Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Arka BahÇe Forumu - Tekil Mesaj Gösterimi - Ser'den, Sera'dan.
Tekil Mesaj Gösterimi
  #15  
Eski 09-09-2006, 20:16
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Karanfil ve Enginar

Tam kendimce bir konu yakalayıp; "acaba bu mevzu ile alakalı bir şey yazmaya çabalasam mı" diye kendi içime bir soru sorup, içimden geçenleri hiza istikamete sokmaya çalışırken, hanım bir şey için sesleniyor bana.

Elim ayağım, soğuyor zar zor bir araya getirmeye çalıştığım onca cümleler, her biri bir yana savuşuyor.

Posta koysam, o benden daha baskın çıkıyor, durduk yere tadımız kaçıyor. Denedim çünkü. Aynen dediğim gibi oluyor.

Altan alsam da sonuç pek değişmiyor ama posta koymaktan daha hallice bir durum.

Şu sıralar evden sık sık ayrı kalıyorum, seraya anamın ve halamın yanına gidince bizimkiler ana-kız evde yalnız kalıyorlar, onlara da üzülüyorum.

Az önce gene seslendi, meyve soymuş, dilimlemiş, akşamın serinliğinde balkonda birlikte yiyelim, diye.

Hemen seğirtemedim, daldım yeniden yazacağım şeylerin peşine.

Sen misin dalan!

Soyulmuş elmalar tabakta kararmış, şeftali kahverengileşmiş. Açtı ağzını yumdu gözünü!

Ben, hem hanım hem de meyveler daha fazla bozulmadan balkona çıkarken, kızım fırsat bu fırsat diyerek çöktü bilgisunarın (Genel Ağ) başına. En az iki saatim daha gidecekti ve fazlası gitti, zaten.

Bu üst açıklamadan sonra geleyim Sayın Ramo ve buena vista'nın yazdıklarına.

Sorumluluk aldık ya (doğrusu alihoca yükledi ya, neyse) seraya göz kulak olacağız!

Hele ki, yeniyiz, işi baştan düzgün tutalım diye de endişemiz bol.

Ağama diyeyim; başladım hayırlı olsuna gelenlerden okumadığım ilk yazıyı okumaya.

Okudum, okudum, ağır ağır tane tane okuyorum, gözden bir şey kaçsın istemiyorum. Hani, çok lezzetli bir lokmayı ağızda çiğnersin babam çiğnersin ya, aynen öyle.

"Tarih Yapraklarından" konu başlığında kıymetli yazılarını okuduğum Sayın Ramo'nun yazısının içinde geçen şu cümlelerini, öylece kaptırmış okurken, "...Bu topraklar çok çile çekti. Hiç bu kadar hor görülmedi kardeşlik ve sevgi. Bu topraklar çok kanlar gördü. Çok kan yıkandı dağlarında. Bu yüzdendir gülleri, karanfilleri daha bir kırmızı açar, daha bir gür çıkar, daha bir renklidir, sevgi ve dostluğun değerini anlatmak istercesine..." bir ürperti sardı serimi!

Bu ürpertiyle ürperdim ve üzerimde bulunan kısa kollu fanilanın bitiminden itibaren yani tam pazımın yarısından başlayarak bileğime kadar olan bölgedeki bütün kıllarımın dikleştiğini gördüm.

Bir iki saniye kılların bu haline bakarken, utandılar mı, bozuldular mı bilemem, hepsi eski haline rücu ettiler.

Sonra toparlanıp, takma adını yazarken çok zorlandığım Sayın buena vista'nın gönderdiği açıklamayı okudum.

Daha önce, (21 Nisan 2006'da) "imekabe.com" dükkanında "Bıkmış Broker Abime İthafname" başlığı altında yazdığım yazıda ucundan biraz değindiğim, yaban atasının bizim eşek kangalı dediğimiz ""cynara" adlı bitkinin insanlar tarafından yenilen biçimi olan, latincesi de "artichoke" diye çağrılan mübarek enginarın, adını her duyup, okuduğumda aklıma düşen çağrışımı sizlere çıtlatmak geçti içimden.

İlk kez İzmir'de yemiştim bu sebzeyi. İlk yediğim pirinçle doldurulmuşuydu. Biraz da kart olduğundan yapraklarındaki etleri dişimle sıyırmaktan bir tuhaf olmuştum. Bu sıyırma işi gene iyi! İlk lokmamda çiğneyip, çiğneyip lokmayı yutamadığım halini düşünürsem.

Daha sonra bir İzmirli Hanımefendinin yaptığı kuzu etli yemeğini ve zeytinyağlı dolmasının ise tadı damağımdadır hâlen.

Ama bu sebze ilgili çıtlatmak istediğim, demek istediğim bunlar değildi!

Can Dündar'ın güzel anlatımıyla dinlediğim, Kurtarıcımızın son 300 gününün anlatıldığı "Sarı Zeybek" adlı belgeselinin bitimine doğru, yani son üç günün içine girildiği günlerde ki; bu günlerin çoğu derin koma hali gibi uykuda geçiyor, uyandığında süt, pirinç suyu ve meyve suları verilmeye çalışılıyor; o canının enginar istediğini söylüyor.

O zaman İstanbul'da bulunamıyor ve Anadolu'da enginar bulmaya çalışıyorlar canla başla, onu sevenler.

Nasıl bulunuyorsa o mevsimde bu enginarlar, Hatay'da bulunuyor ve hızla yetiştirilmeye çalışılıyor ama enginarlar geldiğinde o artık ölüm döşeğinde olduğundan, değil yiyebilmek görmek bile nasip olmuyor!

Bu olayı öğrendiğimden beri enginara biraz duygusal yaklaşıyorum.
Alıntı ile Cevapla