Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Arka BahÇe Forumu - Tekil Mesaj Gösterimi - Guruba gush’bakışı....
Tekil Mesaj Gösterimi
  #505  
Eski 03-12-2007, 23:43
bikmisbroker - ait Avatar
bikmisbroker bikmisbroker bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Feb 2006
Bulunduğu Yer: Kanada
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 590/835
107 Mesaj ına 2990 Kere teşekkür edildi
bikmisbroker - MSN üzerinden Mesaj gönder
Tanımlı

Biz Kimiz ? Kınalı Bacaksızlar

Fakat kader işte, bizler bastık o kahrolası mayına... Birkaç saniye içinde havaya uçup, yere indik. Kimimiz uçtuktan sonra kopan parçalarımızla düştük yere.

Biz Kimiz?

(OHAL GAZİLERİ)

Çok bilinen bir hikâyedir. Çanakkale savaşları sırasında saçlarına kına yakılmış olan asker Murat'ı, komutanı yanma çağırır ve bunun sebebini sorar. Asker komutanına; "Bilmiyorum komutanım, anama mektup yazıp sorayım" der.Saçı kınalı askerin annesinden şu cevap gelir: "Ey Oğlum, gözümün nuru Murat'ım! Zabit efendiye selam söyle... Bizde üç şeye kına yakılır; gelin olan kızlarımızın eline kına yakarız; evine, eşine, çocuklarına kurban olsun diye... Kurbanlık koçlara kına yakarız; Allah'a kurban olsun diye... Bir de askere gönderdiğimiz evlatlarımıza kına yakarız; vatanına kurban olsun diye... Sen dört kardeşin arasında kurbansın. Sen orada şehit olacaksın inşallah. Kurbanlık koçlar nasıl kınalanırsa, ben de onun için senin saçını kınalayıp gönderdim." Ve mektup Çanakkale'de Murat'a ulaştığında, Murat'ın kınalı başı çoktan Allah'ına kurban gitmiştir bile... Bizler de, analarımız tarafından ya ellerimize ya da ruhumuza kına yakılıp gönderildik askere. İşte bu yüzden kolumuzu, bacağımızı, gözümüzü toprağa bırakıp geri döndüğümüzde analarımız "Vatan sağ olsun!" dediler. .

Bizler çiftçiydik, çobandık, esnaftık... Fakat savaşta etten, kemikten, kınından sıyrılan kılıç gibi sıyrıldık, bir ruh olduk... Ulvi bir ruh bu... Yani Mehmetçik olduk. Suyla yoğrulduğunda çamur olan toprak da, kanımızla yoğrulup vatan oldu.

Bizler, yani Mehmetçikler, omuzlar üstünde, alkışlar ve tezahüratlar eşliğinde ve tabii ki dualarla askere uğurlandık. Hüzün vardı, buruk bir sevinç vardı ve biraz da acı yüreğimizde... Bizi uğurlayanların heyecanla dolu yüreklerinde de. Orada ne olacağını bilmiyorduk. Zaten bizi endişelendiren de bu bilinmezlikti.
"Acaba dönecek miyim?", "Acaba dönecek mi?"

Askerlik biz genç erkeklerin yaşamlarındaki önemli dönüm noktalarından biridir. İki hayat vardır; askerden önce ve askerden sonra... Askerliğini sağ salim bitirip gelenler için bu dönem bazen hoş, bazen acı hatıralarla dolu yaşamın küçük bir parçasıdır. Ama biz gaziler için askerlik gerçekten bir dönüm noktasıdır, farklı bir yaşama açılan kapıdır. O kapıdan girenler için artık eskisi gibi olmayacak pek çok şey yardır.
İnsan doğasında hep var olan "bana bir şey olmaz" düşüncesinin kontrol edemediğimiz olaylarla, durumlarla yıkıldığı, ömür boyu unutulmayacak anlar vardır.
Birçok insanın, kendisinin ya da bir yakınının başına gelmediği sürece farkına varmadığı gaziler, yani bizler, işte bu anların tanığıyız. Önünden geçen bilmem kaç kişiye rağmen... Belki elli, belki yüz kişi...
Fakat kader işte, bizler bastık o kahrolası mayına... Birkaç saniye içinde havaya uçup, yere indik. Kimimiz uçtuktan sonra kopan parçalarımızla düştük yere. Çevremizdekiler koşuşurken, biz dağılan bacağımızı, kolumuzu seyrettik sakince.

İlk anda anlamamıştık ne olup bittiğini. Dakikalar içinde, helikopter gelip, ölümle yaşam arasında, ölmekten korkarak ve çevremizdeki olup biten çoğu şeyin farkına varmadan en yakın askeri hastaneye götürüldük.

Kimimiz okulu yeni bitirmiştik, kimimiz nişanlanmış dönüşte evlenme hayalindeydik, kimimizin ise yeni çocuğumuz olmuştu. Kendimiz ve sevdiklerimiz için düşleri olan insanlardık bizler. Yirmili yaşlara kadar bizleri taşıyan bacaklarımızın, dünyayı gösteren gözlerimizin yokluğunu ve onlarsız nasıl bir hayat yaşayabileceğimizi hiç düşünememiştik. Bu "ne genç olmaktan kaynaklanan bir eksiklik", "ne de sorumlu tutulacakları bir suçun cezası"dır. Bizim de aklımızdan böylesi bir tanıklık geçmemişti. Böylesi bir acıyı yaşadığımızda hepimizin ilk düşündüğü şey "ölmek" olmuştu.

Hayatlarımızın daha başlangıcı sayılabilecek bir dönemde, geleceği henüz sorgulamamış olan bizler, öyle büyük bir gerçekle yüzleştik ki... Nefes almanın, güneşin doğuşunu görmenin, sevdiğimizle beraber olmanın, yani "her şeye rağmen hayat güzel"in önemini anlayanlar bu "yüzleşmeden"" restleşerek çıkarlar. Her şey yolunda giderken hiçbirinin sorgulamadığı ve yaşamadan da cevap veremeyeceği büyük yüzleşmedir yaşadıklarımız.
Ancak böylesi büyük olaylara tanıklık edenler, yaşadığını zanneden birçok insandan daha çok, daha gerçek yaşayan, acının, mutluluğun farkına varan özel insanlardır.

Tesellilerinden biri ve en önemlisi; vatan için gazi olmalarıdır. Hepsinin odasında, duvarlarında Türk Bayrağı asılıdır. Acılarını bu yüce amaçlarının ardına gizleyip, kendileriyle gurur duyarlar. "Vatan için gözlerimizi, bacaklarımızı, kollarımızı verdik. Götürseler yine gideriz" derler. Hepsinin de başuçlarında askerden önceki fotoğrafları vardır. Konuşmazlar ama gösterirler. "Bak, ben de böyleydim" derler. Hikâyelerini dinledikçe ürperirim. Bazıları ise, kabullenemez durumunu. Hep isyandadır. Acısı azalacağına artar. Kimseyi duymaz. Dinlemez çünkü.

Hepsi için son durak Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) olur. Burası onlara eski hayatıyla yenisi arasındaki farkı yaşatmaya başlayan bir mekândır. Yaralan iyileşirken, bir taraftan da sosyal hizmet uzmanları ve psikologlar tarafından dışarıda nelerle karşılaşabilecekleri anlatılır. Yani değişenler ve değişmeyecek olanlar.
Ben, değişen pek çok şeyden söz ederken acı duyuyorum.
Keşke, değişmeyecek pek çok şey olduğunu söyleyebilseydim. Ama mümkün değil...

İlk önce görünüşleri... Zira çoğu sakat kalıyor, mayına basanlar mutlaka uzuvlarını kaybediyor. Kiminin tek bacağı, kiminin tek, kiminin iki kolu birden, kiminin ise gözleri yitiriliyor. Ya umutları, aşkları, eşleri, çocuklan, işleri? Hepsi artık başkadır. Çoğu sona erer. Aşkları, evlilikleri son bulur. "İyi günde, kötü günde" hani hep beraber olunacaktı? Ne yazık ki çok azı bu "söze" sadık kalıyor. Ama terk eden gibi, onlara sevgi dolu kucaklarını açanlar da var tabii.

Peki, anne-babalar? Yavrularının bu duruma düşmesi en çok onları yaralar. Kahrolurlar "Vatan sağ olsun" derken. Gözlerinde isyanı, acıyı, kini, çaresizliği görürsünüz, ama yine de şükrederler, canlan, biricik evlatları yaşadığı için.

Ya evlatlarını kaybedenler? Onların acısı ise hiç bitmez. Hiçbir zaman unutmazlar, acı bitmez, tükenmez.
İşte bu özel insanlardan birine her baktığımda, olmayan gözlerinin çukurlarından bana bakıyormuş gibi gelir. Sıcak çatışmanın içinde, pkk'lı grubun ateşi altında, atmak için elinde tuttuğu el bombası bir anda patlayıvermiş. Duyduğu acıyı çok net bir şekilde hatırlıyor hâlâ. Gözünü Diyarbakır Askeri Hastanesi"nde açmış. Kör olan gözlerine bir anlam verememiş, uyandığını bile anlayamamış. Elleri kopmuş, vücudu parçalanmış. Yıllarca tedavi gördü, ama hâlâ "karanlıkta kalmak hiçbir şeye benzemiyor, keşke ölseydim" cümlelerini sayıklıyor.

Çünkü önce eşi terk ediyor. Dört yaşındaki oğlu onu görünce ağlıyor. "Ölmemek için tek bir sebep göster" diyor bana... Ve ben kapana kısılmışlığın, çaresizliğin ne olduğunu anlıyorum, gerçekten işte en son noktadayım. Sabahlara kadar atılan çığlıklar, rüzgârın geldiği yöne göre pencerelerin bulunuşu ve defalarca tekrarlanan intihar girişimleri. Onun artık tek amacı ölmek... Yarım kalanı bitirmek.

Bir diğerinin bastığı mayın iki kolunu, yüzünün büyük bir kısmını götürmüş. Yurtdışında yüzünün bir kısmı için silikondan parça yapmışlar. Sırf korkunç görüntüsünü birazcık da olsa düzeltebilmek için. Komutanın "İstediğin bir şey var mı evladım?" sorusuna haykırarak verdiği cevap hala kulaklarımda: "Gözlerimi istiyorum komutanım"
Önünden geçen elli kişinin ardından mayına basan ve iki bacağından olan bir başkası ise sadece yürümekten mahrum kalmamış. Annesi babası arayıp sormuyor. O da, onu istemeyen ailesini istemiyor. Çok uzun süredir hastanede. "Gidecek yerim yok ki" diyor ve hep yaptığını yapıp, üstündeki örtüyü kafasına çekerek arkasını dönüyor. Tüm dünyaya...

Şöyle biraz geriye dönüp baktığımda, Türk insanının askerlik ruhunu bir türlü kavrayamayan yabancıların, İstiklal Savaşı"ndaki zaferimize neden "'Türk mucizesi" dediklerini çok iyi anlıyorum. Çünkü onların bir türlü anlayamadıkları bu "mucize"nin temelinde tek ve basit bir gerçek yatıyor: "Kınalanma." İşte bu duygularla seslenmek istiyorum:

Ey Türk milleti,
Biz kınalı bacaksızlar,
Kınalı körler, kınalı çolaklarız.
Bizler gözlerinizin içine;
Siz bize bakamadığınız için bakmıyoruz. Sizi daha fazla üzmemek için.
Peki ya siz neden bizim gözlerimizin içine bakamıyorsunuz?


GAZİ SAVAŞ YÜCEL
BİZ KINALI BACAKSIZLAR

Biz Kınalı Bacaksızlar Kitabından alıntıdır.
__________________
YATIRIM, sonu yanliş giden SPEKÜLASYONDUR
EGER, zamaninda spekülasyondan cikamazsaniz
MECBUREN yatirimci olursunuz..George SOROS
TEKNiGE iNANMA TEKNiKSiZ KALMA. Bikmisbroker
Alıntı ile Cevapla