Gönüllülük
Ben aydın birisi miyim, bilmiyorum! Ancak bu dünyada boşuna kilometre doldurmuş da saymam kendimi.
Okuyabileceğimiz kadarıyla (paramız yettiğince, canımız çektiğince, zamanımız oldukça) okumuş, ferasetimizce, anlayabileceğimiz kadarıyla anlamış ve ömrümüzün ortasını biraz geçtiğimiz bu sıralarda, çoğu da deneyimlerimizden kaynaklanan belli bir birikimimiz var.
Ancak mevcut bu bilgilerimle hayatı tam olarak kavrayabilmiş miyim, o şüpheli işte.
Dünyayı bilmem, kültürleri bilmem, dolaşmışlığım, gezmişliğim pek yok. Yurtdışına çıkmışlığım yok, tarihi, edebiyatı, sosyolojiyi, felsefeyi, dini, diyaneti bilebildiğim kadar biliyorum ve hemen hemen hiçbir konuda “bu işi tam olarak biliyorum” diyeceğim bir şey yok.
Hal böyle olunca sıkılmadan yazı yazmam mümkün mü?
Hadi diyelim öyle ya da böyle bir şeyler karaladık, okunabilir olmanın ötesinde anlaşılır ve yararlı olabilecek miyim?
Siz ne derseniz deyin, ben sanmıyorum.
Bir şey yazmadan önce dersime çok çalışmam lazım. Lazım demekle nemelazım demek gibi bir uçtan diğer uca kıvrımlı dilimleri olan girişim yelpazesinin tam açılmış haliyle düşüncelerimi yellemeliyim.
Her şey gönüllülük esasına gelip, dayanır; resmi görevinizde bile, evliliğinizde bile bir miktar gönüllülük esastır, bulunmalıdır.
Peki, insan nasıl gönüllü olur?
Bir işi göreceli de olsa seviyorsa ilk adımı atmıştır ama yeterli değildir.
“Bara kalkan kıç çalkalar” diye çok hoşuma giden bir atasözümüz var. Hem oyuna kalkacaksın, hem de yerim ve yenim dar diyerek, nazlanacaksın, ayıptır!
|