Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::db_connect() should be compatible with vB_Database::db_connect($servername, $port, $username, $password, $usepconnect) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Strict Standards: Declaration of vB_Database_MySQLi::select_db_wrapper() should be compatible with vB_Database::select_db_wrapper($database = '', $link = NULL) in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 1095

Deprecated: Non-static method vB_Shutdown::init() should not be called statically, assuming $this from incompatible context in /home/arkabahc/public_html/forum/includes/class_core.php on line 2294
Arka BahÇe Forumu - Ser'den, Sera'dan.
Arka BahÇe Forumu

Arka BahÇe Forumu (http://www.arka-bahce.org/forum/index.php)
-   Sera (http://www.arka-bahce.org/forum/forumdisplay.php?f=86)
-   -   Ser'den, Sera'dan. (http://www.arka-bahce.org/forum/showthread.php?t=298)

Emin 10-09-2006 22:04

Akçeli site içerikleri
 
Uzun yazıların iticiliğini biliyorum. Buna rağmen iletilerimi telgraf boyutuna da indirmeden olabildiği kadar kısaltmaya çalışacağım.

Gönderilerimi bir çırpıda okumak zorunda değilsiniz!

Bakmayın siz benim kısa aralıklarla gönderdiğime.

Önce işinize gücünüze bakacaksınız, borsayı ve gidişatı, önemli haberleri sektirmemeniz lazım. Benim bu bağlamda tuzum kuru.

Sizlerle her zaman bu ortamda bulunmayabilirim, o yüzden kaptırmışken kendimi okunası şeyler oluşturmaya gayret ediyorum. Stok yapıyorum, tereklere yazı yerleştiriyorum.

“Hızlı koşan atın boku seyrek düşer.” Atasözünü benim için içinizden geçirebilirsiniz.

Bu sitenin tutunabilme kaygısı olmadığı için üye kabulünde seçici davrandıklarını biliyorum, öyle de olmasında sayısız yarar var bana göre. Seçilmiş ve seçkin bir topluluğu barındıran bu yerde uluorta şeyler yazılmamalı diye içimden geçirdiğim duygular var.

Benim, akçeli konuların işlendiği yerde öyküler de, karikatürler de, tarihi bilgiler de buranın ruhuna uygun olmalı, gibi bir saplantılı düşüncem var ve bunu hep dillendirmişimdir. Ancak Değerli Ali Hocam bu düşünceme şiddetli bir biçimde ve her seferinde karşı çıkmıştır, çıkmaya da devam ediyor.

Gerekçesini de şöyle beyan ediyor: “Borsayla haşır neşir olan insanlar, böyle site içeriği dışındaki yazılara, resimlere, fıkralara göz atarak kafalarını dağıtıyorlar, hayatlarına daha sağlıklı devam ediyorlar, alışları-satışları daha verimli oluyor. Bildiğin gibi değil, inanılmaz derecede katkı sağlıyor.”

Umarım dedikleri doğrudur.

Emin 10-09-2006 22:24

Gönüllülük
 
Ben aydın birisi miyim, bilmiyorum! Ancak bu dünyada boşuna kilometre doldurmuş da saymam kendimi.

Okuyabileceğimiz kadarıyla (paramız yettiğince, canımız çektiğince, zamanımız oldukça) okumuş, ferasetimizce, anlayabileceğimiz kadarıyla anlamış ve ömrümüzün ortasını biraz geçtiğimiz bu sıralarda, çoğu da deneyimlerimizden kaynaklanan belli bir birikimimiz var.

Ancak mevcut bu bilgilerimle hayatı tam olarak kavrayabilmiş miyim, o şüpheli işte.

Dünyayı bilmem, kültürleri bilmem, dolaşmışlığım, gezmişliğim pek yok. Yurtdışına çıkmışlığım yok, tarihi, edebiyatı, sosyolojiyi, felsefeyi, dini, diyaneti bilebildiğim kadar biliyorum ve hemen hemen hiçbir konuda “bu işi tam olarak biliyorum” diyeceğim bir şey yok.

Hal böyle olunca sıkılmadan yazı yazmam mümkün mü?

Hadi diyelim öyle ya da böyle bir şeyler karaladık, okunabilir olmanın ötesinde anlaşılır ve yararlı olabilecek miyim?

Siz ne derseniz deyin, ben sanmıyorum.

Bir şey yazmadan önce dersime çok çalışmam lazım. Lazım demekle nemelazım demek gibi bir uçtan diğer uca kıvrımlı dilimleri olan girişim yelpazesinin tam açılmış haliyle düşüncelerimi yellemeliyim.

Her şey gönüllülük esasına gelip, dayanır; resmi görevinizde bile, evliliğinizde bile bir miktar gönüllülük esastır, bulunmalıdır.

Peki, insan nasıl gönüllü olur?

Bir işi göreceli de olsa seviyorsa ilk adımı atmıştır ama yeterli değildir.

“Bara kalkan kıç çalkalar” diye çok hoşuma giden bir atasözümüz var. Hem oyuna kalkacaksın, hem de yerim ve yenim dar diyerek, nazlanacaksın, ayıptır!

Emin 10-09-2006 22:48

Kırılganım
 
Sıkılmış olduğunuzu düşünüyorum, ardı ardına yazınca böyle.

Sıkıldıysanız bırakın, kaldığınız yerden sonra devam edersiniz.

Ben kendimce sürdüreyim biraz daha diyorum.

Hep böyle ciddiye mi alacağım yaşamı?

Nerede, öyle dirayet, sabır, karar, irade, direnç, destek.

Su koyuverdiğimiz oluyor. Bazen kocalıyorum, bazen çocuklaşıyorum. Gelip, geçiyor günlerimiz.

Kırılganım ama üşengen değilim.

Küsmek kolaydır, ben de kolay küserim ama küslüğü sürdürmek öyle zor gelir ki günlerim gecelerim hiç kısalmaz, gıdım gıdım artar, uzar.

Öyle bir noktaya geliyor ki, getiriliyor ki, sıkıştırılıyor ki insan, o an için küsmek neredeyse tek seçenek!

Bazı küsmelerde, dağ da haberdar ve huzursuz oluyor, tavşan da.

Buraya yazdığım en gevrek ve emeksiz yazılarımda bile yarın kimsenin huzuruna çıkamayabilirim endişesini taşıyorum, aynı şekilde yazımı okuttuğum muhatabımın da yarın bu dünyada olamayacağını da olabildiği kadarıyla aklıma düşürürüm. Bela aranan biri olsa bile olası ömrünün son gününde beladan uzak olmasını arzularım.

Kısacası, ağabeylerim, ablalarım, kardeşlerim ben de birçok insan gibi edna bir kulum işte.

Kârlı sattığım bir hissenin ertesi günü düşmesi halinde benden alan kişiye acıyorum, üzülüyorum.

Haa, alıp başını gitmişse alan kişi adına sevinsem de kendi kahrımdan ötürü ettiğim küfürlerin gölgesinde kaynar gider, bu sevincim.

Hayatı çözmüş değilim, belki de çözmüşüm çözeceğim kadarıyla ama farkında değilim. Bazen “Çözsem ne olur, çözmezsem ne olur? Hayatın umurundaydı sanki!” dediğim de oluyor.

Emin 10-09-2006 23:23

Vicdan
 
Bazen yaşam yürüyüşümün önüne duygularım çıkıyor: “Dur! Elini vicdanına koy!” diyor.

Vicdan nedir acaba, diye paniklediğimi de araya sıkıştırırsam dürüstçe bir şey yapmış olurum.

Vicdan tarifini yapmak benim boyumu aşar.

Biraz ondan, biraz bu değerden, azıcık benim doğrularımdan, en çokta akil kişilerin ürünlerinden katıp ağız tadıyla bir “vicdan yemeğini” içerikleriyle, hazırlanışını, besin öğelerinin kayıplarını veya işlemler sırasında değişimlerini dikkate alıp, sunum noktasına taşıdığımda yorulduğumu anlıyorum, iştahım kaçıyor.

Vicdan, beklentisiz acımaktır.

Böyle demek yetiyor mu? Hayır. Yetmiyor ama dağarcığım şimdilik bu kadarına yetiyor.

Bir süre duygularımın boyunduruğu altında nefes alıyorum, yaşamaya kaldığım yerden iyi, kötü, güzel, çirkef duyguların dayatmasıyla devam ediyorum.

Bu arada, duyguların baskın çıkmasıyla sinen, pusan aklımın biti kanlanıyor, bu kez o yönetimime el koyuyor.

Çok nadir bu ikisi ortaklık yapıp beni yönetiyor, yürütüyor yaşam yamacında.

Böyle olunca hayat gibi ben de devinip, benim ifademe göre de debelenip duruyorum.

Her yalın gibi gözüken özlü sözlerin sağını solunu, önünü arkasını, üstünü altını hatta içini dışını kurcaladığımda karşılaştığım düşünce tipisi, boranı, sisi içinde; kurcalayıp, kurcalamayacağıma bin pişman oluyorum.

Yine de bu yorumlama yorgunluğu bende güzel bir ironi oluşturuyor: “hoşnut pişmanlık!

Kaynayan kazan kapak tutmaz” diye usulca kulağıma bağırdığında atalarımız, başımı biraz sağa eğip, aşağı yukarı iki üç kez sallıyorum.

neron 11-09-2006 13:37

Sevgili Emin,

Yazılarını seranda keyifle okuyorum, eline, düşüncene ve duygularına kuvvet :wink2:

Neron

serdarkus 11-09-2006 15:40

Hayırlı olsun!.
 
İyi olmuş.
Yapısı camdan olmuş, naylon konmuş.. yüksek olmuş, alçak amma havası bolmuş.. soba kurulmuş, sahibi kahvede pişpirik oynarken ortamı kendiliğinden şeyttiren full otomatik jeotermal multi sistemli olmuş. İçindeki hiç umursamaz, havasını bi bulsun, yeter.

Yakışmış, hayırlı olsun derim!.

Emin 11-09-2006 18:08

Alıntı:

neron´isimli üyeden Alıntı
Sevgili Emin,

Yazılarını seranda keyifle okuyorum, eline, düşüncene ve duygularına kuvvet :wink2:

Neron


Bilirim, adettendir yeni bir yerin açılışına hayırlı olsuna gelinir.

Kimi çiçek gönderir, kimi kendince bir hediye getirir. O da olmazsa siftah niyetine alışveriş yapar.

Sera olunca açılışı yapılan yer, çiçek getiren olmayacak haliyle.

Dileğinize yürekten teşekkür ederim, gerçekten keyfinizi kaçırmadan okunası şeyler yazabilmek için debeleneceğim ve elime, düşünceme bir de duygularıma mukayyet olmaya çalışacağım Sayın Neron.

Emin 11-09-2006 18:24

Alıntı:

serdarkus´isimli üyeden Alıntı
İyi olmuş.
... İçindeki hiç umursamaz, havasını bi bulsun, yeter. Yakışmış, hayırlı olsun derim!.


Kuş gibi uçarak geleceğini umuyordum, seraya. Biraz geciktin ama sağ salim geldin ya, önemli olan o, Sayın serdarkus abim.

Çarpa çarpa mı geldin, çok mu yorularak geldin, bilemiyorum. Bir deste mani ile geleceğini sanıyordum.

Havamı bulmam 40 günümü alır.

Kırkım çıkmadan bir şey diyemiyorum. Hele o günlere bir erişelim.

Ya kırklara karışırız, ya seraya dolanırız!

Emin 11-09-2006 19:04

Özür dileyerek!
 
"Sevgili Emin, Merhaba.

Yazılarınızı zevkle okuyor, yanıt veriyorum ara sıra. Hoş, güzel anlattıklarınız…
Ancak, geçen cumartesi, size verdiğim yanıtta "Ben İzmirliyim arkadaş" biçiminde yazdığım cümlenin sizi üzmediğini umarım. Sanki matah bir şeymiş gibi İzmirli olmak...

Bahçeden topladığım rokaların yanında içtiğim rakıyı biraz fazla kaçırdım sanırım. Ben otsuz içemem… Dedim ya ben İzmirliyim...

Dostça selamlarımla..."


***

Ben üzülecek bir şey bulamadım, bulsaydım hiç "gözümün" yaşına bakmam üzülürdüm.

Bu arada sırr-ı foş eden biri olduğumu belirteyim.

Ayrıca değil sadece İzmirli olmak, bu coğrafyadan olmak, bu topraklarda doğmak, doğmasa da doğmuş saymak bile başlı başına (matahlık bizden uzak dursun) methedilecek bir şeydir bana göre.

Benden de selam olsun.

Emin 12-09-2006 00:15

Bir
 
Ya sağ kolum ya da sol kolumdu şimdi hatırlamıyorum ama biri fena keçeleşmiş olmalı ki hangisinin üzerine uykumun ağırlığını yüklemişsem artık; döndüm.

Ki, damarlarımda sıkışan kanlarım tazyik halinde dolaşsın, hücrelerime ne taşıyacaksa taşısın.

Denizli Horozu olmadığını biliyorum, hatta bizim oraların yani Pertek’teki horozların ötüşüne de benzemeyen bir gırtlak yapısıyla ötmeye başladı, yattığım yerin yaklaşık 3 metre ötesindeki 6 metrekarelik tel kafesin içinde, 5 tavukla idare eden horoz.

Çok da uzatmadı, ü üürrü üüüüüü’sünü.

Aşil topuğumun üzerinde, alacağını alıp gitmiş dişi bir sivrisineğin salgıladığı kaşıntı verici salgıyı iyice yayma pahasına kaşımak için ayağımı karnıma çekip, olanca gücümle kaşımaya başladığımda horoz ikinci ötüşünü yapıyordu.

Ben kaşıntımı tamamlamadan o üçüncü ötüşünü yapınca, nefeslenmek, -bir sonraki ötüşünü daha istekli yapabilmek için sanırım- ciğerlerine yeteri kadar serin havayı çekmekte olan horozun kaça kadar beklediğini ve kaç kere daha öteceğini düşünerek saymaya başladım. İçimden hızla sayılan sayıların 34 üncüsünü bitirmiştim ki tekrar öttü.

-Halla halla, hakikaten her 34’te bir mi ötüyor bu meret?

Sorumun karşılığını sınamak için yeniden saydım; 37 çıktı bu kez. Bir daha saydım; 39, gene farklı çıktı!

Günahını almayayım yoksa ben mi yavaş veya hızlı sayıyorum? Ne kadar sınadım bu süreyi bilmiyorum!

Ya sağ kulağım, ya da sol kulağımdı, şimdi hatırlamıyorum ama biri bu horozun sesini yeteri kadar emmişti; döndüm ve yastığa gömdüm o kulağımı.


Bütün Zaman Ayarları WEZ +2 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 21:20 .

Telif Hakları vBulletin v3.5.4 © 2000-2024, ve
Jelsoft Enterprises Ltd.'e Aittir.
Tercüme ve Tasarım : Arka & Bahce