Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Arka BahÇe - Sayfa 50 - Arka BahÇe Forumu
Arka BahÇe Forumu  

Geri Dön   Arka BahÇe Forumu > Arka BahÇemiz > Arka BahÇe
Kullanıcı ismi
Şifreniz
Kayıt ol SSS Üye Listesi Takvim Arama Bugünkü Mesajlar Bütün Forumları okunmuş kabul et


Konu Bilgileri
Konu Başlığı
Arka BahÇe
Konudaki Cevap Sayısı
14497
Şuan Bu Konuyu Görüntüleyenler
 
Görüntülenme Sayısı
652342

Cevapla
 
Konu Seçenekleri Modları Göster
  #491  
Eski 06-06-2007, 07:34
AnnE - ait Avatar
AnnE AnnE bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Suriçi
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 606/518
314 Mesaj ına 5527 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Alıntı:
AnnE´isimli üyeden Alıntı
hadi gece yarısı fentaziii yapalım.

Anayasa Mahkemesi, seçimi iptal eder. ( Vallahi etti )
Meclis otomatik olarak fesh olur. ( eh , oldu sayılır )
Böylece, dokunulmazlıklar şakkadanak düşer.( gerek kalmadı)
Başta Meclis başkanı olmak üzere bü sürüsüne dava açılır.(şimdilik gerek kalmadı)
Bu arada bir karambol hükümeti gibi bişey kurulur.hatta kurulmaz.( hükümet falan kalmadı ortalıkta)
Acil seçime gidilir. ( gidildi)
Hakkında dava açılanlar ve kapanacak olan partilerin yöneticileri seçime katılamaz. ( boyle olmasa da , milli görüşcüler listelerden tasfiye edilmiş gibi yapıldı )
Bir takım tuhaf partiler meclise girer. ( Uzan'ın geliyorum !!! )
Eciş büçüş bir hükümet kurulur.( CHP-GP koalisyonuna , yada DTP destekli AKP hukumetine ne dersiniz )
Şeriat , hayal bile edemiyeceği bir vadede çok daha güçlü olarak başımıza bela olur.( AKP 40% lerde)
Biri beni uyandırsın.
Su falan dökün.
Kabus görüyorum.
Katırlarla satırlar arasındayım.
otuzaltı, otuzyedi,otuzsekiz...
Hayallah, hangisi otuzdokuz oldu satır mı ?
yok katır daha otuzyedide.
Ya çocuklarım ?
Yarın ?
Nereye ?
Arkadan itmeyin lamnnnn.(hala itiyorlar )


Siyahları muhtıra haberi tvlere düştükten 15 (onbeş) dakika sonra yazmıştım. Kırmızılar bugunku durumu gösteriyor.
Valla cok iyi sallamışım. Ulan toplum mühendisi miyim ba !!!
Alıntı ile Cevapla
AnnE kullanıcısına teşekkür edenler
Ramo (07-06-2007), Süvari (08-06-2007)
  #492  
Eski 08-06-2007, 06:59
Süvari - ait Avatar
Süvari Süvari bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: İstanbul
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 685/2402
454 Mesaj ına 1691 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Rıhtımdaki sandallara körfezdeki dalgalara gökyüzünde yıldızlara seni sordum...

yok dediler.
------------------
Hep iddia ederdim küçükken. (Bundan küçükde mi oldun diye sormayın)
Asker olunmaz doğulur
Mühendis olunmaz doğulur

Sanırım sorunuza cevap budur saygıdeğer anne'm.
Alıntı ile Cevapla
  #493  
Eski 08-06-2007, 23:11
AnnE - ait Avatar
AnnE AnnE bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Suriçi
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 606/518
314 Mesaj ına 5527 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Aziza Mustafa Zadeh

Muhteremler ;

Fazıl Say'ı canlı dinlemiş olanlar bilir. Onu izleyerek dinlerken, piyanonun O'nun kolunun, parmaklarının bir uzantısı olduğunu sanırsınız. Bir insan , kendi özünde olmayan bir aletle bu kadar bütünleşemez diye hissedersiniz. O'nun, sağ kolu boşta kalan bir nota dizisine geldiğinde , sağ eli ile havadaki sesi okşadığını görünce, ilk başta '' ne yapıyor bu '' diye tuhaf bakarken , az sonra o okşanan sesin okşandıkça daha da keyif veren bir hale geldiğini sizde hissedersiniz.

Ben bu gece, sesin sadece okşanmadığını hissettim. SESİ GÖRDÜM.

Sesi gördüm ; pianoyu , pianodan çıkabilecek en muhteşem ezgileri en muhteşem bir şekilde çalarken , bir insandan çıkmasının mümkün olmasına inanamayacağım sesleri , hiç duymadığım sesli harfleri , hiç olamayacak sessiz harfleri peşpeşe ve nereden ve nasıl çıktığını anlama telaşına kapılmadan , tam buralardan , taa oralardan , oraların ötesinde, öte taraftan gelme ihtimalini yadırgamadığım sesleri, nereden ve nasıl çıktığının derdine düşmeden, sesi izledim ; sesi gördüm.

Konser bitip herkes ayakta dakikalarca alkışlarken kalkamadım yerimden , götüremedim çiçeğini, '' sipasiba MamuşkA'' demesini duyamadım , '' pajaluska Ay Qız '' diyemedim.
Sesi gördüm.

Bir daha şanslı hissettim kendimi. Hayat beni buralara atarken en son , hatta hiç aklıma gelemeyecek olanı yaşadım.
Sesi gördüm.

[SES]http://www.arka-bahce.org/forum/attachment.php?attachmentid=424&d=1181337674[/SES]

180px-AzizaMustafaZadeh.jpg
Eklenmiş Dosya
Dosya Tipi : mp3 AnnE.mp3 (433,4 kilobytes, 268 kez indirilmiştir)
Alıntı ile Cevapla
AnnE kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (11-06-2007), Emin (24-06-2007), meraklı (09-06-2007), Ramo (10-06-2007), Süvari (11-06-2007)
  #494  
Eski 10-06-2007, 23:02
gemici - ait Avatar
gemici gemici bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 190/1
30 Mesaj ına 248 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

anne zamanı gelince kime vereceksen bir işaret verde bizde bilelim peşinden gelelim.....
__________________
............................
Alıntı ile Cevapla
gemici kullanıcısına teşekkür edenler
meraklı (24-06-2007), Ramo (11-06-2007)
  #495  
Eski 24-06-2007, 15:46
meraklı - ait Avatar
meraklı meraklı bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Dec 2006
Bulunduğu Yer: Koşuyolu
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 287/1518
251 Mesaj ına 1077 Kere teşekkür edildi
Talking nihayet geyikli bayırı....

Konyaaltı'ndan çıkıp da Ahlatlı yolunu takip ederken karşına çıkan "muhtar'ın yeri gözleme evi" ni de geçip, Karaağaç yayla yolunu da sıyırtıp Geyikli Bayırına ulaştığında seni önce yabani dut ağaçları karşılar.Daha içlere ilerlediğinde sarılı yeşilli kanatlarını bütünleyen ok gibi bir kuyruk ve zıpkın hızıyla uçan sukuşlarının aceleci pikeleri ve daldan dala süzülüşlerini takip edebilmenin hayaliyle takipsizliğin hayal kırıklığını yaşarsın.

Yabani at kestanesi ağaçları ve tek çeşit olmayan çam ağaçlarının altında konuçlanırken, biraz aşağıda, zamanında belli ki gümbür gümbür akan ve ilerde Manavgat'ın kolarına kavuşan derenin yağmurdan nasibini alamamış ama inatla o eski şaaşasını yaşatmaya çalışan, yatak içersindeki koca taşların kâh üzerinden kâh yanından akarken minicik çağlayancıklar oluşturmasını görüverirsin. O zamanlarda azgın akan ama şimdilerde susuz kalmış buna rağmen halâ akabiliyor olmanın gururu içinde akıntısının gücünü hissettirmekte !!

Havadaki biraz kozalak biraz taze yaprak, biraz da alabalık havuzlarından tutulmuş ve kiremitte ya da güveçlerde fırınlanan, mis gibi tereyağ, bahçe biberi, elma soğanı, domates yarımlarının kokuları çarpar. Kadehlerdeki rakılara buzlar eşlik edemese de buz gibi suyun sürahilerde beklerken, cam üzerinde oluşan damlacıklarda, günün son ışıklarının vurup gökkuşakları yaratmasını ağzın açık takip edersin.

Enteresandır ki, buralara gelene kadar portakal bahçelerinin arasından geçerken yolun kenarlarında 1 asrı devirmiş terk edilmiş taş evlerin halâ "ben varım ve ayaktayım" dercesine durmaları ve yanlarında yükselen tuğla-beton evlere nazire yaparcasına, şekilerinden, taşlarından ve ahşaplarından eksilmemeleri görülmeye değer.

Portakalların dalları eğdiği,kayısıların güneş görmüş topaz misali parlamalarına denk, henüz renk aldığı ama tadının tam oturmadığı kirazların eşliğinde toprak yolda, yılanın varmaya çalıştığı gölgenin kaçması gibi, yollarda duman bulutları yaratırken, her geçtiğimiz köprünün altında artık akmayan ama yine de minicik gölcüklerin var olduğu dere yataklarında keçilerin, eniklerin, başı kabak yalın ayak çocukların içiçe geçmişliğini de görmek gerekir...

İşte o anda yanındakileri unutursun, kalabalıktaki yalnızlığına çekilirsin. Kendinle kendini tartışmaya, kendinin kendinsiz olduğun anlardaki anlamsızlıklarına takılırsın. Yaptığın her bir şey için bir sebeb ararsın ama, sırtındaki küfenin içi sebeb dolu da olsa sen yine bi sebeb bulamazsın.

Buram buram yaşam kokan çevrende, uyum sağlamaya çalıştığın ve tabiatın bir parçası olmana rağmen bir türlü yabanıl kaldığın o anlarda teknoloji denen canavarın kollarında, yaşam mücadelen içersinde hayran hayran- ayran budalası misali- sadece bakarsın.

Arabesk çalgıların sesleri arasında sen zihninde sadece bir flüt ezgisi ya da piyanonun tıngırdamasını tutturur, kuşların şakıması ve suların çağıldamasıyla kendi senfonini yazarsın. Durağan ama heyecanlı, sessiz ama güçlü, derin ama yalın....

Hayat güzel, yaşamak güzel nefes alarak halâ ayakta durabilmek ise en güzel...kalınız sağlıcakla
Alıntı ile Cevapla
meraklı kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (24-06-2007), dohol (24-06-2007), Emin (24-06-2007), faurecia (26-10-2007), flz (24-06-2007)
  #496  
Eski 24-06-2007, 15:48
meraklı - ait Avatar
meraklı meraklı bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Dec 2006
Bulunduğu Yer: Koşuyolu
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 287/1518
251 Mesaj ına 1077 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Alıntı:
gemici´isimli üyeden Alıntı
anne zamanı gelince kime vereceksen bir işaret verde bizde bilelim peşinden gelelim.....


Acep işaret tamam da biz mi görmedik Vakit daraldı...
Alıntı ile Cevapla
  #497  
Eski 28-06-2007, 21:51
AnnE - ait Avatar
AnnE AnnE bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Suriçi
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 606/518
314 Mesaj ına 5527 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Gidenin , gitmeden önce ilk, dudakları kurur, bu kuruluk damağa yayılır, dil kurur sonra , dil damağa yapışmaz zira yapıştıracak bir sıvı kalmamıştır.Dilini oynatabiliyorsa , metalin metale çarpması gibi birşey hisseder hala hissedebiliyorsa. Sonra küçük dil ve gırtlak kurur ; küçük dil o kuruluğun verdiği çaresizlikle hangi deliği kapatacağını bilememeye başlar. Mideye hava kaçar, ciğere kalıntı. İşte o son sert hareketler bu karışıklığın başlattığı refleksler sadece. Elinizden gelirse kurutmayın o ağızı ; korkmayın , ciğere su kacacak diye. Kaçarsa da vücudun vereceği tepki belki birşeyleri ters bile çevirir.

Ama bilin ki , dudakların kurumaya başlaması aslında sizin yapabileceklerinizin sonuna yaklaştığınızın habercisidir sadece. Sadece hala hazır değilseniz hazırlayın kendinizi.

Gidenlerle ilgili olarak, inananlar, onların ahirete kadar yok olacaklarını, ahiret günü ayaklanarak hesaplarını vereceklerine inanırlar, inanmayanlar, onların gittikleri anda artık sadece çürümekte olan bir hiç olduklarını. Bir de birileri vardır ki onlarda aslında bir başka inananlardır ; maddenin gittiğini , ruhun kaldığına inanmışlardır.

İnsan inansın ya da inanmasın , bir gidenin hele ki sevdiği bir gidenin ardından ,O'nun tamamen gittiğine inanmayı beceremez. İster sıralı ( nasıl bir sıraysa ?) ister zamansız bir giden, O'nu seven için önce bir ihanet gibi algılanır , bir terkediş. İlk zamanda, ihanetin affedilebileceği, her terkedişin bir pişmanlığı olduğu sanısındadır gidenin seveni. Bu ilk zamandan sonra ise, neye inanırsa inansız ya da neye inanmazsa inanmasın , O'nun buralarda bir yerde olduğunu hisseder , hissetmek ister. Bu dünyada paylaştığın birinin pat diye gidivermesi nasıl kabul edilebilir ki. Gidenin dünyada bıraktığı sorunlar artık sadece kalanın problemine dönüştüğünden gelen bir çıkarcılık mıdır gidenin buralarda olduğuna inanmaya çalışmak. Bak mı demektir ona, senden sonra ne hale geldik diye bir intikam isteği mi , bak , senden sonra hayala hala güzel diye bir paylaşma arzusu mu ?

İnananın, daha sonra onun başına gidip dualar etmesi , inanmayanın onun başına gidip dertleşmesi, ya da her ikisinin de onun başına gidip ağlamasında sadece o gidenin gittiğine inanmamak var.

Sonra mı ?

Bu kadar saçmalamak yeter.
Alıntı ile Cevapla
AnnE kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (29-06-2007), Emin (07-08-2007), faurecia (26-10-2007), flz (29-06-2007), neron (29-06-2007), Süvari (01-07-2007), ŞEN (28-06-2007)
  #498  
Eski 01-07-2007, 22:39
flz flz bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Jan 2007
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 41/319
39 Mesaj ına 191 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Kendime yeni bir zaman ölçer edindim. Saçlarım. Zamanı onlara bakarak tayin ediyorum bu ara.
Tuhaflaştım.

Yolcu ederken söz vermiştim. “Tamam, kestirmeyeceğim saçlarımı uzatacağım senin için, madem bu kadar çok istedin, söz sana” demiştim.

O kadar az şey isterdi ki benden.

Omuzlarıma beş kalmıştı saçlarım, o zaman… şimdi ise belime beş kalalar, onlara izin verdim, uzadılar. Ve o zamandan beri birbirimizi görmüyoruz bir süre daha görmeyeceğiz.

Hayat işte. Sorgulayamazsın ki, her şey hayatın bildiği, istediği gibi.
Ne yaparsan yap olmuyor bazen. Bu da olduramadıklarımdan biri.
Olduramadıklarım o kadar çok ki.

“Seni hep en son gördüğüm halinle hatırlıyorum, lütfen ağlama, o kadar zor ki çok uzaklarda yaşarken sevdiklerini ağlar haliyle hatırlamak” demişti, pasaport kontrolden geçerken.
Haklıydı.

Çok sevdiğiniz ve sizi hatırlamaya hazır birisi varsa eğer, istediğini yapıyorsunuz.
Çok az şey ister birbirlerini gerçekten sevenler.
O yüzden zor değildir bu istekler. Çok basit.
Basit olan her şey güzeldir zaten. Düz ve net. Bir masa gibi, dört köşeli.
Başka köşeleri olmasın fazladan. Rahatsız eder.

O kadar zor ki zaten bir çok şey.
Zor olması sorun değil onunla baş edilir.
Baş edilemeyen kısmı zorlaştırılması.

Zorlaştırmamalı, hem kendimizin hem başkasının hayatını.
O yüzden, vazgeçmek gerekir bazı şeylerden.
“Her vazgeçiş sonuçta bir tercihtir, bazen en doğru tercih vazgeçiştir” demiş birisi.
Vazgeçerseniz, kaybedilensiniz.
Vazgeçilenseniz kaybedensiniz.
Kim bilir kaç kere vazgeçtik, vazgeçildik, vazgeçirildik…Önemli mi?

Yeter ki insan kendisinden vazgeçmesin.
Alıntı ile Cevapla
flz kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (02-07-2007), AnnE (02-07-2007), buena vista (02-07-2007), Emin (07-08-2007), faurecia (26-10-2007), neron (06-07-2007), serdarkus (02-07-2007)
  #499  
Eski 02-07-2007, 10:25
meraklı - ait Avatar
meraklı meraklı bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Dec 2006
Bulunduğu Yer: Koşuyolu
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 287/1518
251 Mesaj ına 1077 Kere teşekkür edildi
Tanımlı

Alıntı:
flz´isimli üyeden Alıntı
...........
Çok sevdiğiniz ve sizi hatırlamaya hazır birisi varsa eğer, istediğini yapıyorsunuz.
Çok az şey ister birbirlerini gerçekten sevenler. .....
.....
Zorlaştırmamalı, hem kendimizin hem başkasının hayatını.
O yüzden, vazgeçmek gerekir bazı şeylerden.
.....
Yeter ki insan kendisinden vazgeçmesin.

Birbirini gercekten sevenler...çok az sey ister, bilirler ki paylaşılan sadece kocaman bir yürektir, yaşamdır, anılardır...Evlattır, anadır,babadır...Kardeştir, sevgilidir ,arkadaştır...

Eğer can acıtacaksa, aramamalı, anmamalı, belki hiç karşılaşmamalı.....
Olmazları oldurmaya çalışırken yitmemeli, değerlerini -varsaydığı şekilde- gözetmeli...

Ama..nihayetinde varlığından asla vaz geçmemeli.....

Tşk ederim sevgili flz......Kalınız sağlıcakla
Alıntı ile Cevapla
meraklı kullanıcısına teşekkür edenler
alihoca (02-07-2007), buena vista (02-07-2007)
  #500  
Eski 02-07-2007, 15:42
alihoca alihoca bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 361/2464
166 Mesaj ına 2501 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Anlat(mak), Yaz(mak) Üstüne

Şimdi geçmiş zaman için ‘unutan ben mi?’ suçluyum yoksa ‘unutturanlar mı?’ konusuna hiç girmeyeceğim. Nasıl olsa her daim olduğu gibi suçlu çıkartılacağımız için baştan suçumu ‘ unuttum Gardaşım!’ diye kabullenerek başlayayım. Efendim işte o zamanlar, bekârız. Bak şimdi, şu cümleyi yazmak bile adamın yüzünde güller açtırıyor desem, inanın. Niyesini hiç garıştırmadan inanın o kadar..

Başınıza gelince ‘hocam söylediydi de inanmamıştık, üstüne bi de gülmüştük herife iyi mi!’ deyip anladığınız da iş işten çoktan geçmiş olacağını da bilin.. Efendim bu da yetmez derseniz; işaret barnağınızı yalayıp bir yerlere çızın dilerseniz.

Ne diyorduk? Hah tamam! Bekârız. Yemyeşil kırlar, rengârenk çiçekler, böcekler misali yöreden yöreye, daldan dala gezip tozuyoruz. Rüzgâr nereye sürüklüyorsa, Güneş nerde güzel doğuyor ve nerde güzel batıyorsa oradayız. Bak, bu tozumak kısmını da arıların ziyaret ettiği çiçeklerden aldıkları usare ve taşıdıkları toz ile üremeyi anlatabilmek adına, bulup yakıştırıncaya kadar canımız çıktığını hiç bilmezsiniz tabii. İyi de üremekle ne alakamız var demeyin! Onu da bitki bilimi hakkında da üç beş bildiğimiz olduğumuz anlaşılsın diye yazdığımızı anlayın artık.

Tabii böyle olunca da; kitap, sinema, tiyatro, sergi, konser, serseri mayın turları ile geziler derken; okuduğumuz, gittiğimiz, gördüğümüz, dinlediğimiz yerlerden biraz aklımız biraz yüreğimizle süzebildiğimiz güzellikleri sevdiklerimizle paylaşabilmek için kaydediyoruz.

Bu bazen, Dolmuş şoförünün hemen arkasına oturan sarışının yaptığı işvelerle (hatırlatın da anlatayım) adamı trafik canavarına döndürüşü oluyor. Kimi zaman ‘Küçükhanım, çantanızı kafamın tam şurasına vurur musunuz lütfen!’ dediğimiz kızın ‘Neden?’ sorusu ile başlayan tanışma fasılları oluyor. Bazen ‘Cazcı Kardeşler’ filminden bir mısra olabiliyor. Veya o an bizi can evimizden vuruveren güzel şarkı-türkünün bir kuplesi (sırf uysun diye bulabilmek için canım çıktı), şiirin bir cümlesi derken biriktirebildiklerimizi topluyoruz.

Toplamak kısmı ne kadar zor olur ise olsun, duyduğumuz, gördüğümüz veya hissettiğimiz anda anlatmak için aklımıza düşüverenleri sevdiğimize anlatabilmek, daha bi dertti desem dosdoğru olur. Mess, chat, cep gibi teknoloji harikalarından yoksun olduğumuz için sabit telefonla bi buluşma ayarlayıp beklemek zorundaydık. Olayın, o anın veya esprinin, olduğu andaki sıcaklığı ile taptaze aktarabilmek kısmını da zorlaştıran, beklemek kısmı idi. Bayatlıyor mu? Diyenler için hemen söyleyeyim. En azından o anki güzelliği saklayabilmek bazen mümkün olamıyor ve deyim yerinde ise (o anın büyüsü) bozulabiliyordu.

Özetleyecek olur isem; bekârız ve renkliyiz. Anlatabilecek olaylar, anlar, -her ne kadar bed sesli olsak da- şarkılar, türkülerimiz var. Bir şiir için birkaç gece ayırabilecek kadar zaman hovardasıyız aynı zamanda. Tabii bu arada modern resim, opera vs gibi dinleyip dinleyip, anlamayı bir türlü beceremediklerimize de bi kulp taktığımızı not edelim. Sesi görmek bi yana duyup anlamayan cahil yönümüzü de itiraf etmiş olalım. Olur a, bi gün operaya gideceğimiz tutar. İşte o zaman ‘anladın mı, gördün mü?’ türünden ecel soruları ile bizi yalan söylemeye zorlamayın.

Uzatmayayım efendim, bi gün evlendik. Dolu dolu yaşanmış geçmişin güzelliklerinden oluşan birikmişleri de; efenim işi güzelleştirmek adına her bi şeyi konuşup paylaşacaz deyi; ilk yıllarda her gün her gün konuşup bitirmemek için ayda haftada bi gün, bir saat filan anlatarak tasarruflu harcamaya da özen gösterdiğimizin bilinmesini isterim.

Kuyruğu bi gaptırdın mı? Ayların yılların nasıl geçip gittiğini ve dişinden tırnağınızdan biriktirdiğiniz anılarınızı da, idare fener bilmez müsriflerin nası yiyip tükettiğini bilemiyorsunuz tabii. Tabii de, hal böyle oluca yavaştan yavaştan; ‘Niye konuşmuyorsun! Hiç güzel şeyler annatmaz oldun! Artın çok değiştin!’ demeler başlıyor. Sonracıma efendim meramını annat da göreyim.

Hayır, bizi az çok bilenler bilir. Laf sıkıntısı çekmeyiz şükürler olsun. Hani desem ki; zabahın körü okula gidip, bin yüz çocukla, yetmedi anasıyla danasıyla, olmadı hocasıyla kocasıyla, kaymakamı valisi bakanı ile akşamın karanlığına kadar cebelleşip eve dönüyoruz. Dönüyoruz dediysem de; yolda ‘Merhaba, Ne haber?’ diyen ‘Ananı’ der gibi geliyor desem az vaziyetleri.

Yani efendim, çimen yok böcek yok, dal yok çiçek yok misali, arı zaten boku yemiş halde.
Lan, annatacak bi şey yaşadığımız mı var ki?
Deseeen, zaten Allah belanı virir. Dediğine diyeceğine bin pişman ederler.

Denk gelir mi bilmem ama 68 Kuşağından Kadıköy TÖS Başkanlığı yapmış bir Erdal Hocamız, Ağabeyimizin anlatmış olduğu bir anısı ile olayı daha anlaşılır kılmaya çalışayım.

Kırk küsüründe ancak evlenmişti. Evlendiğinden üç beş yıl sonra savcı olan yengehanım yine ‘Eee hadi anlat bakalım’ deyince,

Erdal Ağam dayanamamış;
—Her gün tabldot, her gün tabldot!
—Arada bir ‘Alakart’ yediğimiz mi var ki.
—Hem müsaade etmiyorsun, hem iki de bir annat deyip durursun!

Diyen ağabeyimizi de yad ederek ‘Türkün aklı..’ misali o günlerde ne demek istediğini anlayamamış oluşumuzu da not ediverelim.

Şimdi bilirim, Erdal Ağamın anlattıkları haricinde yazdıklarım ‘mizansen deseeem’ inanmazsınız. Ama uzun zamandır ana başlığa doğru dürüst yazı yazamayışımı açıklamak için yazdım desem inanın. Bir taraftan karne, diploma, oks sınavları başvuru, tercih, diğer yandan; sevimsiz bir konu olan Memleket meselelerine fazlası ile kaptırıp endişelere gark olmuş bir haldeyken yazacak bir şeyler bulamadığımı anlatmaya çalışayım dedim.

Hani yaz diyen olmasa da, yaz-mıyor demesinler diye düşünürken, aklıma; Anlat diyen Yengehanıma karşın, Erdal Ağamın anlattıkları imdadıma yetişti.

İşte durum böyleyken böyle efendim.

Sürç-ü lisanımız olmuşsa affola.
Alıntı ile Cevapla
alihoca kullanıcısına teşekkür edenler
bikmisbroker (09-07-2007), buena vista (02-07-2007), dentist (03-07-2007), Emin (07-08-2007), faurecia (26-10-2007), kasved (03-07-2007), Lizzy (02-07-2007), meraklı (04-07-2007), neron (06-07-2007), Ramo (09-07-2007), serdarkus (02-07-2007)
Cevapla


Konuyu Toplam 3 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 3 Misafir)
 
Konu Seçenekleri
Modları Göster

Yetkileriniz
Yeni konu açabilirsinizdeğil
Yanıt gönderebilirsiniz değil
Eklenti gönderebilirsiniz değil
Mesaj düzenleyebilirsiniz değil

Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodları Açık
Gitmek istediğiniz klasörü seçiniz


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 10:59 .


Telif Hakları vBulletin v3.5.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
Tercüme ve Tasarım : Arka & Bahce