Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Arka BahÇe Forumu - Tekil Mesaj Gösterimi - Ser'den, Sera'dan.
Tekil Mesaj Gösterimi
  #245  
Eski 10-07-2009, 14:20
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Benim Adım Dertli Dolap

Dudak kaslarımla tuttuğum sigaranın ucunu sağ elimdeki filtresi yanmak üzere olanla kızartıp, körüklüyorum.

Görünmez bir el, avucuyla tepemden bastırınca lök gibi çöküyorum olduğum yere, gözlerim ise yanımdan selamsız sabahsız geçen köpekli adamda.

Uzaklaşmış sayılmazlar.

Onlar da dura kalka, döne dura, çömele otura gitmeye başladılar.

Hatta adam o kadar çok aranıyor ki, etrafında dönüyor, bana bakıyor gibi oluyor.

Bana doğru baktığı zamanlarda hemen elimi havaya kaldırarak merhabamı iletmeye çalışıyorum ama o gene görmezden geliyor.

Beni tutanlar, yerime mıhlayanlar, çökertenler her kimdiyseler pes ettiler.

Hafiflendim.

Bu hafiflikle, gözden kaybettiklerimin peşlerine düşesim geldi.

Bir deve gibi ileri geri yaylanıp birkaç hamlede ancak doğrulabildim.

Koşmaya başladım.

Yanlarındaydım.

Selamımı yineledim. İstifini bozmadı.

Beni göremedikleri hissine kapıldım, bir süre donup kaldığım yerden bu ihtimali düşündüm.

Kanaat getirdim, evet, inanamıyordum ama olan da buydu: beni ne görüyor, ne duyuyor ne de hissediyorlardı.

Saçma geliyordu bu düşünce.

Böyle bir şey olur mu hiç?

Böyle şeyler olsa olsa ‘hayal kurgu’ filmlerde olur.

Ben öteden beri hayaletli, mayaletli, cinli minli, ruhlu, şeylere karşı ilgisizimdir. Hocaya, muskaya, yatıra, büyüye hatta hipnoza bile aklım ermez.

İlginçlik bununla kalsa gene iyi: onlar nasıl beni görüp duymuyorlarsa tam aksine ben Nelli’nin değil ama bu durgun yüzlü, temiz tıraşlı, üst dudağının sınırlarını ihlal etmeyen bıyıklı, dopdolu bakışlı adamın içinden konuştuklarını duyuyordum.

İlk duyduğum şey “Zavallı hayvan” sözü oldu.

O sırada böğürtlen dallarının içlerinde güreşen serçelere doğru, çıt çıkarmadan pusuya yattığı yerden seğirten iti için diyordu: “Zavallı hayvan! Bu bahar gezisine sevinmekte haklı; bütün kış kapalı kaldı.

Vallaha doğru söylüyorum, iki gözüm önüme aksın yalanım varsa, okuyordum içini.

Kaldım yanlarında, ne yaptılarsa izledim, ne düşündüyse okudum.

İncesu Deresi'nin içinden, yani dere kenarından yürüdüler, ben de yürüdüm.

Dere eskisi gibi, bildiği gibi akıyor” dedi; hem kendi içine hem de dere içine.

Fazla değil, birkaç cümlelik düşüncesini duymuş olmak bile bana yetti.

Aklımı kaçıracak gibiydim.

Rüyada olmayı uyanınca bu azaptan kurtulmayı istedim ama sonra “Hiç insan rüyadayken ‘inşallah bu bir rüyadır’ diye düşünür mü?” dedim, kendi kendime.

Bir taşın üstüne oturdum, hoşnut olmadım, kalçamda et olmadığından kemiğim ağrıdı, kendi kendime “boşuna dememişler taşa, başa, yaşa oturma diye” söylenerek kalktım.

Biraz ileride, bir adamın sığacağı kadar gölgesi bile olan bir kayaya yöneldim. Bu kez de “aha işte sana bir kaya, git nereni dayarsan daya” sözü kaçtı ağzımdan.

Kayanın gölgesine değil, adamın beni göremeyeceği tarafına geçtim, yanımı dayadım ama niye saklandığıma şaştım, zaten ne adam, ne de iti beni görmüyordu ki.

Canım çektiği için değil, öylesine bir sigara daha yaktım; adamın az önceki iç konuşmasını düşündüm.

Demek ki daha önceden de gelmiş buralara!

Tekrar yanlarına gidip gitmemeye karar veremiyordum.

Yüz bin eli, yüz bin gözü ve yüz bin yüreği olmasına rağmen, polislerin bile fark edemediği Gülhane Parkında bir ceviz ağacı olan Nazım Hikmet geldi aklıma.

Görünmez olmak ile fark edilmemek arasındaki şeyleri sıralamak geçti içimden lakin deneyecek mecalim yoktu.

Hele görünmezlik şöyle dursun, ne kötü bir şey dedim önce, bir başkasının düşüncesini duymak, okumak.

İzin verdiğim, süzekten geçirdiklerimin dışında ne bilinsin isterim, ne duyulsun; benim düşüncelerimin.

Ne iyi bir şey dedim sonra, herkes herkesin düşüncesini okuyabilse, duyabilse.

Yalan dediğimiz şey hiç olmazdı. Yoksa o zaman başka bir şeye mi yalan derdik?

Bütün endişemi, korkumu ve merakımı yanıma alıp yeniden adamın yanına yürüdüm.

Dere kenarındaki ağaçlara bakıyordu.

Birden bana doğru döndü.

Artık beni görüyormuş hissine kapıldım, nefesimi bile salmamak üzere kıpırdamamaya gayret gösterdim. Bir değişiklik olmayınca hohh diye boşattım, içimde kirlettiğim havayı.

Düşüncelerini o kadar düzgün bir şekilde okuyordum ki, adeta “Al bunları yaz” diye gözümün önüne seriyordu:

Alıntı:
“Bu ince derenin üstünü kısa, güdük bahardan sonra yeşil yaprak örtüsü ile sımsıkı örten söğütler, iğdeler, kavaklar, badem, alıç, meşe, ayva ve dişbudaklar, bunlara tırmanan böğürtlen ve yabangülleri çırılçıplak.”
Bu düşünüşü üzerine saydığı ağaçlara baktım; ayvayı gördüm, ardından bademi.

Bademe bakarken acaba acı mı, tatlı mı diye düşündüm, çiçeğinden tanırdım acı olup olmadığını ama henüz çiçeklenmemişti.

Söğütleri gördüm, iğdeleri de gördüm, meşe ile dişbudağı da gördüm.

Alıç ağacını görmek için epeyce uğraştım.

Pertek’te güzün topladığım, çekirdeklerinin arasından geçirdiğim ince bir iğne ile ipe dizdiğim portakal veya greyfurt rengindeki etli ağaluça takılmıştı aklım. Onu göremedim ama kırmızı alıç ağacını gördüm.

Buralarda da ağaluç olduğunu biliyorum, hatta Balgat Pazarında çocuk satıcıların boyunlarına bir kolye gibi takılmış bu ağaluçları çok kereler görmüştüm.

Nelli havlamasa alıçlara takılı aklım, kim bilir daha neler çağrıştıracak, neler izlettirecekti bana.

Bazen peşi sıra, bazen yan yana yürüdüm bu hikmetli adamla.

Hayret, şimdiye kadar birkaç kez bu derelerde dolaşmış olsam da, hiç görmediğim dolabı karşımda gördüm.

Durdum, hikmetli adam da durdu ancak dolap çok önceden durmuştu.

Artık ne suyu aşağıdan alıp, dönüp yüksekten dökecek hali vardı, ne de yalap yalap akan suları.

Çalap onun inleme dönemini çoktan bitirmişti.

-Elli iki-
Alıntı ile Cevapla