Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Arka BahÇe Forumu - Tekil Mesaj Gösterimi - Arka BahÇe
Konu: Arka BahÇe
Tekil Mesaj Gösterimi
  #14  
Eski 01-03-2006, 01:21
Ömmes - ait Avatar
Ömmes Ömmes bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 66/151
31 Mesaj ına 225 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Kayıp bir sanat dalı hk.

Alıntı:
Master´isimli üyeden Alıntı
Ölçü ölçülcek için vardı

Epeyi eski bir zamanda birbirleri için ne ifade ettiklerini bilemeyen bacak kadar iki çocuk bir pansiyonlu ilkokul binasında tozutmakla meşguldüler.

Söz dinlemek o çocuklar daha doğmadan zaferi kazanmıştı. Onlar büyüklerin sözünün dinlendiği bir dünyaya doğmuşlardı. Kahramanların olmadığı bir devirdi, onlar aniden ölüvermişler kimse ne olduğunu anlayamamıştı. Yerlerine büyükler, doğru bilenler ve onlar için düşünenler vardı. Ben bu pırasayı yemem yoktu, bedeli vardı, ödenirdi, öğrenilirdi. Böyle martiksvari mükemmel bir armonik dengede yan yana düşen iki çocuktan birisi bir gün teneffüs esnasında diğerine spontane bir öneri yaptı.

Teneffüs denen zaman diliminin çok özel bir anında bulunuluyordu. İnsanın diyaframından girip kuyruksokumundan çıkan manaların yüklendiği ses duyulmuş idi. Tıpkı pırasa yemenin öğrenildiği gibi öğrenilmişti o sesin beklentileri. Öneri şuydu: “Boşver”.

Fazla konuşmayı da bilmezdi zaten çocuklar, dilleri olmamıştı, onlar bağrılan, istenen, ve arka sokakta ve cadde berisindeki kenar mahalle abilerinden öğrendikleri küfürlü şeylerin dil sanıldığı devirde idiler henüz. Dilleri olmadığı için anlayışları da saftı, bir şeyi anlamaları için sorgulamalarına gerek yoktu. Bunu öneren çocuk da nasıl bu öneriyi yaptığını anlamıyordu, şaşkınlığını arttıran, arkadaşının yüzünde gördüğü, sanki onda hep bunu aramış ve beklemişçesine korkutucu, bir o kadar da tanıdık ve cezbedici kabullenme oldu. Önce öbek öbek büyük kapıdan kıyma makinasına giren güruhun gerisinde kaldılar, sonra bir ağacın arkasına gizlendiler. O güne kadar bildikleri tüm ölçüler ve kavramlar ağır ağır büyük kapıdan içeri süzüldü ve kapı kapandı. Aslında belki üç belki beş dakika geçmişti ama birbirleri için ne ifade ettiklerini bilemeyen o bacak kadar iki çocuk ilk defa bu çeşit bir yalnızlıkla yüzleştiler o ağacın arkasında. Neden dünya daha evvel böyle sessiz olmamıştı, böyle büyük, böyle yaşlı, böyle umursamaz ve yabani.

Çocuklardan biri diğerinin yüzüne baktı. Gördüğü yüzün yakınlığını aynada kendi yüzüne baktığında dahi görmediğini farketti. Sonra da diğeri arkadaşının yüzüne baktı. Tarifinin ölçüsü olmayan uzun bir zaman süresince o ağacın yaprakları mırıldandı, çocukların kulakları duydu ama anlamadı.

Bedeli ağır oldu tahmin edersiniz. Kulakları çekilip sınıf huzurunda 30 santimlik tahta cetvelin geometrik bi hadise olmadığı, aslında bilimsel pedagojinin işkence aleti olduğu canlandırıldı hayatlarında ilk defa birinci sınıflara. Arkasından ağıtlar yaktığı, saygı duruşlarında bulunduğu, masallar düzdüğü kahramanlara karşı savaşını hiç de kolay kazanmamıştı otorite, öyle bacak kadar çocuklara zaten pabuç bırakılmazdı. Bedel evlerde de ödenmeye devam edildi, ama kimse o ağacın arkasında çocukların birbirlerinin yüzünün neminde ne gördüklerini bilemedi.

Neyse efendim bu iki piçkurusu, aniden kendilerini iki hayat yaşar buluverdiler. Derslerini kuzu kuzu dinleyip bardak ve ters bardaklarını çiziyorlardı10’ar 10’ar. Teneffüslerde ise olmadık işler yapıyorlardı. Manasız bir şekilde okula top getirmek yasak olduğu için dışarıdan getirdikleri çam kozalaklarının, hareketleri öngörülemeyen mükemmel toplar olabileceğini öğrettiler arkadaşlarına. Ama bunu öğrenen boynuzlar anında kulağı geçip bizim iki velet takım dışı kalınca bu sefer kendi içinde mantıklı görünen fakat aslında absürd olan oyunlar icadetmeye başladılar. Bu da onları kesmedi, delirmek istiyorlardı. Vaziyete uyanan üç piçkurusu daha onlara katıldı bu arada. Bir ara okul duvarının berisindeki metruk konakta hayalet olduğu söylentisini yaymışlardı. Söylenti ayyuka çıkınca çocuklardan biri ucuz kahramanlık maksadıyla, pencereden fırlayan sınıfın iki güzel kızından birine ait bir kokulu silginin peşinde duvardan tırmanıp karşı tarafa geçti, fakat konak bahçesinde fiktif poltergeist’lara rahmet okutacak vahşileşmiş reel köpekler olduğu anlaşılınca, önceden okulun tavan arası talan edilirken ele geçirilmiş ve belki lazım olur diye camdan arka bahçeye atılmış ve keçiboynuzlu ağacın dibine saklanmış bir sicim balyası sayesinde kurtuldu (hadi itiraf edeyim bu beyinsiz ben oluyorum).

Ve sıra dayakları. Bilimin ve eğitimin 30 santimlik tahta sopaları. Çocuk dayak işlemine maruz kalmakta olan arkadaşının yüzüne bakardı. Ağaç arkasından bildiği o yüz acıyla gerilir, kızarır idi. Dil henüz icadedilmemişti, ne zaman icadedileceği de belli değildi.

Evlerde de durum acayipleşmişti. İlk Günaydın uzay ansiklopedileri alınıp gezegen isimleri ezberlenmeye başlandığında okuma bayramına aylar vardı. Minik roketler aldırılıyor, içlerindeki pamuksu zımbırtıların birleştirilmesi halinde birinci çocuğun evinin az ilersindeki arazide ansiklopedide hayran olunmuş Satürn 5 roketinin bir benzerinin yapılabileceği konuşuluyordu. Okulda ise 1-B uzaylılara merhaba derken öğlen teneffüslerinde çalışan Yeşilköy – Jüpiter füze hattı hizmete girdi.

Bütün bunlar kah eğlenceyle, kah o iki çocuğun kendi kendilerine yarattıkları sırlarla, bir türlü patlamayan ilaç karışımlarıyla, tahta cetvellerle sürüp giderken, çok özel bir güne gelindi.

Sözkonusu okulun korunaklı bir sahile inen parmaklıklı ve her daim kilitli bir kapısı vardı, ve haliyle kahramanlarımız basket sahası cenahındaki, bir çalı öbeğinin arkasında kalan çit tellerindeki açıklıktan, ve bu açıklığın direk parmaklıklı kapının berisindeki merdiven başına çıktığından kimsenin haberi olmadığına emindiler. Merdiven çakıllı bir sahile iniyordu. Sahilde kimsesiz bir kayık vardı. Ötesinde dehşet verici bir engin. Konuşmalarına gerek olmamıştı, o sahile ilk indiklerinde de her ikisi de biliyorlardı.

... Tarih saptandı. Arada okuma sökülmüştü, çocuklardan birinin getirdiği bir harita üzerinde nerede bulunulduğu, bu veletleri ne yapması gerektiğini bilemeyen sınıf öğretmenine teyid ettirilip rota çizilmişti. Eğlenceye sonradan katılan üç çocuğun bile gelmekte olandan haberi yoktu. Artık teneffüsler sınıfta geçmeye başladı. Dışarıda yaratıcılık yerini kuru azgınlığa bırakmışken, bir upuzuuun hafta boyunca gözleri ne sprint şampiyonalarını, ne revirin ecza dolabını aramadı.

Tahayyülde sonsuza kadar sürecek denizlerin büyük fethinin başlangıç sabahı okula gelen ilk veledin çantasında şunlar vardı: Bir adet havlu, bir adet gömlek, bir adet denizle alakalı olduğu bilinen fakat neye yaradığına dair bilginin denizlerin fethi esnasında edinileceği umudedilen plastik şey (ki bu bir şnorkeldi), ve dünya seyahati boyunca yenecek olan bir adet sucuklu tost. Her ne kadar öbür fırlamanın okul çantasına da benzer absürdlükte şeyler gizlenmiş olsa da bu arkadaş daha akıllı olduğu için babasının takımlarının içinden bir çapari yürütmüş ve yoldaşının büyük takdirini kazanmıştı.

1974 senesinin Nisan ayında Yeşilköy sahilindeki bir pansiyonlu ilkokulda sabah saat 9:30 – 10:00 sularında iki adet birinci sınıf öğrencisinin kayıp olduğu okul müdürlüğüne bildirildi. Yapılan teferruatlı aramalar, olayın polise bildirilmesine gerek kalmadan sözkonusu iki çocuğun sahildeki sandal hurdasının başında tost ve köfte ekmeklerini yerken bulunmalarıyla noktalandı.

İki sene sonra çocuklardan ilkinin kaydı yabancı bir memlekete alındı. Dört yıl azalarak süren yazışmaların akabinde memlekete dönen bu çocuk Yeşilköy tren istasyonunda buluştuğu dostunun yüzünde ağaç arkasında gördüğü kendi siluetini aradı.

Birbirleri için ne ifade ettiklerini bilememiş olan sözkonusu iki çocuk yaklaşık olarak 25 sene evvel birbirlerinin izini bir daha bulamamacasına kaybetti.

Metin Yüce’nin Dostluğunun anısına



PS: Artık bacak kadarlıktan çıkıp bir deveye dönüşmüş olan çocuklardan ilki geçen sene okulunu ziyaret etti. Herşey yerli yerindeydi, binanın kokusu, parmaklıklı kapı, keçiboynuzlu ağaç, yere 60 derece eğimle durup en delikanlının koşarak en yükseğe çıktığı, bedel olarak beyin üstü yere çakıldığı çamağacı, basket sahasında koçanlar, öğrenciler sınıflarındaydı. Metruk konağın yerinde ışıltılı bir apartman vardı, vahşileşmiş realite köpeğinin bahçesi otopark olmuş. Engin? O doldurulmuş ve çevre dostu bir belediye tarafından anlamlı olduğu düşünülen bir park haline getirilmiş.
Alıntı ile Cevapla