Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Arka BahÇe Forumu - Tekil Mesaj Gösterimi - Ser'den, Sera'dan.
Tekil Mesaj Gösterimi
  #332  
Eski 01-05-2014, 00:54
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Ne hayde?

E de hayde! (Haydi ama!)

Ne hayde?

Kendi kendimize sohbet edecektik, konuşacaktık ya!

Dur, önce şu türküyü Ali Ekber Çiçek’ten bir dinleyelim, öksürüğümüz fırsat verirse bir de eşlik edelim…


Gönül gel seninle muhabbet edelim
Araya kimseyi alma sevdiğim
Ya benim kimim var, kime yalvarayım
Kaldır kalbindeki karayı gönül

Dünya için gül benzini soldurma
Halden bilmeyene halin bildirme
Tabip olmayana yaran sardırma
Azdırırsın bir gün yarayı gönül

Solmazsa dünyada güzeller solmaz
Bu dünya fanidir kimseye kalmaz
Yalan dolan ile sofuluk olmaz
Mümin olan bekler berayı gönül

Derviş Ali’m öğüt verir özüne
Gönül lütfeyledi geldi sözüne
Azrail konarsa göğsün düzüne
O zaman beklemez sırayı gönül



Rahatladın mı?

Ne rahatlaması iyice içim şişti.

Ne konuşacaktık?

Konuşmayı demiyorum, onu her daim yapıyoruz ama yazmıyoruz. Ben yazmayı kastediyorum yoksa kendi kendimize konuştuğumuzu ben de biliyorum, sen de biliyorsun, o da biliyor. Sen biraz tembelsin galiba. Babana çekmiş olabilirsin.
Sahi babam tembel miydi yoksa hani “tok satıcı” der gibi dersem eğer “tok çalışan” mıydı?

Anama sorarsan tembelin tekiydi, bana kalırsa da tembeldi.

Babama haksızlık etmenin âlemi yok. Adamcağız ne zaman işten kaçmış? İş seçtiğini söyleyebilirsin, ağır çekim davrandığını da söyleyebilirsin ama adam çalışmayı sevmiyor, çaba göstermekten kaçınıyor diyemezsin, hele hele tembelle aynı anlama gelecek şekilde üşengeç hiç diyemezsin. Üşenen adam arkın başında avuç avuç suyu belki yirmi sefer, hatta otuz, kırk sefer yüzüne çarpar durur mu?

O ayrı bir şey, evet sana kalırsa küçük su dökmek için tuvalete girmeden önce itinayla her iki paçasını katlayıp ve dakikalarca orada kalması da tembel olmadığının kanıtı. Sallar babam sallar, ta ki son damlanın gelme ihtimalinin sıfır olacağı ana kadar. Bu onun tembel olmadığını göstermez ki! Hatırlasana ayakkabı boyacılığı yaptığı zamanı!

Boyacılığını ne karıştırıyorsun, şimdi?

Boyacılığını karıştırmıyorum, anlatmak istediğim bir günde ne kadar az ayakkabı boyadığı!

Yav bana babamın avukatlığını yaptırma şimdi. Düşünsene, boyacılık yaptığında elli yaşının üzerindeydi, bu yaştaki bir adam ve kaldırımın kıyısında veya bir dükkânın önüne atmış boya sandığını oturuyor, müşteri bekliyor, daha ne yapsın? Gelene geçene bakıyor, kimin ayakkabısını boyatacağını belki zaman içinde çözmüş, test etmiş. Bal alacağı çiçeği bilen arı kıvamına gelmiş. “Gel ayakkabını boyayayım” diye kimseye seslenmiyor, taciz etmiyor, duygu sömürüsü yapmıyor. Elini vicdanına koy, üstelik burası küçük bir kasaba, Tunceli’nin Pertek ilçesi. Kaç tane dışarlıklı adam var, kaç memuru, öğretmeni var. Kaldı ki çoğu memur cimri olur, tutumlu olur. Mesaisini terk edip gelip kaldırımda ayakkabı boyatacak değil.

Geri kalanlar köylerden alışveriş veya resmi dairelerde işi olduğu için gelmiş tipler. Birçoğunun ayağında o zamanlar hiç boya gereksinimi olmayan “gara lastik,” markalı adıyla söylersek “Angara Lastiği” vardı. Durumu biraz iyi olanlarda da içi astarlı, dışı rugan gibi gözüken parlak, muhtemelen “Gıslaved” markasının okunuşundan dolayı dilimize uyarlayarak “Cizlavit lastik” dediğimiz ayakkabılar vardı.

Biz ortaokula başlayana kadar ikisini de giydik.

Bu arada hiç unutmam ilk kunduramı Kenan dayım almıştı, okul hediyesi olarak, neyse.

Neticede babama ayakkabısını boyatacak tuzu kuru tipler yok değil, vardı ama sayıları çok azdı. Üstelik bir değil, bu küçük kasabada en az 5-6 tane rakibi olan ayakkabı boyacısı vardı.

Hatta bir dönem ben de babamın rakibi oldum, oğluyla gurur mu duymuştur yoksa kıskanmış mıdır bilmiyorum ama çoğu günler onun yaptığı cironun iki üç katını yapmışımdır.

Bugün bir ayakkabı kaç liraya boyatılıyor, bilmiyorum ama Pertek gibi bir yerin rayicinden yola çıkarsak tahminim o ki, kimse 1 liradan fazla vermez, ayakkabısını boyatmak için. Bazı günler hiç ayakkabı boyamadan eve geldiğini bilirim. Günde beş ayakkabı boyası on lirayı bükerdi. Eve gelirken beş altı tane ekmek aldı mı ondan iyisi yoktu. Üstelik babam o dönemler en pahalı ayakkabı boyacısıydı yani diğer boyacıların iki katı kadar para alırdı çünkü “Nuri Leflef” boya ve cilasını kullanırdı. Şişe içinde ayrıca “badem yağı” da vardı. Ayakkabı derisinin yumuşak olmasını isteyenler olursa fiyat farkını verir birkaç damla badem yağıyla işlem yaptırırlardı.

Bir zamanlar kafama takılmıştı, araştırmıştım, Nuri Leflef boyaları halen var mıdır acaba?

Var tabi, bugün “Penguen” markalı boyayı üreten bir İstanbul firması. Kuruluşu çok eskilere, Cumhuriyetten önceye dayanıyormuş. Sarı kapaklı teneke kutulardaki boya ve cilası hem çok güzel kokardı hem de diğer dandik cilalar gibi soğukta çatlamazdı.

Yahu bırakın şimdi bu konuyu. Lafa nerden girdiniz nerelere geldiniz!

Haklısın, ben sadece babamın tembel olmadığını anlatmaya çalışıyordum ama anlatamadım.

Ne anlatırsan anlat, beni, babamın tembel olmadığı konusunda ikna edemezsin.

Gelelim sana, biz bu sohbeti niye yapıyoruz? İçimizi dökmek için değil mi? Öyleyse nereden başlayıp nereye gideceğimizin ne önemi var? Kendi kendimizi sansürleyecek, sınırlayacak halimiz yok!

Kendimizi sansürleyelim demiyorum ki! Konuyu dağıtmayalım.

Komuşum konusuna! Dağılsın dağılabileceği kadar hem dağıtan biz olduğumuza göre toplayan da biz oluruz, merak etme italik!

Doğru diyorsun, yaşam karşısında onun bir yanı hep eğik olmuştur.

Senin de bir yanın bold ve fodul.

Zırvalamaya gerek yok. Yalnız başlangıç için konu biraz sıkıcı olmuş olabilir.

İyi de bir konumuz yoktu ki!

İlle de bir konumuz olsaydı, mesela “kadayıf dolması” olabilirdi.

Ne demek istediğini anladım, Bıkmış Ustaya gönderme de bulunuyorsun.

Neyse bir sonraki yazımızda “bikmisbroker” mahlaslı abimize bir zamanlar yazmayı düşündüğümüz şeyleri yazarız. Şimdi şu tembellik ve ayakkabı boyacılığını tadında bırakalım ve de bir değişiklik yapıp yazımıza kendi resmimizi ekleyelim.
Resmi gerçek boyutunda görmek için tıklayın.

İsim                 :  Ayakkabı Boyacısı.jpg
Görüntüleme :  927
Ebat                 :   467,5 kilobytes
Numara           :   914
İyi olur, fotoğraflarla desteklemek lazım, ne zamandır bakmadığım o resimlere ve çağrıştırdıklarına dalıp gitmek istiyor canım.
Alıntı ile Cevapla