmadan rahat yaşama yollarını alışkanlık haline getiren milletler önce onurlarını sonra hürriyetlerini daha sonra da geleceklerini kaybetmeye mahkumdurlar.”
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Alıntı ile Cevapla
dentist kullanıcısına teşekkür edenler
account (04-01-2013), ar_de_ (03-01-2013), Emin (28-02-2013), Master (03-01-2013), neron (06-01-2013)
  #306  
Eski 03-01-2013, 19:10
ar_de_ - ait Avatar
ar_de_ ar_de_ bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Jan 2007
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 133/1013
108 Mesaj ına 737 Kere teşekkür edildi
Tanımlı tamamen ... :)

sevgili Emin Dentist e tamamen katılıyorum . hem yorumlarına hem de önerilerine . sıkı takipte olduğumuz serinin adı için de "şaka gibi" pek uymuş sağlıcakla kal.
Alıntı ile Cevapla
ar_de_ kullanıcısına teşekkür edenler
dentist (03-01-2013), Emin (28-02-2013), neron (06-01-2013)
  #307  
Eski 18-02-2013, 13:31
dentist - ait Avatar
dentist dentist bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 1.058/2200
469 Mesaj ına 3880 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Vallahi halen merakla bekliyoruz Sevgili Emin.
__________________
“Çalışmadan, öğrenmeden,yorulmadan rahat yaşama yollarını alışkanlık haline getiren milletler önce onurlarını sonra hürriyetlerini daha sonra da geleceklerini kaybetmeye mahkumdurlar.”
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Alıntı ile Cevapla
dentist kullanıcısına teşekkür edenler
bikmisbroker (19-03-2013), Emin (28-02-2013)
  #308  
Eski 28-02-2013, 01:10
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Küfür-Bilgisayar ve Modem-Sözlü Karne-Nane

A-Küfür

Alıntı:
dentist´isimli üyeden Alıntı

Emin küfür etti sonrasında kimse kusura bakmazsa eğer bende rahatladım.


Gençken “Böyle söyleme maazallah küfre girersin” uyarısını büyüklerimden duyduğumda “ana avrat düz gitmek” dışında küfrün başka anlamı olduğunu çakar gibi olmuştum. Ancak şimdi kendimce anlatmak istediğim o manası değil, bildiğimiz sövme işi.

Kime sorsanız belki çoğu aynı şeyi söyler; “küfrü sevmem” der.

Ben de öyle diyorum, hatta azıcık açıklama bile yapıyorum: "küfrü sevmem ama benim sevmediğim yerli yersiz edilen küfürdür."

Oysa yeri ve zamanı geldiğinde tıpkı cümle içinde atasözü kullanmak gibi hoşuma gider, küfür.

Ederim, edeni de çoğu zaman tebessümle karşılarım.

Şöyle dolu dolu, yüksek bir tonda ve de vurgulu olursa etkisi bir başka olur.

Sövmede zarafet olur mu, bilemem.

Argo ve kaba sözleri yumuşatarak veya sözün başına “affedersin” gibisinden bir özür cümlesi getirerek sözde bir zarafet belki sağlanabilir.

Kendime gelecek olursam, henüz küfürbaz mertebesine eriştiğimi düşünmemekle birlikte hatırı sayılır bir biçimde bu yolda ilerlediğimi söylesem yeridir.

Yalnız son on yıldır daha çok sövüyorum.

Ters giden her şeye, yapamadığım, edemediğim şeylere, başaramadıklarıma saydırıyorum.

Özellikle trafikte daha çok…

Ama itiraf etmem ve açıkça söylemem gerekirse, en çok bu hükümete verip veriştiriyorum.

Hele aklımla alay edildiğini, beni eşek, aptal, salak, bi boktan anlamaz biri olarak gören uygulamaları ve söylemleri karşısında küfür etsem bile rahatlayamaz bir hale geldiğimi belirtmem lazım.

On yıldır sövme işini azıttığımı söylememe rağmen küfrümü uluorta yapmaktan imtina ediyordum. Bunu iktidarla, hükümetle ilgili olarak söylüyorum. Çekiniyordum, daha da doğrusu tırsıyor, korkuyordum; başıma iş açarım endişesi baskın çıkıyor, toplum içinde yutkunuyordum. Ola ki ağzımdan kaçırmışsam, kurduğum sonra ki cümlelerle kıvırmaya, zevahiri kurtarmaya çabalıyordum.

İyi ki öyle yapıyormuşum!

Hatırlıyorum, eskiden insanlar, meydanlarda değil belki ama üç-beş kişilik ortamlarda bakanlara, başbakanlara küfür etmekten pek çekinmezlerdi. Benim gibi birçok kişinin dikkatini çekmiştir, bu hükümete, bakanlarına, başbakana, cumhurbaşkanına toplum içinde küfredene ben denk gelmedim.

Son bir yıl içinde, birkaç kez bu dikkatimi çeken duruma aykırı söylemlerim oldu. O an ortamın buz kestiğini gözlemledim. Çok sarsıcıydı.

Derken, bir gün bir arkadaşım bana “Bak seni çok seviyorum, düşüncene, davranışlarına ve kişiliğine saygı duyuyorum ama etme adama bu küfrü! Zoruma gidiyor!” anlamında kulağımı çekici laflar edince sövmenin silkeleyici etkisini gördüm.

Neden kızdığımı, niye içimin yandığını, nasıl kahrolduğumu “çünkü” diye başlayıp içini dolduran konuşmalar sonunda muhatabımda “Tamam, bu konuda ben de Tayyib’e kızıyorum ama küfretmiyorum” cinsinden bir gevşeme oluşmaya başladı. Bunu fark ettim ve bir iki kişiye daha uyguladım.

7-8 ay süren bu kızgın söyleşilerimiz sonunda Tayyip’e hazret muamelesi çekip, toz kondurmayan; referandumundan yereline, geneline her seçimde oy veren bu insan, daha iki gün önce sövmedi ama kalın sözlerle dolu cümleler kurmaya başladı. Dahası var, bana dönüp:

“Bi daha Tayyip'e oy verirsem .... beni! Şimdi sen bana inanmazsın!”

“Evet, inanmam! Tayyip’e inanmadığım gibi sana da bu konuda inanmam. İster ver, ister verme oy senin namusun sayılır ama hiç değilse namusunu nasıl birine ve niye verdiğini bana değil, vicdanına anlat!” dedim.

Bi dahaki sefere verdiği oyun fotoğrafını cep telefonuyla çekip göstereceğine dair sözler etmeye başladı.

Artık doğru, yalan! Neticede, sanırım karısı da bu adama uyacağına göre iki oy az alacaklar.

Küfrün böyle bir olumlu etkisini görmeme rağmen belki bu yazdıklarıma kafayı takan birileri çıkacak ve hem onlara sövdüğümü hem de iki oy kaybettirdiğimi bir yerlere not ederek “belamı belleyecekler!”

Yaparlar mı, yaparlar!

Yakışır!

Zanaatları zaten!

Korkuyorum!

Çoğu durumda ve zamanda olduğu gibi, ben de zaten korktuğum için sövüyorum.

Yüzümü ekşitiyorum, olmuyor!

Küsüyorum, tavşan dağa küsmüş oluyor!

Kızıyorum, ateş olsam düştüğüm yeri anca yakabiliyorum ki, düştüğüm yer de kendi içimdeki samanlık oluyor!

Beddua ediyorum, demek ki kabul olmuyor, sonuç değişmiyor!

Küfrediyorum, böylece kendimi göreceli de olsa soğutuyor, rahatlatıyorum ama bu da iş değil be!

Üstelik cezası da ağır! 2 yıla kadar hapis ve bilmem ne kadar tazminat!

Sakat bu işler yani!

Hele ki bu hükümet döneminde, aman diyeyim!

Adamcağızın avukatlar ordusu aportta bekliyor dava açmak için.

Davayı kazanmak çok kolay olsa gerek, hakimine bağlı olsa da Türk Ceza Kanununun sadece şu maddesine üstünkörü bakıldığında insanın "hakim ne yapsın kardeşim!" diyesi geliyor.

Şerefe Karşı Suçlar

Hakaret
MADDE 125.
(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden ya da yakıştırmalarda bulunmak veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek işlenmesi gerekir.

(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.

(3) Hakaret suçunun;

a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,

b) Dinî, siyasî, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı,

c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle,
İşlenmesi hâlinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.

(4) Ceza, hakaretin alenen işlenmesi hâlinde, altıda biri; basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde, üçte biri oranında artırılır.

(5) Kurul hâlinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi hâlinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır


Bu onur ve şeref zedeleme meselesi Madde 131'e kadar devam ediyor, iç karartan ve benim için çok da anlaşılır olmayan bir şekilde.

Bir tek aklıma yatan, hakaret suçunda biri beni taşlarsa, bıçaklarsa, sopalarla, yumruklarla ağzımı gözümü dağıtırsa ve ben bu arada adama can havliyle sövüp sayarsam işte o zaman bana bu suçumdan dolayı ceza verilmiyormuş! İşte Madde 129/2: "Bu suçun, kasten yaralama suçuna tepki olarak işlenmesi hâlinde, kişiye ceza verilmez."

Çaresiz, şimdilerde dua etmeye başladım:

“Allahım, Tayyip'e ve şürekasına uzun ömürler ver! Hatta ne olacak, benim ömrümden al ona ver! Yüz yaşını geçsinler. Hiç değilse 58 sene daha yaşat, 2071 yılını ekip olarak görsünler!”

Diğer yandan da;

"Yetmez mi musâb olduğumuz bunca devâhi?
Ağzım kurusun... Yok musun ey adl-i İlâhî!"

diyerek Mehmet Akif'i anmadan edemiyorum!

Alıntı:
dentist´isimli üyeden Alıntı

Emin küfür etti sonrasında kimse kusura bakmazsa eğer bende rahatladım.


Halen rahat mısın?

Ben değilim!
Alıntı ile Cevapla
Emin kullanıcısına teşekkür edenler
account (28-02-2013), ar_de_ (05-03-2013), buena vista (28-02-2013), dentist (28-02-2013), detan (28-02-2013), Master (28-02-2013)
  #309  
Eski 06-03-2013, 14:18
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Küfür-Bilgisayar ve Modem-Sözlü Karne-Nane

B-Bilgisayar ve Modem

Ocak ayında bir gün yorgun argın ve birçok şeye dargın bir halde Halden eve geldim ve satışlarımla ilgili bazı verileri bilgisayarıma kaydetmek için düğmesine bastım.

Alette tık yok!

Halla halla, bu içine sıçtığımın şeyi akşam çalışıyordu, ama! Fişini yeniden çıkarıp taktım, olmadı. Bataryasını çıkarıp taktım, olmadı. Tokatlamadım ama hafif bir sarstım, ola ki bir yerlerde temassızlık vardır, titreyip kendine gelebilir belki.

Aletinde değilim! Aklım içindekilerde. Yazdığım yazılar, tuttuğum notlar, günlükler, gelen-giden mektuplarım, resimler, alacak verecek hesaplarım, şifrelerim, kimlik, özlük bilgilerim, vesaire…

Daha önce yedekleme için aldığım alet geçen yıl bozuldu, yılların bilgisi bu zımbırtının içinde mahsur kaldı. Birkaç kişiye gösterdim ancak sonuç moral bozucu. Dediklerine göre, Ankara’da bir yer varmış, toz moz olmayan kapalı bir laboratuarda bin dolar karşılığında bu tür hard diskler açılıyormuş ancak onlar da bilgilerin sağlam bir şekilde teslimini garanti etmiyorlarmış.

Şimdi, geçen yıl aldığım bu makine aynı şeyle karşı karşıya getirdi beni.

Markası Casper. Özellikle adını yazıyorum. Garantisi iki yıl, bir yılım kalmış. Servisine götürdüm. Bilgilerimin başına bir bela gelmemesini tembihimsi ricalarla anlattım. Kendileri müdahale etmiyorlarmış, tamir merkezi İstanbul’daymış, oraya göndereceklerini ve 20 iş günü içinde şayet yapılmışsa gelip alacakmışım.

Kaldım mı, benim 8 senelik eski bilgisayarıma?

İşlerin yoğunluğundan hemen değil ama bir iki gün sonra açtım, çantasından çıkardım, çalıştırdım. Eski bir arkadaşıma kavuşmuş gibi oldum. Evet, tuş takımlarının bazıları kırık, bazıları basmıyor, bataryası battal olmuş, yenisi piyasada bulunmuyor, o yüzden şimdilik elektrikle çalışıyor. Olsun varsın, ta ki çalışsın da! İnternete bağlanmak için modemden gelen kabloyu taktım ama bu sefer de modemde tık yok!

Epey uğraşmama rağmen sonuç değişmedi, o da çalışmıyor. Onun da garantisi var. Aradım müşteri hizmetleri numarasını. Onlar da anlaşmalı oldukları kargo şirketleriyle kendilerine yani İstanbul’a göndermemi istediler. Bir iki gün içinde ZyXEL markalı modemi de kargo şirketinden 3 liraya kutu alıp beleş olarak postaladık.

Modem çabuk geldi, bu kadar erken gönderdikleri için beni şaşırtmışlardı, hem de kapıma kadar motorlu bir kurye getirip teslim etmişti. Takdir duygularımla poşeti yırtıp, kutusunu açtım; içinde matbu bir kâğıt ve iki nüsha arızalı ürün dönüşü açıklamalı sevk irsaliyesi vardı.

Hemen aletin fişini prize taktım.

Halla halla! Gene çalışmıyor! Başka prizi denedim, olmadı. Yanlış bir şey mi yapıyorum diye evirip çevirip sağına soluna bakıyorum, altı üstü bir modem, bir açma kapama düğmesi var, telefonun girdiği bir delik, bataryanın kablosu, başka bir numarası yok.

Dönüp, öylesine ambalajına baktım, henüz şaşkınlığımı üstümden atamamıştım, takdir etme duygum hızla sönüyordu, irsaliyeye göz gezdirdim ve diğer yarım parçalık ZyXEL Teknik Servis Formu başlıklı kâğıdı okumaya başladım. Bit gibi bir yazıyla Sayın Müşterimiz diye başlayan paragrafı gözlüğümü takarak okudum. Arada ettim ama en çok “ZyXEL modeminiz merkezimize ulaştıktan sonra gerekli testler sırasında üründe elektrik akımına bağlı olarak anakartının hasar gördüğü ve çalışamaz duruma geldiği tespit edilmiştir. Ürününüz bu nedenle garanti dışı kaldığını bilgilerinize sunarız” cümlelerini okuduktan sonra bastım küfrü.

Etmeyip ne yapacaktım?

Evet, sövmenin dışında ne yapabilirdim, elimden başka ne gelebilirdi?

Yıldırım düşmüşmüş!

Ulan bu yıldırım alete mi düşmüş?

Yağmurlu bir memleket burası, ilk kez mi yıldırım çakıyor. Masanın üzerinde fişe takılı olmadan yani çalışır vaziyette olmayan bu alet nasıl oluyor da şimşekleri üzerine çekiyor?

Eğer öyleyse demek ki, osuruktan nem kapan bir alet yapmışsınız!

Neyse, küfürlerle kendimi biraz soğuttuktan sonra yeni bir modem almak için gene işlerin fırsat vereceği bir zamanı kolladım.

Aldık bir başka marka modem.

Haydi! Onu da bir türlü kuramadım. Benim 8 senelik bilgisayarımın kablosuz modemlerle çalışabilme özelliği yok, ille kablosu olacak.

İyi, hoş kablosu var ve modem çalışıyor, bilgisayar çalışıyor ancak birbirlerini görmüyorlar!

Kendimce uğraştım olmadı, telefonla arkadaşlarımdan akıllar, fikirler aldım gene olmadı.

Öyle kaldı. Bu seferde kendime, şansıma sövüp saydım.

Bu arada telefon geldi, Casper servisinden. “20 lira alıp gelin, bilgisayarınızı alın.”

Alete kavuştuğum için sevincimden soramadım, “neden istiyorsunuz bu parayı” diye.

İlk işim bilgilerimin kurtarılıp kurtarılamadığını sormak oldu. “C ve D diye iki klasör içinde bilgileriniz yeni hard diske kopyalanmış” dediler.

Alıp geldim ancak ofis programları yüklü olmadığı için bu dosyaların neler olduğunu göremedim.

Ofis programlarını yüklemek için Ankara’daki bir arkadaşımı aradım. O an için müsait olmadığını bilgisayarıma uzaktan erişerek yüklemeleri yapacağını ancak zaman alacağını bir iki gün sonra yapmak için sözleştik.

Bilgisayar teslim aldıktan 3 gün sonra aynı arızayı yineledi!

Yani alette gene tık yok!

Tahmin edileceği üzere gene aynı servise “küfürler” eşliğinde gittim ancak serviste iken küfürlü veya kaba sözlü hiçbir cümle kurmadım.

Bi ara “geçen benden 20 lira aldınız, ne parasıydı bu?” dedim; yanıt olarak “sigorta bedeli” dediler. Anlam verememekle birlikte “Haa” dedim, sanki anlamışım gibi.

Bilgisayarı gene İstanbul'daki tamir merkezlerine göndermek için aldılar.

Arıza aynı arıza olmasına rağmen bu kez Servis Formuna “Ekrana görüntü gelmiyor” yazmışlar. Oysa bir önceki formda bu alanda “Harddisk arızalı” yazıyordu.

Acaba neden?

Bence şundan: Ola ki bu alet bu yıl içinde gene aynı arızayı yaparsa çamura yatmak için.
Bir cihaz garanti kapsamında aynı arızayı üç kez yaparsa yenisiyle veya eşdeğeriyle değiştirmek gibi bir durum söz konusuymuş!

Üçüncü arızaya da başka bir isim bulurlarsa muhtemelen üç kez aynı arızayı yapmamış sayacaklar ve bir süre sonra garanti kapsamı dışında da kalacağı için sen sağ ben selamet!

Belki yanılıyorumdur!
Alıntı ile Cevapla
Emin kullanıcısına teşekkür edenler
ar_de_ (29-03-2013), bikmisbroker (14-03-2013), buena vista (07-03-2013), dentist (06-03-2013), Master (06-03-2013), neron (06-03-2013)
  #310  
Eski 21-03-2013, 09:26
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Küfür-Bilgisayar ve Modem-Sözlü Karne-Nane

C- Sözlü Karne

Nazife ile annesi nane kesimi ve demetlemesini yaparken ben de seranın içinde hangi yatağı keseriz, o yataktan kaç demet çıkar, hepsini Halde satabilir miyim, yaprak gübresi veya ilaçlama yapmam gerekiyor mu, otlarının alınması gereken hangi yataklar var gibisinden düşüncelerle teftişe çıkmış dolaşıyorum.


Serada 55 metre uzunluğunda 18 tane yatak var. Ben ve genellikle herkes damlama hortumlarının serili olduğu ve ürünlerin ekildiği yaklaşık 70-100 cm genişliğinde uzunlamasına toprak parçasına yatak diyoruz.


Her yatağın arasında 30-40 cm aralığında ürün ekilmeyen yürüme yolu bulunur.

12 Ocak 2013 tarihinde başladığımız bu nane kesim işini yatak yatak sürdürüyoruz. Kademeli kesim yaptığımız için bütün naneler aynı boyda olmuyor. Belirli bir yüksekliğe erişen yataklardaki naneleri kesiyoruz. Dolayısıyla bazen 3-5-7 günlük kesim aralığımız oluyor.

Bu 18 yatağın her birini bir günde bitiremediğimiz için süre uzadı ve 34 gün sonra 15 Şubat 2013 tarihinde kesim işi bitti.

Mevsim kış, hava soğuk olduğu için ilk kestiğimiz yatağın üzerinden bir önceki cümlede dediğim gibi 34 gün geçmesine rağmen nanelerin henüz boyları kesilecek seviyeye gelebilmesi için bir 10 gün daha geçmesi gerekecek. Kısacası "kırkının çıkması" lazım.

Kesim işi sürerken okullar tatil olmuştu. Çocuk işçi çalıştırma gibi bir derdimin olmamasına karşın Şubat tatilinde Nazife’nin ilkokul 2 ve 5’nci sınıfına giden bacıları da anne ve ablasına heveslenerek zaman zaman nane demetlemeye geldiler. En küçüklerinin eli iyi ve oyun oynar gibi ara sıra seraya girip çıkarak 30 liralık iş yaptı ve parasını da istemedi, "sende kalsın" dedi. Bir sefer 2,5 lira için, iki sefer de 5 lira almak için geldi. Artık okulunda neye harcayacaksa...

Son geldiğinde:"Çok harcıyorsun" diye laf soktum. Merdiven de durdu, bilmiş bir edayla döndü: "Tutumlu olmaya çalışıyorum ama ne yapayım olmuyor işte, olmuyor bir türlü" dedi ve iki basamağı birden atlayarak koştu, gitti.

Nane kesiminde günlük (yevmiye) vermiyorum.

Doğrusunu söylemek gerekirse, içime sinmiyor ama ben bu işi demeti 5 kuruştan yaptırıyorum. Önümüzdeki kesimde 1 kuruş zam yapıp 6 kuruştan hesap göreceğim.

Şu sıralar yevmiye: duruma ve işine göre 25-35 lira arasında.

Maydanoz, roka, tere gibi demetleme işinde yevmiye ile çalışanlara eğer 800-1000 demet yapmazlarsa bazı üreticiler tam yevmiye vermiyorlar. Benim böyle "demet hesabı" gibi bir yöntemle ücret vermemi duyan birkaç kişi “yeni icat çıkarma” diyerek eleştirmişti.

Demetleme işlerinde çalışanları öyle kolayca bulmak çok zor. Bazı kişiler bu sektörden ekmek yiyor. Çavuş denilen bu kişiler belli mahallelerde oturan genellikle kadın ve kızlardan oluşan kişileri elleri altında bulunduruyor ve talep halinde bunları bir araya getirip ilgili seraya veya tarlaya çalıştıracak kişinin araçlarıyla yolluyorlar ki, genellikle bu araçların nasıl araçlar olduğu malum.

Bir kez ben de bu elamanlardan yararlandım. Seraya getirmek bir sorundu, iş sonunda evlerine götürmek ayrı bir sorun; öğle yemeği başka bir sorun, tuvalete gitmeleri öyle, molaları öyle…

Seramda seyyar bir tuvalet yok. İster istemez evin tuvaletini kullanacaklar, bu doğal ama doğal olmayan, biri tuvalete gidince diğeri de ona refakatçi olarak yanında gidiyor. Bir süre sonra diğerinin çişi, kakası geliyor. "Haydi bakalım, ben sana refakat ettim şimdi de sen bana" dayanışması.
Neyin refakati bu? Çok açık bir şekilde anlaşılacağı üzere şunun refakati: seranın hemen dibinde olmasına rağmen eve defi hacet için tek başına gelen bu kız veya kadına kimse sarkmasın.

Bakış açısına göre bu durum da “normaldir” diye değerlendirilebilir. İyi ama evin tuvaletine gönderdiğim bu iki kişi belirli bir süre boyunca evde durduklarında bu sefer de benim aklım evde kalıyor. Acaba bir yerleri kurcalıyorlar mı? Herhangi bir şeyi kalk gidelim yaptılar mı?

8 saat çalışmak az buz bir süre değil, su da içecek, çay da içecek, yemek de yiyecek, mola da alacak ve birkaç kez tuvalete de gidecek, bunlar bir insanın en doğal hakkı.
“Abi acıktık!”
“Abi, çay may yok mu?”
“Abi, hani kolamız?”
“Abi, sen ne biçim patronsun, insan bir paket sigara alır!”

“Abilik” yapmasına yapıyorum ancak o kadar uyarmama rağmen yaptıkları demete, demet demeğe dilim varmıyor.

Bir daha öyle uzaklardan elaman almadım.

Benim için en uygunu çevremdeki insanlardan yararlanmak.

Üç-dört kilometre yakınımızda olanlarla bir süre çalıştık ancak onlardan da bir randıman alamadım.

Madem her şeye bir kulp buluyorum, o zor geliyor, bu endişe yaratıyor, şu çok geriyor derken geriye ne kalıyor? Kendi işini kendin yapacaksın.

Nitekim yaptık.

Yapmasına yaptık ancak bu işlerin içinde yoğrulmamışsın, aile olarak işe sarılman da mümkün olmayınca boşu boşuna üstünü başını eskitiyorsun, per perişan oluyorsun, işin içine gecenin bir yarısı Hale gitme işi girince...

Nazifelerin evi seranın hemen dibinde. Beş kişilik aile. Durumları pek iç açıcı değil. Anneleri sağa sola, komşulara ekim, dikim, derim gibi işlerde çalışmaya gidiyor, babasının bir mesleği yok ve bu yetmezmiş gibi bir de sakat olunca geçimleri sıkıntılı. Kendilerine ait evlerinin olması ve yarım dönümlük bir camın (seranın) olmasına ek olarak sanırım Devletten aldıkları özürlü maaşının katkısıyla hayati idamelerini çekip çeviriyorlar.

Okulu bırakmış Nazife, ekonomik nedenlerden değil, dersler ağır gelmiş. Artık kısmeti çıkana kadar evde oyalanacak.

Onu gözüme kestirip, gelsin serada çalışsın diye ana babasını ikna etmek için az uğraşmadım.

İlk zamanlar ara sıra geldi çalışmaya ama çalışmaya hiç gönlü yoktu. Ya da var ama öyle bir çalışması var ki, sanki kulağından kan almışlar.

Roka ve nane demetleme işinde epey bir süre çalıştı. Zaman zaman annesi de, yengesi de geldi çalışmaya. Sadece ben değil onlar da uyarıyorlar kızı, biraz hızlı olsun, gayretli olsun diye ama nafile. Bir gün yengesi; "Hadi Nazife, biraz canlan aaa, kızlar kıvrak olur!" diye çıkışınca ilk kez duyduğum böyle bir cümleye içimden tebessüm etmiştim.

Benim bu 18 yaşına girmiş ürkek kıza söylediğim laflarımın, alttan olmalarımın, gaza getirmelerimin, laf sokmalarımın haddi hesabı yok. Davranışlarımdan kızdığımı anladığında ki, genellikle anlamıyor, eğer sert cümleler eşliğinde yaparsam o zaman yüzündeki o korkak çocuk ifadesi ağlamaklı bir hale bürünüyor ve bu sefer de ben kahroluyorum.

Benim azarlarım onun az demet yapmasına yönelik değil. O konu geçmişte kaldı, aşağı yukarı benim yanımda üç yıldır çalışıyor, artık ne desek ne yapsak boş, "ne yapalım, eli ağır" teşhisi koymuşuz, tedavisi de yok. Şu kadar sene de, şu kadar kesim gününde sadece iki kez rekor kırdı, bir günde 300 demet yaparak. Tebrik ettim. Güldü. "Başarılarının devamını beklerim" deyince utanır gibi mi oldu, bana mı öyle geldi, anlamadım.

Bu sezon, bu yazıyı yazdığım güne göre 73 kez nane demetlemeye gelmiş ve ortalama olarak günlük 190 demet yapabilmiş.

Nazife'nin yaptığı demetlerinin parasını ödemiyorum.

Sabırla bekliyorum alacağının 1000 lira olmasını. Anasıyla da anlaştım, "Bu kızın parasıyla buzdolabı, çamaşır makinesi gibi şeyler almak yok, bunun koluna hiç değilse iki bilezik takalım, bugün yarın talibi çıkar" dedim.

Ona sitemlerim, dediğim gibi günlük işlem hacmiyle ilgili değil ancak bu kadar sürede insan bir "demet ayarı" yakalamaz mı?

Yakalamazmış demek! Kimi kalın, kimi ince, kısa, bozuk, perişan demetler...

Bir gün yanıma çağırdım, kendi yaptığı iki demet naneyi gösterdim. "Sen pazara gitsen, bu demeti mi alırsın yoksa bu demeti mi?"
İyisini gösterdi. "Ee peki, niye bu demet gibi yapmıyorsun, ikisini de sen yapmışsın...."
Önce ağlamaklı gibi oldu, dudağı titredi sonra gözleri çakmaklandı. Sustum, arkamı döndüm, işime baktım ama bir yandan da arkasından süzüyorum; kollarını bir tuhaf sallayarak ve muhtemelen, ne muhtemeli kesinlikle eminim, bana söverek ki, bir erkek gibi küfrettiğini biliyorum, çalımla yürüyüp seraya girişi aklımdan çıkmıyor.

Nazife'nin konusu derin...

Yatağın bir yanında Nazife diğer yanında anası demetleme yaparken, seradaki nanelerin bir sonraki kesim tarihlerini tahmine çalışan teftişimi tamamlamış bir edayla yanlarına geldim:
"Sizin Şubat tatiliniz yarın başlıyor, 10 gün tatil!" dedim ve hiç beklemediğim bir soruyla karşılaştım: "Bize de mi Şubat tatili? Karne de verecek misin?"
Bir süre durakladım sonra "sizin karnenizi sözlü olarak vereceğim" dedim. Dediğimi anlayamama şaşkınlığını yüzlerinden okuyunca devam ettim:

-Zamanında kesim yapmaya gelmeniz: Orta.

-Kestiğiniz naneleri pörsütmeden dışarı taşımanız: Orta.

-Demetlerin kalınlığını ve biçimini tutturmanız: Orta. Bu konuda ikinizden de çok dertliyim, biliyorsunuz!

-Demetlerin saplarını kestiğinizde, kırpıntıları ortalığa saçmamanız: Zayıf.

-Kırpıntılardan vazgeçtim, evinizden getirdiğiniz yiyeceklerin çöplerini seranın sağına soluna atmanız... bakın aha oradaki portakal kabuklarını sizin peşinizden ben topluyorum, şuradaki plastik bardaklar kaç gündür orada duruyor, burası çöplük mü?

-Lastikleri yerlere dökmeme alışkanlığınız: Orta

-Yürürken yataklara basmama alışkanlığınız: Orta. Bak şuraya basmışsınız, sera yaşken basarsanız öyle çukur olur orası... Ben diyorum, ben dinliyorum...

-Kesim yaptığınız makasları sağda solda unutmama alışkanlığınız: Orta.

-Allah var, damlama hortumlarını kesmemeniz: Pekiyi. Şeytanın kulağına kurşun, şimdiye kadar bir iki küçük kesme dışında neredeyse hiç kesmediniz ama damlamaların başındaki vanaların birkaç tanesinin üzerine basarak kırmışsınız.

-Benim sözlerimi dinleme alışkanlığınız: Pekiyi.

-Ama dediklerimi yerine getirme alışkanlığınız: Orta'nın da altı.

Ben bu vesileyle aklıma gelen ve gözüme ilişen her şeyi böyle derecelendirirken, yüzlerindeki ifadeye de dikkat ediyorum, baktım ki onlar da verdiğim her nottan sonra efkarlanacaklarına "E eee?" diyerek keyifleniyorlar, son bir cümle söyleyip vazgeçtim.

"Yani anlayacağınız karneniz öyle teşekkürlük, takdirlik değil ama ben yine de emeğiniz için teşekkür ederim. Gerçekten!"
Eklenmiş Resmin Önizlemesi
Resmi gerçek boyutunda görmek için tıklayın.

İsim                 :  Nane Kesimi.JPG
Görüntüleme :  734
Ebat                 :   2,23 MB
Numara           :   907  Resmi gerçek boyutunda görmek için tıklayın.

İsim                 :  Nane Serası.JPG
Görüntüleme :  550
Ebat                 :   2,39 MB
Numara           :   908  
Alıntı ile Cevapla
Emin kullanıcısına teşekkür edenler
account (22-03-2013), ar_de_ (29-03-2013), bikmisbroker (03-04-2013), buena vista (21-03-2013), dentist (21-03-2013), detan (21-03-2013), Master (22-03-2013), neron (21-03-2013)
Cevapla


Konuyu Toplam 1 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 1 Misafir)
 
Konu Seçenekleri Bu Konuda Ara
Bu Konuda Ara:

Gelişmiş arama yap
Modları Göster

Yetkileriniz
Yeni konu açabilirsinizdeğil
Yanıt gönderebilirsiniz değil
Eklenti gönderebilirsiniz değil
Mesaj düzenleyebilirsiniz değil

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Kapalı
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 20:20 .


Telif Hakları vBulletin v3.5.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
Tercüme ve Tasarım : Arka & Bahce