Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Arka BahÇe Forumu - Tekil Mesaj Gösterimi - Tarih Notları
Tekil Mesaj Gösterimi
  #8  
Eski 07-05-2006, 17:09
alihoca alihoca bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 361/2464
166 Mesaj ına 2501 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Sultan 6. Mehmet Vahidüddin Hazretleri (3)

Bu fetva ve yaratacağı vahim sonuçların daha iyi anlaşılabilmesi için, Çarlık Rusya’sının Türk ve Kafkas Kökenli Halklara uyguladığı Tehcir ve Kıyımlara da değinmek yararlı olacaktır. Ermeni Tehcirini soykırım(Genocid) olarak kolayca kabule hazır insanlarımızın kısaca özetleyeceğimiz bu kısmı dikkatle okumaları yararlı olabilir.

1768 Yılında başlayan Osmanlı-Rus Savaşının, 1774 Yılında Rusya’nın Osmanlı için bedeli ağır zaferi ile sonuçlanmıştır. Sonrasında imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması, Rusların Ortodoksların hamisi sıfatı ile Osmanlı tebaası üzerinde söz hakkı kazanmalarına yol açmıştır. Bu beraberinde Rusya’nın izlemiş olduğu Panslavizm politikası nedeni ile Rum, Bulgar Ayaklanma ve ayrılıklarını getirecektir. Rumların bu başarısı ise daha sonra ayrılıkçı Ermeni Hareketlerini başlatacaktır.

Osmanlı Sınırlarında Rum, Bulgar hele Ermeni İsyanları ortada yokken gelişen bir başka vahim olay vardır. Bu olay Çarlık Rusya’sının izlediği tehcir ve kıyım politikasıdır. Osmanlı Rus Savaşı daha bitmeden, 1771 yılında Rusların Kırım’ı işgali ve 1783'in Nisan ayının sonlarında, Çar Büyük-Deli Petro’yu Baltacı’dan Kurtaran II. Yekaterina'nın Kırım'ın Rusya'ya ilhakı ile zorunlu göçün devlet politikasına dönüştürüldüğü bir süreç başlatılmıştır. Bu Süreç Çarlık Rusya’sında Kırım Tatar Türkleri ile başlayıp Kafkas Kökenli Halklara kadar süren bir tehcir, kırım, kıyım politikasıdır.

1853–1856 Kırım Savaşında kaderin bir garip tecellisi olarak ilk fotoğraf makinesinin şahitliği ile bu savaş ve sonrasında Tatar Türklerine uygulanan zulüm belgelenir. Bu zulmün Avrupa basınında yer alması ile tarihte namı diğer Lambalı Kadın 5 Kasım 1954 İstanbul Selimiye Kışlasına yaralı çadırlarına ulaşır. Hasta ve yaralılara sunduğu bakım ve sevgi ile hastabakıcılık mesleğine öncülük edecek olan Florance Nightingale’in Kırım Savaşı sonuçlarına tanıklık etmesi ne garip tesadüf değil mi?

Yıl 1897’yi gösterdiğinde, Bağımsız Kırım Hanlığı Döneminde yaklaşık İki milyon olan Tatar nüfusunun 186.000 e düştüğü sayımla tespit edilir. Bu tespitin öyle her kaynakta faklı farklı rastladığınız şişirme rakamlardan olmadığını da ekleyeyim. Hemde, yetip ve bitse canınıza minnet. Kırım tarihi ve sonrasına paralel olmak üzere aynı zulüm ve tehcir politikasının, Kafkas Kökenli Halklara da istisnasız uygulandığı vereceğimiz örneklerle görülecektir.

Kafkasya’ya 1768’de ilk Rus akınları ile zulüm eşzamanlı olarak başlatılmıştır. Ta ki, 2 Temmuz 1864 tarihinde Grand Dük Çar'a ‘Kafkasya'da yenilmemiş bir tek aşiretin bile kalmadığı’ çekilen telgraf ile bildirildiğinde "Kafkas Göçü" gittikçe artan bir ölçüde hız kazanmıştı. Tarihte 93 Harbi diye adlandırılan 1877–78 Osmanlı-Rus Savaşı ile aralıksız devam eder.

Öyle ki; Çar 2. Aleksandr'ın "ya size gösterilen topraklara gider yerleşirsiniz veya en kısa süre içerisinde bu toprakları terk eder Osmanlı'ya göç edersiniz" sözü ile uygulanan zoraki iç göçün asıl amacının dış göç yani çok bilinen ismi ile tehcir olduğu anlaşılacaktır. Bu tehcir politikasını 1908 tarihi sınırlandırıp Kırım ve Kafkas Tehcirine, Panslavizm Politikası gereğince izlenen Balkan Göçlerini de eklediğimizde ulaştığımız sayı beş milyondur.

Daha önce başlamasına rağmen Kırım Savaşı baz alınarak bakıldığında elli yıla yakın bir zamanda, Osmanlı’nın kabul ettiği göç miktarı ise iki milyona ulaşmaktadır. Burada dikkate alınması gereken bu tehcir politikası ile kırım ve kıyıma uğrayan insan sayısının ulaştığı boyuttur. Yaklaşık bir rakamla beş milyon insanı yerinden yurdundan canından eden bu zulümü hiç dillendiren olmaması ne garip değil mi?

Ana konumuz olmadığı için daha fazla uzatmadan söylenecek şey, aslında tehcir politikasının Çarlık Rusya’sı ve 1908 tarihi ile sınırlı olmadığıdır. 1930 ve daha sonra 1944 Stalin Sovyet’inde; yıkılan Çarlık Rusya’sından devlet politikası olarak sürdürülmüş olan biricik miras oluşuna dikkatinizi çekerim. Şimdilerde kimi Rus Büyükelçilerinin yapılan toplantılarda Türk İşadamı ve Aydınlarını Ermeni Soykırımı ile suçluyor oluşunun, Sizlerde yaratacağı çağrışımları, doğrusunu söylemek gerekir ise merak etmiyorum desem yalan olur.

Osmanlı, iki milyonu bulan bu göçerleri; Amasya, Adana, Adapazarı, Balıkesir, Bursa, Biga ve Çanakkale, Çankırı, Çorum, Eskişehir, İzmit, İçel, Konya, Samsun, Sinop, Sivas, Tokat, Trabzon, Yozgat ile Halep, Şam, Amman ve Kıbrıs'a yerleştirmiştir. İşte şimdi, Kafkas kökenli halkların Osmanlı Sarayı ile tarihten kaynaklanan ilişkilerine değinerek konumuza tekrar döneceğiz.

Çerkeslerde Orta Çağda yerleşip süregelen ve batılı anlamı ile feodalitenin tanımını zorlayan ve daha çok kast sistemine yakınlığını söyleyebileceğimiz acımasız bir feodalite söz konusudur. Erkek egemen toplumda erkek kadın üzerinde sonsuz diyebileceğimiz bir hakka sahiptir. Erkek çocukların aileden alınıp başka aileler eli ile katı kurallara bağlı olarak yetiştirilerek, bireyselliğin körleştirilerek toplum kurallarına bağımlılığın sağlandığı göze çarpmaktadır. Katı kuralara bağlı kan davaları ile ünlü savaşçılar yetiştirmenin yanı sıra, güzelliği ile ünlü Çerkes kadınları Ortaçağdan başlayarak bütün Dünya saraylarında prenses, cariye, odalık, dadı, halayık olarak boy göstererek ün kazanmışlardır.

Osmanlı Padişahlarının da Kafkas kökenli cariyeleri saraylarına kuruluş döneminden başlayarak aldıkları görülür. Halayık, dadı hanım, hanımağa, hanım sultan gibi, hangi statü ile saraya alınmış olur ise olsun, zamanla saray da güç ve etkinlik sahibi oldukları tespit edilecektir. İstanbul’un en zengin konaklarında da bu güzellikleri ile aranılır olduklarını not edelim. Takdir edersiniz ki; Padişahlara olan bu yakınlıkları ve baş döndüren güzellikleri ile saray entrikalarında da yerlerini almışlardır.

Uzatmadan söylenecek olan, Kafkas kökenlilerin göç aşamasından, yerleştiği toprakların seçimine ve daha sonrasında, saray, ordu ve devlet içinde görev alırken, sarayla olan bu tarihi yakınlık önemli rol oynamıştır denilebilir. Kısaca, Anadolu’ya yerleşen Kafkas kökenlilerin; Padişah ve Saraya tehcir ve kıyım acısından tutarak, iş, aş ve aşktan kaynaklanan sevgi ve bağlılıklarını tespit edip özetlemiş olduk.

Bu açıklamalardan sonra şimdi, konuya kaldığımız yerden devam edelim. Vahidüddin Hazretleri’nin ‘Bursa'ya gider herkesi etrafıma toplarım.’ deyişinde, Adapazarı’ndan Bursa, Balıkesir, Biga’ya uzanan yay ve çevresinde yerleştirilen Kafkas kökenlilerin kendisine olan bağlılıklarına duyduğu güveni görmek mümkündür. Bunun tespiti ile de, el yazması Padişah Hatt-ı Hümayunu yanında, yine onaylı Şeyhülislam Fetvasının, İngiliz, Yunan uçakları ve çeşitli işbirlikçiler eliyle Anadolu’nun her köşesine ulaştırılması aşamasına gelmiş olduk.

Bu fetvaların ilk etkileri Biga’dan, Balıkesir, Bandırma, Bursa, Adapazarı, Düzce, Bolu, Gerede yayı üzerinde görülmüştür. Bu bölgelerde Kuva -yı Milliye Hareketini içten yıkabilmek için; Teal-i İslam Cemiyeti, Kızıl Hançerciler, Hürriyet ve İtilaf Fırkası, Asker-i Nigehban (Bekçi-Gözcü) Cemiyeti gibi zararlı cemiyetlerin birleştirilerek Cemiyet-i Muhammediye adlı derneğin kurdurulmuş olduğunu görüyoruz.

Bu isyan bölgesinde Padişahın yanında yer alanların çoğu gibi, Balıkesir’e yerleşmiş bir Çerkes Ailesinden Ahmet Anzavur’un devreye sokulduğunu görüyoruz. II. Abdülhamid zamanında Jandarma subaylığı yapmış, Bakırköy karakol kumandanlığında ve Kütahya ve Konya'da görevlendirilmiş olduğu anlaşılmaktadır. Sonrasında sonra Binbaşı olarak emekli edildiği için çiftliğine çekilmiştir.

Biga’nın Yunanlılar tarafından işgalini takiben, Yunan saflarında faaliyete geçtiğini görüyoruz. Anadolu Kurtuluş Hareketine katılanları Bolşeviklik(Komünist) ile suçlayarak bölgede kurulan zararlı cemiyetlerden Cemiyet-i Muhammediye’nin üyesidir artık. Aksilik ya! Burada Memleketin Kurtuluşu için Mustafa Kemal’i görevlendirip bahtiyar olduğunu hatıratında açıklayan, Vahidüddin Hazretlerinin sahne aldığını tespit ediyoruz.

Kendi el yazması Hatt-ı Hümayun ve yine kendisinden onaylı Şeyhülislam Fetvaları ile katmerli idam fermanlarının daha buğusu üstünde iken; Saraya çok sayıda kız verip sağladıkları maddi manevi çıkarlar ile kendisine sadakatle bağlılıkları söz konusu olan, Balıkesir, Bursa, Adapazarı ve Düzce Civarlarının ileri gelenleri saraya davet edilir. Bu insanların dinine olan bağlılıkları bilindiği için yapılan gizli toplantılarda Kur’an üstüne bağlılık yeminleri alınır.

Bu aşamada Ankara Cephesinde neler olmuş bir bakalım. Milli Meclisin Kuruluş günlerine rastlayan ve Anadolu’yu cayır cayır yakmaya başlayan bu gelişmeler üzerine özellikle halkın ayaklanmalara olan katılımını engellemek için Mustafa Kemal ve T.B.M.M’nin aldığı karşı önlemelere bir göz atalım.

//25.04.1920 Tarihli T.B.M.M’Sİ Bildirgesi;

…Biz vekilleriniz, Ulu Tanrı ve Yüce Peygamber adına yemin ederiz ki, Padişah ve Halifeye isyan sözü bir yalandan başka bir şey değildir. Ve bunun amacı Vatanı savunan güçleri aldatılan Müslümanların elleri ile yok etmek ve Ülkeyi sahipsiz ve savunmasız bırakarak elde etmektir.

Hint’in, Mısır’ın başına gelen durumdan kutsal Vatanımızı kurtarmak için İngiliz casuslarının sizi aldatmak üzere uydurdukları yalanlara inanmayın. İzmir’ini, Adana’sını, Urfa ve Maraş’ını kısaca düşman salgınına uğramış bölgelerini savunanları, din ve uluslarının şerefi için kan döken kardeşlerinizi arkadan size vurdurmak isteyen alçakları dinlemeyin ve onları Millet Meclisi’nin kararı üzerine cezalandırılacak olanlara yardım edin.

Taa ki din son yurdunu kaybetmesin! Taa ki Ulusumuz köle olmasın. Tanrının laneti düşmana yardım eden hainlerin üzerine olsun ve kutsal yardımı, Halife ve Padişahımızı, Ulusu ve Vatan’ı kurtarmak için çalışanların üzerinden eksik olmasın.//


//24.04.1920, Mustafa Kemal’in T.B.M.M. Başkanı seçildikten sonra yaptığı konuşmalardan;

… Ulusun genel yönetimini eylemli olarak yüklenmek, Ülkenin ve Hilafetin kurtuluşunu doğrudan doğruya sağlamak görev ve yetkisi ile kurulmuştur.

İnşallah cihan padişahımız olan Efendimiz Hazretleri’nin sağlık ve esenlikle her türlü yabancı boyunduruğundan kurtulmuş olarak yüce tahtlarında sürekli kalmalarını, Tanrının lütfundan yakarırım.//


Bu minvalde yapılan konuşma, bildirge, önerge ve dergilerde yazılan yazılara ek olarak, Müftü Mehmet Rıfat Efendi ve çevre illerin müftülerince de onaylanan Ankara Fetvası yayınlanır.

//Dünyanın nizamının sebebi olan İslâm Halifesi Hazretlerinin halifelik makamı ve saltanat yeri olan İstanbul, mü'minlerin emirinin (Padişahın) rızasına aykırı olarak müslümanların düşmanı olan düşman devletler tarafından fiilen işgal edilerek, İslâm askerleri silahlarından uzaklaştırılıp, bazıları haksız olarak şehit edilmiş…

Yine Halife'nin rızası olmadığı halde, Osmanlı toprakları olan İzmir, Adana, Maraş, Antep ve Urfa taraflarına düşmanlar saldırıp oradakileri müslüman olmayan uyruklarımızla el ele vererek İslâmları toptan yok etmeye, mallarını yağmalamaya ve kadınlarına tecavüze, müslüman halkın bütün kutsal inançlarına hakarete kalkışmışlardır.

Anlatılan şekilde hakarete ve esirliğe uğrayan Halifelerini kurtarmak için, ellerinden geleni yapmaları bütün Müslümanlara farz olur mu? Cevap: Tanrı (Allah) en iyi bilir ki, olur…

Halifeliğin gasbedilen haklarını geri almak için düşmanlara karşı açılan mücadelede ölenler "Şehit", kalanlar "gazi" olurlar mı? Cevap: Tanrı (Allah) en iyi bilir ki, olurlar...//


Bu alıntılarda ilk bakışta biraz çelişki gibi görünen bu konuşma, öneri ve bildirgeler konusunda yorum ve açıklamayı Mustafa Kemal’e bırakalım.

// Ulus ve ordu, Padişah ve Halifenin hayınlığından haberli olmadığı gibi, o kata ve o katta bulunana karşı yüzyılların kökleştirdiği din ve gelenek bağlarıyla içten bağlı ve uysal. Ulus ve ordu, kurtuluş yolu düşünürken bu atadan gelen alışkanlık dolayısıyla kendinden önce yüce halifeliğin ve padişahlığın kurtuluşunu ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavrama yeteneğinden yoksun... Bu inançla bağdaşmaz görüş ve düşüncelerini açığa vuracakların vay haline! Hemen dinsiz, vatansız, hayın, istenmez olur.//

//Hükümet Kuruluş Aşamasında;
Baylar, Meclise önerdiğim önemli bir konu da, hü¬kümet kurma sorunu idi. Bu sorunun ve bununla ilgili önerimin o zaman için ne denli önemli olduğunu iyi bilirsiniz.

Gerçek, öz olarak, Osmanlı Devletinin ve halifeliğin yıkıldığını ve ortadan kalktığını düşünerek, yeni temellere dayalı, yeni bir devlet kurmaktı. Ama durumu olduğu gibi söylemek, amacın büsbütün yitirilmesine yol açabilirdi. Çünkü genel eğilim ve düşünüş, daha padişah ve hali¬fenin özürlü sayılacak bir durumda bulunduğu yolunda idi. Dahası, Mecliste, İlkin halifelik ve padişahlık katı ile bağlantı kurma ve İstanbul Hükümeti ile uzlaşma arama akımı baş göstermişti.

İstanbul’daki koşulların, halife ve padişah ile, ne açık ve ne de özel ve gizli görüşmeye elverişli olmadığını açıklamaya çalıştım. Böyle bir görüşme ile ne anlamak istediğimizi sordum. Ve “Ulusun, bağımsızlığı ve yurt bü¬tünlüğünü sağlamaya çalışmakta olduğunu haber ver¬mek için ise, bu gereksizdir. Çünkü padişah ve halife olan kişi de bundan başka bir şey düşünüp isteyebilir mi? Bunun karşıtını, kendi ağzından işitsem inanmam; bunun yüzde yüz zorlama ve baskı altında söyletildiğini kabul ederim.” dedim.

Bizi suçlamak için çıkarılmış olan fetva¬nın uydurma olduğunu ve İstanbul Hükümeti buyruk ve bildirimlerinin yorumlanması gerektiğini söyleyerek, yufka yürekli ve kıt düşünceli kimi insanların yol açmak istedikleri sarsaklığı gereksiz gördüğümü açıkladım.//


Bir yandan işgal kuvvetlerine, diğer yandan ayaklanan Muhammediye ve Halife orduları alan birliklerin katliamlarına karşı dini, askeri önlemler geliştirilmiştir. Bu günlerin, düzenli ordu kurma kararının daha yenice alındığı günler olduğunu tespit edildiğinde; tam teşekkülünü tamamlayamamış ordu birlikleri ve mevcut Kuva-yı Milliye Birlikleri ile sorunu çözmeye kalkmanın yaratacağı zorlukları sanırım anlaşılacaktır.

İşgale ve halife ordularının yarattığı ayaklanmalara iki cephede birden dini askeri yöntemlerle savaşırken, aynı anda da Mecliste alınan kararlar ile geleceğin siyasi temellerinin atıldığını da görmekteyiz. Bunu Mustafa Kemal’in Nutuk’taki kendi ifadelerinde görmek mümkündür;

//Şunu bilginize sunmak istiyorum ki, hükümet kurmakla ilgili bir öneride bulunmadan önce, duyguları ye görüşleri göz önüne almak zorunluluğu vardı. Bu zorunluluğa uymakla birlikte, asıl amacı saklı tutan önerimi bir önerge biçiminde Meclise sundum. Birtakım karşı görüşler ileri sürüldü ise de kısa bir tartışma sonunda kabul olundu.

1- Hükümet kurmak zorunludur. 2- Geçici olduğu bildirilerek bir hükümet başkanı tanımak ya da bir padişah vekili ortaya çıkarmak uygun görülemez. 3- — Mecliste beliren ulusal iradenin, yurt yazgısına doğrudan doğruya el koymasını kabul etmek temel ilkedir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin üstünde bir güç yoktur. 4- Türkiye Büyük Millet Meclisi yasama ve yürütme yetkilerini kendinde toplamıştır. 5- — Meclisten seçilecek ve vekil olarak görevlendirilecek bir kurul hükümet işlerine bakar. Meclis başkanı bu ku¬rulun da başkanıdır. 6- — Padişah ve halife, baskı ve zordan kurtulduğu zaman, Meclisin düzenleyeceği yasaya uygun olan durumunu alır.//


Ankara cephesindeki bu gelişmeler, yıllardır süre gelen konunun, bir başka tartışma alanını oluşturmaktadır. Şöyle ki, Mustafa Kemal’in yukarıya alıntıladığım Meclis zabıtlarına geçen konuşmaları, mecliste kabul görerek yasalaşan önergeler, vekillerin sunduğu tekliflerin kabulü ile İrade-i Milliye Dergisinde yayınlanan Padişaha bağlılık konuşma, mesaj ve yorumların halktan gizlenen gerçekler olarak yorumlanmasıdır.

Gerek Ankara Fetvasında, gerekse Mustafa Kemal’in verilen kurtuluş mücadelesini Halife Efendimize bir isyan olmadığını deklere ederken, diğer taraftan meclisin kabul ettiği önergelerle, gelecekteki Cumhuriyetin siyasi temellerinin atılıyor oluşunun halkın aldatılması olarak algılandığını görüyoruz. Ki alıntısını yukarıya aldığım sözleri ile Mustafa Kemal amacını halktan gizleyişini, Nutuk’da nedenleri ile birlikte söylemiş olduğunu görüyoruz.

Ayrıca, Mustafa Kemal’in yaptığı konuşmalarda ve meclisin önerisi ile yayınlanan mesajlarda, Padişaha bağlılık, ondan alınan ilham ve Padişahın masumiyetine olan inancın açıklanmasının yanı sıra, padişahın Anadolu Kurtuluş Hareketini desteklediğini bildiren açıklamaların; Vahidüddin Hazretlerinin gerçekte Anadolu Kurtuluş Hareketine verdiği gizli desteğin ipucu olarak gösterilip, Onun masumiyetinin birer delili olarak sunulduğunu görmekteyiz.

İşte burada, Padişah ve İstanbul Hükümeti Cephesine dönelim. Ve alınan karar ve uygulamaların, yapılan açıklamaların bu masumiyet iddiasını destekleyip desteklemediğini inceleyelim.

Kurulan Kuva-yı Muhammediye(Kuva-yı İnzibatiye) adlı ordunun başına geçirilen Ahmet Anzavur’un, bizzat Vahidüddin Hazretleri tarafından Mirmiranlık(Paşalık) nişanesi ile görevlendirildiğini görüyoruz. Akabinde Karesi(Balıkesir) Mutasarrıflığına tayin edilir. Bununda Anzavur’un da Biga, Balıkesir’den başlayarak Padişah ve Halife tarafından Kuvâ -yı Milliye’yi tedip ve tenkille görevlendirilmiş olarak görevine başladığı anlamına geleceğini takdir edersiniz. Görev aşkına bir göz attığımızda ise;

//…Eğer Kuvâ-yı Milliye denen teşkilâta silâhla karşı koyarsanız, onların haracından kurtulduğunuz gibi tekrar askere gitmekten de kurtulursunuz. Siz burada bir müddet dayanın; ondan sonra Padişah İstanbul'dan ordu gönderecek, onların hepsini imha edecektir." Deyip koynundan çıkardığı Kur'an ile Padişah Ferman’ını çıkararak: "Kuvâ-yı Milliye’ye iltihak edenler idam edilecektir.’’ Emrini okuyup halkı bu teşkilâta katılmamaya Kur'an üstüne yemin ettiriyordu.’’

.“Yunan Ordusunun, halife ordusu sayılması gerekir... Asıl kafaları koparılması gereken mahlûklar Ankara’dadır... Kim milliyetçilerle birlikte Yunan’a karşı giderse, şer’an kâfirdir. //


Gibi nice söylev ve beyanatlarla halkı Kuva-yı Milliye’ye karşı kışkırtmaya and içmiş olduğu anlaşılabilir.

İngilizlerin altın ve silah desteği ile kuşanan beş bin kişiyi bulan Anzavur Birlikleri, Kızıl Hançerciler ve Gavur İmam Lakaplı Eşkıya Fevzi iki bin kişilik silahlı kuvvetleri ile Balıkesir ve Kirmasti’ üzerine yürüyüp ele geçirirler. Kazandıkları başarılar ile şımararak, Bandırma girişinde başta Şehzade Cemalettin olmak üzere, Kaymakam ve şehrin ileri gelenleri tarafında tören ile karşılandıkları görülür.

Halife Ordusu olarak kutsal(!) görevlerini ifa ederken, alaylarına sancak verilerek ödüllendirilmesi yetmemiş gibi bizzat Vahidüddin Hazretleri tarafından // 16 Kuva-yı İnzibatîye gazisini! Mecidiye nişanıyla taltif ettiği// tespit edilmiştir.

Özetle, Anzavur ve ona bağlı birlikler Biga’da ele geçirilen, şehir, kasaba ve köylerde Kuva-yı Milliye taraftarlarına karşı büyük bir katliama girişirler. Katliam Biga ise sınırlı değildir maalesef ki, Bayburt'un Şeyh Eşrefi, Yozgat'ın Şeriat Hâkimi Hafız Şahap'ı, Bolu ve Gerede olaylarının Kör Ali hocaları, Konya ve Bozkır ayaklanmalarını hazırlayan Zeynel Abidin hoca’sı bölgelerindeki Kuva-yı Milliye taraftarlarından asker, subay, gönüllüsü demeden kıyıma giriştikleri bir acı gerçektir.

Öldürülen binlerce Kuva-yı Milliye taraftarının yanı sıra, kendisine bağlı küçük bir müfreze ile Rumeli sahillerine ulaşarak, İtilaf Devlerinin Rumeli’deki Akbaş Cephaneliğini ele geçirerek Lapseki’ye silahları nakletmeyi başaran Köprülü Hamdi Beyin yakalanıp işkence edilerek ölmesi Anadolu’da derin bir nefret dalgasını yaratır.

Atatürk’ün, Nutuk’da üzüntüsünü şu cümleler ile ifade ettiği görülür,
// Efendiler, hemen aynı günlerde Anzavur, Balıkesir ve Biga havalisinde oldukça mühim vaziyetler ihdasına muvaffak olabilmişti. Başına külliyetli miktarda adam toplamıştı. Karşısına gönderilen henüz pek körpe ve çok az miktardaki mili kuvvetler ile Biga'da kanlı bir muharebe oldu. Anzavur galip geldi. Kuvvetlerimizi dağıttı. Top ve mitralyözlerimizi gasbetti. Askerlerimizi ve zabitlerimizi esir ve şehit etti. Akbaş Kahramanı Hamdi Bey de bu şehitler arasında idi. //

Biga, Adapazarı, Yozgat, Çorum, Konya gibi belli başlı isyanların, Anadolu Kurtuluş Hareketine mal, can ve zaman maliyeti olarak bedeli ağır sonuçlara yol açtığı tespit edilmelidir. Diğer taraftan, bu ayaklanmanın bastırılması sırasında Milli Kuvvetler içinde görev alan ve Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Batı Anadolu'da gerilla faaliyetlerine, 1919 yazında Anzavur liderliğinde başlayan, yine bir Çerkes olan Ethem’in ön plana çıkması kaderin bir garip cilvesi olarak ilginçtir.
Alıntı ile Cevapla