Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Arka BahÇe Forumu - Tekil Mesaj Gösterimi - Ser'den, Sera'dan.
Tekil Mesaj Gösterimi
  #280  
Eski 02-04-2012, 00:30
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Dört Dörtlük

8 Mart Dünya Kadınlar Gününde bir akşamüzeri Düden Şelalesi ile Isparta Yolu arasındaki bir bölgede Emin'le karşılaştık. Ürettiği mallardan 6 kasasını Halde satmak yerine, tabii aynı zamanda komisyon kesintisi, hal rüsumu, stopaj ve KDV gibi şeylerden kurtulmak için Ispartalı bir manava bu yol üzerinde vermiş evine dönüyormuş, beni gördüğünde.

Ben de iki bisikletli çocuğun ardından yolun kenarından koşuyordum.

Bu birden durdu ve: "Bu it sizin mi çocuklar" dedi.

"Yok amca, deminden beri peşimizden geliyor, bizim değil" dediler.

"Erkek mi?"

"Yok, amca. Kancık, kancık"

"Başka kardeşleri var mı?"

"Bir tane daha var, o aşağıdaki ağacın yanında."

Arabasından indi, yanıma geldi, zaten ben iki büklüm çömelmiştim, ensemden tutup kaldırdı, arabasının arkasındaki kasaların içine koydu.

Arabasını döndürdü ve çocukların tarif ettiği ağacın altına gitti, oralarda biraz arandı ama eli boş döndü. İlk kez arabaya biniyordum, içim bir tuhaf oldu, pustuğum kasanın dibinden doğruldum, kasayı devirerek ağlamaya başladım, nere gideceğimi şaşırmıştım, temiz havaya ihtiyacım vardı. Bir yandan ağlıyor diğer yandan da arabandan çıkacak bir delik arıyordum.

"Kasayı mı devirdin, şerefsiz?"

Ağlaya ağlaya koltukların altından arabanın ön koltuğuna kadar geldim. Emin önce sevindi bu kaçma mücadeleme ama onun bulunduğu taraftaki açık pencereye doğru seğirtip kaçmaya çalışınca belimden yakaladı ama az daha araba yoldan çıkıyordu. Bir süre bir eli direksiyonda bir eli ensemde devam ettik yola, ben bağırmaya devam ediyordum. Sonra beni ön koltuğa fırlattı. Zaten içim allak bullak olmuştu daha fazla dayanamadım ve içimde ne var ne yok hepsini kustum. Koltuğun her tarafı battı, paspaslara kadar kusmuğum aktı, çıkardıklarımın bir kısmında gözüm kaldığı için yeniden yalamaya başlamıştım ki, "Hay ağzına sıçtığımın iti, sıçtın arabanın içine" dedi ve arabayı durdurarak beni gene kasaya koydu ama bu kez kasaya sağlı sollu iki kasa geçirerek kaçmamı tamamen engelledi.

Tanışmamız böyle oldu.

Çok zayıftım ve 3 gün boyunca bana verilen sütlü ekmekleri yerken bile tüm bedenim zangır zangır titriyordu. Üç gün boyunca akşamları aldığı evin değişik yerlerine de kafama göre çatlayınca artık bir daha akşamları beni eve almadı.

Bol süte doğranmış ekmekler, yoğurda doğranmış ekmekler, çorbalara, yemek artıklarına doğranmış ekmekleri bir hafta boyunca gözüm doyana kadar yedim, yediklerimi geğirerek çıkaracak gibi olmadan yayvan yalağımdan başımı kaldırmıyordum. Bir hafta içinde üç kez Emin'in deposu ile evi arasında yerlere değişik kıvamlarda çatladım. Bu son çatladığım çok pis kokuyordu, benim bile içim havalanmıştı yaparken.

Sadece yemeğe değil sevgiye, ilgiye ve oyuna da ihtiyacım vardı, zaman zaman bunları da veriyordu ama kerhen. Bir ara beni yanına çağırdı, çağırmadan gittiğim zaman çok fazla alaka göstermiyordu, başından savacak türdendi bana dokunuşları ama bu kez çağırmıştı, çağrıldığım zaman ilgisi daha çok oluyordu ve kuyruk sallayarak, kıvırtarak gidip önüne boynumu koydum, sağ ayağımı tokalaşmak üzere havaya kaldırdım. Tuttuğu ayağımla beni öyle bir kendine doğru kaldırdı ki, sevinçten uçuyordum ta ki birkaç saat önce çatladığım boka burnumu sokup, sürttürerek ve arkasından suratıma iki tokat yedikten sonra bu sevincimin ne kadar boş olduğunu anladım. Çığlık çığlığa ağlayıp kaçacak yer ararken nereye ve nasıl gittiğimi anlamadım bile.

Bir iki saat küs kaldım, akşam acıkınca küslüğümün faydasız olduğunu anladım ve çekinerek de olsa yılışmaya başladım. Bana pas vermedi ama yemeğimi suyumu gene esirgemedi. Sabah baktım bana karşı serinliği devam ediyor, öğlene doğru aynı mıntıkaya inadına gidip gene çatladım, bu da pis kokuluydu. Bu davranışımın bedelini daha fazla boka burnumu sürttürmek ve dört tokat olarak gördüm. Aramız bozulmaya başlamıştı.

Birkaç kez de o görmeden gidip serasına çatladım. Sonradan gördü ama onlar için dayak yemedim ancak seraya her girmeye çalıştığımda beni kovaladı, azarladı.

Evin merdiven kenarına bir gece yağmur yağdığı için gidip çatladım. Bu kez dayağımı plastik bir boruyla yedim ve gerçekten canım çok yanmıştı, belki bir saat ağladım. Aynı yerlere işediğim zaman o kadar kızmıyordu ama görünce bağırmaya başlıyor, çişimi yarıda kesip uzaklaşıyordum.

Dayaklarım bununla sınırlı kalmadı, kapısının önündeki koltuğa çıkıp yattığım zaman da ya terlik, ayakkabı gibi şeyler fırlatıyor ya da sarı süpürgeyle vuruyordu. Bir keresinde fırlattığı ayakkabı tekinin topuğu kafama geldi, feleğim şaştı, koltuktan yere düşercesine atladıktan sonra etrafımda bir iki tur daha döndüm, birkaç saat kendime gelemedim. Her dayaktan sonra ağladığımı ve küstüğümü söylememe gerek yok.

Benim bu koltuklar üzerinde yattığımı görmese bile dayak atıyordu ama o zaman süpürgeyle yapıyordu. Tüylerim ve kıllarım koltuğun süngerine yapışıyor, yakayı oradan ele verdiğimi düşünüyorum çünkü ne zaman eline süpürge alıp koltuğu süpürdüğünü görsem dayak yiyeceğimi anlıyorum ve bir süre gözden ırak oluyorum.

Laf aramızda ben ara sıra gene koltukların üzerine çıkıp yatıyorum. Gerçi bana yaptığı yatak çok hoş, büyük ve derin bir plastik leğenin içine süngerli bir minder koymuş, gömülüp yatıyorum, herhangi bir şikâyetim yok ama gene de gözüm koltukta.

Üç kez bende kene temizliği yaptı, cımbızı olmadığı için kargaburnu ile parmak aralarımdan kulağımın içine kadar ne kadar irili ufaklı kene varsa hepsini aldı, kimisini canlı kimisini pense içinde patlamış olarak. Pirelerim çoğalınca da bitkilerdeki yaprak pireleri için kullanılan mavi bir toz ilaçla pudraladı, beni. İlacın kokusu midemi havalandırıyordu ama şu sıralar artık koku moku yok, kaşınmam da kesildi. Sadece tüylerim mavileşti, mavi kutik oldum.

Son bir hafta içinde bol miktarda haşlanmış tavuk kemiği yemeğe başladım. Aynı yemeği iştahla yerken son birkaç gündür canım çekmiyor, benim yemeğe tenezzül etmediğim ve yalağımda bıraktığım bu tavuk kıymıklarını yan komşumuz Mevlit amcanın keneli abi itleri akşamları gelip çalıyorlar. Abi itler gelince kapının önündeki koltuğun altına saklanıyorum.

İlkinde 6, ikincisinde 13, en sonuncusunda da 18 tane kene temizliği yaptı. Bana kızıyor, neden Mevlit'in itlerinin ve keçilerinin bağlı olduğu mıntıkaya gidiyorum diye. Ne yapayım, canım sıkılıyor hep aynı yerde dolaşmaktan. Sonunda eczaneden alınan Keneson diye bir tozla her tarafımı buladı. Bu toz da pis kokuyor ve sanırım aynı zamanda tüy de döküyor; kafamda, yüzümde birçok yerim ala bula oldu.

Dün sabah bana haşlanmış tavuk kırpıntılarına doğramış olduğu yemeği verdi, biraz ağırlaşmıştı, bozuk kokuyordu, bir kez yaladıktan sonra bir daha ağzımı vurmadım, yemeğimi değiştirir sandım ama inat edip başka bir şey vermeyince bu sabaha kadar gıdım gıdım içim almasa da yedim. Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin! Dün o bozuk yemeği yediğim yetmiyormuş gibi bu sabah da kıymalı salçalı bir yemeğin üzerine dökülmüş bozuk sütle, bulamaç haline gelmiş yemeği önüme dayadı. Onu da yemeyince bana: "Sen bilirsin, istersen yeme. Ben seni hayata hazırlıyorum, sanma ki böyle sırtımı sağlam bir kapıya dayadım, hayat hep böyle sürecek. Yarın çöp kovalarında sana özel hazırlanmış dürüm döner bulacağını mı sanıyorsun? Bağlanmak istemiyorum, o yüzden de bak seni bağlamıyorum. Özgürlüğünün ve gençliğinin tadını çıkarabildiğin kadar çıkar. Şimdiden komşular mırın kırın etmeye başladılar bile. Kancık olduğun için iyice gıcıklarına gidiyorsun. Senin yüzünden yarın buraları erkek itler dolduracakmış, hele bir de doğum yaparsan... Zaten seni dün Mevlit'in tavuklarını eselerken görmüşler. Ufak ufak götün kalkmaya başladı" dedi.

Çok bozuldum, öğlene kadar koyduğu yemeğe ağzımı sürmedim ama belki akşama doğru yerim.

Bugün ona daha fazla yılıştım, yürürken ayaklarına dolanıyordum, bir iki kez yanlışlıkla ayağıma bastı, çığlık attım ama kabahat bende olduğu için fazla kafaya takmadım. Yanlış bir günde sevgi gösterileri yapıyorum galiba, çünkü hiç yüz vermediği gibi çok kızgın bugün. Allah sonumuzu hayreylesin.

Daha önce onu bu ağaç kütüğünün üstünde hiç görmemiştim. Benim gördüğüm üç, belki daha fazla çıkmıştır. O orada olunca ben de gidip onu seyrediyorum. İyi bir şey olsaydı oraya ben de çıkardım, yaptığına bir anlam veremedim, dangalakça bir şey ya da ne yaptığının kendisi de farkında değil.

Eve girdi çıktı, girdi çıktı. Onun evden her çıkışında ayaklarına dolanmayı da iş edindim bugün. Bazen koltukta birkaç dakikalığına oturuyor, o zaman ben de ayaklarının yanına uzanıyor, kuyruğumu betona ritmik bir şekilde vurarak tap tap tap yapıyordum, bir ayağımı da onun ayaklarının üzerine koyuyordum. Yine de bugün ona yaranamadım.

***
Bölüm 2
Alıntı ile Cevapla