Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Arka BahÇe Forumu - Tekil Mesaj Gösterimi - Ser'den, Sera'dan.
Tekil Mesaj Gösterimi
  #241  
Eski 30-06-2009, 05:07
Emin - ait Avatar
Emin Emin bağlı değil
.
 
Üyelik Tarihi: Mar 2006
Bulunduğu Yer: Antalya
Mesajlar/Teşekkür sayısı: 305/762
198 Mesaj ına 2281 Kere teşekkür edildi
Tanımlı Bu Gidişle

Boktan geçen gecenin sabahı farklı mı olacaktı?

Güneş daha doğmadan balkonda kahvaltı niyetine bir şeyler yiyip, evden ayrıldım.

Yol boyunca genel hatlarıyla düşünüyordum: Seranın içi şimdi göl olmuştur, akşama kadar yağmurlamaya devam ettirirsem, hatta gerekirse yarın sabaha kadar bu iş devam edersem, anasını sattığımın toprağında ne kimyasal tuzlar kalır ne de ilaç kalıntıları…

Ancak geçen gün seraya gelir gelmez nasıl sukutuhayale uğradıysam bugün de öyle oldum.

Fıskiyelerin çalışmıyordu.

İlk işim elektrik panosuna bakmak oldu, elektrikler mi kesikti acaba?

Panodaki lambalar yanıyordu ama.

Hemen yan tarafta ineğini sağan yan komşumuz Mevlit'in eşi Fatoş Hanıma “günaydın” yerine geçecek şekilde sordum:

"Ne zaman kapandı fıskiyeler, elektrik mi gitti?"

O da: “Sana da günaydın” dercesine "Yok, gitmedi. Akşamdan beri çalışmıyor" dedi.

Kapalı kapıyı kendi anahtarımla açtım. Tıkırtıya halam doğruldu; bu kez uyku sersemi olan halama: “günaydın hala” dercesine "Sondajı kim kapattı hala?" dedim.

"Ben kapattım" dedi.

Güya bir ses duymuş ve yatmadan önce basmış düğmeye.

Ne diyeceğimi bilemedim, sustum. Sadece içimde birikmiş ve sıkışmış havayı burnumdan saldım.

Halam kaldığı yerden uykusuna devam ederken ben sondajı çalıştırdım. Seranın etrafında sigara içerek bir yandan yanak naylonları inik seraya kafayı sokup bakıyor, diğer taraftan dün aldığım haberi ve o konuda ne “yapabilirimi” düşünüyordum.

Fıskiye uçlarından birkaçının düştüğünü, bazılarının nazlı veya düzensiz çalıştığını görünce iyice huzursuzlaştım.

Bir süre sonra ana boruya ek yaptığım yerin hortumu fırladı, her taraf tazyikli su içinde kaldı, koştura koştura sondaj motorunu susturmaya gittim. Tam bir saat vanalarla, boru anahtarlarıyla uğraşıp durdum. Neyse, küresel bir vana takarak bu işi hallettim.

Hazır sondajı durdurmuşken gözüme ilişen diğer sakatlıkları da düzelteyim dedim ama sandığımdan da fazla aksilikle uğraşmaya başladım.

Gün hızla öğlene dönüyordu, sıcak bir gün olacağı belliydi.

Halamın sabahtan demlediği çayı ısıtıp ısıtıp içmekten içim havalandı, ağzım paslanıp, buruştu.

Ağzımın pası ile midemin bulantısını gidersin diye, tabağın birinde yığılı duran ve nemlenmiş olduğunu bile bile gözüme kestirdiğim iki tane bisküviyi yedim.

Yeniden çalıştırdım sondajı. Fıskiyelerden seranın dışına taşan su, kapının önünü çamur etmeye başlamıştı, zaman zaman uçan damlalar yüzüme çarpıyor, serinliyordum.

Serinliyordum ama dün geceki haberin yakıcılığını aklımdan uzaklaştıramıyordum.
Bu konuda ne yapacağımı bilmiyor, bilemediğim için durup durup içerliyordum.

Bir ara Mevlit yanıma geldi ve gübreyi seraya taşımaya karar verdiğini söyledi.

Musa Amca’nın etrafı kalabalıktı, seslenip çay içmeye çağırdı beni.

Utanma pazarı yanına gittim ama çayını içmedim.

Dün kırılmıştım, tavrına. Anlamıştı duruşumdan.

Etrafındaki kişilerle lafın lafı açtığı konuşmalara karıştırılmaya başlandım. “Hoca” diye anılan biri beni yokluyor, hangi partiye oy vereceğimi anlamaya çalışıyordu. Sonra doğrudan AKP'nin gidişatını, yaptığı şeyleri nasıl bulduğumu sordu ve soracağına da sanırım pişman oldu.

Bugün kızgınlığım üzerimde olduğundan olsa gerek, açtım ağzımı yumdum gözümü, her konu geçişinde Hoca’ya "yalan mı" diye sorular sorarak dilimin ucuna gelenlerden sıraladım.

Musa amca da şaşırmıştı bu gerginliğime, susup dinlemede kaldı.

Hoca'dan hiç beklemediğim yanıtlar gelmeye başlayınca ne yalan söyleyeyim bu kez de ben çok şaşırdım.

Hiç inandırıcılığı olmayan bir tonda: "Haklısın, ne desen doğru ama benim gitmem lazım, bacanağın oraya gideceğiz, ağzına sağlık, kusura bakma. Çok teşekkür ederim dobra dobra konuştuğun için" deyip tüydü.

Musa Amca da “Adamı kaçırttın” demeye başladı. Bir iki dakika sonra da ben ayrıldım.

Seranın yan perdelerinin bazı kısımlarını kaldırıp 130 adet çalışan fıskiyenin durumlarına baktım.

Yağmurluğumu giyip, elime aldığım bir demirle seraya girdim. Birkaç yere bu demiri sokarak ıslaklığın ne kadar derine işlediğini anlamaya çalıştım.

“İyi, bu gidişle 24 saat sonra yani yarın akşama kadar bu işi halletmiş olurum” diye nihayet bir olumlu düşünce içime yerleşmeye başlamıştı.

Fakat seranın yola yakın kısmı suyu çok göllemişti, bunu engellemek için başlardan iki sıra yani 10 tane fıskiyeyi çıkardım, çıkardığım yerlerin deliklerini İsrail’den ithal edilen bir tıkaçla körelttim.

Yağmurluk da kâr etmedi, her yanım battı.

Seradan çıkarken yenisiyle değiştirdiğim ana borudan fıskiyelere giden hortumun 20'lik erkek kaplinin gevşemiş olduğunu gördüm, hay görmez olaydım dedimse de iyi ki görmüşüm yoksa çok kısa bir süre sonra yerinden çıkacak ve o tünele ait tüm fıskiyeler devre dışı kalmış olacaktı.

Ya ben çok güçlü, kuvvetliymişim ya da bu namussuz kâğıttan kaplinmiş.

Daha alet malet kullanmadan elimle biraz sıkayım derken “çıt” dedi, kırıldı. O küçük delikten öyle basınçlı su fışkırmaya başladı ki çizmelerimin içi bile su doldu. Sondajı tekrar kapatmak zorunda kaldım.

Yarım saat kadar depoda, o keşmekeş ortamda yedek kaplin aradım, bulunca bir tane deli gibi sevindim. Yerine takarken bu da kırılacak diye aklım çıktı. Bu akşamın dar vaktinde işin yoksa git hırdavatçılardan malzeme ara...

Sanki görünmez bir el ben yaptıkça ardımdan dolaşıp bir başka yerden muzırlık çıkarıyordu.

Ekleme yaptığım hortumlardan biri de yerinden çıkmaz mı! “Ulan seni de yapacam ama Allah vere bir bokluk daha çıka! Hepinizi söküp atmazsam namussuzum” diye hortumu, fıskiyeyi, kaplini, vanayı şunu, bunu hepsini adamdan sayıp konuşmaya başladığımı duyunca akıl sağlığımı sağaltmak için önce kendime sonra da bunları yapan firmalara verdim, veriştirdim.

Hava da kararacağı kadar kararmıştı, eve doğru yola çıkmadan önce halama sıkı sıkı tembih ettim, “Ne olursa olsun, hiçbir şeyi elleme” dedim.

Gün boyunca sanki az yıkanmışım gibi yeniden banyoya girdim ama yağmurlama hissini vermesin diye duşu açmadım; kovaya doldurduğum suyu hamam tasıyla döktüm, başımdan aşağıya.

-Kırk dokuz-
Alıntı ile Cevapla