Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Arka BahÇe Forumu - Tekil Mesaj Gösterimi - Ser'den, Sera'dan.
Tekil Mesaj Gösterimi
  #242  
Eski 02-07-2009, 04:51
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Söylesem…

Son zamanlarda içimdeki konuşmalarım çoğaldı.

“Kendimle daha fazla baş başa kaldığımdan olsa gerek” diyeceğim ama tam oturmayacak.

“Sessizliğin sesi” gibi ironik cümlelerin içine sinmeye çalışarak tetkiklerimi, tanı ve teşhisimi ortaya saçmaya kalksam diyorum ama daha bu cümleyi yazarken bile içimin kabarıp köpürdüğünü duyumsayıp tırsıyorum.

“Sinsiliğin sesi” diyerek gündemdeki konuların kendi gündemime nasıl sızdığını, bu sızıntının yüreğimdeki duvarı nasıl yosunlandırdığını ve o yosunun saldığı berbat kokuyu nasıl da iğrenerek soluduğumu söylesem…

İçimde oluşmaya başlayan öncü titreşimlerin çatırdayarak gümbürdemesine neden olanları, uzun farlara yakalanmış aç, zavallı ve postu değersiz bir tilki kaskatılığıyla nasıl apışıp kaldığımı söylesem…

Kendi efkârıyla dönen dünyada bir beden küçülmüş olarak var olduğumu ancak her an bu küçülmüş varlığımın da bir daha ses vermez hale geleceğine kendimi çok zorlanmadan ikna ederken bulduğumu söylesem…

Bu ikna işinin ardından bazen yaşanmış günlere, bazen de yaşanmışmış gibi olan bulanık günlerin gölüne, tıpkı Keban’ın tarlaları yutan kıyılarında bir yandan götü ıslatmadan balık tutmaya çabalarken, ileride, suyun epeyce ilerisinde, bir ağaluç (Ak alıç) köküne takılmış oltanın çengeline bir seferde erişmek ve tumanı da kuru tutmak için daltaşak olup, suyu ürkütüp, bulandırmadan, usul usul yürürken, gözler sonuna kadar açık olacak şekilde daldığımı söylesem…

Basiretimin bağlandığı anlara kadar bu duygunun -duyumsama da diyebilirim- beni güreştirdiğini ve dediğim gibi basiretim bağlanınca da tuş olmanın bel ağrısıyla yattığım yerden “ört ki ölem” diye mırıldanırken, kendime suçüstü yapıp, kulağımdan tutup, kaldırıp ve okkalı bir şamarın ardından azarladığımı söylesem…

Yalana alışık dillerin, bugün için yüzünü görmeye tahammül edemediklerinin yarın, ne olur ne olmaz, enselerine bile muhtaç olabilme olasılığı karşısında içinde kemik olmayan bu mübarek organlarını konuşma dışında acaba başka hangi işi yapmada kullanacaklarını, bir işime yaramayacağı, yüreğimi soğutmayacağını bile bile çok merak ettiğimi söylesem…

Sırtımı yere getiren bu düşünceleri yazmayı ve çok sonraları dönüp okumayı istediğimi söylesem…

En iyisi hiçbir şey söylememek.

Ama şimdi radyoda çalan şu türkünün nakaratını söylemesem dilim şişer:

Neçe nağme goşum
Neçe dillenim
Dost gedip özüme gelebilmirem
Ele bir ellerim yoh olup menim
Gözümün yaşını silebilmirem


-50-
Alıntı ile Cevapla