#41
|
||||
|
||||
Ve On
Mest olmuştum; sözünü gülle paylayıp kiloyla, ölçüyle değil doyumuna bal satan, hasım istemeyip, siteme yüz vermeyen, dosta gidecek yazıların zarfına aşkın mührünü önceden vurduğu pulları satan sözlerin yüreğine.
Cevri Baba da yoklara karıştı Mahsuni Şerif gibi! Erdemden konuştuk bir süre, sonra da kimi “söz”lerin altını çizdik. Bir ara ben; “Dürüstlük yok muydu gerçekten? Dürüstlük sahtekârlaştırıyor muydu? İyilik büyü şekline mi dönmüştü? Ve insanın büyülenişi çok mu uzun zaman sürer? gibi başkalarından ödünç aldığım bu sözleri soru şekline sokmama rağmen bir göndermede de bulunmuyordum ama sonra sündürüyordum bu sözlerin ince ayarıyla oynayarak.Dert, mutluluğun arkasında pusuda mı bekler?” Hepimiz, bozuk sıvalı beton zeminde aksayarak duran oval masanın üzerine bakmaya başladık. Nar suyu dolu bardaklar tekrar rakılaşmıştı. Sanki pişkinleşmiştik gerginlikten. Dertlerin, dikenlerin şerefine rakı kadehlerini kaldırıp, tek dikiş yudumladık. Ya konuşan, anlatan, izleyen, uyduran bendim ya da biri benim adıma yapıyordu bunları. Daha önce dediğim gibi, ya sağ kolum ya da sol kolumdu, şimdi hatırlamıyorum ama biri fena keçeleşmiş olmalı ki, hangisinin üzerine uykumun ağırlığını yüklemişsem artık, gene döndüm. Döner dönmez Denizli ve Pertek Horozu olmadığını bildiğim, yattığım yerin ne kadar uzağında olduğunu ve kaç tavukla geçinip gittiğini de, daha önce belirttiğim horoz, muhtemelen 37 saniye sonra gene “Ü üürrü üüü” dedi. Anlayacağınız bu ses “Astral Dinlenmemi” piç etti. Bu son ötüştü galiba. |
#42
|
|||
|
|||
Güzel Emin;
Hani, adam boyu karın biriktiği, çatılarından mızrak gibi buzların sarkıtlar oluşturduğu o soğuk kış gecelerini hatırlarsın mutlaka. Elektriğin televizyonun olmadığı zamanlardan bahsediyorum. Soğuğu çilesi biryana o uzun kış gecelerinde eve, yörenin okumuş yazmış hatta İstanbul, Alamanya görmüş kişilerinden misafir geldiği zaman adeta bayram sevinci yaşardık. Oralarda yaşadığı renkli neşeli anıları anlatırken bir şey kaçırmamak için deyim yerindeyse çıt çıkarmadan dinlerdik. Anlatıp anlatacakları bölünüp heyecanı kaçacak diye evde öksürene bile, canı çıkaydı diyen paylayan bakışlar fırlatırdık. Şimdi nereden çıktı hocam bunlar diye aklına gelir diye peşinen yazayım. Açtığın başlık içinde ilk yazdıklarından başlayarak ben dâhil hiç kimsenin araya yazmaya cesaret edemeyişi, o uzun soğuk kış gecelerinde renkli anı öykülerin anlatıldığı sayısı az ama keyif dolu gecelerimizi hatırlatı bana. Ve doyumsuz tadı ile yazdıklarını bölük pörçük edip yaşadığımız damak tadı ve heyecanı kaçırmayalım diye çıt çıkarmadan dinledik desem inan. Eline, diline, güzel yüreğine sağlık. |
alihoca kullanıcısına teşekkür edenler | ||
bikmisbroker (24-09-2006), dentist (23-09-2006), Emin (27-09-2006), Ramo (26-09-2006), sudha (26-09-2006) |
#43
|
||||
|
||||
Bin Beş Yüz
10’dan 1500’e nasıl atladım!
Sayın serdarkuş abinin dediği, benim daha önce hiç telaffuz etmediğim rakamlara binlerle değil, milyonlarla yazsam başlıkların adını gene de erişemem. Eğer canınız burnunuzdaysa yani borsa, Sayın Master’ın günde üç öğün belirttiği ve benim bir türlü akıl sır erdiremediğim o dibi çizgili; duruma göre kalın ve kırmızı rakamlı destek rakamlarının altına inmişse ve de sizin o sırada üzerinize ölü toprağı serpildiği için kaçamamış, dolayısıyla haliniz hiçte hoş değilse, bu raflara serpiştirdiğim yazıları uzun, orta, kısa ve en kısa olsun isterse, okumazsınız. Hadi diyelim okudunuz, tat alamazsınız, tadını çıkaramazsınız. Ne olur, ne olmaz, genelleme yapmasam iyi olur. Belki bu dediklerime katılmayanlar olabilir, ya tümcemin sonuna “bana göre” sözünü yapıştırmam gerek ya da ben böyle bir durumda olsam “fıkralara bile gülemem,” diye bir tümce yazmam gerek. Sayın alihoca gene kanıma dokunan sözler edince açıklama zorunluluğu duydum. Uzun yazıların yüzü sıcak değildir, kim o kadar yazıyı okuyacak diye panik olunur, şahit olmuşumdur, bu konuda birçok olaya. Uzağa gitmeye gerek yok, Hocam anlatmış, ne zorluklarla, nasıl mücadele ederek kendisine armağan edilen bir kalın kitabı okuduğunu! Yazılarımdaki bazı sözlerimde bu konuya üstünkörü de olsa değinmiştim. Sözgelimi demiştim ki; burası edebiyat dükkânı değil, akçeli konularla haşır neşir bir mekan ve siz benim zırt pırt gönderdiğim yazılara bakmayın, işiniz gücünüz olmadığı zaman gelin, okumaya. Başlıklar numaralı. |
Emin kullanıcısına teşekkür edenler | ||
#44
|
||||
|
||||
Gene Bin Beş Yüz
Evet, o yüzden başlıklara numara koydum; “dörtte kalmıştım” deyin ama bunu aklınızda tutun, sonra beşten devam edersiniz, kafanız iyi olduğu zamanlarda. Zaten kaçan, göçen ve anlık yazılar yazmıyordum ki!
“Dizi film” gibi “dizi yazılar” yazmak, “arkası yarınlar” oluşturmak yoktu aklımda. Sayın Master gibi bir “süzme söz” yazacak yetenekte de olmadığımdan kaçınılmaz olarak uzun oluyordu yazılarım. Bir çözüm bulmalıydım ve buldum: Yazacağım yazılar uzun olabilir ama okuyucunun bir çırpıda okuyabilmesi için; boşluklarla birlikte 1500 karakteri geçmemeliydi. Birden fazla eşit parçalara ayırabilirdim. Bu, kendime başlangıçta kolay gibi görünen sözü verdikten sonra başladım tırmalamaya. Yazıları “Word Count” seçeneğinden geçiriyorum; “Characters (with spaces) 1820” bilgisini görünce de; oradan kıs, bu söz öbeğini çıkar, virgülü kaldır, gereksiz eğretileme olmuş, ne gerek var o da çıksın. Yeniden bakıyorum; anaa! 1346, desteğin altına inmiş! Onu koy, bu cümleyi zenginleştir, fazla olmasın, geçer! Saydırıyorum: 1523. İyi yaklaştık! Allahtan ben saymıyorum! En zor bölüm ise; 1503, 1506, 1498 gibi sayılar. İflahım gevriyor; ne çıkartılacak virgül kalmış ortalıkta, ne eklenecek söz! Var, amma kendimce yüklediğim anlamlar gidiyor ve şakulü kayıyor. “Ulan oğlum kim bakacak, sayacak, etme, tutma, gel vazgeç bu dangalaklıktan.” “Ya sayarlarsa? Ya bu dediklerimin gerçek olup olmadığını bu son iki yazı da dahil sınarlarsa?” Bu kaygılarla, harflerle kaç saat güreştim, biliyor musunuz? Denemenizi önermem! |
Emin kullanıcısına teşekkür edenler | ||
#45
|
|||||||||||||||||||||||
|
|||||||||||||||||||||||
Yoklama
Sayın serdarkus abim; Artık Arka Bahçe “yoklama” almaya başlamış! Gelmeyenleri yok yazıyorlar! Devamsızlıktan başımıza iş açmayalım, haberin var mı, kaç gün yok yazılınca başımız ağrıyacak? Esasında iyi de olmuş, en azından bugün kimler hayatta, öğrenmiş oluyoruz! Bazen, efendi gibi oturum açmadan, şöyle ana sayfaya ziyaretçi sıfatıyla bakıp, tüyüyorduk. Şimdi o da mümkün olmuyor, bazı bölümlere destursuz girilmiyor, galiba. Benden söylemesi, fidanlığına sahip ol, arada sırada sula. Bak, Sayın AnnE taa nerelerden gelip, duygularını tatlı bir sorumlulukla dillendirmiş! Gerçi, mektubunu okuyunca allak bullak oldum ama hayatta olmasına, hayata tutunmaya çalışmasına nasıl sevindim, anlatamam. |
Emin kullanıcısına teşekkür edenler | ||
alihoca (27-09-2006), bikmisbroker (29-09-2006), dentist (28-09-2006), neron (27-09-2006), serdarkus (28-09-2006) |
#46
|
||||
|
||||
SERA ETKiSi
Bu güzel mekana arada bir girip çıkıyor güzel yazılarınızı okuyorum.Müptela oldum desem yeri var ama korkmuyorda değilim malum sera etkisi altında koca gezegen.Global ısınma,karbondioksit artışı vs..
İlk girdiğim gün pek değerli Emin kardeşimizin yazılarını okurken,oturduğum yerde bir miktar ısı artışı vuku buldu.Hemen sayfayı kapatıp sıvıştım.Global ısınma bu olsa gerek dedim kendi kendime,koca kütle var ardımda ne de olsa...Daha sayfaya gireli yarım saat olmamıştı ki sera etkisi altında kaldım diye panik oldum.Bilmem sizde oldunuz mu? |
zumbul kullanıcısına teşekkür edenler | ||
alihoca (28-09-2006), bikmisbroker (29-09-2006) |
#47
|
||||
|
||||
Seranın karanfilleri
Yoklama yapmak iyi olmuş.. Sevgili Emin'in dediği gibi hayatta olanları görüyoruz. Koşturan ve durmayan hayata kapılanlar için sanal ortamda birbirimizin varlığı ile yokluğunu anlamak, ekran köşesindeki online-offline simgelerine bağlı. Peki ya gerisi? Neredeyiz, ne yaparız, nasılız? Seradaki karanfillere uzaktan bakmak yerine, hepsi ile tek tek ilgilenmek lazım galiba..
Ne dersiniz sevgili Emin? |
#48
|
||||
|
||||
Serin Bir Damla
Sera etkisi altında kalmak paniklememize, çekinmemize veya daha da uç noktada korkmamıza neden olduğunu söylüyorsunuz Sayın zumbul ama önce bu korkuyu, ardından paniklemeyi en nihayetinde çekingenliği bir şekilde aşmamız gerekir diye de düşünmeden edemiyorum.
Ben hiç tanımadığım sizleri incitmekten korkuyorum, kırmaktan, üzmekten çekiniyorum. Bu durum doğal olarak diyeceklerimi yeniden ve yeniden gözden geçirmeme neden oluyor ve neredeyse yazacaklarımdan vazgeçmeye kadar gidebiliyor. Umuma açık yerlerde yazı yazma alışkanlığım olmadığından hatta yazmam gerekiyor mu, gibi bir soruyu da sık sık kendime sorar durumda olmamdan ötürü ben de seranın bu hamam sıcaklığı etkisinden etkilenmiyor değilim. Tavandan düşecek kendisini bütünlemiş serin bir damlanın beni kendime getireceğini umarak bir süre daha yoklamada kendimi burada “var” yazdırmak istiyorum. |
#49
|
||||
|
||||
Ne diyeyim?
“Neredeyiz, ne yaparız, nasılız?” sorularını yazısının içine gömen Sayın neron ekliyor: “Ne dersiniz sevgili Emin?”
Ne diyeyim? Ben, bu sizin sorduğunuz sorularla kendimi sıkça muhatap tutup, gene kendimce yazılarımda açıklamaya çalışıyorum. Diğerlerinin, kendileri dile getirmedikten sonra bu soruları sormaya cesaretim yok. Sanırım bir yazımda değinmiştim, yeni insan demek; dünyamızın genişlemesi zenginleşmesi olsa da beraberinde Sayın Master’ın dediği tatlı sorumluluklar getiriyor, dert getiriyor, çünkü mutluluğun kökü bunun içinde. Hal böyle olunca yeni bir insan tanımak onun sorunlarıyla da, sıkıntılarıyla da yüzleşmek anlamını taşıyor, gücüm de yetmeyince uzak durmaya çalışıyorum, istemesem de. Sayın alihoca’yı tanıdım ve şimdi sıkıntılarının bir kısmını biliyorum, arayıp sormak istiyorum, telefon faturasından çekiniyorum elim darda diyerek, hadi bunu es geçelim ama onun sıkıntılarından uzaklaştıracak imkân ve kabiliyette de değilim. Ne olacak şimdi? O da arıyor, bazı nazik ve kırılgan yerlerimi biliyor, dert ediyor, kafaya takıp “Ne oldu, ne yaptın” diye sorup, duruyor, çözmesen de, o üzülmesin diye “çözdüm, çözüldü, sorun yok” gibi kıvırmalara sığınmak zorunda kalıyorum, kalıyorsunuz. “Kuru kuru gadan alam” yani laf ola beri gele cinsinden hal hatır sormaların kime ne yararı olur? Hiç yoktan iyi midir, yoksa? Dediğiniz gibi karanfillere uzaktan bakmak yerine her birine gereken ilgiyi; ışık, gübre, ilaç ve suyu gereksinimi kadar vermek gerek ama bu yürek, bu sabır ve güç hangimizde yeteri kadar var? Bakın, yazılarımda sık sık ismini kullandığım Sayın Master’ın son yazısını belki 20 kez okudum. Daha önce algılama güçlüğüm olduğunu söylemiştim, belki bu nedenle belki de Sayın Master bilerek ve isteyerek öyle yazdığından, iletmek istediklerini kendi yöntemine göre hedef kitlesinin anlayacağı bir üslupla ortaya serdiğinden dolayı anlamada zorlandım. Belki borsa hakkında yazmış, belki de başka bir şey hakkında. Ancak bu yazısını çok dikkatli okuyunca buruk, sıkıntılı, çok fazla hoş bir durumda olmadığını anladım. Umarım yanılıyorumdur ama sanmıyorum, kendi sözleri ortada; gülme yerine utanma pazarı gülümsemiş olması, kendine, kendi içindeki bilinen bir burukluğa doğru yolculuğu… Neyse, söz uzadı, demem o ki; birine nasılsınız deyip yaklaştığımda onun vereceği yanıtı karşılayabilecek ruhsal bir olgunluğun yanında fazlaca imkânlarımızın da olması gerek noktasına gelip takılıyorum. |
Emin kullanıcısına teşekkür edenler | ||
#50
|
||||
|
||||
Buyrun cevaplayın
Sayın Emin;
Sizin adınızı ilk duyuşum Sevgili Bıkmısbroker ın bir mesajı ile oldu . Sonrasında kendine has üslubu ve topici ile yazılar yazan Sayın Serdarkus ile karşılıklı yazılarınızı okumak bizim için bir zevk oldu. Sizler gibi kuvvetli yazı yazan insanların duygularını nasıl bu kadar kolay yazıya döktüğüne hep şaşırmışımdır. Sayın Alihoca nın yazılarını okurkende hep aynı hayranlığı duymuşumdur. Allah vergisi olsa gerek diyip geçiyorum.... Sonrasında sizinde hep bizim dükkan diye bahsettiğiniz http://www.imekabe.com/ adlı siteye uye olduktan sonra hoşgeldin Sayın dentist başlıklı yazıyı okuyup şaşırdığımı hatılıyorum.Gerçi sonrasında dükkanınıza zaman zaman uğrasamda yazamamamı bağışlayın lütfen. Gelelim bu yazımın konusuna , yazımı yazmakda ki amacım iki ayrı konuyu tartışmaya açmak birincisi sizin dükkandada değindiğiniz okuyunca çok dikkatimi çeken kullandığımız nicklerle ilgili yazınızdı. Gerçektende bizler gibi forum veya chat ile ilgilenen kişilerin kullandıkları nickler 2. bir isim gibi üzerimize yapışıveriyor ve ilginçtirki hoşumuzada gidiyor. Herhangi bir sanal yer değişikliğinde kullandığımız nickin başkası tarafından kullanılıyor olduğunu görmek şaşırtıcı derecede rahatsızlık verici oluyor. Yine sizin yazınızda değindiğiniz ama bizler için artık çok geç olan nicklerimizi türkçe seçelim veya değiştirelim konusuda tartışmaya açık bir konu olsa gerek. Yukarıdada belirttiğim gibi 2. bir konu varki ozellikle son aylarda kaybettiğimiz bir dostumuz ve etrafımda Allah hepimizden uzak etsin bol bol duymaya başladığım kanser ve sonrasındaki malum son ile ilgili , diyeceksinizki nerden çıktı birdenbire bu konu gerçi konunun hepimizin başına eninde sonunda geleceği gerçeğini bir yana bırakarak 2 gün önce 6 yaşındaki kızımın gece uykusundan uyanıp yanıma gelip sorduğu soru ve bu yaşdaki kızım karşısındaki cevap acizliğimi anlatayım. Baba dedi ağlamaklı ve uykulu bir sesle ben eğer yanlışlıkla ölürsem gittiğim yerde hani o sizin cennet dediğiniz yerde yaşam varmı.(Tam soru boyle idi.) Verdiğim cevap sonrası bana güvendiğindenmidir yoksa duymak istediklerini duymuş olmaktanmıdır veya uykuya yeni düştüğündenmidir bilmem başını koluma yaslayıp uyudu. Ama malesef ben uyuyamadım o soru sonrası . Beni uyutmayan ise ölüm gerçeği değildi ,kızımın bu yaşdaki düşüncesi ve rahatsızlığı idi. Buyrun benim yerimde olunda cevaplayın lütfen..... Saygılarımla. |
Konuyu Toplam 2 üye okuyor. (0 Kayıtlı üye ve 2 Misafir) | |
Konu Seçenekleri | Bu Konuda Ara |
Modları Göster | |
|
|